meryem
Sun 6 February 2011, 11:25 pm GMT +0200
7- Kesin Bilgi İlkesi
Kesin bilgi, "ileri sürülen nedenler geçerli olduğu için yanlışlığa düşme korkusu olmaksızın doğruluğu kesinlikle kabul edilen bilgi"dir. [1890]
Kur'ân, bilgiye önem verdiği kadar bilginin kalitesine de önem verir. Bu itibarla eğitim çalışmalarında, hakikate ulaşmada kesin bilgiyi esas almıştır. O, asılsız bilgiyi reddetmiş, zannı istisnaî ve zarurî hallerde kabul etmiş, kesin bilgiyi ise hakikatin şaşmaz ölçüsü olarak benimsemiştir.
Kur'ân, kâinatın sırlarını çözmek, hakikate ulaşmak için iyi düşünmeyi, aklı iyi kullanmayı emrederken kesin delillere dayanmayı da şart koşar [1891] İlme, delile, mantığa uygun bilgilere dayanmanın gereğini vurgular. [1892] Hüseyin Atay, Kur’ân’ın kendisini okuyan insanlara, onları hayatları boyunca yönetecek iki ilke verdiğini, bunlardan birinin, yapacakları şeyi çok iyi bilmeleri, delile dayanarak onun nereye götüreceğini öğrenmeleri; diğerinin ise yapacakları şeyin gayesini tesbit olduğunu söylemiştir. [1893]
Gazzalî, kesin bilgiyi, "içinde şüphenin asla bulunmadığı bilgi" diye nitelemiş, onu, hem ruhî ve zihnî çıkmazların çözümü, hem de kurduğu sistemin bir anahtarı olarak kabul etmiştir. [1894]
Kur'ân'a göre kesin bilgi gerçeğin bilgisidir; bizi gerçeğe taşıyan bilgidir. Hakikate ulaşmanın en emin yolu onun yoludur. [1895]
Kur'ân'da "ilim" kelimesiyle "vakıaya uygun olan" kesin bilgi kasdedilmiştir. [1896]
Kesin bilgi ilkesi ni hayat ve hareket düsturu olarak kabul eden bu kitap, yukarda- da işaret ettiğimiz gibi asılsız bilgiyi reddetmiş, zan ifade eden bilgilere karşı inananları dikkatli olmaya çağırmıştır. Şöyle buyurulmaktadır: "Ey inananlar, zannın çoğundan sakının; zira zannın bir kısmı günahtır..." [1897] Ayeti "zannın çoğundan" yerine "zandan çok kaçının" şeklinde anlayan Mevdûdî, insanın "mutlaka zannetmekten değil, fazlaca zannetmekten ve her zannettiğine tabi olmaktan" menedildiğini söylemektedir. Ona göre dört çeşit zan vardır:
1- Beğenilen, dince makbul sayılan zan. Allah, peygamber ve müminler hakkında hüsn-i zanda bulunmak gibi. sû-i zanna götürecek bir haklı sebep olmadıkça insanlar hakkında iyi zanda bulunmak da bu kategoriye girmektedir.
2- Fiilen başka çare kalmaması halinde başvurulan galip zan. Bir mahkemede şahitler hakkında gerekli incelemeler yapıldıktan sonra galip zanna göre hüküm verilir. Zira gerçeğe ulaşmanın başka bir yolu bulunamamış, ortaya bir zorunluluk çıkmıştır.
3- Bu zan sû-i zan olmakla beraber günah sayılmaz; caiz olma özelliği taşır. Meselâ bir insanın yaşayışında, insanlarla olan ilişkilerinde iyi zanna lâyık olmayan görüntüler varsa ve buna sû-i zannı gerektirecek makul sebepler mevcutsa o zaman bu zan günah değildir. Şeriat böyle bir durumda insandan, ahmaklık göstererek mutlaka öyle bir kimseye karşı hüsn-i zanda bulunmasını istemez. Caiz görülen böyle bir sû-i zannın sınırı da vardır. Bu da sû-i zanna konu olan kişinin mümkün ve muhtemel kötülüklerinden emin olmak için ihtiyatla hareket etmektir. Fakat bu ihtiyatla yetinilmelidir. Daha ileri gitmek doğru değildir.
4- Günah olan zan. Bir insanın bir başkasına sebepsiz yere kötü zan beslemesi, başkalarıyle ilgili görüş ve davranışlarında daima sû-i zannı esas alması veya iyiliğini ve temizliğini gösteren birtakım emarelere rağmen bir insan hakkında kötü zanda bulunması günahtır. Hatta bir insanda iyi ve kötü görüntülerin eşit halinde bile o kimseye sû-i zanda bulunmak günahtır. [1898]
Şu âyetler, zannı esas almanın insanları ne vahim çıkmazlara götüreceğini anlatıyor:
"Sözleşmelerini bozmaları, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri, "kalblerimiz perdelidir" demelerinden ötürü Allah, evet, inkârlarına karşılık onların kalblerini mühürledi. Onun için bunların ancak pek azı inanır. Bu, bir de inkârlarından, Meryeme büyük bir iftirada bulunmalarından ve "Meryem oğlu, İsâ Mesîhi -Allah'ın elçisi- öldürdük" demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar; fakat onlara öyle göründü. Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler; bu husustaki bilgileri ancak zanna uymaktan ibarettir; kesin olarak onu öldürmediler; bilâkis Allah onu kendi katına yükseltti. Allah güçlüdür, hakimdir." [1899] Hz. İsa'yı öldürmek isteyenlerin ona benzeyen birini, sadece zanna dayanarak öldürmeleri bu tür bir bilginin insana neler yaptırabileceğini vahim bir şekilde göstermektedir.
