- Mekke´den Medine´ye Hicret

Adsense kodları


Mekke´den Medine´ye Hicret

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Esila
Wed 2 February 2011, 02:43 am GMT +0200
Mekke´den Medine´ye Hicret


Resûlullah (S.A.V.)´In Hicret Sebebi

Rasûlullah (S.A.V.)´In Ebu Bekîr Es-Sıddık´la Birlikte Mekke´den Medine´ye Hicreti

Peygamber (S.A.V.)´İn Medînerye Gîrîşi Ve Evi

Fasıl




Mekke´den Medine´ye Hicret


Zührî, Urve´den, o da Hz. Aişe´den, Rasûlullah (s.a.v.)´ın Mekke´de iken Müslümanlara şöyle dediğini rivayet eder:

"Artık sizin hicret edeceğiniz yurd, iki kara taşlık arasında sürülme­miş hurmalık bir yer olarak bana gösterildi."

Rasûlullah (s.a.v.) böyle deyince, bazı kimseler Medine tarafına hic­ret etti. Habeşistan´a hicret etmiş olan Müslümanlar da Medine´ye dön­düler.

Bunu, Buharı rivayet etmiştir.

Ebu Musa, Peygamber (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Rüyamda, Mekke´den hurmalık bir yere hicret ettiğimi gördüm. Orasının Yemame veya Hecer olduğunu vehmettim. Ama orası Medine -Yesrib-imiş."

Buharı bu hadisi, bir kaç yerde uzun uzadıya senediyle birlikte nak-letmiştir.

Hafız Ebu Bekir el-Beyhakî, Cerir´den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu yüce Allah, bana şöyle vahyetti: Şu üç beldeden hangisine inersen orası senin hicret diyarın olacaktır: Medine, Bahreyn ve Kmnes-rin."

İlim ehli kimseler dediler ki: Sonra Rasûlullah´ın Medine´ye gitme­sine karar verildi. O da oraya hicret etmelerini ashabına emretti. Bu ha­dis, cidden gariptir. Tirmizî de "Menakıb" adlı eserinde Cerir´in şöyle de­diğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Doğrusu yüce Allah, bana şöyle vahyetti: Şu üç şehirden hangisine inersen orası senin hicret diyarın olacaktır: Medine, Bahreyn ve Kmnes-rin."

îbn îshak dedi ki: Cenâb-ı Allah, savaş için izin verdiğinde şu ayeti inzal buyurdu:

«Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah, onlara yardım etmeye elbet­te Kadir´dir. Onîar haksız yere ve "Rabbimiz Allah´tır." dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır." (el-Hacc, 39-40.)

Yüce Allah, Rasûlüne savaş için izin verdiği, Ensâr´dan olan bu kabilenin de İslâm´a ve ona tabi olanlara yardım etmek üzere Peygam-ber´e bey´at ettiği, Müslümanları bağrına bastıkları zaman , Muhacir­lerden ve Mekke´deki Müslümanlardan olan ashabına, Medine´ye hicret etmelerini, Ensâr´dan olan kardeşlerine kavuşmalarını emredip şöyle buyurdu:

"Doğrusu yüce Allah, sizin için kardeşler kıldı ve içinde emin olaca­ğınız bir yurt kıldı."

Bunun üzerine Müslümanlar, gruplar halinde peşpeşe Medine´ye gitmeye başladılar. Hz. Peygamber (s.a.v.) ise, Allah´tan hicret için izin bekleyerek Mekke´de kaldı. Rasûlullah´ın ashabından Kureyşli Muha­cirlerden Medine´ye hicret edenlerin ilki, Beni Mahzum kabilesinden Ebu Seleme b. Abdi´l Esed b. Hilal b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum´dur. Akabe ashabının bey´atinden bir sene önce Medine´ye hicret etti. Habe­şistan ülkesinden Mekke´ye-* Rasûlullah´m yanına gelmişti. Kureyşli-ler, ona eziyet verdiği ve Ensârî Müslümanların İslâm´a girme haberi ona ulaştığı zaman Medine´ye Muhacir olarak gitti.

İbn îshak, Ümmü Seleme´nin şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Sele­me, Medine´ye gitmeye niyetlendiğinde devesini benim için hazırladı. Sonra beni ona bindirdi. Oğlum Seleme b. Ebu Seleme´yi de Önüme bin­dirdi. Sonra benimle yola çıktı. Binmiş olduğum deveyi yediyordu. Beni Muğire b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum´un adamları onu gördüklerinde yanına gelip şöyle dediler: "Haydi sen kendin ne ise, diyelim kendini biz­den kurtardın. Fakat şu arkadaşımıza ne dersin Onu götürmene nasıl izin verelim " Ümmü Seleme dedi ki: "Devenin yularını onun elinden çektiler ve beni ondan aldılar. Bu esnada Beni Abdi´1-Esed kabilesi öfke­lendiler. Bunlar, Ebu Seleme´nin kavmi olup şöyle dediler:

- Hayır, vallahi biz oğlumuzu anasının yanında bırakmayız. Çünkü anasını adamımızdan aldınız.

Ümmü Seleme dedi ki:

- Böylece oğlum Seleme´yi aralarında birbirlerinden çekmeye çalış-talar. Nihayet onu bıraktılar. Beni Abdi´1-Esed kabilesi, onu alıp götür­dü. Beni Muğire kabilesi de beni yanlarında alıkoydular. Kocam Ebu Se­leme ise Medine´ye gitti.Böylece benimle kocamı ve oğlumu birbirimiz­den ayırdılar. Ben, her sabah çıkıp vadide oturuyor ve akşam oluncaya kadar ağlıyordum. Bu hal, bir yıl boyunca devam etti. Bir gün amcam oğullarından biri -ki Beni Muğire´dendir- bana rastladı. Başıma gelen­leri gördü. Bana acıdı ve Muğire oğullarına şöyle dedi:

- Şu biçare ve miskin kadına acımaz mısınız, bu yaptığınızdan sıkılmaz mısınız Onunla kocasını ve çocuğunu birbirlerinden ayırdı­nız.

Bunun üzerine onlar da dönüp bana şöyle dediler:

- Eğer dilersen kocana gidebilirsin..

Beni Abdi´1-Esed kabilesi de, bu esnada oğlumu bana geri verdi. Bu­nun üzerine devemi yola çıkardım. Oğlumu da yanıma alarak Medi­ne´de bulunan kocamın yanma gitmeğe niyetlenerek yola çıktım. Beni kocama, götürmesini söyleyebileceğim hiçbir Allah´ın kuluna rastlaya-mıyordum. Nihayet Ten´im´de olduğum zaman Osman b. Talha b. Ebu Talha´ya rastladım. Bana şöyle sordu:

- Ey Ebu Ümeyye´nin kızı, nereye gidiyorsun

- Medine´de ki kocamın yanını gitmek istiyorum. .

- Seninle beraber giden hiç kimse yok mu

- Hayır, Allah´a yemin ederim, ancak Allah ve işte bu oğlum var.

- Seni yalnız bırakmak doğru olmaz, diyerek devemin yularım tuttu ve benimle birlikte süratle yola koyuldu. Vallahi şimdiye kadar Araplar­dan, ondan daha keremli bir kimse görmemiştim. Bir yere vardığımızda benim devemi çöktürür, sonra benden öteye gidip dururdu. Nihayet indiğim zaman devemi kenara alır, yükünü indirir, sonra onu ağaca bağlar, benden uzaklaşarak bir ağacın yanına gider, altına yatardı. Yola çıkma zamanı yaklaştığında devemin yanma gelip onu bana takdim eder, yola koyar, sonra benden kenara çekilip durur ve şöyle derdi: "Bin." Binip devemin üzerine kurulduğumda yularını tutar ve yederdi. Nihayet beni indirinceye kadar böyle yapardı. Beni, Medine´ye götürün-ceye kadar hep böyle davrandı. Küba mevkiinde Beni Amr b. Avf m kö­yüne bıraktığında şöyle dedi:

- Kocan, işte bu koydedir.(Gerçekten kocam Ebu Seleme, o köye in­mişti.) Allah´ın bereketiyle onun yanma git.

Böyle dedikten sonra kendisi Mekke´ye dönüp gitti.

Ümmü Seleme devamla şöyle diyordu:

-Alllah´a yemin ederim ki İslâmiyet´te Ebu Seleme ailesinin başına gelenlerin, başka hiçbir ailenin başına geldiğini bilmiyorum. Osman b . Talha´dan daha mert bir arkadaşı da asla görmedim.

Sözü edilen Osman b. Talha b.Ebu Talha el-Abderî, Hüdeybiye andlaşmasmdan sonra Müslüman olup Halid b. Velid´le birlikte Medi­ne´ye hicret etmiş, Uhud savaşında babası ve kardeşleri Haris, Kilab ve Müsan ile amcası Osman b. Ebu Talha öldürülmüşlerdi. Mekke´nin fet­hi gününde Rasûlullah (s.a.v.), ona ve amcası oğlu Şeybe´ye KaTbenin anahtarlarını vermişti. Bu vazifeyi cahiliyette olduğu gibi İslamiyet´te de onların uhdesinde bırakmıştı. Bu hususta yüce Allah´ın şu kavli nazil olmuştu:

«Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi emre­der.» (en-Nisâ, 58.)

İbn îshak dedi ki: Ebu Seleme´den sonra Muhacirlerden Medine´ye gelenlerin ilki, Amir b. Rebia oldu. Bu zat, Adiy oğulları kabilesinin müttefiki idi. Beraberinde hanımı Leyla binti Ebi Hasme vardı. Sonra Abdullah b. Cahş b. Ri´ab b. Yamur b. Sabire b. Mürre b. Kebir b. Ğanm b. Dudan b. Esed b. Hüzeyme hicret etti. Bu zat, Beni Ümeyye b. Abdu´ş-Şems´in müttefikidir. Ailesi ve kardeşi Abd b. Cahş´ı yanma aldı. Karde.-şinin künyesi, Ebi Ahmed´tir; Ebu Ahmed´in adı, îbn îshak´ın da anlattı­ğı gibi Abd´tır. Sümame olduğunu söyleyenler de olmuştur. Süheylî der ki: Birincisi, daha sahihtir. Ebu Ahmed, âmâ bir adamdı. Yanında bir kimse olmaksızın Mekke´nin alt ve üst taraflarım dolaşırdı. Şair bir kim­se idi. Faria binti Ebu Süfyan b. Harp adındaki kadınla evliydi. Annesi Ümeyme binti Abdülmuttalib b. Haşim´dir.

