- Muhabbete Doymak

Adsense kodları


Muhabbete Doymak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Wed 9 November 2011, 11:15 pm GMT +0200
Tencere


Kasım 2005 83.SAYI


Ferzan TOPATAN
kaleme aldı, TENCERE bölümünde yayınlandı.


Muhabbete Doymak

Yazın bir süre Samandıra'daydım . Dergi merkezinde. Baktım bizim uşaklar kendilerini bırakmış. Herkes birbirinden habersiz işe gelip gidiyorlar. Siz buna yaz rehaveti diyebilirsiniz. Ben derginin önceki hallerini bildiğim için, olsa olsa muhabbet eksikliğidir diyorum.

E, tabi geleni-gideni olmayan, çat kapı eşin dostun şenlendirmediği bir dergide ne olur?! Dergi dediğin dolup taşmalı. Bir yandan işler yürürken, bir yandan güler yüzlü arkadaşlar yeni fikirler, yeni muhabbetlerle dergi çalışanlarını besleyip desteklemeli. Lakin İstanbul'dan Samandıra'ya ulaşmak konulu bir belgesel çeksem, Kurtlar Kuşlar Vadisi gibi reyting toplayıp tutmazsa neyim! Buraya gelmek için azmü cezmü kasteylemek lazım, öyle geçerken uğrayamazsın buraya.

Ben kastettim geldim. Baktım bizimkilere ne yiyip içiyorlar diye. Sabahları duble çay ve poğaçaya talim eden garipler, öğlen de yemekhanede ustanın istersen yeme lezzet mönüsüne tabi oluyorlar. Ertesi sabah hemen duruma el attım. Erkenden kalktım, Samandıra kasabasının en iyi marketlerini dolaşıp kahvaltılık malzemeler aldım. İki çeşit peynir, böğürtlen reçeli, bal, süt, zeytinyağı, domates, salatalık, çemen...

Son alışveriş yaptığım dükkandan çıkarken gözüm karpuzlara ilişti. Güzel bir karpuz alsam ne iyi olurdu. Sofrada karpuza uzanan arkadaşların gülümseyen yüzlerini hayal ettim. Bir karpuz alacaktım ama ya karpuz kötü çıkarsa? Ellerim dolu olduğu için mi, ümitsizlikten mi, dükkanı işleten adama seslendim. Buyur abi , dedi. Bana bir karpuz seç, diyecektim ama daha önce seçtirip aldığım ama kötü çıkan karpuzlar Samandıra semalarından üstümüze yağmaya başladı. Canım sıkıldı, umutsuzluğa düştüm.

Sonra birden bütün bu ezberleri bozan bir şey geldi dilimin ucuna, söyleyiverdim. Ya, dedim, adama; bana şuradan güzel bir karpuz seç, yerken sana dua edeyim. Adam bir an irkilip geri çekildi. Sonra emir eri gibi peki anlamında başını eğip döndü, adeta karpuzların üstüne atladı. Onu yokladı, bunu yokladı. Eliyle pat pat vurup, çıkardığı sesleri dinledi. En son bir tanesini iyi bir iş yapmanın gönül rahatlığıyla gülümseyerek bana uzattı. O dakikadan sonra da dükkandan çıkana dek bana hürmet etti. Ne oldu, ne değişti bilmiyorum. Sanki adamın yıllardır beklediği müşteriydim ve bana hizmette kusur etmek istemiyordu. Güzel dileklerle ayrıldım ordan .

Dergide Sadık'a güzel bir çay demletip başladık sofra için yer aramaya. En uygun yer Sabahattin abinin odasındaki masaydı. Sağa sola haber saldık, nasipliler geldi. En son kapı açıldığında Sabahattin abi şaşkınlıkla, bu ne yahu, dedi ve tok olmasına rağmen sofraya çöktü. Şakalar, lâtifeler, muhabbet derken, baktım ortam sıcaklığı almış başını gidiyor. Sabahattin abi sen yemiyorsun, dedim. Yok, dedi, siz devam edin, ben muhabbete tav oldum, ona doyuyorum. E, n'apalım şimdi, çayları tazeliyelim di mi!

Ha, bu arada karpuzu kestik. Aman bir tatlı, bir tatlı... Dedim, kardeşler filanca dükkanın sahibi seçti bu karpuzu, bir dua edelim kardeşimize. Ettik duamızı, şeytanın karnına bir yumruk attık.

