- Musa (As.)´Dan Sonra Gelen Beni İsrail Peygamberleri

Adsense kodları


Musa (As.)´Dan Sonra Gelen Beni İsrail Peygamberleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Esila
Thu 3 February 2011, 01:26 pm GMT +0200
Musa (As.)´Dan Sonra Gelen Beni İsrail Peygamberleri


Hazkîlin Kıssası

Elyesa Peygamberin Kıssası

Fasıl

Samoyel Peygamberin Kıssası

Davud Peygamberin Kıssası

Davud Peygamberin Ömrü Ve Vefat Şekli

Davud Oğlu Süleyman Peygamberin Kıssası

Hz. Süleyman´ın Vefatı Ve Hükümdarlığı

Davud Ve Süleyman Peygamberden Sonra Gelmiş Olan Beni İsrail Peygamberleri

İsrailoğullarının Peygamberlerinden Bîr Diğeri: Yakub Oğlu Lavi Torunlarından Ermiya B. Halkiya´(A.S.)

Beyt-Î Makdis´în Harap Oluşu.




Musa (As.)´Dan Sonra Gelen Beni İsrail Peygamberleri


îbn Cerir et-Taberî, tarihinde şöyle der: Ümmetimiz ile diğer üm­metlerden önce gelip geçmiş ümmetler hakkında bilgi sahibi olanlar arasında ittifak edilen görüşe göre İsrailoğullarının peygamberi Yu-şa´dan sonra Kalib b. Yuhanna gelmiştir. Bu da Musa peygamberin ashabından biri olup bacısı Meryem´in kocasıdır. Bu, Allah´tan korkan iki kimseden biridir. Bu iki kişi, Yuşa ile Kalib´dir. Bunlar, cihaddan yüz çevirdikleri zaman İsrailoğullanna şöyle demişlerdir:

«Onların (zorba kavmin) üzerine kapıdan girin. Eğer kapıdan girerseniz, muhakkak ki siz galip gelirsiniz. Haydi eğer inanıyorsanız Allah´a dayanın!,» ((ei-Mâide,23.)

îbn Cerir et-Taberî dedi ki: Yuşa1 dan sonra İsrailoğullarının idare­sini, Hazkil b. Bozi üstlendi. O, Cenâb-ı Allah´a dua ederek, ölüm korku­su ile yurtlarından çıkmış olan binlerce kişinin diriltilme sine vesile ol­du. [1]



Hazkîlin Kıssası


Cenâb-ı Allah buyurdu ki:

«Şu, binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları gör­medin mi Allah onlara, "ölün" dedi de sonra kendilerini diriltti. Şüphe­siz Allah, insanlara karşı ikram sahibidir. Ama insanların çoğu şükret­mezler.» (el-Bakara, 243.)

Muhammed b. İshak, Vehb b. Münebbih´in şöyle dediğini rivayet et­miştir: Yuşa´dan sonra Cenâb-ı Allah, Kalib b. Yuhanna´nın canını aldı­ğında o, İsrailoğullarının başına Bozioğlu Hazkil´i halef tayin etti. Kav­mi için dua ederek diriltilmelerine vesile oldu. Kur´ân-ı Kerim´de onun kavmi ile ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:

"Şu, binlerce kişi iken Ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları gör­medin mi "

İbn İshak´m anlattığına göre îsrailoğullan, veba korkusu ile yurtla­rından çıkıp kaçmışlar ve başka bir yere yerleşmişlerdi. Cenâb-ı Allah onlara ölün, dedi. Onlar da topluca öldüler. Cesetlerine canavarlarsaldırmasın, diye etraflarına duvar çekildi. Uzun müddet orada kaldı­lar. Nihayet Hazkil (a.s.) onlara uğradı. Yanlarında durup düşünmeye başladı. Ona: "Gözün önünde Cenâb-ı Allah´ın onları diriltmesini ister misin " diye sorulunca, evet dedi. Bunun üzerine orada yatmakta olan ölülerin kemiklerine et giydirilmesi ve damarlarıyla kaslarının birbi­riyle irtibatlandırılması için dua etmesi emrolundu. Dua edip oradaki ölülere Cenâb-ı Allah´ın emri üzerine seslenince, ölülerin hepsi dirilip ayağa kalktılar ve hep bir ağızdan tekbir getirdiler.[2]

"Şu binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları gör­medin mi Allah onlara, "Ölün" dedi de sonra kendilerini diriltti".