Hicretten dolayı Beni Cahş´m evi kilitlenip´kapandı. Utbe b. Rebia ve Abbas b. Abdülmuttalib ile Ebu Cehil b. Hişam b. Muğire oradan geç­tiler. Mekke´nin yukarılarına doğru çıktılar. Utbe b. Rebia, o eve baktı­ğında kapılarının ıssız, kimsesiz, boş, içerilerde hiçbir kimsenin bulun­madığını görünce şöyle dedi:

"Her bir ev M, her ne kadar sağlam olarak durması uzun bir zaman alsa da, günün birinde musibet ve acı ona ulaşır."

İbn Hişam dedi ki: Bu beyit, Ebu Duad el İyadî´ye aittir. Onun bir kasidesinden alınmıştır.

Süheylî dedi ki: Ebu Duad´m asıl adı, Hanzele b. Şarkî1 dir. Harise olduğunu söyleyenler de vardır.

Sonra Utbe b. Rebia, şöyle dedi:

- Beni Cahş´m evi, ıssız hale gelmiştir. İçinde kimseler kalmamış­tır.

Ebu Cehil dedi ki:

- Senin ağlaman, o evin yalnız kalmasındandır. Böyle dedikten sonra Abbas´a da şöyle dedi:

- Bu senin yeğeninin işlerindendir. O, bizim toplumumuzu dağıttı. İşlerimizi alt üst etti. Münasebetlerimizi kopardı.

İbn İshak dedi ki: Ebu Seleme Amir b. Rebia ve Abdullah b. Cahş, Küba´da Mübeşşir b. Abdi´l-Münzir´e konuk oldular. Sonra Muhacirler peşpeşe cemaat halinde geldiler. Beni Ganm b. Düdan, Müslüman olmuştu. Medine´ye hicret için bütün erkek ve kadınları ile yola koyul­muş,kendilerinden kimse geri kalmamıştı. Bunların adlarını şöylece sıralayabiliriz:

Abdullah b. Cahş, kardeşi Ebu Ahmed, Ükkaşe b. Mihsan, Suca, Ukbe (Suca ile Ukbe, Vehb´in oğullarıdırlar.), Erbed b. Cümeyre, Mun-kiz b. Nubate, Said b. Rukayş, Mahrez b. Nadle, Zeyd b. Rukayş, Kays b. Cabir Amr b. Mihsan, Malik b. Amr, Safvan b. Amr, Sakf b. Amr, Rebia b. Eksem, Zübeyr b. Ubeyde, Temmam b. Ubeyde, Sahbere b. Ubeyde, Muhammed b. Abdullah b. Cahş.

Bunların kadınlarının adları da şöyle idi:

Zeyneb binti Cahş, Hamne binti Cahş, Ümmü Habib binti Cahş, Cüdame binti Cendel, Ümmü Kays binti Mihsan, Ümmü Habib binti Sümame, Amine binti Rukayş, Sahbere binti Temim.

Ebu Ahmed b. Cahş, Medine´ye hicretleri ile ilgili olarak şöyle bir şiir okumuştu.

"Ahmed´in anası, beni gıyabında korktuğum ve kaçındığım bir kim­senin zimmetini aldığımda gördü.

Dedi ki: Eğer mutlaka birşey yapacaksan bizde kal. Yesrib´den uzaklaş.

Ben de ona şu cevabı verdim: Aksine Yesrib, bugün bizim gidecek yönümüz dür.

Rahman diledikçe kul yol gider.

Yüzümün yönü, Allah ve Rasûlünedir.

Kim yüzünü Allah´a çevirirse hiçbir gün, hiçbir zaman eli boş çık­maz.

Çok sıcak dostları bıraktık, göz yaşlarıyla ağlar ve ağıtlar yakan ka­dınları bıraktık.

Ey kadın, sen bizim beldelerimizden uzaklaşmamızı, intikam alma talebi olarak zannedersin. Halbuki biz, hayırlı şeyler istediğimizi biliyo­ruz.

Beni Ganm´ı, kanlarının akıtılmaması için onların korunmasına destek olan hidayet ve hakka davet ettim.

Allah´a hamdolsun İd, onları hakka ve kurtuluşa çağıran, çağırdığı zaman icabet edip hep bir araya toplandılar. Arkadaşlarınız doğru yolda bizden ayrıldılar. Bize karşı silah ile başkalarına yardımcı oldular. İki topluluk gibi ki:

Onlardan biri hak üzeredir, uygundur, doğruyu bilip, hidayete er­miştir.

Öbür topluluk ise, azaplanmıştır.

İşte bu berikiler azdılar ve yalan olmasını temenni ettiler. Onları İblis haktan ayırdı, uzaklaştırdı. Onlarda kayba uğradılar ve uğratıldı­lar.

Peygamber Muhammed´in sözüne döndük ve güzel bir şekilde hak­kın dostları olduk.

Hısımlarımızla onlara yakın olmaya çalıştık. Halbuki ey kadın, sen yaklaşmayınca, yakın olmayınca hısımlıklarla yakınlık olmaz.

O halde bizden sonra hangi yeğen(kızkardeşin oğlu), size güven ve­rir ve hışmından sonra hengi hısım sizi gözetir.

Ey kadın, onlar ayrıldıkları ve insanların işi darmadağın olduğu za­man, yakında hangimizin hakka daha yakın olduğunu bileceksin."

İbn İshak dedi ki: Daha sonra Hattab oğlu Ömer ile Ayyaş b. Ebi Rebia Mekke´den yola çıkıp Medine´ye vardılar. Bu hususta, Hz. Ömer

şöyle der:

"Medine´ye hicret etmeyi kararlaştırdığımızda ben ve Ayyaş b. Ebi Rebia,ile Hişam b. As b. Vail es-Sehmî, Beni Gifar kabilesinin Mekke´ye on mil mesafedeki Udad mevkiinde Tenadip´de buluşmak üzere rande-vulaştık. Burası Şerif mevkiinin üst tarafmdadır. Rendavulaşırken bir­birimize şöyle demiştik:

«Hangimiz oraya gelemezsek, yakalanmış demektir. Bu bakımdan diğer arkadaşları yollarına devam etsinler.»

Bundan sonra ben ve Ayyaş b. Ebi Rebia, Tenadip´de buluştuk. Hi­şam ise tutuklandı ve dininden- ayrılmaya zorlanıp saptırıldı. Fitneye düşürüldü. Medine´ye vardığımızda Beni Amr b. Avf m Kuba´daki evi­nin yanına indik. Ebu Cehil b. Hişam ve Haris b. Hişam, Ayyaş b. Ebi Re-bia´nm peşine takıldılar. O, bunların amcalarının oğlu idi. Aynı zaman­da onların ana bir kardeşleri idi. Nihayet o ikisi, Medine´ye yanımıza geldiler. Rasûlullah ise, henüz Mekke´de idi. Onlar, Ayyaş ile konuşup şöyle dediler:

"Annen, seni görmek için basma tarak vurmamaya, güneşe karşı gölgelenmemeye and içti. Gel, ona acı."

Ben de ona dedim ki:

- Ey Ayyaş! Allah´a yemin ederim ki, kavmin seni sadece dininden döndürmek istemektedir. Onlardan uzak dur. Vallahi eğer senin anana bir bit musallat olsa dahi, o saçını tarayıp ondan kurtulmaya çalışır. Eğer Mekke sıcaklığı onu rahatsız edecek olursa gölgeye çekilir.

Ayyaş da şöyle cevap verdi:

- Annemin yeminini yerine getireceğim. Benim orada mallarım

vardır. Onu alırım.

Ben de ona şöyle dedim:

- Allah´a yemin ederim ki, sen de biliyorsun ki Kureyş´in zenginle­rinden biri de benim. Malımın yansı, senin olsun. Sakın, onlarla gitme.

Fakat Ayyaş beni dinlemedi. Onlarla birlikte gitmeye razı olunca ona şöyle dedim:

- Haydi dediğini yapıyorsun. Bari şu devemi al. Çünkü bu asil ve itaatkar bir devedir. Sırtına sarıl, eğer içine kavminden bir şüphe düşerse, bununla kaçıp kurtulursun.

O da deveme binip arkadaşlarıyla birlikte gitti. Nihayet yolun bir yerine vardıklarında Ebu Cehil, ona şöyle demiş:

- Yeğen! Devem beni taşıyamıyor, beni devenin üstüne almazmı-sın O da:

- Evet, demiş.

Bunun üzerine o devesini çöktürmüş, onlar da çöktürmüşlerki, o devenin üzerine binip yer değiştirsinler. Yere indikleri zaman Ayyaş´a saldırıp, elini kolunu bağlamışlar, sonra Mekke´ye götürüp dininden

caydırmışlar.

Biz şöyle diyorduk: Allah, dininden dönenlerin teVbesini kabul bu­yurmaz.

Onlar da kendileri için aynı şeyi söylüyorlardı. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), Medine´ye geldi. Yüce Allah da şu ayetleri inzal buyurdu:

«Ey Muhammed! De ki: "Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah´ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir." Rabbinize yönelin. Azap size gelmeden önce O´na teslim olun; sonra yar­dım görmezsiniz. Size ansızın, farkına varmadan azap gelmeden Önce Rabbinizden size indirilen en güzel söze, Kur´ân´a uyun.» (ez-Zümer, 53-55.)

