- Kötü Bir Bankacı Örneği

Adsense kodları


Kötü Bir Bankacı Örneği

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Wed 2 November 2011, 09:03 pm GMT +0200
Tencere


Mayıs 2005 77.SAYI


Ferzan TOPATAN
kaleme aldı, TENCERE bölümünde yayınlandı.


Çalışan Tipolojisine Giriş:

Kötü Bir Bankacı Örneği


Bir banka insanî bir yer midir? Televizyonlarda en güzel reklamlar bankalara ait oluyor. Bankalar da artık eskisi gibi değil. Ferah, dünya ötesi mekânlar. Kimi ay üssü gibi, kimi meditasyon merkezi gibi. Orada görevli memurlara da müşterilere iyi davranılması öğretiliyor. Bu işi ne kadar ciddiye alıyorlarsa, ağızları da o kadar kulaklarına yakın oluyor.

Müşteriye doymuş, devlete sırtını yaslamış bankalarda ise çalışanlar hep meşguldür, hatta müşteri hakkında içinden sürekli kötü şeyler geçirmektedir. “Allahın cezası, son güne kadar bekle, şimdi gel sırada pinekle! Parası bitesice !.. ”

Bankaya girdiğimde, bir sürü asık suratlı adam ve kadını aydınlatmalar altında bekler görünce tuhafıma gidiyor. Genelde neredeyse poz vermek için hazırlanan insanlara benziyorlar. Vesikalık fotoğraf çektirirken fotoğrafçı der ya: “Başınızı hafifçe sağa eğin, evet, şimdi biraz da öne... Evet çok güzel. Hiç bozmayın. Biraz gülümseyin, objektife doğru bakın… çekiyorum … evet kırpmayın gözünüzü çeeeektim !” Vesikalık poz için hazır bekleyen ve müşteriyi görünce bir an gülümseyen insanlar... Mesela kadın memurlar bu bir an için sabahın köründe kaç saat ayna karşısında, kuaför koltuğunda kalıyor biliyor musunuz? Nerden bileceksiniz. İyi ki bilmiyorsunuz.

Son yıllarda banka girişinde sıra numarası almak ve oturacak birkaç koltuğun olması takdire şayan geli şmeler. Biri dışarılardan görüp getirince, öbürleri de uygulamaya mecbur kaldı.

Bugün babamın bankaya işi düşmüş, beni de yanına çağırdı. Güvenlik için yanına çakı filan da almış. Biz kof çıkarsak diye herhalde. Neyse... Vardık, banka kapalı. Öğlen paydosu. Şimdi bir saat bekleyeceğiz, içerdekilere soralım, yurt dışına havale yapabiliyorlar mı diye. İçerideki birkaç kişiye el kol, dudak işareti yaptık. Ba ş larına iş almak istemiyorlar ya. Kafesten kaçmış maymun taklidi yapmaya başladılar. Yahu kapıya gel söyliyeyim ! O meşhur gülümsemeyle duvardaki, kollarındaki saati gösteriyorlar. Bu nedir yahu? İnsanlık böyle bir salaklığı nasıl kaldırabiliyor? İçeride işi biten müşterilerden biri çıkarken kapı aralığından sordum. “Üzgünüm, mesai saati doldu.” dedi. Yahu işlem yaptırmayacağım, bir buçuğa kadar beklemeyelim buralarda, böyle bir işleminiz var mı, yurtdışına para gönderebiliyor musunuz? “Onu filanca zaman sorun!” gibi uyduruk bir cevap. Ve trank ! Kapı kilitlendi. Kendilerinin bir yere gittiği de yok. Orada oturuyorlar. Sorduğum şeyi bilmiyorsa da, birine sorması öğrenmesi o kadar kolay ki. Saatin kaç? 12 30! Bu kadar basit... Kapı açıldı, bir dakka dedim. Sen kötü bir bankacısın. Berbatsın. Müşteri memnuniyeti diye bir şey… filan diye bir sürü kibar eleştirilerimi sıraladım. Ve adam kapıyı kilitledi. Doğru lisan bu değildi anlaşılan. Fakat babam koluma girip beni götürdü. Karşıya geçtiğimde köşedeki dilenciye tam eğilmiş para veriyordum ki, adam boğuk bir sesle bir şeyler söyledi. Ben anlamadım ne dediğini. Belki karşıdaki bankayla ve orada çalışanlarla ilgili hikmetli bir söz söyledi. Bu beni rahatlatırdı belki. Ama dilenci konuşamıyor, ben de anlayamıyordum. Ya Rabbi sen büyüksün, dedim. Öyle bir semte düşmüşüz ki, iletişim mümkün değil.

