- Kardeşim Benim

Adsense kodları


Kardeşim Benim

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sat 15 October 2011, 04:48 am GMT +0200
Tencere


Eylül 2006 93.SAYI


Ferzan TOPATAN
kaleme aldı, TENCERE bölümünde yayınlandı.


Kardeşim Benim

Kız kardeşi doğduğunda Mehmet 4 yaşındaydı. Mehmet’in ve kardeşinin 10 yıl sonraki yaşları toplamı bir sınav sorusu olmaktan çıkmış, hayatımıza karışmıştı bile. Mehmet kardeşini kıskanacaktı, belki istemeden bir fenalık yapacaktı. Ne yapmalıydı da buna biraz engel olmalıydı. Onun için zor bir durumdu.

Dile kolay, hem anne hem baba tarafından ilk torun, hem de erkek torun olarak 4 yıl süren bir saltanat sürmüştü. Şimdi “Allah kahretmesin!” deyip küsecek, üzülecek ve bizi uzaklara gitmekle tehdit edecekti.

Ayşe’nin doğduğu gün dedesi onu gezmeye götürdü. Nihayet istediği şişme havuzu bulduklarında Mehmet yorgunluktan uyuyakalmış. Bu yüzden babama ezberlettiğimiz lafları duyup duymadığı şüpheliydi. Ertesi gün Mehmet’e benim hatırlatmam gerekecekti.

- Mehmetciim.

- Ependim?

- Havuzunu beğendin mi?

- Çok beğendim, çok küzel.

- Kim aldı onu sana?

- Biz dedemle gittik, aldık.

- Ne güzel, deden sana kardeşinden bahsetti mi?

- Evet, kardeşim koynundan çıkartıp para vermiş. Biz gidip onnan aldık havuzu.

- Demek kardeşin seni çok seviyor, bak sana oyuncak alman için para vermiş.

- Hee, cennetten mi getirmiş parayı?

- Nerden çıkardın oğlum?

- Kardeşim cennetten gelmiş ya.

- Kim söyledi bunu?

- Babaanem söyledi.

- Yaa, nerden gelirse gelsin! Önemli olan kardeşin seni çok seviyormuş. Bak, sana oyuncak bile aldırmış. Neyse, bunları boş ver de gel kız kardeşine bir isim verelim, Ayşe diyelim mi mesela, ha ne dersin, ne diyelim sence?

- Kız diyelim, ha ha!

- Oğlum, “kız” diye isim olmaz, başka bir şey bulalım. Bak o sana ilerde Mehmet abi diyecek, senin elinden tutacak.

- Benim odama girmesin. Anneanne çıkın benim odamdan! Yatağıma yatırmayın kardeşimi!

Bizim oğlan koşarak odasına gitti ve başladı anneannesini haşlamaya. Anneanne zaten bebeği kucağına almış, tabii kızılca kıyamet koptu.

- Anneanne sen git artık!

- Oğlum, kardeşine kim bakacak?

- Onu da götür. Hem sen kötü kokuyorsun. Babaannem güzel kokuyor.

- Oğlum daha yeni yıkandım. Dur şu camı açıyım.

- Hayır açma! O benim camım açma diyorum.

- Oğlum dur, şu sineği çıkarıyım.

- Hayır çıkarma istemiyorum. O benim sineğim. Burada kalacak. Sen çık camdan!

Mehmet bu, saltanatı kolay bırakır mı! Allah yardımcımız olsun...

Öyle Bir Yemekhane Var

Bir zamanlar bir arkadaşım vardı. Bir bankanın yemekhanesinden sorumluydu. Sabahları önceki akşamdan planladıkları yemekler için hale giderlerdi. Oradan malzemenin belki en iyisini almazlardı ama yatık mal da almazlardı. Her zaman alışveriş ettikleri dükkanları dolaşır, iki üç laflaşır, aldıklarını arabaya yükler mutfağın yolunu tutarlardı. Bu arada diğer aşçılar yemekleri ocağa koymuş, ocakların alevi koca tencereleri ısıtmaya başlamış olurdu. Arkadaşım aşçıların gönlünü alır, bir yandan da yemeklerin vaziyetine göz kulak olurdu.

Bunu aşçıları gücendirmeden yaptığına ben şahidim. Çünkü aşçılarını sever, onların gönül hoşluğuyla çalışmalarını isterdi. Hem yaşça onlardan gençti ve birbirlerinden öğrenecek nice şey vardı bu mutfakta, böyle düşünürdü. Kompostoya ne kadar şeker koymalı, şeker hastası olan çalışanlara alternatif bir yemek ne verilebilir, hangi yemekler bir arada verilmezse daha sağlıklı olur, o daha iyi biliyordu. Bunun okulunu okumuştu, ama aşçı amcaların dualı elleri yemeğe değince nasıl bir lezzet çıkıyor, o da bunun sırrını bilmiyordu.

Yemek vakti geldiğinde arkadaşım hazırlanmış masaları ve çalışanları teftiş ediyor, sonra da kendi kıyafetini düzeltip yemekhanenin girişinde banka çalışanlarını bekliyordu. Bu alışıldık bir şey değildi, ama o öyle yapmak istiyordu. Gelenlere hoş geldiniz diyor, hatırlarını soruyordu. Yanında duran cevval bir çocuk, bir problem olursa yardım için ondan işaret bekliyordu. Yemek esnasında da yemek hakkında eleştirileri dinliyor ama genelde övgülere mazhar oluyordu.

Gidenler uğurlandıktan sonra ortalık toplanır, sonra mutfaktakilerle birlikte bir yorgunluk kahvesi içilirdi. Ertesi gün yapılacaklar konuşulur, iş elbiseleri değiştirilir ve herkes gülümseyerek evine giderdi. O güleç yüzlü insanlar arkadaşımı seviyorlardı, bu yüzden işlerini iyi yapıyorlardı. Ve o yemekler size söyleyim, çok az yerde pişebilirdi. Çok az dergâhta...

Onu Tanıyor musunuz?

1.
O, sevdiği müzik parçası bitmeden arabadan inmez. Radyoda sevdiği parçalar peş peşe çalınınca uzun zaman park yerinde kaldığı olmuştur.

2.
O, gideceği yer metro durağından ileride olsun ister. Asla metro istasyonundan çıkıp geldiği istikamete geri yürümez.

3.
O, adres soranlara, yardım isteyenlere yardımcı olmak ister. Bilmediği bir yerin adresi sorulursa cepten arkadaşlarını arar, o adresi öğrenir.

4.
O, bardağındaki içeceği, tabağındaki yemeği, sofrasındaki ekmeği mutlaka bitirmek ister. Bu yüzden azıcık kiloludur.

5.
O, abdest almadan maça çıkmaz. Abdest sıkıntıya girene kadar oyunda kalır. Gördüğü kırmızı kartların sebebini bir o bilir, bir Allah...

6.
O, kısa mesafede az yazar, taksici gıcık olur diye düşünür. Biraz geriye yürüyüp, taksicinin gönlünün hoş olacağı bir mesafeden taksiye biner.