Hz. Ömer dedi ki: Ben, bu ayeti bir kağıda yazıp Hişam b. As´a gön­derdim.

Hişam da şöyle dedi: O yazı bana ulaştığında Zi-Tuva´da okumaya başladım. Zorlanıyordum. Bir türlü anlayamıyordum. Nihayet: "Allahım, bunun manasım bana kavrat." dedim. Bu ayetin bizim hakkı­mızda, bizim söylediğimiz sözler hakkında ve bizler için başkaları tara­fından söylenen şeyler hakkında nazil olduğuna dair Cenâb-ıAllah, kal­bime bir ilham bıraktı. Deveme döndüm. Üzerine binip Medine´ye Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma geldim.

İbn Hişam´m anlattığına göre Hişam b/As ile Ayyaş b. Ebi Rebia´yı Medine´ye getiren kişi, Velid b. Muğire´dir. Onları Mekke´den kaçırıp kendi devesine bindirerek Medine´ye getirmişti. O da onlarla birlikte ya­ya olarak yol almıştı. Yolda tökezleyince ayağının parmağı kanamış ve şöyle demişti:

"Sen sadece kanayan bir parmaksın, Başına gelenler ise, Allah yolunda olan şeylerdir." Buharı, Bera´mn şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bize ilk olarak hic-. ret edip gelen Mus´ab b. Ümeyr ile İbn Ümmü Mektum olmuştur. Sonra Ammar ile Bilal geldiler.

Muhammed b. Beşşar, Ebu îshak´m şöyle dediğini rivayet eder: Be-ra b. Azib´in şöyle dediğim işittim: Bize ilk olarak hicret edip gelen, Mus´ab b. Ümeyr ile İbn Ümmü Mektum olmuştur. Bunlar, insanlara Kur´ân öğretiyorlardı. Bunlardan sonra Bilal, Sa´d ve Ammar b. Yasir hicret edip geldiler. Bunların ardı sıra yirmi kadar sahabe ile birlikte Hattab oğlu Ömer hicret edip geldi. Bunlardan sonra da Peygamber (s.a.v.) geldi. Medineliler, onun gelişine sevindikleri kadar başka hiçbirşeye sevinmemişlerdi. Öyleki Medineli cariyeler şöyle diyorlardı: Rasûlullah (s.a.v.) teşrif etti. O gelince ben, el-A´lâ sûresini okudum.

İbn İshak dedi ki: Hattab oğlu Ömer ve ailesi ile kavminden yanla­rında bulunanlar Medine´ye geldiler. Beraberinde kardeşi Zeyd b. Hattab, Amr ile Abdullah b. Süraka b. Mutemer, Hüneys b. Hüzafe es-Sehmî (Hz. Ömer´in kızı Hafsa´nm kocası), amcası oğlu Said b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Vakid b. Abdullah et-Temimî (onların müttefiki), Havle b. Ebi Havle, Malik b. Ebi Havle (Beni îcil kabilesinden olup onların müttefikidir.), Bükeyr oğullarından İyaz, Halid, Akil, Amir ve bunların Beni Sa´d b. Leys kabilesinden olan müttefikleri de vardı. Bunlar, Kü­ba´da Beni Amr b. Avf yurdunda Rufaa Abdu´l-Münzir b. Züneyr´e konuk

oldular.

İbn îshak dedi ki: Muhacirler peşpeşe geldiler. Allah, onlardan razı olsun. Talha b. Ubeydullah ile Süheyb b. Sinan, Sünh´te bulunan Belha-ris b. Hazreç´in kardeşi Ubeyd b. İsafa konuk oldular. Talha´nm, Es´ad b. Zürare´ye konuk olduğunu söyleyenler de vardır.

İbn Hişam´a göre E.bu Osman En-Nehdî şöyle demiştir: Bana ula­şan habere göre Süheyb, hicret etmeye niyetlendiğinde Kureyşli kafir­ler ona şöyle demişler:

- Bize fakir ve hakir olarak geldin. Yanımızda malın çoğaldı, yük­seldin, sonra da malınla birlikte gitmek istiyorsun. Allah´a yemin ederiz ki, bu asla olmayacak birşeydir!

Süheyb de onlara şu cevabı vermiş:

- Malımı size verirsem, yolumdan çekilir misiniz

- Evet...

- Öyle ise malımı size bıraktım.

Bu haber, Rasûlullah´a ulaştığında o şöyle demişti:

- Süheyb kazandı, Süheyb kazandı!

Beyhakî, Süheyb´ten naklederek Rasûlullah (s.a.v.)´m şöyle buyur­duğunu rivayet etmiştir:

"Hicret yurdunuz iki kara taşlık arasmda, çorak bir yer olarak bana gösterildi. Orası ya Hecer ya da Yesrib olmalıdır."

Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir´le birlikte Medine´ye gitmek üzere yo­la çıktı. Ben de onlarla birlikte gitmek istediysem de bazı Kureyşli gençler, bana engel oldular. Ben de bütün gece hiç oturmadan ayakta durdum. Gençler birbirlerine şöyle dediler: "Bunun karnı ağrıyor." diye­rek beni hasta sanıp yattılar. Halbuki hasta değildim. Gizlice oradan ayrılıp bir miktar yol aldım. Onlar da beni geri çevirmek için arkadan bana yetiştiler. Onlara:

- Benim bir kaç yüz dirhem ağırlığında bir külçem vardır. Onu, size versem benden vazgeçer misiniz dedim. Onlar da; "Evet" dediler. Bu­nun üzerine onlarla birlikte geri döndüm. Ve onlara:

"Kapının alt pervazının altını kazm, benim külçem oradadır. Ayrı­ca falanca kadına gidin, onda da iki tane cübbem vardır. Onlar da sizin olsun." deyip yola çıktım. Hz. Peygamber, daha Küba´da iken kendisine yetiş tim.Beni görünce:

- Ya Eba Yahya, alış verişin karlı oldu, dedi.

- Ya Rasûlallah, benden önce kimse senin yanına gelmemiştir. Bu­nu sana söyleyen Cibril´den başkası değildir, dedim."

İbn İshak dedi ki: Hamza b. Abdülmuttalib, Zeyd b. Harise, Ğanevli ve Hz. Hamza´nın müttefikleri Ebu Mersid Kinaz b. Husayn ile oğlu Mersid, Rasûlullah´m azadhları Ense ile Ebu Kebşe, Küba´da Beni Amr b. Avf m kardeşi Kelsüm b. Hednı´e konuk oldular. Bunların, Sa´d b. Heyseme´ye konuk olduğunu söyleyenler olduğu gibi, sadece Hz. Ham-za´nın Es´ad b. Zürare´ye konuk olduğunu söyleyenler de vardır. Doğru­sunu Allah bilir.

Ubeyde b. Haris ile kardeşleri Tüfeyl ve Husayn, Mistah b. Esase,. Süveybit b. Sa´d b. Hüreymile (Beni Abdü´d-Dar´m kardeşi), Tüleyb b. Ümeyr (Beni Abd b. Kusayy´ın kardeşi), Utbe b. Gazvan´m azadlısı Hab-bab, Küba´da Bilaclan´ın kardeşi Abdullah b. Seleme´ye konuk oldular.

Abdurrahman b. Avf ile Muhacirlerden bir kaç erkek, Sa´d b. er-Ra-bia´ya konuk oldular.

Zübeyr b. Avvam ile Ebu Sebre b. Ebu Ruhm, Beni´ Cahcebi yurdun­da Usbe mevkiindeki Münzir b. Muhammed b. Ukbe b. Uhayha b. Cü-lah´a misafir oldular.

Mus´ab b. Ümeyr, Sa´d b. Muaz´a konuk oldu. Ebu Hüzeyfe b. Utbe ile azadlısı Salim, Seleme´ye misafir oldular.

İbn İshak´a göre el-Ümevî, bunların Ubeyd b. İsafa konuk oldukla­rını söylemiştir ki, Hübeyb, Beni Harise´nin kardeşidir.

Utbe b. Gazvan, Abbad b. Bişr b. Vakaş´a konuk oldu. Bunun evi, Abdu´l-Eşhel oğulları yurdunda idi.

Osman b. Affan, Beni Neccar yurdunda Hassan b. Sabit´in kardeşi Evs b. Sabit b. Münzir´in misafiri oldu.

İbn İshak dedi ki: Muhacirlerden bekar olan bazı erkekler, Sa´d b. Hayseme´ye konuk oldular. Çünkü o zaman, o da bekar idi. Bunlardan hangisinin doğru olduğunu yüce Allah, elbetteki daha iyi bilir.

Yakup b. Süfyan, îbn Ömer´in şöyle dediğini rivayet eder: Mek­ke´den geldiğimizde Küba´da Usbe mevkiine indik. Hattab oğlu Ömer, Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Ebu Hüzeyfe´nin azadlisı Salim´le birlikte idik. Bize, Ebu Hüzeyfe´nin azadlısı Salim imamlık yapıyordu. Çünkü Kur´ân´ı en iyi okuyanımız o idi. [1]


Resûlullah (S.A.V.)´In Hicret Sebebi


Yüce Allah buyurdu:

«De ki: "Rabbim! Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et; çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver.» (ei-lsrâ, 80.)

Cenâb-ı Allah, peygamberine bu duayı okumasını ilham edip gösterdi ki, bu dua sayesinde onun için yakın bir genişlik ve erken bir çı­kış yolu yaratsın. Nihayet Medinetü´l-Nebeviyye´ye hicret etmesine yü­ce Allah izin verdi. O Medine ki, orada dostları ve yardımcıları vardı. O Medine ki, onun için yurt ve yerleşim merkezi oldu. O Medine ki, halkı onun için yardımcılar oldular.