Bu ayet-i kerime ile ilgili olarak Esbat, İbn Mes´ud ile sahabelerden bir kısmının şöyle dediklerini rivayet etmiştir. Vasıt´dan önce Daver-dan denen bir kasabada taun hastalığı baş göstermişti. Orada bulunan insanlar korkularından kaçıp giderek uzak bir yere yerleşmişlerdi. Ka­sabada kalanlar ölmüşler, kaçanlar kurtulmuşlardı. Taun hastalığı kalktıktan sonra kaçaklar sağ salim olarak geri gelip vatanlarına yer­leşmişlerdi. Kasabada kalıp ölümden kurtulmuş olan bazı kimseler şöy­le demişlerdi: Kasabadan kaçıp, hastalığın ortadan kalkmasından son­ra geri gelen bu arkadaşlarımız bizden daha akıllıdırlar. Eğer Ölenleri­niz ile birlikte hepimiz bunlar gibi kaçıp gitmiş olsaydık hiç birimize zi­yan gelmezdi. Ölmüş olanlar da şimdi hayatta kalacaklardı. Eğer ikinci kez taun hastalığı baş gösterirse biz de bunlarla birlikte kasabadan çı­kıp gideriz.

Ertesi sene yine aynı kasabada taun hastalığı baş gösterdi. Bu defa hepsi kasabayı terkedip kaçtılar. Sayıları 30.000 küsur civarındaydı. Efyah vadisine gidip yerleştiler. Birisi vadinin alt tarafından, diğeri üst tarafından olmak üzere iki melek kendilerine: "Ölün!" diye seslendiler. Bunun üzerine hepsi ölüp geride sadece cesetleri kaldı. Sonra kemikleri de birbirinden ayrıldı. Nihayet uzun bir müddet sonra Hazkil peygam­ber, onların kemiklerinin yanma varıp durdu. Durumlarını düşünme­ye, dudaklarını kıvırmaya, parmaklarım ovalamaya başladı. Cenâb-ı Allah, kendisine şöyle vahyetti: "Onları nasıl dirilteceğimi görmek ister misin ". Evet, dedi. Allah´ın onları nasıl dirilteceğini hayretle bekleyip düşünüyordu. Kendisine: "Bu kemiklere seslen." denildi, o da şöyle ses­lendi: "Ey kemikler! Cenâb-ı Allah, bir araya gelmenizi emrediyor". Böyle dedikten sonra kemikler âdeta uçarcasına yanyana gelip birer be­den haline geldiler. Sonra Cenâb-ı Allah ona yine "seslen" diye vahyetti. O da şöyle seslendi; "Ey kemikler! Cenâb-ı Allah üzerinize et geçirilme­sini emrediyor". Böyle deyince kemiklere et geçirilmeye, etleri kanlan­maya başladı. Ölürken üzerlerinde bulunan elbiseleri de vücutlarına geçti. Sonra yine kendisine bir sadâ geldi: "Bu ölü cesetlere seslen". O da cesetlere şöyle seslendi: "Ey cesetler! Cenâb-ı Allah sizin canlanıp ayağa kalkmanızı emrediyor". Böyle demesi üzerine o ölü cesetler canlanıp ayağa kalktılar.

Esbat dedi ki: O İsrailoğullan, diriltil dikleri zaman şöyle dua etti­ler:

"Ey Allah´ım, sen noksanlıklardan münezzehsin. Sana hamdederiz. Senden başka tanrı yoktur". Böyle dedikten sonra ölü olarak diriltildik-leri halde canlı vaziyette kavimlerine döndüler. Yüzlerinde ölümün yu­muşaklığı hâlâ vardı. Giydikleri elbise âdeta resme dönüyordu. Yaşadı­lar, sonra kendileri için takdir edilmiş olan ecel geldiğinde yeniden vefat ettiler. îbn Abbas´a göre bunlar, 4000 kişi kadardılar. îbn Abbas´dan ge­len başka bir rivayete göre ise 8000 kişi idiler. Ebu Salih´e göre 9000 kişi idiler. îbn Abbas´dan gelen üçüncü bir rivayete göre ise 40.000 kişi idi­ler.[3] Said b. Abdülaziz´e göre bunlar, Ezriat ahalisinden imişler.

İbn Cüreyc, Ata´nm şöyle dediğini rivayet eder: Bu olay, sakınma­nın kadere faydası olmayacağına açık bir misal teşkil etmiştir.

Cumhur-u ulemaya göre bu olayın vukuu kesindir.

Zührî, Abdullah b. Abbas´m şöyle dediğini rivayet eder: Hattab oğlu Ömer (r.a.), Şam´a doğru yola çıktı. Serğ denilen yere vardığında ordu kumandam Ebu Ubeyde b. Cerrah ile arkadaşları onu karşıladılar. Şam´da veba salgınının baş gösterdiğini kendisine ilettiler. Bunun üze­rine o da muhacirlerle Ensâr´a danıştı. Çeşitli görüşler ileri sürdüler. Derken Abdurrahman b. Avf -daha önceleri bazı ihtiyacını görmek için gözden kaybolmuştu- geliverdi ve şöyle dedi: "Bu hususta benim bilgim vardır. Rasûlullah (s.a.v.)´m şöyle buyurduğunu işittim: «Bulunduğu nuz yerde veba salgını görülürse oradan kaçıp çıkmayın. Bir yerde veba salgını olduğunu duyarsanız, oraya da girmeyin.»

