GizEmLi_yAzaR
Tue 11 December 2007, 03:35 am GMT +0200
Sadıklarla beraber olmanın gerekliliğine ayet ve hadislerin ışığında açıklık getirmeye çalıştık. Bütün bunlara ilave olarak müçtehid ulemanın sözlerinden de birkaç delil alarak konuyu neti-ceye bağlayacağız.
Muhaddis Ahmed b. Hacer Haysemi, Fetava-i Hadisiye isimli eserinde şöyle buyurmuştur: "Hülasa olarak Allah-u Zülcelal'e süluk eden şahıs için en güzel yol, bu söylenenlere vasıl olmak için, bir tabib-i azam olan mürşid-i kâmile tabi olup, tedavisinin altına girmektir."
İmam Fahreddin-i Râzî kuddise sırruh Tefsir-i Kebir'inde fatiha suresindeki:
"(Ya Rabbi) bizi, o kendilerine nimet verdiğin mesutların yolu olan doğru yoluna hidayet eyle." (Fatiha; 5-6) ayet-i kerimesinde: "Bir kimsenin ancak bir mürşid-i kâmile teslim olup manevi dairesine girmek suretiyle, kendilerine nimet verilen kişilerin doğru yoluna hidayet olabilir." diye işaret ettiğini söylemiştir.
Hüccet-ül İslam İmam-ı Gazali kuddise sırruh, Sufiyyeye dahil olmanın ve onlarla beraber bulunmanın, farz-ı ayn olduğunu söylemiştir. (Şerh'ul Hikem li ibn Uceybe;1/7)
Çünkü hiçbir kimse kusurlardan ve manevi hastalıklardan beri değildir. Yalnız bu durumdan peygamberler hariçtir, manevi hastalıklardan ve kusurlardan kurtulabilmek için mutlaka bir mürşid-i kâmile teslim olup intisab etmek gereklidir, demektedir.
Tarikat ehline, Musa aleyhisselam'ın Hızır aleyhisselam'a yapmış olduğu şu teklif şeref olarak kafidir. Nitekim Allah-u Zülcelal, Kur'an-ı Kerim'de bu kıssayı hikâye ederek şöyle buyurmuştur:
"Musa aleyhisselam'nın Hızır aleyhisselam'a "Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen şartıyla sana tabi olabilir miyim?" (Kehf; 66)
Musa aleyhisselam ulu'l-azm peygamberlerden olduğu halde, Hızır aleyhisselam'a manevi ilminden dolayı mutabaat yapmayı ve kendisini bu konuda irşad etmesini teklif etmiştir.
Musa aleyhisselam: "Ya Rabbi (bilmek istiyorum) yeryüzünde benden daha alim bir kimse var mı?" diye Allah-u Zülcelal'e münacaatta bulundu.
Allah-u Zülcelal: "Evet kulum Hızır vardır." buyurdu. Musa aleyhisselam onunla konuşmayı ve beraber olmayı murad etti. Allah-u Zülcelal'de onların buluşmasını sağladı. Musa aleyhisselam, Hızır aleyhisselam ile bir araya geldiği zaman bu ayet-i kerimeyi ona söyleyerek kendisine tabi olmayı teklif etti.
İşte bu ayet-i kerime, tasavvuf ehlinin, bu manevi ilmi elde etmek için bir mürşid-i kâmile intisab etmesinin gerekli olduğuna en büyük delildir.
Ahmet bin Hanbel radıyallahu anh daha önceleri tasavvuf ve tarikatı tasvip etmediği halde, Ebu Hamza Bağdadi kuddise sırruh'u gördükten sonra tasavvuf ve tarikatın hak ve de gerekli olduğunu itiraf etmiştir. Hatta oğlu Abdullah'a:
"Oğlum bu insanlardan ayrılma, onlarla beraber ol; bütün emirlerin (Allah-u Zülcelal'in tanınması, zühd, vera ve güzel âhlak) başı bunlardadır." diye nasihatta bulunmuştur.
İmam-ı Gazâlî kendine bir mürşid arayıp bulduktan sonra, mürşidiyle beraber olmak sureti ile kendini yetiştirmeye çalışmıştır. Ve uzun zaman ondan istifade etmiştir.
İzzettin b. Abdüsselam mürşidi Hasan-ı Şâzelî'nin uzun zaman yanında bulunmuş ve sohbetlerine devam etmiştir. Hatta şöyle buyurmuştur:
"Ben şeyh Hasan-ı Şazeli ile beraber olmadan önce kemalâtı ve İslam ahlakını bulamamıştım. Ancak onunla beraber olduktan sonra buldum."
İmam-ı Gazali'ye: "Hüccet-ül İslâm" Şeyh İzzettin bin Abdüsselam'a da: "Sultanü’l-ulema" dedikleri halde ve ikisi de şeriatı ve zâhirî ilmi en üst düzeyde bilmelerine rağmen yine de bir mürşid-i kâmile intisab etmişler ve tarikata girmişlerdir.