Ahmed b. Hanbel ile Osman b. Ebi Şeybe, İbn Abbas´m şöyle dediği­ni rivayet ederler: Rasûlullah (s.a.v.), Mekke´de idi. Hicret etmekle em-rolundu. Ve ona şu ayet nazil oldu:

«De ki "Rabbim! Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle da­hil et, çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından be­ni destekleyecek bir kuvvet ver.» (cl-Isrâ, 80.)

Katade dedi ki: "Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle da­hil et." cümlesindeki yerden kasıt, Medine´dir. "Çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar." cümlesindeki yerden kastedilen de Mek­ke´dir. «Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver." cümlesinde geçen destekleyici kuvvetten maksat, Allah´ın kitabı, farzları ve hududu (ya­sakları) dur.

îbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), hicret eden ashabından sonra Mekke´de kaldı. Kendisine hicret için Allah´tan izin verilmesini bekli­yordu. Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir es-Sıddık ve yakalanıp dinlerinden caydı-rüanlar hariç, Mekke´de hiçbir sahabe kalmadı. Ebu Bekir de zaman za­man Rasûlullah´tan hicret için izin isteğinde bulunuyordu. Ancak Rasûlullah ona şöyle diyordu: "Acele etme. Belki Allah senin için bir ar­kadaş kılar." Böylece Ebu Bekir, arkadaşının Rasûlullah olmasını ümid

ediyordu.

Kureyş, Rasûlullah´m taraftar bulduğunu ve memleketlerinden başka bir yerde ashabının çoğaldığını, Muhacirlerden olan ashabının onlara katıldıklarını gördüklerinde, onların bir yurda yerleşmiş olduk­larını ve bir kuvvet teşkil ettiklerini anladı. Rasûlullah´ın, onlara katıl­masından çekindiler. Zira biliyorlardı ki o, kendilerine karşı savaş için ashabını toplamıştır. Bunun üzerine Darü´n-Nedve´de toplandılar. Bu­rası, Kusay b..Kilab´m evi idi. Kureyşliler, bütün kararlarım hep orada alırlardı. Rasûlullah´m durumundan korktukları zaman, ona ne yapa­caklarını tartıştılar.

îbn îshak dedi ki: Kendilerini yalancılıkla suçlayamıyacağımız ba­zı arkadaşlarımız Abdullah b. Abbas´ın şöyle dediğini rivayet etmişler­dir:

Bu işe karar verdikleri ve Darü´n-Nedve´ye Rasûlullah´m durumu hakkında tartışmak için toplanmayı kararlaştırdıkları günün sabahın­da toplandılar. O güne, "zahmet günü" denilmişti. İblis, büyük bir ihti­yar adam kılığında onlara görünmüştü. Üzerinde kalınca bir elbise var­dı. Evin kapısı önünde durdu. Orada durduğunu gördüklerinde şöyle dediler:

- Kimdir bu ihtiyar adam O da:

-Necid halkındanım, dedi. Muhammed hakkında toplanacağınızı işittiğimden sizi dinlemeye geldim. Sizden görüş ve nasihatlerimi esir­gemeyeceğimi ümit ediyorum.

Öyleyse gir bakalım, dediler.

O da içeri girdi. Orada Kureyş´in ileri gelenleri toplanmışlardı. Top­lantıya Utbe, Şeybe, Ebu Süfyan, Tuayme b. Adiy, Cübeyr b. Mut´im b. Adiy, Haris b. Amir b. Nevfel, Nadr b. Haris, Ebu´l-Bahteri b. Hişam, Zem´a b. Esved, Hakim b. Hizam, Ebu Cehil b. Hişam, Haccac´m oğulları Nebih ile Münebbih, Ümeyye b. Halef ile sayılamıyacak kadar çok mik­tarda Kureyşli katılmıştı.

Birbirlerine şöyle dediler:

- Bu adamın (Muhammed (s.a.v.)) işi, gördüğünüz gibi gelişiyor. Biz, onun ve ona tabi olanların bize saldıracaklarından emin değiliz. Ar­tık onun hakkında ortak bir görüş belirlememiz gerekiyor.

Böylece müşavere yaptılar. Sonra onlardan Ebu´l-Bahteri b. Hişam dedi ki:

- Onu demir parmaklıklar içine hapsedin. Üzerine kapıyı kilitleyin. Sonra ondan önceki benzerleri olan Züheyr ve Nabiğa gibi şairlerin başı­na gelenlerin, onun başına da gelmesini bekleyin.

Necidli Şeyh (İblis) dedi ki:

- Hayır, Allah´a yemin ederim ki, bu sizin için yararlı bir görüş de­ğildir. Vallahi eğer dediğiniz gibi onu hapsederseniz, elbette_onun habe­ri ve tebliğleri kapının ötesine çıkar. Siz, ashabına karşı onun kapısını kapatırsanız, yakında size saldırırlar ve sizi yenecek kadar çoğalırlar. Onu, sizin elinizden kurtarırlar. Bu, iyi bir görüş değildir. Başka birşey düşünün ve müşaverenizi yapın.

Sonra onlardan biri şöyle dedi:

- Onu aramızdan çıkaralım ve memleketimizden uzaklaştıranın. Bizden ayrıldığı zaman nereye giderse gitsin ve nereye düşerse düşsün, karışmayız, yeter ki bizden uzak olsun. Böylece biz, ondan kurtulalım. Böylece işimiz düzelir. Ve münasebetlerimiz eski haline döner.

Bunun üzerine Necidli ihtiyar dedi ki:

- Hayır, Allah´a yemin ederim ki, bu da sizin için iyi bir görüş değil­dir. Onun güzel sözlerini ve tatlı konuşmasını görmüyor musunuz Yap­tığı şeylerle adamların gönüllerini kazanır.-Vali ahi eğer bunu yapsanız, Araplardan bir kabilenin yanına yerleşmesinden emin olamazsınız. Çünkü o bir kabileye giderse, sözleriyle onları etkiler. Nihayet onlar da ona uyarlar. Sonra onlarla birlikte size gelir ve memleketinizde sizi ezip geçerler. Böylece işinizi elinizden alır, sonra size dilediğini yapar. Onun hakkında bundan başka bir görüş belirleyin.Bunun üzerine Ebu Cehil fc. Hişam dedi ki:

- Vallahi, onun hakkında daha önce değinmediğiniz bir görüşüm

vardır.

- Ey Ebu´l Hakim, nedir o görüş

- Görüşüm şu ki, her kabileden kuvvetli, kavmi arasında şerefli, nesebi yüksek genç birer adam alalım. Sonra onlardan her birine keskin birer kılıç verelim.Gitsinler ve o kılıçlarla bir tek adamın vuruşu gibi Muhammed´e vursunlar. Böylece biz de ondan kurtulalım. Zira onlar, onu öldürdüklerinde onun kanı, kabilelerin hepsinin üzerine dağılır. Abdumenaf oğulları, bütün kavimlerle savaşmaya güç yetiremezler. Di­yet ödememize razı olurlar. Biz de onlara, Muhammed´in diyetini öderiz.

Bunun üzerine Necidli ihtiyar dedi ki:

- Söz, bu adamın sözüdür. Bu görüşten başka bir görüşü tasvib et­mem!

Böylece topluluk bu görüş üzerinde ittifak edip dağıldı. Öte yandan Cebrail, Rasûlullah´a gelip;

- Bu gece yatağında yatma, dedi.

Gecenin ilk üçte biri geçtiğinde, Rasûlullah´m kapısında toplandı­lar. Ne zaman uyuyacağını kolluyorlardı ki üzerine atılsınlar, Rasûlullah, onların yerlerini aldıklarını görünce Hz. Ali´ye şöyle dedi:

- Benim yatağımda yat. Benim bu yeşil Hadramî cübbemle örtün ve içinde uyu. Sana hoşlanmadığın hiçbirşey isabet etmeyecektir.

Rasûlullah (s.a.v.), hep bu cübbenin içinde uyurdu. Rasûlullah´m kapısı önünde toplananlar arasında bulunan Ebu Cehil, kapının önünde dururken şöyle dedi:

- Muhammed´in iddiasına göre eğer sizler, onun dediklerim yap­mak üzere kendisine tabi olursanız, Araplarla Acemlerin hükümdarları olursunuz. Ölümünüzden sonra yeniden dirilirsiniz. Sizin için Ürdün´ün bahçeleri gibi Cennetler kılınır. Eğer yapmazsanız, onun si­zinle savaşma hakkı olurmuş. Ölümünüzden sonra yeniden diriltilecek-mişsiniz. Sonra da sizin için, sizi yakacak bir ateş olacakmış! O ateşte yanacakmışsmız!

Rasûlullah (s.a.v.) evinden dışarı çıktı. Bir avuç toprak aldı ve: "Evet, ben bunu söylüyorum. Ve sen de o ateşte yanacaklardan birisin!" dedi.

Cenâb-ı Allah, müşriklerin gözlerine perde çekti. Rasûlullah´ı göre­mez oldular.O da elindeki toprağı üzerlerine savurarak de şu ayeti oku­du: .

«Yâsîn. Ey Muhammed! Kur´ân-ı Hakîm´e and olsun ki, sen doğru yol üzere gönderilmiş peygamberlerdensin. Bu, babaları uyanlmadığm-dan gani kalmış bir milleti uyarman için güçlü ve merhametli olan Allah´ın indirdiği Kur´ân´dır. Andolsun ki, hüküm çoğunun aleyhine gerçekleşmiştir. Bunun için artık inanmazlar. Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır. Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdeledi­ğimizden artık göremezler.» (Yâsîn, 1-9.)

Savurulan toprak, orada bulunanların tamamına isabet etmişti. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), gitmek istediği tarafa yönelerek hareket etti. Bilahare daha kendileri ile birlikte bulunmayan bir adam yanlarına ge­lip şöyle dedi:

- Burada ne bekliyorsunuz

- Muhammed´i bekliyoruz.