Abdurrahman b. Avf m böyle demesi üzerine Hz. Ömer, Allah´a hamdedip geri döndü.[4]

İmam Ahmed b. Hanbel, dedi ki: Abdurrahman b. Avf, Şam´da iken Hz. Ömer´e haber göndererek Peygamber (s.a.v.) Efendimiz´in konuyla ilgili olarak şöyle buyurduğunu haber verdi:

«Bu hastalık ile sizden önceki ümmetler azaplandırıldı. Bunun bir yerde baş gösterdiğini duyarsanız oraya girmeyin. Eğer bulunduğunuz bir yerde bu hastalık baş gösterirse, o zamanda hastalıktan kaçarak o yerden çıkıp gitmeyin". Bu haber üzerine Hz. Ömer, Şam´a gitmeyip yol­da iken geri döndü.

Muhammed b. îshak dedi ki: Hazkil peygamberin İsrailoğullan arasında ne kadar müddetle kaldığına dair bir rivayet elimize geçmiş değildir. Bir müddet aralarında kaldıktan sonra Cenâb-ı Allah, onun ruhunu teslim aldı. Ahirete irtihal etti. Vefatından sonra İsrailoğullan, Cenâb-ı Allah´ın kendilerinden almış olduğu sözü unuttular. Araların­da büyük hadiseler meydana geldi. Putlara tapmaya başladılar. Tap­makta oldukları putlardan biri de Bal adındaki bir put idi. Nihayet Cenâb-ı Allah, onlara Yasin oğlu İlyas peygamberi gönderdi. İlyas´m ba­bası Yasin, Ayzer oğlu Fenhas´m oğludur. Ayzer´de İmran oğlu Harun peygamberin oğludur.

Hızır peygamberin kıssasından sonra İlyas peygamberin kıssasını anlattık. Çünkü bunlar, ekseriyetle birarada zikredilen iki peygamber­dirler. Ayrıca bu kıssa, Sâffât sûresinde Musa peygamberin kıssasın­dan sonra anlatılmıştır. Bu nedenle İlyas (a.s.)´m kıssasını buraya al­dık. Doğrusunu Allah bilir. Muhammed b. îshak´m, Vehb b. Müneb-bih´den naklettiğine göre İlyas´m vefatından sonra İsrailoğullarma, onun vasisi olan Elyesa b. Ahtop (â.s.)´a peygamberlik verilmiştir. [5]



Elyesa Peygamberin Kıssası


Cenâb-ı Allah, Elyesa´ı da En´âm sûresinde bazı peygamberlerle birlikte zikretmiştir. Şöyle ki:

«İsmail, Elyesa, Yunus ve Lût´a da (yol gösterdik), hepsini âlemlere

Üstün klldlk»(el-En´âm, 86.)

«İsmail´i, Elyasa´ı, Zülkifli de an. Hepsi de iyilerdendir.»

İbn İshak´m, Hasen´den rivayet ettiğine göre İlyas´dan sonra İsrailoğullarma Elyesa peygamberlik etmiştir. Cenâb-ı Allah´ın diledi­ği bir süre kadar aralarında kalıp İlyas´m yolunu ve şeriatını tutarak onları Allah´a kulluk etmeğe davet etmiştir. Nihayet eceli gelince o da ahirete göçmüştür. Ardı sıra büyük olaylar, günahlar ve hatalar işle­mişlerdir. İsrailoğullannm aralarında zorbalar çoğalıp peygamberleri öldürmeye başlamışlardır. İnatçı azgın ve taşkın bir hükümdarları var­dı. Denildiğine göre o hükümdara, tevbe edip inatçılığından ve zorbalı­ğından geri caydığı taktirde Cennet´e gireceğini Zülkifl tekeffül etmişti. Tekeffül ettiğinden dolayı da Zülkifl adını almıştı.

Muhammed b. îshak´m anlattığına göre Elyesa´nın adı Ahtop´dur.

Hafız Ebu´l-Kasım b. Asakir, tarihinin (y) harfi maddesinde Elye-sa´dan bahsederken onun Esbat b. Adiy b. Şotlim b. Efraim b. Yusuf b. Ya´kub b. îshak b. İbrahim el-Halil olduğunu söylemiştir. Denildiğine göre Elyesa, İlyas peygamberin amcası oğludur. Baalbek, hükümdarı­nın korkusundan ötürü onunla birlikte Kasyon dağında gizlenirmiş. Sonra her ikisi beraberce önün yanma giderek Allah´a kulluğa davet et­mişler. İlyas´m vefatından sonra onun yerine Elyesa geçerek kavmine peygamberlik etmiştir.