Bütün bu deliller gün gibi aşikâr olduğu halde, bu ahir zamanda bizler niçin buna ihtiyaç duymuyoruz?
Halbuki Allah-u Zülcelal ayet-i kerime de şöyle emretmiştir:
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun." (Tevbe;119)
Diğer bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur:
"Bana yüz tutanın yolunu tut." (Lokman;15)
Bu ayet-i kerimelerden de anlaşıldığı gibi bir kimsenin bir mürşid-i kâmile intisab etmesi vaciptir. Hatta İmam-ı Gazali'nin buyurduğu gibi farz-ı ayn'dır. Çünkü sadıklarla beraber olmak, emir olarak bildirilmiştir.
Şeyh-ül Ekber İbn Arabi kuddise sırruh şöyle buyurmuştur:
"Her zamanda Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi içi dışı, sözü özü birleşen zevatlar bulunmaktadır. Onlara sadıklar denir. Çünkü onlar özleriyle imanlarında, fiilleriyle amellerinde, sözleriyle hallerinde sabit, doğru, müstakim, haktan ayrılmaz zevatlardır. Bunlarla beraber olmayı Allah-u Zülcelal emretmiştir."
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Haris b. Malik radıyallahu anh’a:
"Ya Haris! Nasıl sabahladın?" diye sormuş, o da:
"Hak bir mü’min olarak!" cevabını verince, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
"Ne dediğine bak. Şüphesiz her hakikat için bir hakikat vardır. (Bunu ispat et) İmanın hakikati nedir?" buyurmuştur. Haris b. Malik radıyallahu anh: "Ben Nefsimi dünyadan çevirdim cennetteki mü'minlerin sanki birbirlerini ziyaret ettiklerini görüyorum. Cehennemdeki insanların da sanki ateşin içinde yuvarlandıklarını görüyorum. Allah-u Zülcelal'i Arş-ı Âlâ'da bariz (tecelli ettiğini) görüyorum.” deyince, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
"Sen Hak bir mü'minsin haline devam et!" diye üç kere tekrar etti ve: "Kim kalbini nurlandırmak istiyorsa Haris'e baksın." buyurdu. (Beyhaki, İman:VII/363,hd.10.592)
Tabi bu bakış manalı bir bakıştır. Zâhirî ve surî bakış murad edildiği gibi, râbıtadan murad olan manevi bakış da kastedilmiştir. Bu tür bir bakıştan dolayı insanın üzerine Allah-u Zülcelal'in rahmeti, feyzi ve bereketi geldiği için kalbi münevver (nurlandırmak) eder. İşte mürşid-i kâmillerin yüzüne bakmak da böyledir. Bu bakış İster zâhirî olsun, ister manevi olsun farketmez. Elde edilen menfaat aynıdır.
Muhaddis Ahmed b. Hacer Haysemi, Fetava-i Hadisiye isimli eserinde şöyle buyurmuştur: "Hülasa olarak Allah-u Zülcelal'e süluk eden şahıs için en güzel yol, bu söylenenlere vasıl olmak için, bir tabib-i azam olan mürşid-i kâmile tabi olup, tedavisinin altına girmektir."
İmam Fahreddin-i Râzî kuddise sırruh Tefsir-i Kebir'inde fatiha suresindeki:
"(Ya Rabbi) bizi, o kendilerine nimet verdiğin mesutların yolu olan doğru yoluna hidayet eyle." (Fatiha; 5-6) ayet-i kerimesinde: "Bir kimsenin ancak bir mürşid-i kâmile teslim olup manevi dairesine girmek suretiyle, kendilerine nimet verilen kişilerin doğru yoluna hidayet olabilir." diye işaret ettiğini söylemiştir.
Hüccet-ül İslam İmam-ı Gazali kuddise sırruh, Sufiyyeye dahil olmanın ve onlarla beraber bulunmanın, farz-ı ayn olduğunu söylemiştir. (Şerh'ul Hikem li ibn Uceybe;1/7)
Çünkü hiçbir kimse kusurlardan ve manevi hastalıklardan beri değildir. Yalnız bu durumdan peygamberler hariçtir, manevi hastalıklardan ve kusurlardan kurtulabilmek için mutlaka bir mürşid-i kâmile teslim olup intisab etmek gereklidir, demektedir.
Tarikat ehline, Musa aleyhisselam'ın Hızır aleyhisselam'a yapmış olduğu şu teklif şeref olarak kafidir. Nitekim Allah-u Zülcelal, Kur'an-ı Kerim'de bu kıssayı hikâye ederek şöyle buyurmuştur:
"Musa aleyhisselam'nın Hızır aleyhisselam'a "Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen şartıyla sana tabi olabilir miyim?" (Kehf; 66)
Musa aleyhisselam ulu'l-azm peygamberlerden olduğu halde, Hızır aleyhisselam'a manevi ilminden dolayı mutabaat yapmayı ve kendisini bu konuda irşad etmesini teklif etmiştir.
Musa aleyhisselam: "Ya Rabbi (bilmek istiyorum) yeryüzünde benden daha alim bir kimse var mı?" diye Allah-u Zülcelal'e münacaatta bulundu.