- Allah müstehakınızı versin! Vallahi Muhammed çıkıp gitti. Hepi­nizin başına da toprak savurdu. Gitmek istediği yere gitti. Başınızda ne­ler olduğunu görmüyor musunuz

Her biri elini başına götürdüğünde başında toprak olduğunu gördü. Sonra içeri bakmaya başladılar. Ali, Rasûlullah´ın cübbesine bürünmüş uyuyordu. "Allah´a yemin ederiz ki, işte Muhammed uyuyor, üzerinde de cübbesi var." diyorlardı. Sabaha kadar öylece yerlerinde kala kaldı­lar. Hz. Ali, yataktan çıkınca dediler ki: "Vallahi bize haber veren kişi doğru söylemiş!"

îbn tshak dedi ki: O gün ve onların yapmak için toplandıkları iş hakkında Cenâb-ı Allah´ın indirdiği ayetlerden biri de şu idi:

«İnkar edenler, seni bağlayıp bîr yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da dü­zenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en iyisidir.» (ei-Enfâi, 30.)

«Yoksa senin için şöyle mi derler: "Şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz."

De ki: "Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözlemekteyim." (et-Tûr, 30-31.)

İşte o esnada yüce Allah, Peygamber (s.a.v.)´e hicret iznini verdi. [2]



Rasûlullah (S.A.V.)´In Ebu Bekîr Es-Sıddık´la Birlikte Mekke´den Medine´ye Hicreti


Hz. Ömer´in sîretinde de açıkladığımız gibi onun hilafeti dönemin­de ashabın ittifakı ile hicret, İslam tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.

Buharî, îbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), kırk yaşında risaletle görevlendirildi. Mekke´de on üç yıl süre ile kendi­sine vahiy geldi. Sonra hicret etmekle emrolundu. Medine´ye hicret etti. Orada on sene kaldı. Altmışüç üç yaşında iken vefat etti. Bisetinin on üçüncü senesinin rebiyüleevvel ayının pazartesi gününde hicret etmiş­ti.

İmam Ahmedb. Hanbel´in rivayetine göre îbn Abbas şöyle demiştir:

"Peygamberimiz pazartesi günü doğdu, pazartesi günü Mekke´den hic­ret etti, pazartesi günü risaletle görevlendirildi, pazartesi günü Medi­ne´ye girdi ve pazartesi günü vefat etti."

Muhammed b. İshak dedi ki: Ebu Bekir, Rasûlullah´tan hicret için izin istediğinde Rasûlullah ona şöyle demişti: "Acele etme. Belki Allah senin için bir arkadaş kılar." Rasûlullah, bunu kendisine söylediği za­man of bununla sadece kendisini kasdettiğini umuyordu. Bunun üzeri­ne iki binek devesi satın aldı, bu iş için hazırlık olarak yemlerini vererek evinde tuttu. Vakidî´nin ifadesine göre develeri 800 dirheme satın al­mıştı.

İbn İshak, mü´minlerin annesi Hz. Aişe´nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Hz. Peygamber, bize ya sabah ya akşam gelir, gelmediği gün ol­mazdı. Ancak Cenâb-ı Allah´ın, kendisine Mekke´den hicret etmek için izin verdiği günde, bize gelmek itiyadında olmadığı bir saatte kavminin arasından çıkıp geldi. Babam onu görünce:

- Rasûlullah (s.a.v.), hiç^bu saatte gelmezdi. Muhakkak gelişinin önemli bir sebebi olmalı, dedi.

Hz. Peygamber içeri girince babam, oturduğu yerden inip yerini ona verdi. Babamın yanında ben ve kız kardeşim Esma´dan başka kimse yoktu. Peygamber (s.a.v.), babama:

- Bunları dışarı çıkar. Seninle gizli konuşacağım, dedi.

Babam:

- Ya Rasûlallah, ikiside benim kızîarundır. Anam babam sana feda olsun, acaba işin nedir diye sordu.

Rasûlullah:

- Cenâb-ı Hak, bana Mekke´den çıkmak ve hicret etmek için izin verdi, dedi.

Babam:

- Ya Rasûlallah, arkadaşlık var mı diye sordu. Peygamber (s.a.v.) de:

- Evet, arkadaşlık var, dedi.

O güne kadar her hangi bir kimsenin, sevincinden ağladığını gör­memiştim. Babam sevincinden ağladı ve sonra:

- Ya Rasûlalîah, şu iki deveyi bu iş için hazırlamıştım, dedi. Sonra kendilerine kılavuzluk yapması için Abdullah b. Erkat´ı kira­ladılar."

İbn Hişam der ki: Ona, Abdullah b. Uraykit denirdi. Beni Dil b. Bekr kabilesindendi. Annesi, Beni Sehm b. Amr kabilesinden olup müşrikti. Rasûlullah´la Ebu Bekir´e rehberlik edecekti. îki bineklerini ona teslim ettiler. Yolculuk gününe kadar develeri o besleyecekti.

îbn İshak dedi ki: Bana ulaşan habere göre Rasûlullah (s.a.v.)´m Mekke´den çıkışını Ebu Talib oğlu Ali ile Ebu Bekir es-Sıddık ve onun ai­lesinden başka kimse bilmiyordu. Rasûlullah (s.a.v.), Ali´ye insanların daha önce emanet olarak verdikleri mallan sahiplerine geri vermesi için kendisine halef olmasını emretmişti. Mekkelilerden bir kimse, muhafa­zasından korktuğu malını emanet olarak Rasûlullah´ın yanma bırakır­dı. Çünkü onun doğruluk ve emanete riayetini biliyorlardı.

îbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Mekke´den çıkmaya karar verdiğinde Ebu Bekir b. Ebu Kuhafe´nin yanma geldi. Ebu Bekir´in evi­nin arkasındaki küçük bir kapıdan çıktılar.

Ebu Nuaym, İbrahim b. Sa´d kanalıyla Muhammed b. îshak´m şöyle dediğini rivayet eder: Bana ulaşan habere göre Rasûlullah (s.a.v.), hic­ret için Mekke´den çıkıp Medine´ye yöneldiğinde şöyle dua etmiştir:

"Ben hiçbir şey değilken, beni yaratan Allah´a hamdolsun. Allahım, dünyanın zorluklarına karşı bana yardım et. Zamanın kötülüklerine, günlerin ve gecelerin musibetlerine karşı bana yardımcı ol. Allahım* yolculuğumda benimle beraber ol. Ailemi gözet. Bana rızık olarak verdi­ğin şeyleri bereketli kıl. Beni kendine muti kıl. iyi ahlak üzere beni dos-´ doğru kıl. Beni, kendine sevdir. İnsanların insanna bırakma beni. Ey güçsüzlerin Rabbi, sen benim Rabbimsin. Senin göklerle yeri aydınla­tan yüce Zatına sığınırım. O zatın ki, karanlıklar kendisiyle aydınlan­mış, öncekilerle sonrakilerin işi, onun sayesinde düzelmiştir. Beni gaza­bına maruz bırakma. Öfkeni üzerime indirme. Nimetinin zail olmasından, intikamının aniden üzerime gelmesinden, afiyetini üzerimden gi­dermenden ve bütün gazablarmdan sana sığınırım. Şikayetim sanadır. Yapabileceklerimin en hayırlısı, benim yammdadır. Güç ve kuvvet, an­cak seninledir,"

İbn İshak dedi ki: Yolculuk sırasında Rasûlullah´la Ebu Bekir, Sevr mağarasına yöneldiler. Sevr, Mekke´nin alt tarafındaki bir dağın adıdır. O mağaraya gidip içeri girdiler. Ebu Bekir es-Sıddık, oğlu Abdullah´a; gündüz, insanların kendisi ile Rasûlullah hakkında söylediklerine ku­lak vermesini, akşamleyin günün haberlerini kendilerine getirmesini emretti.

Azatlısı Amir b. Füheyre´ye de gündüz koyunlarını otlatmasını, ak­şam olunca mağaraya getirmesini emretti.

Abdullah b. Ebu Bekir, gündüz Kureyşlilerin arasında bulunuyor, onların komplo kararlarına kulak veriyor. Rasûlullah´la Ebu Bekir hak­kında söylediklerini dinliyor, akşam olunca haberleri getirip babasıyla Rasûlullah´a iletiyordu.

Amir b. Füheyre, Mekkeli çobanlarla birlikte Ebu Bekir´in koyunla­rını otlatıyordu. Akşam olunca koyunları mağaraya doğru getiriyor. Sü­tünü sağıyor, daha sonra da birisini kesiyorlardı. Sabahyelin Abdullah b. Ebu Bekir, Rasûlullah´la babasının yanından ayrılıp Mekke´ye geli­yor, peşisıra Amir b. Füheyre´de davar sürüsünü oradan geçirerek Ab­dullah´ın ayak izlerini yok ediyordu.

İbn Cerir, bazı kimselerden naklederek Rasûlullah (s.a.v.)´m Ebu Bekir´den önce sevr mağarasına gittiğini anlatır. Rasûlullah, Hz. Ali´ye kendilerinden sonra yola çıkıp kendilerine ulaşmasını emretmişti. Hz. Ali de yolda iken onlara ulaşmıştı.

Bu, cidden garip bir rivayet olup meşhur olan rivayetlere uyma­maktadır. Meşhur rivayete göre Rasûlullah´la Ebu Bekir birlikte yola çıkmışlardır.

îbn îshak dedi ki: Esma binti Ebu Bekir, akşam olduğu zaman Rasûlullah´la Ebu Bekir´e iyi yemekler getiriyordu.

Esma şöyle demiştir: Rasûlullah ile Ebu Bekir Mekke´den çıktıkla­rında, Kureyşten bir topluluk bize geldi. Aralarında Ebu Cehil b. Hi-şam´da vardı. Ebu Bekir´in kapısının Önünde durdular. Ben de karşıla­rına çıktım. Dediler ki:

- Ey Ebu Bekir´in kızı, baban nerededir

- Vallahi babamın nerede olduğunu bilmiyorum! dedim. Bunun üzerine Ebu Cehil elini kaldırdı. O, edepsiz ve murdar birisi

idi. Yanağıma bir tokat indirdi. Tokatm şiddetinden kulağımdan kü­pem fırladı. Sonra evimizin önünden ayrılıp gittiler.