Eyyüb peygamberin kıssasını Zülkiflden önce anlattık. Çünkü bir rivayete göre Zülkifl, Eyyüb peygamberin oğludur. Doğrusunu Allah bi­lir. [6]



Fasıl


İbn Cerir et-Taberî ile diğerleri dediler ki: Elyesa´dan sonra İsrailoğullannm durumları berbat olup karıştı. Büyük günahlar işledi­ler. Peygamberlerin bir kısmım öldürdüler. Bunun üzerine Cenâb-ı Al­lah, peygamberlere bedel olarak üzerlerine zorba hükümdarları musal­lat etti. O hükümdarlar kendilerine zulmedip kanlarım akıttılar. Ayrı­ca Cenâb-ı Allah, diğer milletleri de onlara düşman kılıp üzerlerine mu­sallat kıldı. Düşman milletlerden biri ile savaştıklarında Misak tabutu onlarla beraber oluyordu. Bu vesile ile Cenâb-ı Allah´ın bereket ve imda­dı kendilerine yetişip muzaffer oluyorlardı. Musa ve Harun ailesinin bı­raktıkları kalıntılarla ferahlık, o tabutun içinde bulunuyordu.

Gazzeliler ve Maskalan ahalisi ile yaptıkları bazı savaşlarda mağ­lup oldular. Mülkleri ellerinden alındı. İsrailoğullarmın o zamanki hükümdarı, bunu öğrenince, boynu incelip rengi sarardı ve kahrından öldü. İsrailoğullan da başsız kaldılar. Nihayet Cenâb-ı Allah, kendileri­ne Samoyel adında bir peygamber gönderdi. Samoyel´den düşmanla sa­vaşırken başlannda bulunması için bir hükümdar tayin etmesini iste­diler. Neticede Kur´ân-ı Kerim´de anlatılan olaylarla karşılaştılar.

İbn Cerir et-Taberî der İd: Yuşa b. Nun´un vefatından sonra Samo-yel´in peygamber olarak gönderilişine kadar aradan 460 sene geçti.[7]



Samoyel Peygamberin Kıssası


Samoyel, Alkame oğlu Bali´nin oğludur. Alkame, Yehvabin oğlu Yerham´in oğludur. Yehvabin, Sof oğlu Teho´nun oğludur. Sof, Mahis oğlu Alkame´nin oğludur. Mahis, Azriya oğlu Amosa´nm oğludur. Samo-yel´e, Eşmayel diyenler de vardır. Mukatil´in dediğine göre Samoyel, Harun´un mirasçılarmdandır. Mücahid´e göre Samoyel´in adı Eşmoyel olup Helfaka´nm oğludur. Samoyel´in nesebinde daha ileriki babaları­nın adları zikredilmemiş tir. Doğrusunu Allah bilir.

Süddı, İbn Abbas ile İbn Mes´ud ve sahabelerden bir grupla birlikte Salebî ve diğerlerinin şöyle dediklerini nakleder: Gazze ve Askalan mın­tıkasında Amalika kabilesi, israiloğullanm mağlup edip, onlardan çok kimseleri öldürmüşlerdi. Çok sayıda çocuklarım esir almıştı. Lavi kabi­lesinde artık peygamberlikte sona ermişti. Onlardan hayatta kalan, sadece hamile bir kadın olmuştu. O kadın, kendisine bir erkek evlat na-sib etmesini Cenâb-ı Allah´dan dilemişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah da ona bir erkek çocuk nasib etti. Çocuğa, Eşmoyel adını vermişti. Eş-moyel adının İbranice´deki manası, İsmail´dir. Yani bu kelime, "Allah benim duamı işitti" anlamım taşımaktadır.[8]

Samoyel gelişip yetişkinlik çağına varınca anası, onu bir mescide götürüp orada Allah´a ibadet etmekte olan salih bir adama teslim etti ki onun iyiliklerinden ve ibadetlerinden nasibini alıp bir şeyler öğrensin. Samoyel, o salih adamın yanında kaldı. Delikanlılık çağına vardığında bir gece uyumakta iken mescidin bir köşesinden bir ses duyup uyandı ve korktu. Sandı ki o salih ihtiyar kendisini çağırıyor. İhtiyara: "Sen mi be­ni çağırdın " diye sorunca ihtiyar, onu korkutmamak için: "Evet, ben ça­ğırdım. Sen, uyumana bak." dedi. Bunun üzerine Samoyel de uyumaya başladı. Fakat aradan kısa bir süre geçtikten sonra aynı sesi ikinci kez duydu. Sonra üçüncü kez duydu. Bir de baktı ki Cebrail yanma gelip şöyle diyor: "Ey Samoyel! Doğrusu Rabbin seni kavmine peygamber ola­rak gönderdi". Bundan sonra Samoyel, Kur´ân-ı Kerim´de anlatıldığı gi­bi kavmim Hakka davet etmeye başladı.