Başka bir âyette zannı esas alan kâfirler için şöyle buyuruluyor:
"Doğrusu âhirete inanmayanlar, meleklere "dişi" adını takarlar. Oysa onların bu hususta bir bilgileri yoktur; sadece zarına uyarlar. Zan ise şüphesiz gerçeği ifade etmez." [1900]
Allah, Kur'ân-ı Kerim'de sevilmeyen, istenmeyen şeylerden bahsederken onlar arasında şunu da zikrediyor:
"Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardınca gitme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların her biri ondan sorumludur."[1901]
Böyle bir sorumluluğa rağmen ilmî hiçbir dayanağı olmadığı halde Allah hakkında mücâdele eden kimseler için şöyle buyuruluyor.
"...İnsanlar içinde öyleleri vardır ki, ilmî hiçbir rehberi ve aydınlatıcı hiçbir kitabı olmadan Allah hakkında mücadele eder durur.” [1902]
Hal ve hareketlerinde zanın esas almanın insanları hangi çıkmazlara götüreceğini uzun uzun anlatan Kur'ân, müminlere yapacakları, yapmaları gereken şeyi açıklıyor:
"Ey inananlar, eğer yoldan çıkmışın (fasık) biri size haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın. Yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz." [1903]
Bu âyette bilginin sıhhatine işaret edilmekte, müminler, ulu orta, kulaktan dolma bilgilere karşı uyarılmakta, kendilerinden edindikleri bilginin sağlam olup olmadığının tahkiki istenmektedir. Kur'ân'da buna benzer başka uyanlar da vardır. [1904]
Kur'ân, sağlıklı ve sağlam bilgilere ulaşmak için bir taraftan insanları tahkike, inceleme ve araştırmaya çağırırken diğer taraftan onlara konu ile ilgili güzel örnekler de göstermektedir. Şu âyette Hz. İbrahim de, gerçeği bilmesine rağmen bilgisini en üst düzeye, hakka'-yakîn bilgi haline getirmeye çalışan örnek bir davranış görülmektedir:
"Bir vakit de İbrahim. "Ey Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. Allah, "Buna inanmadın mı yoksa?" demiş, o da "inandım, fakat kalbimin iyice yatışması için" dedi. Allah dedi: "Kuşlardan dördünü tut da, bunları kendine alıştır. Sonra (kesip) her dağ başına onlardan birer parça dağıt; sonra da çağır onları; sana koşa koşa gelirler. Bil ki Allah azizdir; hakimdir." [1905] Başka âyetlerde düşünen adam örneği olarak sunulan Hz. İbrahim, burada araştıran, tahkik eden, bilgide itminanı hedef alan bir peygamber olarak karşımıza çıkmaktadır. Ve insanların, bu örneklerden öğreneceği pek çok şey vardır. "Kalbinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeyi terket" [1906] diyen ve Allah'a yalvarırken "Allahım, bana eşyanın hakikatini göster" [1907] diyerek yakaran Rasûlullah'ın davranışları başka nasıl değerlendirilebilir?
[1890] Alaylıoğlu ve arkadaşı, a.g.e.,-s. 273.
[1891] Suad Yıldırım, Kurrân-ı Kerim, s. 191.
[1892] Hüseyin Atay, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, s. 19.
[1893] Atay, a.g.e., s. 17.
[1894] Necip Taylan, Gazalî'nin Düşüne; Sisteminin Temelleri, s. 21.
[1895] Hüseyin Atay, Kur'ân'da Bilgi Teorisi, s. 39.
[1896] Y. Şevki Yavuz, a.g.e., s. 62.
[1897] Hucurât: 49/12.
[1898] Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur'ân, c. V- s. 450, 451.
[1899] Nisa: 4/155-158.
[1900] Necm: 53/28.
[1901] İsrâ: 16/36
[1902] Lokman: 31/20.
[1903] Hucurât: 49/6.
[1904] Nisa: 4/83, 94.
[1905] Bakara: 2/260.
[1906] Aclûnî, Keşfü'1-hafâ, c. I, s. 406.
[1907] A. Avni Konuk, Fusûsul, Hikem Tercüme ve Şerhi, c. III, s. 98. Hadisle ilgili daha fazla bilgi için bk. Ali Yardım, Mesnevi Hadisleri, s. 119.