Rasûlullah, Mekke´den çıktığında Ebu Bekir de onunla birlikte yola çıkmıştı. Ebu Bekir, malının tamamını; 5000 veya 6000 dirhemi beraberinde alıp, götürmüştü. Yanımıza dedem Ebu Kuhafe geldi. Gözleri kör olmuştu. Şöyle dedi:

- Vallahi ben görüyorum ki, o malım kendisiyle birlikte götürüp sizi perişan etmiştir. Dedim ki:

- Hayır ey babacığım, Ebu bekir bize çok mal bıraktı.

Bunun üzerine bir takım taşlar aldım ve onları evdeki bir küvete koydum. Babam da malını oraya koyardı. Sonra onların üstüne bir bez koydum. Ebu Kuhafe´nin elini tutup şöyle dedim:

- Ey babacığım, elini bu malın üzerine koy. O da elini taşların üzerine koyup şöyle dedi:

- Eh, sizin için bunu bıralanca çok iyi etmiş oldu. Bunda size yete­cek kadar vardır.

Hayır, vallahi, halbuki Ebu Bekir bize hiçbir şey bırakmamıştı. Sa­dece ihtiyarı bununla sakinleştirmek istemiştim.

İbn Hişam, ilim ehlinden bazılarının kanalıyla Hasan b. Ebi´l-Hasan el-Basrî´nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah´la Ebu Bekir, geceleyin mağaraya vardılar. Ebu Bekir, Rasûlullah´tan önce mağaraya girdi.îçinde bir canavar ya da yılan olup olmadığını anlamak için eliyle mağarayı kontrol etti. O, Rasûlullah´ı koruyordu.

Ebu´l-Kasım el-Beğavî, îbn Ebi Müleyke´nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v), Ebu Bekir´le birlikte Sevr mağarasına çıkarlar­ken Ebu Bekir gah Rasûlullah´m önüne, gah arkasına geçiyordu. Rasûlullah´m niçin böyle yaptığını sorması üzerine Ebu Bekir şu cevabı vermişti: "Arkana geçtiğimde Önden sana saldınlmasmdan korkuyo­rum. Önüne geçtiğimde de arkadan sana saldınlmasmdan korkuyo­rum."

Nihayet Sevr mağarasına vardılar. Ebu Bekir dedi ki:

"Ya Rasûlallah, olduğun yerde dur. Önce elimle içeriyi kontrol ede­yim. Temizliyeyim. Eğer içeride bir canavar varsa, senden önce bana isabet etsin."

Nafî dedi ki: "Bana ulaşan habere göre o mağarada bir delik varmış. Ebu Bekir oradan bir canavar veya herhangi birşey çıkıpta Rasûîullah´a eziyet vermesin diye korkusundan ayağıyla bu deliği kapamıştı."

Beyhakî, Muhammed b. Sirîn´in şöyle dediğini rivayet eder:

"Hz. Ömer´in halifeliği zamanında bazı kimseler, birşeyler söyle­mişlerdi. Bu sözleriyle sanM Hz. Ömer´i, Ebu Bekir´e üstün kılmak iste­mişlerdi Bu sözleri duyan Hz. Ömer şöyle demişti: "Allah´a yemin ede-Tİm_Jâ, Ebu Bekir´in o gecesi, Ömer´in bütün ailesinden daha hayırlıdır ve Ebu Bekir´in o günü de, Ömer´in ailesinden daha hayırlıdır!"

Rasûlullah (s.a.v.), mağaraya gittiği gece evden çıkarkan Ebu Bekir´de onunla beraberdi. Gah önünden, gah arkasından yürüyordu. Nihayet Allah´ın peygamberi, bunun farkına vararak sordu:

- Ey Eba Bekir, neden gah önümden, gah arkamdan gidiyorsun

- Ya Rasûlallah, arkadan takip edildiğin ihtimalini düşünerek ar­kadan yürüyorum. Yolun kenarında oturup seni gözetledikleri ihtimali­ni düşünerek de önüne düşüyorum!

- Bir tehlike baş gösterirse, benim yerime senin başına gelmesini arzu ediyor musun

- Evet, seni hak peygamber olarak gönderen Allah´a yemin ederim ki senin yerine benim başıma gelmesini istiyorum!

Mağaranın ağzına vardıkları zaman Ebu Bekir, Hz. Peygamber´e

şöyle dedi:

-Ya Rasûlallah, sen dur, mağaraya girip içini temizleyeyim, sonra

sen gir.

İçeri girip temizledikten sonra da: "Buyur, gir." dedi.

Ömer daha sonra şöyle demiştir: "Hayatım kudret elinde olan Al­lah´a yemin ederim ki, Ebu Bekir´in o gecesi, Ömer´in bütün ailesinden daha hayırlıdır!"

Beyhakî, bunu başka bir şekilde de Ömer´den rivayet etmiştir. Bu rivayette şöyle denmektedir:

Ebu Bekir, gah Rasûlullah´m önünden, gah arkasından yürüyor. Kah sağma geçiyor, gah soluna geçiyordu. Rasûlullah´m ayakları yürü­mekten Ötürü ağrımaya başlayınca Ebu Bekir es-Sıddık, onu omuzuna aldı. Mağaraya girdiğinde de oradaki deliklerin tamamını kapadı. Sade­ce bir delik kaldı. Ona tıkayacak birşey bulamayınca da, o deliği topu-ğuyla kapadı. Delikteki yılanlar, topuğunu parçalamaya başlayınca Ebu Bekir´in gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle dedi: "Üzülme. Şüphesiz Allah, bizimle be­raberdir."

Bu ifadelerde gariplik ve münkerlik vardır.

Beyhakî, Cündüp b. Abdullah´ın şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Bekir, Rasûlullah (s.a.v.)´la birlikte mağarada iken eline bir taş değdi. Bunun üzerine şöyle dedi:

"Sen ancak kanayan bir parmaksın,

Başına gelen ise, Allah yolunda olan birşeydir."

imam Ahmed b. Hanbel, îbn Abbas´m aşağıdaki ayet-i kerime hak­kında şöyle dediğini rivayet eder:

«înkar edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya Öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. (el-Enfâl,30.)

Kureyşliler, geceleyin Mekke´de bir araya gelip fikir alış verişinde bulundular. Biri şöyle demişti: "Sabah olunca Muhammed´i bağlayın."

Bir başkası; "Onu öldürün." Bir diğeri de: "Onu sürgün edin." demişti. Bütün bu konuşulanları Cenâb-ı Allah, Peygamber (s.a.v.)´e bildirmişti. O gece Hz. Ali, Rasûlullah´m yatağına girip uyumuştu.

Rasûlullah da geceleyin evinden yolculuğa çıkmış, nihayet mağaraya ulaşmıştı. Müşrikler, Rasûlullah zannederek Hz. Ali´yi o gece sabaha dek beklemişlerdi. Sabah olunca içeriye hücum ettiklerinde yatakta uyuyanın Hz. AH olduğunu görmüşlerdi. Allah, onların düzen ve hilele­rini boşa çıkarmıştı. Hz. Ali´ye:

- Arkadaşın nerede diye sordular. Hz. Alide:

- Bilmiyorum, diye cevap verdi.

Bunun üzerine Rasûlullah in izini takibe başladılar. Dağa vardık­larında izi karıştırdılar. Nihayet dağa çıkıp mağaraya ulaştılar. Mağa­ranın kapısında örümcek ağı gördüklerinde:

"Eğer buradan bir kimse içeri girmiş olsaydı, kapıda örümcek ağı ol­mazdı." dediler. Rasûlullah mağarada üç gece kaldı."

Bu, güzel bir senettir. Mağaranın kapısında örümcek ağının teşek­kül etmesi, Allah´ın, Rasûlullah´ı himayesinin bir tezahürü idi.

Hafız Ebu Bekir Ahmed b. Ali b. Said el-Kadî, Hasan-ı Basrî´nin şöy­le dediğini rivayet eder:

"Peygamber, Ebu Bekir ile mağaraya girdiler. Kureyşliler, Peygam­ber (s.a.v.)´i ararlarken mağaranın kapısında örümcek ağını görünce:

- Buraya kimse girmemiştir, dediler.

O sırada Hz. Peygamber ayakta durup namaz kılıyor, Ebu Bekir de etrafi gözlüyordu. Peygamber (s.a.v.)´e:

- Bunlar senin kavmindir, seni arıyorlar, Allah´a yemin ederim ki, ben kendim için üzülüp kaygılanmıyorum. Bütün üzüntü ve kaygım se­nin içindir, dedi.

Allah´ın elçisi ona:

- Ey Ebu Bekir, korkma, Allah bizimle beraberdir, dedi."

Bu rivayette Hz. Peygamber´in mağarada namaz kıldığı şeklinde bir fazlalık vardır. Hz. Peygamber, bir işten üzüldüğünde namaz kılardı,

Ebu Bekir Ahmed b. Ali el-Kadî, Ebu Hüreyre´nin şöyle dediğini ri­vayet eder: Ebu Bekir oğluna şöyle demişti:

"Ey oğulcuğum! İnsanlar arasında bir hadise meydana geldiğinde Rasûlullah´la birlikte gizlendiğim mağaraya gel, orada ol. Rızkın, sabah akşam orada sana gelecektir."

Şair´in birisi, bunu şu mısralarında dile getirmiştir:

"Mağaradakileri, Davud´un dokuduğu zırh korumadı., Sadece örümceğin dokusu korudu."

Nakledildiğine göre iki güvercin de gelip mağaranın kapısına yuva kurmuşlardı. Sarsari, bu hadiseyi bir şiirinde şöyle ifade eder:

"Örümcek, Örgüsüyle mağaranın kapısını örttü. Güvercin de mağa­ra kapısına gelip yumurtladı."