Cenâb-ı Allah, kutsal kitabında şöyle buyurmaktadır:

"Musa´dan sonra îsrailoğullarımn ileri gelenlerim görmedin mi Peygamberlerine: "Bize bir hükümdar gönder (onun önderliğinde) Allah yolunda savaşalım." demişlerdi."

"Ya size savaş yazılınca savaşmazsanız " dedi. Dediler: "Bizler ne­den Allah yolunda savaşmayalım ki; oysa biz yurtlarımızdan ve oğulla­rımız arasından çıkarılıp sürüldük " Fakat kendilerine savaş yazılınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir. Peygam­berleri onlara dedi ki: "Allah, Talut´u size hükümdar gönderdi." Dediler ki: "O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir Biz hükümdarlığa on­dan daha layıkız. Ona geniş mal da verilmemiştir".Dedi: "Allah onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti. O´nun bilgisini ve gücünü arttırdı". Allah mülkünü dilediğine verir. Allah(m lütfü) geniş­tir. (O, herşeyi) bilendir.

Ve peygamberleri onlara dedi ki: "O´nun hükümdarlığının alameti, tabutun size gelmesidir. Onun için de, Rabbinizden bir ferahlık ve Musa ailesinin, Harun ailesinin geriye bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanıyorsanız bunda sizin için (Ta-lut´un hükümdarlığına) kesin bir alamet vardır".

Tefsircilerin çoğu dediler ki: Bu kıssada anlatılan kavmin peygam­beri Samoyel idi. Başkaları ise Şemun olduğunu söylemişlerdir. Diğer bazıları ise Samoyel ile Şemun´un aynı kişi olduğunu ifade etmişlerdir. Bir başka grup ise bu kavmin peygamberinin Yuşa´ olduğunu ileri sür­müştür. Bu, imam Ebu Cafer b. Cerir´in, Tarih´inde anlattıklarına çok uzaktır. Çünkü İmam Ebu Cafer, Tarih´inde şöyle der: Yuşa´nm vefatı ile Samoyel´in peygamber olarak gönderilişi arasında 460 senelik bir za­man geçmiştir. Doğrusunu Allah bilir.[9]

Hülasa, bu kavim, savaşlardan yenik düşüp bitkin hale geldikleri ve düşmanları tarafından ezildiklerinde o zamanki Allah´ın peygambe­rinden, kendileri için bir hükümdar tayin etmesini talep ettiler iri, o hü­kümdarın emri altında düşmanlarıyla savaşsınlar. Peygamber, onlara şöyle demişti:

«"Ya size savaş yazılınca savaşmazsanız " dedi. Dediler: "Bizler ne­den Allah yolunda savaşmayalım ki " (Yani Allah yolunda bizi savaş­maktan engelliyecek ne vardır ). Oysa biz yurtlarımızdan ve oğulları­mız arasından çıkarılıp sürüldük.» (ei-Bakara, 246.)

Yani bizler savaştan yenik çıkıp sevdiklerimizden ayrı düştük. Öyle ise düşmanlarımızın elinde esir kalıp horlanmakta olan oğullarımız ve çocuklarımız için savaşmamız gerekir.

Onların böyle demeleri üzerine Cenâb-ı Allah şöyle buyurdu:

"Fakat kendilerine savaş yazılınca (farz kılınınca), içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir".

Bu kıssanın son kısmında da anlatıldığı gibi o hükümdarla birlikte onların pek azı hariç, nehri geçmediler. Geri dönüp düşmanla yüz yüze gelmekten kaçındılar.

«Peygamberleri onlara dedi ki: "Allah, Talut´u size hükümdar gön­derdi.» (el-Bakara, 247.)

Sa´lebî dedi ki: Bu ayette geçen Talut, Kayş b. Efil´in oğludur. Efil, Sara b. Tihort´un oğludur. Tihort, Enis oğlu Efih´in oğludur. Enis, Ya-kub oğlu Bünyamin´in oğludur. Yakub, İbrahim oğlu îshak´ın oğludur.

îkrime ile Süddî dediler ki: Talut, şakacı idi. Vehb b. Münebbih dedi ki: Talut, deri sepicisi idi.

Başkaları ise, onun başka bir sanatla uğraştığını ifade etmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.[10]

Dediler ki: "O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir Biz hüküm­darlığa ondan daha layıkız, ona geniş mal da verilmemiştir".

Denildi ki: Cenâb-ı Allah, peygamber Samoyel´e şöyle vahyetti: Israiloğullanndan hangisinin boyu, şu değnek boyu kadar olur da içinde Kudüs yağı bulunan şu boynuza gelirse o, onların hükümdarı olacaktır. Bunun üzerine İsrailoğulları değneği ellerine alıp kendi boylarını ölç­meye başladılar. Talut´dan başka hiçbiri, değneğin boyu kadar uzun de­ğildi. Talut, peygamber Samoyelın yanma gelince içinde Kudüs yağı bu­lunan boynuzu elde etti. Samoyel´de ona Kudüs yağını sürdü ve onu hü­kümdarlığa tayin etti. îsrailoğullarına da şöyle dedi: "Allah onu sizin-üzerinize (hükümdar) seçti. (Savaş hususunda veya diğer her işte) onun bilgisini ve gücünü (ya da boy ve güzelliğini) arttırdı".

