- Peygamberlerin Rahmet Oluşu

Adsense kodları


Peygamberlerin Rahmet Oluşu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Fri 26 August 2011, 03:15 pm GMT +0200
Mektubat-ı İmam Rabbanî k.s.’den



Mayıs 2008 113.SAYI


Ali KAYA kaleme aldı, TASAVVUF KLASİKLERİ bölümünde yayınlandı.

Peygamberlerin Rahmet Oluşu


Peygamberlerin gönderilmesi âlemlere rahmettir. Peygamberler olmasaydı Allah’ın zatı ve sıfatları hakkında bizleri kim bilgilendirecek ve Rabbimizin razı olduğu şeyleri razı olmadığı şeylerden ayırt edebilmemizi kim sağlayacaktı? Bizim sığ akıllarımız peygamberlerin davet ışığı olmadan, onların izini sürmeden böyle bir işin üstesinden gelebilecek kabiliyete sahip değildir. Evet, akıl hüccettir; fakat tam bir yol gösterici değildir. Bu konuda tam ve kesin delil peygamberlerin gönderilmesidir. Ahirete ait mükafat ve ceza da buna bağlıdır.

Akla şöyle bir soru gelebilir: Ahiretteki ebedi azap peygamberlerin gönderilmesine bağlı ise bu durumda peygamberlerin gönderilmesinin âlemlere rahmet oluşunu nasıl izah edebilirsiniz?

Evet, peygamberlerin gönderilmesi rahmettir. Zira Allah’ı zatı ve sıfatlarıyla tanımak buna bağlıdır. Allah’ın bilinmesi de dünya ve ahiret saadetin anahtarıdır. Bizim sonradan yaratılmış olan eksik aklımız ezeli olan Allah Tealâ’ya layık olan isim ve sıfatların neler olduğunu nasıl bilebilir? İşte bunu seçebilmek, bu fakire göre Allah’ın gizli aşikâr bütün nimetlerinin üstündedir.

Hakkı bâtıldan ayıran müessese nübüvvet müessesesidir. Bu müessese sayesinde insanlar hakka davet edilir, Allah’a yakınlık ve vuslat saadetine erişilir. Ancak bu müessese sayesinde Allah’ın nelerden razı olup nelerden razı olmadığı öğrenilebilir. Şu halde peygamberlerin gönderilişi rahmetin ta kendisidir.

Bu açıklamadan, peygamberlerin getirdiği dinin emirlerinin de rahmet olduğu anlaşılır. Sapık ve zındıklar dinin emirlerini anlamsız yükümlülük olarak görüyorlar. Onlar, insanları birtakım zor emirlerle sorumlu tutup bunlara uyanların cennete uymayanların da cehenneme girmesini manasız buluyorlar. İnsanların kendi haline bırakılmasını, diledikleri gibi yaşaması gerektiğini söylüyorlar. Bu akılsızlar, nimeti verene teşekkür etmenin aklın gereği olduğunu kavrayamıyorlar. İşte bu dinî sorumluluklar insanlara nimetlerin sahibi olan Allah’a nasıl şükredeceklerini açıklıyor.

Sebepler ve Tevekkül

Gözleri peygamberlere bağlılık sürmesiyle sürmelenmiş ileri görüşlü kimseler bilirler ki; var olmalarını ve varlıklarını devam ettirebilmelerini Allah’a borçlu olan sebep ve araçlar, gerçekte cansız birer varlıktır. Bunlar, kendisi gibi bir şeye tesir edip onu yoktan var edebilir mi? Elbette edemez. Bütün bu sebeplerin ardında sonsuz kudret sahibi biri vardır. O bütün bu sebepleri ve sonuçlarını yaratmakta ve her birine layık olduğu kıvamı bahşetmektedir.