Hafız İbn Asakir, Ebu Mus´ab el-Mekkî´nin şöyle dediğini rivayet eder: Zeyd b. Erkanı ile Muğire b. Şube ve Enes b. Malik´in sohbetlerini duydum. Bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)´m mağarada bulunduğu gecede yü­ce Allah´ın bir ağaca emir vererek Rasûlullah´ı perdelediğini anlatmış­lardı. Ayrıca yine o gecede Cenâb-ı Allah bir örümcek göndermiş, Ebu Bekir ile Rasûlullah ı, ağı ile perdelemişti. İki yaban güvercini de gön­dermiş, bu güvencinler kanat çırparak örümcek ağı ile ağaç arasına gir­mişlerdi. Ellerinde değnekleri, sopaları, yayları ve okları bulunan Ku-reyşli delikanlılar, mağaranın yanma gelmişlerdi. 200 zira mesafeye kadar mağaraya yaklaştıklarında kılavuzları Süraka b. Malik b. Cu´şum el-Müdlicî, onlara şöyle demişti:

- İşte bu taşa kadar izi getirdim. Ama bundan sonra o ayağını nere­ye atmıştır, bilemem, deyince gençler:

- Sen bu geceden şaşmadın.

Sabahladıklarında, «Mağaraya bakalım.» dediler. Bir kısmı mağa­raya doğru geldi. Rasûlullah´a elli zira1 kadar yaklaştılar. Onlardan biri­si, kapıda iki güvercin bulunduğunu görünce geri döndü. Ona:

- Niye mağaraya bakmadan geri döndün diye sordular. Oda:

- Orada, mağara ağzında iki yaban güvercini gördüm. Mağara için­de kimsenin bulunmadığını anladım. Onun için geri döndüm, dedi.

Peygamber (s.a.v.), onların konuşmalarını duydu. Bu güvercinler vasıtasıyla Cenâb-ı Allah´ın onları kendilerinden uzaklaştırdığını anla­dı. O güvercinleri yüce Allah, mübarek kılıp Harem´e yolladı. Orada ço­ğaldılar. Mekke´deki güvercinlerin tamamı, o iki güvercinin soyundan gelmektedir.

Yüce Allah buyurdu ki:

«Muhammed´e yardım etmezseniz, bilinki, inkar edenler onu Mek­ke´den çıkardıklarında mağarada bulunan ik kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşı Ebi Bekir´e «Üzülme, Allah bizimledir» di­yordu. Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu destekle­miş, inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah´ın sözü yücedir. Al­lah güçlüdür, Hakimdir.» (ct-Tevhe, 40.)

Yüce Allah, Rasûlü ile cihaddan geri kalanları kınayarak diyor ki: Eğer siz ona yardım etmezseniz, şüphesiz Allah ona yardım edecek, onu teyid edip zafere kavuşturacaktır. Nitekim kavuşturdu da. İnkar eden­ler, onu Mekke´den çıkardıklarında ve o da Mekke´den kaçıp gittiğinde beraberinde dostu ve arkadaşı Ebu Bekir´den başka kimse yoktu.

Bu sebeple yüce Allah onun için; "Mağarada bulunan iki kişiden bin olarak....» buyurmaktadır. Yani onlar mağaraya sığınmışlar, orada peşleri sıra yapılan takibat yavaşlasın ve sona ersin, diye üç gün ikamet etmişlerdi. Zira müşrikler, daha önce belirtildiği gibi onları aramaya çıktıklarında her tarafa koşmuşlardı. İkisini ya da birini bulup getirene yüz deve mükafat vadetmişlerdi. İzlerini takibe çıkmışlar, nihayet izle­rini karıştırmışlardı. Kureyşlilere izcilik yapan kişi Süraka b. Malik b. Cu´şum idi. Sevr dağına çıkmışlar, mağaranın kapısı Önüne gelmişlerdi. Ayakları, mağaranın kapısının hizasına gelmişti ama Rasûlullah´la Ebu Bekir´i görememişlerdi. Çünkü Allah, onları müşriklere karşı koru­muştu. Nitekim Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik´ten rivayet ederek Ebu Bekir´in Enes´e şöyle dediğini nakletmiş tir: «Peygamber (s.a.v.)´e mağa­rada iken şöyle demiştim: Eğer müşriklerden birisi, ayaklarının ucuna bakacak olursa bizi ayaklarının altında mutlaka görür. O zaman Rasûlullah da bana şu cevabı vermişti: - Ey Ebu Bekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne sanıyorsun » Bazı siyercilerin anlattıklarına göre Ebu Bekir, Resulullah´a böyle dediğinde Rasûlullah ona şöyle cevap vermiştir:

"Eğer onlar şuradan gelirlerse, biz de buradan çıkıp gideriz." Rasûlullah böyle deyince Ebu Bekir mağaranın öbür tarafina bakmış ve oradan bir kapı açıldığını, kapının öbür yanında denizin bulunduğunu, denizde de kapı ağzına halatla bağlı bir gemi durduğunu görmüştü.

Allah´ın yüce kudreti bakımından bu kabul edilmeyecek birşey değildir. Ancak bu konuda kuvvetli ya da zayıf bir sened varid olmuş de­ğildir. Biz de bu hususta herhangi birşeyi kendiliğimizden tesbit edecek durumda değiliz. Yalnız senedi sahih veya hasen olan şeyleri söyleriz. Doğrusunu Allah bilir.

Hafız Ebu Bekir el- Bezzar, Ebu Hüreyre´den rivayet etti ki, Ebu Bekir, kendi oğluna şöyle demiştir:

"Ey oğulcuğum! Eğer insanlar arasında bir hadise vuku bulursa, Rasûlullah´la birlikte içinde gizlendiğimizi gördüğün mağaraya gel, içinde dur. Çünkü orada sabah-akşam rızkın sana gelecektir."

Yunus b. Bükeyr, Muhammed b. İshak´m şöyle dediğini nakleder: Peygamberle birlikte mağaraya girişlerinden, mağaradan çıkıp yolculuğa başlamalarından, Süraka ile aralarında geçen şeylerden Ebu Bekir bize bahsetmişti. Bu hususta bir şiir de söylemişti:

«Peygamber dedi ki: Ben korkmuyorum. Beni teskin ediyordu. Biz mağaranın karanlığında iken dedi ki:

"Hiçbirşeyden korkma. Çünkü üçüncümüz Allah´tır. Bana destek olacağına teminat vermiştir.»

Ebu Nuaym, bu kasideyi Ziyad kanalıyla Muhammed b. İshak´tan rivayet edip uzun uzadıya zikretmiştir. Beraberinde başka bir kaside­sinden de bahsetmiştir. Hakikati en iyi bilen yüce Allah´tır.

îbn Lehia, Urve b. Zübeyr´in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Ensârla bey´at yaptığı hac mevsiminden sonra zilhiccenin kalan kısmı ile muharrem ve safer aylarını Mekke´de geçirdi. Sonra Kureyş

müşrikleri, Rasûlullah´ı öldürmek üzere bir araya gelip suikast planı yaptılar. Onu öldürmeye veya hapsetmeye ya da sürgün etmeye karar verdiler. Bu kararlarını yüce Allah, peygamberine bildirdi. Bu hususta da şu ayeti inzal buyurdu:

«İnkar edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı.» (ei-Enfâl, 30.)

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), yatağında yatmasını Hz. Ali´ye emretti. Kendisi de Ebu Bekir´le birlikte Mekke´den çıkıp gitti. Sabah ol­duğunda müşrikler her tarafa adamlar göndererek onları aramaya baş­ladılar.

Musa b. Ukbe de "Meğazî" adlı eserinde böyle anlatır. Peygam-ber´in Ebu Bekir´le birlikte geceleyin Sevr mağarasına gittiklerini de

söyler.

Buharı, Hz. Peygamberin zevcesi, Hz. Aişe´nin şöyle dediğini riva­yet eder:

«Aklım ereli beri ebeveynim dine bağlı idiler. Üzerimizden bir gün geçmezdi ki Rasûlullah (s.a.v.), sabah akşam bize uğramasın. Müslümanlar, mihnete düştükleri zaman Ebu Bekir, Habeşistan´a hic­ret etti. Yolda iken Berki´l-Gimad mevkiine vardığında el-Kare kabilesi­nin efendisi İbnu´d-Dağine kendisine rastlamıştı. İbnu´d-Dağine, onu Mekke´ye geri getirip himayesine almıştı. Nihayet günün birinde Ebu Bekir, Allah´ın himayesine razı olup Îbnu´d-Dağine´nin himayesini red­detmişti. O zaman Peygamber (s.a.v.) Mekke´de idi. Müslümanlara şöy­le dedi: "Hicret diyarınız iki taşlık arasında, hurmalık bir yer olarak ba­na gösterildi."

Bazı kimseler Medine´ye doğru hicrete başladılar. Daha önce Habe­şistan tarafina hicret etmiş olan bir takım sahabeler de geri dönüp Medi­ne´ye hicret ettiler. Ebu Bekir, Medine´ye hicret etmek için hazırlıklara başladı. Peygamber (s.a.v.), ona şöyle dedi:

- Yavaş ol. Ümid ederim ki,, hicret için bana da izin verilir. Ebu Bekir de şöyle dedi:

- Anam babam sana feda olsun. Sen bu iznin verileceğini ümid edi-yormusun

- Evet.

Ebu Bekir, Hz. Peygamberle hicret arkadaşlığı yapmak için sabırla bekledi. Hicreti erteledi. Yanındaki iki deveyi de semur ağacının yap-raklarıyla besledi. Dört ay böylece bekledi. Bazılarının anlattığına göre altı ay beklemiş ve develeri beslemişti.»