Ayet-i kerime´den anlaşıldığına göre Talut, îsrailoğullarınm en ya­kışıklısı ve en bilgilisi idi.

«...Allah, mülkünü dilediğine verir". Hüküm vermek O´na aittir. Ya­ratmak ve emir vermek O´nun elindedir. Allah(m lütfü) geniştir. (O, her şeyi) bilendir.

Ve peygamberleri onlara dedi ki: "Onun hükümdarlığının alameti, Tabut´un size gelmesidir. Onun içinde, Rabbinizden bir ferahlık ve Mu­sa ailesinin, Harun ailesinin geriye bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanıyorsanız bunda sizin için (Ta-lut´un hükümdarlığına) kesin bir alamet vardır.»(el-Bakara, 247-248.)

Bu da, Talut´un iyi bir insan ve veli bir kimse olması nedeniyle onla­ra getirdiği uğur ve bereketin bir eseridir. Bu vesile ile Cenâb-ı Allah on­lara, daha önce ellerinden almış olduğu tabutu geri verdi; düşmanlarım ezdi. Bu tabut nedeniyle düşmanlarına karşı muzaffer oldular."Onda Rabbinizden bir ferahlık vardır". Denildiğine göre ayet-i kerimede ge­çen tabut kelimesinden kasıt, altından yapılma bir tastır. Onun içinde peygamberlerin göğüsleri ve kalpleri yıkanırmış. Denildiğine göre o ta­but sebebi ile kendilerine gelen ferahlık, rüzgar esintisi şeklinde imiş. Yine denildiğine göre o tabut, bir kedi timsali şeklinde yapılmıştı. Savaş anında ses çıkardığında İsrail oğulları muzaffer olacaklarına inanırlarmış. "O tabutta Musa ailesinin, Harun ailesinin geriye bıraktıklarından bir kalıntı vardır".

Tabutun içinde, Tevrat levhalarının parçaları ile Tih sahrasında İsrailoğullarına inen kudret helvasından biraz kalmış idi. "O´nu melek­ler taşıyorlardı". Yani o tabutu, ey îsrailoğulları, melekler taşıyıp size getirecekler ve siz de onu ayan beyan bir surette göreceksiniz ki, Al­lah´ın size karşı bir hücceti olsun ve benim size söylediklerimin doğru­luklarına dair apaçık bir burhan olsun. Talut´un veli ve salih bir insan olduğunu ispatlayan bir delil olsun. "Eğer inanıyorsanız bunda sizin için (Talut´un hükümdarlığına) kesin bir alamet vardır´.

Denilir ki Amalika kabilesi, bu tabut sayesinde düşmanlarına galip olduklarında ki tabutun içinde ferahlık ve Musa ailesi ile Harun ailesin­den kalıntılar vardı. Bir başka rivayete göre tabutun içinde Tevrat da vardı. Tabut tamamen ellerine geçince onu kendi mıntıkalanndaki bir putun altına koydular. Sabah olunca tabutun putun başında durmakta olduğunu gördüler. Onu yine putun altına koydular. Ertesi gün sabah­ladıklarında tabutun yine putun üstünde olduğunu gördüler. Bu iş böy­le devam edince, bunun Allah tarafından yapılan bir iş olduğunu anladı­lar ve onu mıntıkalarından çıkarıp beldelerine bağlı bir köye yerleştirdi­ler. Boyun kısımlarında bir hastalık peyda oldu. Bu hastahktan uzun süre kurtulamayınca tabutu bir arabaya yerleştirip iki ineğe bağlayarak mıntıkaları dışına sürdüler. Denildiğine göre melekler, bu arabayı sürerek İsrailoğullan topluluğunun Önüne getirdiler. Peygamberleri­nin de haber verdiği gibi, îsrailoğulları bu manzarayı seyrediyorlardı. Tabii yine de meleklerin bu tabutu ne şekilde getirdiklerini en iyi Al­lah bilir. Ama kuvvetli görüşe göre ayet-i kerimeden de anlaşıldığı gi­bi tabutu, melekler bizzat taşıyorlarmış. Her ne kadar birinci şeklin daha kuvvetli olduğunu tefsircilerin bir çoğu anlatmakta iseler de doğrusunu Allah bilir.[11]

«Talut, askerler (iy)le ayrılınca dedi ki: "Allah, sizi bir ırmakla dene­yecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Ondan (kana kana) tatma-yıp sadece eliyle bir avuç alan bendendir.» (el-Bakara, 249.)