Allah-u Zülcelal: "Evet kulum Hızır vardır." buyurdu. Musa aleyhisselam onunla konuşmayı ve beraber olmayı murad etti. Allah-u Zülcelal'de onların buluşmasını sağladı. Musa aleyhisselam, Hızır aleyhisselam ile bir araya geldiği zaman bu ayet-i kerimeyi ona söyleyerek kendisine tabi olmayı teklif etti.
İşte bu ayet-i kerime, tasavvuf ehlinin, bu manevi ilmi elde etmek için bir mürşid-i kâmile intisab etmesinin gerekli olduğuna en büyük delildir.
Ahmet bin Hanbel radıyallahu anh daha önceleri tasavvuf ve tarikatı tasvip etmediği halde, Ebu Hamza Bağdadi kuddise sırruh'u gördükten sonra tasavvuf ve tarikatın hak ve de gerekli olduğunu itiraf etmiştir. Hatta oğlu Abdullah'a:
"Oğlum bu insanlardan ayrılma, onlarla beraber ol; bütün emirlerin (Allah-u Zülcelal'in tanınması, zühd, vera ve güzel âhlak) başı bunlardadır." diye nasihatta bulunmuştur.
İmam-ı Gazâlî kendine bir mürşid arayıp bulduktan sonra, mürşidiyle beraber olmak sureti ile kendini yetiştirmeye çalışmıştır. Ve uzun zaman ondan istifade etmiştir.
İzzettin b. Abdüsselam mürşidi Hasan-ı Şâzelî'nin uzun zaman yanında bulunmuş ve sohbetlerine devam etmiştir. Hatta şöyle buyurmuştur:
"Ben şeyh Hasan-ı Şazeli ile beraber olmadan önce kemalâtı ve İslam ahlakını bulamamıştım. Ancak onunla beraber olduktan sonra buldum."
İmam-ı Gazali'ye: "Hüccet-ül İslâm" Şeyh İzzettin bin Abdüsselam'a da: "Sultanü’l-ulema" dedikleri halde ve ikisi de şeriatı ve zâhirî ilmi en üst düzeyde bilmelerine rağmen yine de bir mürşid-i kâmile intisab etmişler ve tarikata girmişlerdir.
Bütün bu deliller gün gibi aşikâr olduğu halde, bu ahir zamanda bizler niçin buna ihtiyaç duymuyoruz?
Halbuki Allah-u Zülcelal ayet-i kerime de şöyle emretmiştir:
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun." (Tevbe;119)
Diğer bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur:
"Bana yüz tutanın yolunu tut." (Lokman;15)
Bu ayet-i kerimelerden de anlaşıldığı gibi bir kimsenin bir mürşid-i kâmile intisab etmesi vaciptir. Hatta İmam-ı Gazali'nin buyurduğu gibi farz-ı ayn'dır. Çünkü sadıklarla beraber olmak, emir olarak bildirilmiştir.
Şeyh-ül Ekber İbn Arabi kuddise sırruh şöyle buyurmuştur:
"Her zamanda Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi içi dışı, sözü özü birleşen zevatlar bulunmaktadır. Onlara sadıklar denir. Çünkü onlar özleriyle imanlarında, fiilleriyle amellerinde, sözleriyle hallerinde sabit, doğru, müstakim, haktan ayrılmaz zevatlardır. Bunlarla beraber olmayı Allah-u Zülcelal emretmiştir."
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Haris b. Malik radıyallahu anh’a:
"Ya Haris! Nasıl sabahladın?" diye sormuş, o da:
"Hak bir mü’min olarak!" cevabını verince, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
"Ne dediğine bak. Şüphesiz her hakikat için bir hakikat vardır. (Bunu ispat et) İmanın hakikati nedir?" buyurmuştur. Haris b. Malik radıyallahu anh: "Ben Nefsimi dünyadan çevirdim cennetteki mü'minlerin sanki birbirlerini ziyaret ettiklerini görüyorum. Cehennemdeki insanların da sanki ateşin içinde yuvarlandıklarını görüyorum. Allah-u Zülcelal'i Arş-ı Âlâ'da bariz (tecelli ettiğini) görüyorum.” deyince, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
"Sen Hak bir mü'minsin haline devam et!" diye üç kere tekrar etti ve: "Kim kalbini nurlandırmak istiyorsa Haris'e baksın." buyurdu. (Beyhaki, İman:VII/363,hd.10.592)
Tabi bu bakış manalı bir bakıştır. Zâhirî ve surî bakış murad edildiği gibi, râbıtadan murad olan manevi bakış da kastedilmiştir. Bu tür bir bakıştan dolayı insanın üzerine Allah-u Zülcelal'in rahmeti, feyzi ve bereketi geldiği için kalbi münevver (nurlandırmak) eder. İşte mürşid-i kâmillerin yüzüne bakmak da böyledir. Bu bakış İster zâhirî olsun, ister manevi olsun farketmez. Elde edilen menfaat aynıdır.