Akıllı bir kimse cansız bir varlığın hareket ettiğini gördüğü zaman hemen bu varlığın arkasında ona hareket sağlayan bir canlıyı arar. Mutlaka onun arkasında kendisine bu hareketi yaptıran bir canlı vardır. Cansız varlıkta gözlenen bu hareket asla arkasındaki gerçek failin varlığını perdelemez. Ama zavallı biri kıt aklı sebebiyle söz konusu cansızı güç ve kudret sahibi olarak görüp gerçek failin varlığını inkâra yeltenebilir. “Allah bununla çoklarını saptırır ve yine çoklarını hidayete erdirir.” (Bakara, 26)

Peygamberler sebepleri gözetirlerdi. Buna rağmen işlerini Allah’a ısmarlamayı da ihmal etmezlerdi. Nitekim Yakub Aleyhisselam göz değmesinden korkarak oğullarına şu nasihatte bulunmuştu: “Ey oğullarım! Şehre hepiniz aynı kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin.” (Yusuf, 67)

Yakub Aleyhisselam burada sebepleri dikkate alırken diğer yandan işini Allah’a ısmarlamaktan da geri kalmamıştır. Nitekim o nasihatin devamında şöyle demiştir: “Ama Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi sizin üzerinizden savamam. Hüküm ancak Allah’a aittir. Ben yalnız ona dayandım. Tevekkül edenler yalnız ona dayansınlar.” (Yusuf, 67)

Sonunda Allah Tealâ Yakub Aleyhisselam’ın bu yaptığını güzel bularak onu kendisine nispet etmiştir: “ ... Şüphesiz o ilim sahibiydi. Çünkü ona biz öğretmiştik.” (Yusuf, 68)

Şimdi sıra sebeplerin tesiri konusuna geldi. Allah Tealâ’nın bazen sebeplerde tesir yaratması ve böylece sebeplerin etki göstermesi mümkündür. Bunun gibi bazen de tesir yaratmaması ve sebeplerin hiçbir tesir göstermemesi de mümkündür. Nitekim biz günlük hayatta her ikisine de şahit olmaktayız. Sebeplerin kökten tesirini inkâr etmek kuru bir inattır. Fakat bununla birlikte sebebin etkisi, tıpkı sebebin kendisi gibi Allah’ın yaratmasıyla var olur.

Bu açıklamalardan anlaşıldı ki; sebeplere sarılmak bazı kıt görüşlü kimselerin iddia ettiği gibi tevekküle mani değildir. Hatta sebeplere sarılmanın tam anlamıyla tevekkül olduğunu söyleyebiliriz.

“Sadece ona dayandım. Tevekkül edenler ona dayansınlar.” (Yusuf, 67)

Yakub Aleyhisselam bu sözlerle, işi Allah’a ısmarlamakla birlikte sebeplere sarılmayı tevekkül olarak ifade etmiştir.

Fıkıh mı İlham mı?

Dikkat et, uyanık ol! Sakın bazı sûfilerin sürçmelerine aldanıp yanlış olanı hak zannetme! O sûfiler içinde bulundukları halin baskınlığı sebebiyle mazur sayılabilir, hatalı bir müçtehit gibi sorguya çekilmekten kurtulabilirler. Ama onları taklit edenlerin hallerinin ne olacağını bilmiyoruz. Keşke hatalı müçtehidi taklit edenler gibi olabilseler!
İçtihada dayalı olan kıyas dinin ana esaslarından biridir. Bizler bu esasa uymakla görevliyiz. Fakat keşif ve ilham böyle değildir. Bunlara uymamız emredilmemiştir. İlham başkası için bir delil sayılmaz. İçtihada dayalı hüküm herkes için delildir. Öyle ise müçtehit âlimlere uymak ve dinin temellerini onların görüşlerine uygun olarak öğrenmek gerekir. Sûfilerin, müçtehit âlimlerin görüşlerine ters olarak söyledikleri ve yaptıkları şeylere uymak doğru değildir.

Yapılacak olan, o sûfiler hakkında hüsnüzan beslemek, bu tür şeyleri sürçmelerinden saymak ve bunları görünür anlamlarına almamak ve onlar hakkında ileri geri konuşmamaktır. Garip olan, birçok sûfinin sıradan insanları vahdet-i vücud gibi keşifle bilinen işlerine inanmaya çağırmaları, buna teşvik etmeleridir. Bu tür keşfe dayalı bilgilere iman etmek gerekli değildir. Ancak bunlara karşı takınılacak tavır bizleri bu görüşte olan Allah dostlarını reddetmeye ve hak dostlarına buğz etmeye sebep olmamalıdır.

Kişiye lazım olan, ehl-i sünnet ve’l-cemaat âlimlerinin görüşleri doğrultusunda amel etmektir. Sûfilerin keşifleri hakkında da, hüsnüzan besleyerek kabul veya reddetmeden sessiz kalmaktır. İfrat ile tefrit arasındaki hak olan orta yol budur.