Ibn Abbas ile tefsircilerin çoğu dediler ki bu nehir, Ürdün nehridir. Buna Şeria nehri de denir. Askerleri ile Talut, bu nehrin yanına vardı­ğında bir imtihan dolayısıyla Cenâb-ı Allah´ın peygamberi Samoyel´e verdiği emre dayanarak Talut´da askerlerine şöyle buyruk verdi: Kim bu nehirden içerse benimle beraber olmasın. Bu gazada benden uzak-laşsm. Bundan ancak (kana kana) tatmayıp sadece avucu ile bir defa alan benimle arkadaşlık edebilir.

Cenâb-ı Allah buyurdu ki: "İçlerinden pek azı hariç, hepsi ondan iç­tiler".

Süddî dedi ki: Talut´un askerleri 80.000 idi. Ondan 76.000 kadarı iç­tiler. Geriye 4000 asker kaldı.[12] Buharı, sahihinde şöyle bir hadis nakle­der: Bera b. Azib şöyle dedi: Muhammedin sahabeleri olan bizler kendi aramızda konuşuyorduk. Şöyle ki: Bedir savaşma katılan sahabelerin sayısı ile nehri, Talut´la beraber geçen savaşçıların sayısı arasında bir mukayese yapılacak olursa ikisinin de eşit olduğu görülür. Talut´la bir­likte nehri geçen askerler, 310 küsur kadardı. Süddî´nin ifade ettiğine göre Talut´un askerleri, 80.000 kadarmış. Aslında bu sayı üzerinde ihti­laf vardır. Çünkü Kudüs toprağına, 80.000 asker sığmaz. Doğrusunu Allah bilir.

Cenâb-ı Allah buyurdu:

«Nihayet Talut ve kendisiyle beraber inanalar, ırmağı geçince: "Bu gün Calut´a ve askerlerine karşı bizim gücümüz yok." dediler.» Kendile­rini azımsadılar ve zayıf gördüler. Düşmanlarının çokluğu karşısında şaşıp onlara mukavemet edemeyeceklerini sandılar.

"Allah´a kavuşacaklarına kanaat getirenler ise şöyle dediler: "Nice az bir topluluk var ki, Allah´ın izniyle çok topluluğa galip gelmiştir. Al­lah, sabredenlerle beraberdir». Yani iman ve yakîn sahibi olan bahadır­larla yiğitler, sabredip mukavemet ruhuna sahip olanlar, düşmanla karşılaşıp mücadele vermeye ve vuruşmaya onları teşvik ettiler.

«(Talut´un askerleri) Calut ve askerlerine karşı çıktıklarında şöyle dediler: "Rabbimiz, üzerimize sabır dök! Ayaklarımızı sağlam tut ve o kafir millete karşı bize yardım et!"» (d-Bakara, 250.)

Cenâb-ı Allah´tan üzerlerine sabır dökmesini, kalplerine itminan vermesini, ayaklarını kaydırmamasını, savaş alanında kendilerine me­tanet vermesini, gazanın kızıştığı ve savaş alevlerinin tutuştuğu esna­da yüreklerini pekiştirmesini dilediler. Batınî ve zahirî dayanıklılık is­tediler. Düşmanlarına ve kafirlere karşı, münkirlerle zorbalara karşı muzafferiyet istediler. Allah´ın ayetlerim ve nimetlerini inkar eden kimselere karşı galibiyet istediler. Yüce kudretin sahibi, her şeyi görüp işiten, her şeyden haberdar olup bütün işleri yerli yerince yapan Rable-ri, dileklerine cevap verdi ve isteklerini yerine getirdi. Onlar da Allah´ın güç ve kuvveti ile onun izin ve yardımı ile düşmanlarım hezimete uğrat­tılar. Düşmanlarının sayı ve teçhizatı çok olmakla birlikte yine de Al­lah´ın verdiği kuvvet sayesinde onları mağlub ettiler. Nitekim Cenâb-ı Allah buna bir nazire olarak mü´minlere hitaben şöyle buyurmuştur.

«Nitekim Allah size Bedir´de de yardım etmişti. Siz o zaman zayıf idiniz. O halde Allah´tan korkun ki şükredesiniz.» (Âl-i Imr;in,i23.)

«Davud, Calut´u öldürdü. Allah ona (Davud´a) hükümdarlık ve hik­met verdi. Ve ona dilediğini öğretti.» (ei-Bakaı-a, 25i.)

Bu ayet-i kerime de Davud (a.s.)´un kahramanlığına delâlet vardır. Yine bu ayet-i kerimede anlatıldığına göre o, düşman ordusunu ezip he­zimete uğratmıştır. Düşman askerlerini kırıp geçmiştir. Düşman ordu­sunun başındaki komutanı öldürmekten daha büyük bir muzafferiyet düşünülemez. Bu sebeble Davud ve askerleri bol miktarda malları gani­met olarak ele geçirmiş; yiğit düşman savaşçılarını esir almışlardı. İman kelimesi, putlar üzerinde yücelmişti. Allah´ın dostları, düşmanla­rına galip gelmişti. Gerçek din, bâtıla üstün olmuştu. Bâtılın peşinde koşanlara galip olunmuştu.