Ezber Bozulunca

Geçen gün yolum okuduğum üniversiteye düştü. Eski günlerdeki gibi kantine gittim, çay ve tost almak için sıraya girdim. Her şey eskiden olduğu gibiydi. Yine sırada araya kaynak yaptılar. Yine fiş veren adam yüzüme bakmadan acele acele ne istediğimi sordu. Çay denen sıvı yine plastik bardakta ve okuldaki profesörlerden daha eski, kocaman bir kavanozdan şeker alıyorsun...

Tost verilen yere geldiğimde, yine eski günlerdeki gibi bekleşen bir kalabalık vardı. Fakat ne işse, hepsi somurtkan somurtkan bekleşiyordu. Tost makinesinin başında duran kadının da onlardan kalır yanı yoktu. Herkes soğuk bir şekilde fişini uzatıp bekliyor, sonrada tostunu alıp gidiyordu. Bense ortama göre fazlasıyla “tıpkı eski günlerdeki gibi” modundaydım . Kadın fişimi alırken, olabildiğince mimik ve sevecenlik tasarrufuyla “Nasıl olsun?” diye seslendi. Bu saçma sapan manzaranın parçası mı olacaktım? Hayııııır! Kocaman ve sevimli harflerle “Güzel olsun!” diye seslendim ben de. Herkes, herkesle birlikte kadın da gülmeye başladı. Hatta bir an bu gülmeler hiç bitmeyecek, tostlar yanıp kül olacak sandım. Ama bu kocaman adama bakıp gülümsemelerini devam ettiren insanlar tostlarını alıp giderken daha keyifliydiler artık.

Kadın benim tostumu sessiz sessiz gülerek hazırladı. Sinirleri bozulmuş olmalıydı. Sonra dönüp, bizim tostlarımız çirkin olmaz, dedi gülümseyerek. Başımla onu onayladım. İşte bugün muhabbetle pişirilmiş en lezzetli tost hazırdı. Ve kadının gülümseyişi geçinceye ve civardaki sıcakkanlı insanlar azalıncaya kadar lezzetli tostlar hazırlanabilecekti. Sonrası zulüm .. Muhabbetsiz yiyeceklerden zehirlenmiş öğrenciler sınıflarına gidecek, evvelden zehirlenmiş hocalar da sınıfa gelecek. Sonra zehir zemberek bilimsel gelişmelere imza atılacak!

Vay be! Demek üniversiteler bu yüzden bu halde. Bu ezberi bozmak lazım abicim . Evet, muhabbete devam, üniversiteye selam.

Hasır Altından Haberler

Geçen ay boyunca muhasebecilerle ilgili şikayetler dinledim. Aklımda şunlar kalmış:

At binenin, muhasebeci yakalayanın.

Ben muhasebecinin aradığımda odasında bulunanını severim.

Her muhasebecinin bir alacaklı atlatışı vardır.

Muhasebeciler alacaklıları sıraya koymuşlar, burnu en uzun olan parayı önce alacakmış!!!

Muhasebeciye telefonla not bırakacağına, pencereyi aç İstanbul'dan Erzurum'a bağır.

Her muhasebeci bir gün muhasebe edilecektir.

Akvaryum için iki muhasebe balığı aldım, dünden beri ölü taklidi yapıyorlar.

Muhasebe kuşunu altın kafese koymuşlar, para yok demiş.

Oğlan dayısına, kız halasına, muhasebeci patrona benzermiş.

Avrupa Birliği ön şart olarak muhasebecileriniz paraları ödesin demiş. Yuf artık!

Özelleştirme idaresi bizim muhasebeyi özelleştirmek için olağanüstü toplanmış. Bunun üzerine miting düzenleyen muhasebecilerin ellerinde taşıdıkları dövizlerde “Para Değil, Önce Hizmet” yazıyormuş.

Hapishaneden kaçan mahkum, kendisine yapılan muhasebe işkencesini, söz veriyorlardı tutmuyorlardı, söz veriyorlardı tutmuyorlardı, söz veriyorlardı tutmuyorlardı, diye anlattı.

Bir gün bir İngiliz bir Fransız ve bir muhasebeci yola çıkmış. Yol bitmeden İngilizle Fransız dinden çıkıp müslüman olmuş.

11 Eylül'de yıkılan ikiz kulelerdeki dünya muhasebeciler merkezinde ölen olmamış, çünkü hepsi 15 dakika sonra gelmek üzere odalarından ayrılmışmış. Tüh tüh!

İkinci Viyana kuşatmasını muhasebeciler para göndermediği için kaybettiğimizi biliyor muydunuz!?!

Amerikalılar uzaya astronot, Ruslar da kozmonot göndermiş. Biz de muhasebeci gönderelim. Bulursan gönder abicim!