İbn Şihab, Hz. Aişe´nin şöyle dediğini rivayet eder: «Bir gün öğleyin Ebu Bekir´in evinde oturmakta idik. Adamın birisi, Ebu Bekir´e:

- İşte Rasûlullah, daha Önce alışık olmadığı bir saatte başına bir sargı sarmış olarak geliyor! dedi. Ebu Bekir de:

- Anam babam ona feda olsun, Allah´a yemin ederim ki önemli bir iş olmadıkça bu saatte gelmek onun âdeti değildi, dedi.

Hz. Aişe, sözüne şöyle devam eder:

- Rasûlullah (s.a.v.), kapıya geldi. İçeri girmek için izin istedi. Ken­disine buyur, denildi. Bunun üzerine içeri girdi. Ardı sıra onunla Ebu Bekir arasında şöyle bir konuşma geçti:

- Yanında kim varsa dışarı çıkar!

- Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah, onlar senin ailen sa­yılırlar. Yabancı yoktur.

- Ey Ebu Bekir! Mekke´den Medine´ye hicret etmeme izin verildi.

- Ya Rasûlallah, anam babam sana kurban olsun, arkadaşlık var mı

- Evet. Sende beraberimde olacaksın.

- Babam sana kurban ya Rasûlallah, şu iki deveden birini beğen de al, deyince Rasûlullah:

- Ancak bedeliyle satın alabilirim, dedi. Hz. Aişe sözünü şöyle sürdürüyor:

Biz, Rasûlullah ile Ebu Bekir´in yol tedarikini yaptık. îkisi için bir dağarcık içine bir miktar azık düzenleyip koyduk. Ağzı bağlanacağı sıra Ebu Bekir´in kızı kardeşim Esma, kemerinin bir parçasını kesip onunla dağarcığın ağzını bağladı. Bu sebeple Esma´ya «Zatü´n-Nitakayn» iki kemerli, denildi. Sonra Rasûlullah ile Ebu Bekir, Sevr mağarasına gitti­ler. Orada üç gece kaldılar. Her gece yanlarında Ebu Bekir´in oğlu Ab­dullah da kalırdı. Abdullah maharetli, kavrayışlı, genç bir delikanlı idi. Seher vakti Rasûlullah ile Ebu Bekir´in yanından çıkıp Mekke´ye gelir, orada gecelemiş gibi Kureyşlilerle birlikte sabahlardı. Abdullah, Rasûlullah ile Ebu Bekir hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duyduğu şeyleri aklında tutar, karanlık bastırınca gelip Rasûlullah ile babasına anlatırdı. Ebu Bekir´in kölesi Amir b. Füheyre (o civarda) bol sütlü, sağmal koyun otlatır ve akşamdan bir müddet geçince Rasûlullah ile Ebu Bekir´e getirirdi. Onlar da sağıp taze süt içerek gecelerdi. O süt, kendi sağmallarının sütü idi ve içine kızgın taş konularak ısıtılmış idi. Nihayet gecenin sonunda Amir b. Füheyre, mağaranın önüne gelir, sağ­mal koyuna seslenir, alıp otlatmaya götürürdü. Rasûlullah ile Ebu Be­kir´in mağarada bulundukları üç gecenin hepsinde Amir, süt işini böyle­ce halletmişti.

Rasûlullah ile Ebu Bekir Mekke´de iken, Abd İbn Adiy İbn Dil kabi­lesinden kılavuzlukta usta bir kişi olan Abdullah b. Uraykit adındaki bir adamı kiralamışlardı. Bu adam, As b. Vail es-Sehmî oğulları hakkın­da müttefik olarak yemin edip elini kana batırmıştı. Hala Kureyş kafir­lerinin dini üzerine idi. Fakat doğruluğuna, güvenirliğine itimad ederek Rasûlullah ile Ebu Bekir develerini ona teslim etmişler ve üç gece sonra develeriyle birlikte Sevr dağında buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Bu kı­lavuz kişi, Rasûlullah ile Ebu Bekir´in develeriyle birlikte üçüncü gece­nin sabahında Sevr mağarasına geldi. Rasûlullah ve Ebu Bekir ile bera­ber Amir b. Füheyre ve kılavuz Abdullah İbn Uraykit de yola çıktılar. Kı­lavuz, yolcular için sahil yolunu izleyerek Medine´ye doğru hareket etti­ler.

Müdlic oğullarından Süraka İbn Cu´şunı der ki: "Rasûlullah´m hic­ret yolu Müdliç oğulları sınırından geçtiği sırada Kureyş müşriklerinin etrafa saldıkları adamları bize geldiler. Anlaşıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir´den her birini öldüren veya esir eden kimse için müşrikler ayrı ayrı ödüller koymuşlardı. O günlerde ben, kavmim olan Müdlic oğullarının toplantılarından birinde oturuyordum. O sırada Ku­reyş adamlarından birisi çıkageldi ve biz otururken o ayakta dikilip şöy­le dedi:

- Ey Süraka! Ben, hemen önüm sıra sahile doğru yollanan bir kaç yolcu karaltısı gördüm. Öyle samyorum ki bunlar, Muhammed´le arka­daşlarıdır!

Derhal anladım ki, o adamın sözünü ettiği yolcular, Muhammed ile arkadaşlarıdır. Fakat meseleyi ondan gizli tutmak için ona şöyle karşı­lık verdim:

- Gördüğün karaltılar, Muhammed´le arkadaşları değildir. Sen, fa­lan ve falanca kişileri görmüş olmaksın! Şimdi onlar, bizim gözlerimizin önünden geçip gitmişlerdi.

Sonra harekete geçişimi meclistekiler anlamasınlar, diye bir müd­det daha mecliste bekledim. Sonra kalkıp evime gittim ve cariyeme, atı­mı alıp çıkmasını, yüksek tepenin arkasında beni beklemesini emret­tim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım ve kargımın parıltısı dikkatleri çekmesin diye, alt taraûnı yerde sürüklemiş, üst ta­rafını da aşağıya doğru tutmuştum. Atıma bindim ve beni hedefime ulaştırması için hayvanı dört nala kaldırarak sürdüm. En sonunda Rasûlullah ile arkadaşlarına yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçtü. Yere kapaklandı. Ben de yere düştüm. Fakat hemen toparlanıp kalktım ve elimi fal okları kabına uzattım. Fal oklarını çıkarıp -Muhammed´le arkadaşlarına zarar verirmiyim, yoksa vermezmiyim diye- fal açtım. Fal sonucunda hoşlanmadığım (yani onlara zarar veremiyeceğim) şek­linde bir sonuç çıktı. Bunun üzerine ben, yine atıma bindim, falın ters çıkmasına rağmen atımı yine dört nala kaldırdım ve beni Rasûlullah ile arkadaşına yaklaştırmasına çalıştım ve yaklaştım da. Öyie ki, Rasûlullah (s.a.v.)´m okuyuşunu işittim. Rasûlullah, dönüp arkasına bile bakmıyordu. Ebu Bekir ise çok bakmıyordu. Rasûlullah´m okuyu­şunu işittiğim sırada, atımın iki ön ayağı yere, kum içine battı. Hatta bu batış dizlerine kadar erişti. Ben de attan düştüm. Sonra ben, hayvanı kalkmaya zorladım. O da kalkmaya çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını kumdan çıkaramadı. Hayvan hayli zorlukla homurdanarak kalkıp du­runca, hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklanyla tekrar fal açtım. Yine hoşlanmadığım sonuç çıktı. Sonra ben, Muhammedle arka­daşına: "İmdad!" diye haykırdım. Bunun üzerine durdular. Ben de atı­ma binerek yanlarına vardım. RasûluUah ve arkadaşını taarruzumdan koruyan bunca harikalarla karşılaştığım o anda gönlümde kesin bir inanç meydana geldi. Rasûlullah´m durumu yakında kuvvetlenecek, peygamberlik davasıda güçlenecektir. Bu kesin inanç üzerine Rasûlul-lah´a şöyle dedim:

- Kavmin olan Kureyşliler, senin öldürülmen veya esir edilmen için ödüller koydular! Kureyşlilerin ona ve arkadaşına karşı ne kadar fena­lık yapmak istediklerini birer birer anlattım. Kendilerine yol azığı ve le­vazımı vermeyi teklif ettim. Fakat benden birşey almadılar. Hiç birşeyde almak istemediler. Yalnız RasûluUah ile Ebu Bekir bana:

- Ey Süraka, bizim yolculuğumuzu gizle! dediler. Bunun üzerine ben, Rasûlullah´tan benim için bir emanname yazmasını istedim. Rasûlullah´da Amir b. Füheyre´ye emretti. Amir de deri parçasına yazıp verdi ve sonra RasûluUah yoluna devam edip gitti.

Muhammed b. İshak, Süraka´mn bu macerayı anlattığını rivayet eder. Ancak bu rivayete göre Süraka, takip işi için kendi evinden çıkma­dan önce fal açtığım ve hoşlanmadığı bir sonuçla karşılaştığım ifade et­miştir. Atının dört kez tökezlediğini, her tökezlemeden sonra fal açtığı­nı, hoşlanmadığı yani Rasûlullah´a zarar veremeyeceğini belirten bir sonuçla karşılaştığını, nihayet Rasûlullah´tan eman dilediğini, kendisi için bir emanname yazması için ondan dilekte bulunduğunu anlatmış ve şöyle demiştir: "Rasûlullah, benim için kemik , deri yahud bir bez parça­sı üzerine bir emanname yazdı. Aradan zaman geçti. Fetih esnasında Taif dönüşünde Cirane mevkiinde bu emannameyi kendisine gösterdi­ğimde bana şöyle dedi: "Bugün, söz üzerinde durma, iyilik yapma günü­dür. Getir bakalım emannameni." Ben de.yanına yaklaştım ve Müslüman oldum."

Süraka, hicret yolundaki Rasûlullah´la arkadaşlarının yanından döndükten sonra yolda onları aramakta olan herkesi geri çeviriyor ve: "Bu taraflarda onları bulamazsınız." diyordu. Ama Rasûlullah´m Medi­ne´ye ulaştığı haberi ortaya çıktıktan sonra Süraka, başından geçenleri, R