Babama, baba sana bir çay ısmarlayayım şurda , gel, dedim. Babam, ben sana bir yemek ısmarlayım , üstüne çay verirler nasılsa, dedi. Babama baktım, gözlerine baktım. Saçlarına düşen yağmura baktım. İşte buydu benim aradığım lisan, tatlı dil. Kol kola yola koyulduk.

Dayı Heyhat Yeğen Vedat

- Alo ?

- Buyrun , santral .. Alo .. Buyrun ?

- Şey, Heyhat beyi bağlar mısınız?

- Heyhat beyi bağlayamam. Sen şimdi niye diyeceksin, de!

- Niye?

- Heyhat bey kocaman bir adam. Onu bağlayacak ne dermanım var, ne de ipim. Dua edin, bir sahibi varsa o bağlamıştır zaten bağlayacağı yere, Allah'ın izniyle ..

- Dayı , yoksa sen misin?

- Kiminle müşerref oldum?

- Heyhat dayı, ben Vedat!

- Vetadçıım n'aber ?

- Dayı niye kafa buluyon benle santral filan diye?

- Yok yeğenim, hakkaten öyle. Arkadaş namaza gitti ben de yerine bakıyorum. O da olsa böyle derdi, onun içün santralliğin hakkını vereyim dedim.

- Peki dayı, arkadaşın namazdan gelince seni arayım da normal normal konuşalım oldu mu?

- Artık orasını Cenab -ı Mevlâm bilir. Zuhurat... İnşallah olur yeğenim. Hakkında hayırlısı.

. . .

- Alo, santral mı ?

- Evet !

- Siz santral mısınız ?

- Yok , jeneratörüm! Ne istiyorsunuz kardeşim?

- Ben Heyhat beyi aramıştım da, o jeneratörün, pardon sizin namaza gittiğinizi söylemişti de... Sonra o yerine geçince .. siz santrala gelince…

- Beyefendi , ne diyorsunuz siz? Jeneratör mü namaz kılmış, santral ne demiş? Hayrettin bey de kim?

- Şey .. Yanlış numara olma ihtimaliniz var mı?

- Tövbe tövbe , çattık yahu…

    Bir kitap

    Anne De Bana

    Geçen gün okumak için elime aldım ve bir çırpıda bitti. Vay canına, çok enteresan bir kitap! Başlarda üzücü şeyler anlatılıyor, insanın içi burkuluyor ama ilerleyen sayfaların mutlaka okunması lazım. İşitme engelli bir çocuğun, Ahmet'in annesi yazmış bu kitabı. Doğumundan 9 yaşına kadar ana-oğul yaşadıkları zorlukların, o zorluklarla nasıl başa çıktıklarının ve güzel günlerin hikayesi . Kitabı bitirinceye kadar gözlerinizin birkaç kez dolacağını, ağlamamak için kendinizi zor tutacağınızı düşünüyorum. Kitabı bitirince elimde olmadan gittim, bizim delikanlıya baktım. Tatlı tatlı uyuyordu. Usulca yanağından öptüm. Anne-baba olmanın kıymetini hatırlatan, insana merhameti hatırlatan bir kitap. İnşallah okursunuz.