Süddî şöyle der: Davud peygamber, babasının çocuklarının arasın­da en küçük olanı idi. Onüç kardeş idiler. îsrailoğullarınm hükümdarı Talut´un, halkı, Calut´u ve askerlerini öldürmeye, onlarla savaşmaya teşvik ettiğini duydu. Talut şöyle diyordu. Kim Calut´u öldürürse, kızı­mı ona verir ve onu tahtıma ortak ederim.

Davud peygamber, iyi sapan atmasını bilirdi. İsrailoğullan arasın­da dolaşmakta iken bir taşın kendisine şöyle seslendiğini işitti: "Ey Da­vud beni al. Çünkü sen Calut´u benimle öldüreceksin!" Taşın böyle ses­lendiğini duyan Davud, hemen koşup taşı aldı. Ardından ikinci bir taşta kendisine aynı şekilde seslendi, onu da aldı. Daha sonra üçüncü bir ta­şın da kendisine aynı şekilde seslendiğini işitince onu da alıp sapanına yerleştirdi. İki ordu karşı karşıya geldiğinde düello yapmak için Calut ortaya çıktı. Kendisiyle vuruşacak bir kimse istedi. Ona karşı Davud çıktı. Davud´a şöyle dedi:

"Geri dön, seni Öldürmek istemiyorum! .

Davud: "Ama ben seni öldürmek istiyorum." dedi. Ve üç taşı alıp sapına yerleştirdi.Sonra sapanını çevirerekiçindeki üç taşı paça haline getirdi. Taşları fırlatarak Calut a isabet ettirdi.Kafasınıyarıp öldürdü. Böylece Calut´un askerleri paniğe kapılarak gerisin geri kaçtı­lar. Talut da Davud´a verdiği sözü yerine getirdi. Kızını ona verip tahtı­na ortak etti. Davud´a büyük payeler verdi. İsrailoğullan arasında onun hükmünü geçerli kıldı. İsrailoğullan da Davud´u sevdiler. Talut´dan

fazla ona meylettiler.

Denildiğine göre Talut, bir müddet sonra Davud´u kıskanmaya baş­lamış ve onu öldürmek istemişti. Öldürmek için bir tuzak kurmuştu, ama amacına ulaşamamıştı. Âlimler, Davud´u öldürmekten onu mene-diyorlardı. Bunun üzerine Talut, kızarak âlimlere musallat oldu. Az bir kısmı dışında hepsini öldürdü. Bilahare pişman olarak tevbe etti ve kö­tülüklerine son verdi. Nedametinden dolayı çokça ağlamaya başladı. Mezarlıklara gidip oralarda ağlardı. Öyle ki göz yaşları ile toprağı ısla-tırdı. Günün birinde mezarlıktan kendisine şöyle bir ses geldi: Ey Talüt! Biz hayatta idik, sen bizi öldürdün. Öldükten sonra bile bize eziyet verir

oldun!

Bu ses üzerine Talut daha fazla ağlamaya başladı. Korkusu fazla­laştı. Sonra durumunu kendisine izah edecek bir âlim aradı. Tevbesinin kabul edilip edilemeyeceğini sordu. Kendisine: "Sen hayatta bir âlim bıraktın mı ki şimdi durumuna bir çare bulması için âlim arıyorsun " denildi. Nihayet bir kadının yanma gitmesini kendisine salık verdiler. Kadının yanma gitti. Kadın onu alıp Yuşa peygamberin mezarının yanı başına getirdi. Kadın, Allah´a dua etti. Yuşa peygamber mezarından kalktı. Ve: "Kıyamet mi koptu " diye sorunca kadın şöyle cevap verdi: Hayır, ama Talut, sana tevbesinin kabul edilip edilemeyeceğini soru­yor.

Yuşa şöyle cevap verdi: Evet, tevbesi kabul edilir; ama bu hüküm­darlıktan vazgeçmesi, gidip şehit oluncaya kadar Allah yolunda savaşması gerekir.[13]

Bunun üzerine Talut, hükümdarlığı Davud peygambere bıraktı, onüç evladıyla birlikte o mıntıkadan gitti. Şehit oluncaya kadar Allah yolunda savaştılar. "Allah ona mülk ve hikmeti verdi. Dilediğini ona öğ­retti" ayet-i kerimesinden kastedilen mana da budur.

Muhammed b. îshak der ki: Mezarında diriltilen ve tevbesinin ka­bul edileceğini Talut´a haber veren peygamber, Ahtab oğlu Elyesa´dır. Ibn Cerir de böyle bir rivayette bulunmuştur.

Sa´lebî der ki: O kadın,