- İsra Ve Miraç

Adsense kodları


İsra Ve Miraç

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Esila
Wed 2 February 2011, 02:46 am GMT +0200
İsra Ve Miraç

Fasıl

Hz. Peygamber Zamanında Ayın İkiye Bölünmesi

Rasûlullah´ın Amcası Ebu Talîb´în Ölümü.

Hatice Binti Hüveylîdin Vefatı

Hz. Peygamberin Aişe Ve Şevde Bintî Zem´a İle Evlenmesi

Fasıl

Fasıl

Fasıl



İsra Ve Miraç


İbn Asakir, İsrâ ile ilgili hadisleri bisetin baş taraflarında anlatır, tbn îshak´a gelince, îsrâ´yi bu kısımda bisetten on yıl kadar sonraki ha­diseler meyanında zikreder.

Beyhakî, Musa b. Ukbe yoluyla Zührî´nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine´ye hicret etmeden bir yıl önce geceleyin Mekke´den Kudüs´e götürülmüştür.

Hakim, el-Esamm vasıtası ile İsmail es-Süddî´nin şöyle dediğini ri­vayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)´a, îsrâ gecesinde Kudüs´te beş vakit na­maz farz kılınmıştır. Bu hadise, hicret etmesinden onaltı ay önce vuku bulmuştur.

Süddî´nin kavline göre îsrâ hadisesi zilkade ayında, Zührî ile Ur-ve´nin kavline göre ise rebiyülevvel ayında vuku bulmuştur.

Ebu Bekir b. Ebi Şeybe, Cabir ile İbn Abbas´m şöyle dediklerini riva­yet eder: Rasûlullah (s.a.v.), fil senesinin rebiyülevvel ayının on ikinci günü olan pazartesi gününde dünyaya gelmiştir. Yine öyle bir günde ri-saletle görevlendirilmiş, öyle bir günde semaya çıkıp miraca gitmiş, öyle bir günde hicret etmiş, öyle bir günde de vefat etmiştir.

Bu hadisin senedinde inkıta vardır. Hafız Abdülgani b. Sürür el-Makdisî, "es-Sîre" adlı eserinde bunu benimsediğini ifade eder. Ayrıca orada senedi sahih olmayan bir hadisi de nakletmiştir.

O hadisi, receb aynım faziletleri bahsinde anlatmıştık. Anılan hadi­se göre îsrâ hadisesi, receb ayının yirmi yedinci gecesinde vuku bulmuş­tur. Doğrusunu Allah bilir. Bazı kimseler ise İsrâ hadisesinin, receb ayı­nın ilk cuma gecesinde vuku bulduğuna dair bir görüş ileri sürmüşler­dir. Aslında receb ayının ilk cuma gecesi, reğaib gecesidir ki, regaib na­mazı diye bilinen meşhur namaz, o gece için ihdas edilmiştir. Bunun aslı yoktur. Doğrusunu Allah bilir. Bazı kimseler bu konuda delil olarak şöy­le bir şiir okumuşlardır:

"Cuma gecesi ki, o gece peygamber miraca çıktı, Receb ayının ilk cuma gecesiydi o gece."

Bu şiirde, düzensizlik vardır. Biz burada bu görüşte olanların delili olarak bunu naklettik.

Aşağıdaki ayet-i kerimeden bahsederken bu konuyla ilgili hadisle­rin çoğunu nakletmişizdir:

«Kulu Muhammedi bir gece Mescid-i Haram´dan, kendisine bir kı­sım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığınız Mescid-i Aksa´ya götüren Allah´ınşanı yücedir. Doğrusu O,işitirvegörür.»(ei-Isrâ,ı.)

Evet, bu ayetin tefsirini yaparken naklettiğimiz ifadelere bakılıp da yeteri kadar sened ve açıklamalar yazılabilir. Orada kafi miktarda ikna edici deliller vardır. Hamd ve minnet Allah´adır.

îbn İshak´m bu konudaki sözlerinin özetini burada nakledeceğiz. O, önceki fasılları anlattıktan sonra şöyle der:

"Sonra Rasûlullah (s.a.v.), geceleyin Mescid-i Haram´dan Mescid-i Aksa´ya götürüldü. Mescid-i Aksa Kudüs´tedir. İslâmiyet, Mekke´de Kureyşliler ve diğer kabileler arasında yayılmıştı. Rasûlullah´m gecele­yin Mekke´den Kudüs´e götürülmesinde ve onun durumunun bana anla­tılmasında bir imtihan vardı. Ayrıca bu, Allah´ın emrinden, kudret ve hakimiyetinden zuhur eden bir işti ki, akıl sahipleri için bunda ibret, iman edip tasdik eden kimseler için de hidayet, rahmet ve sebat vardı. Bu, Allah´ın kesin bir emri idi. Allah dilediği gibi onu geceleyin götürdü ki, istediği ayet ve alametleri ona göstersin. Ta ki o da Allah´ın yapmak istediğini yapabilecek güce sahip olduğunu, yüce kudret ve saltanatı ha­iz olduğunu gözleriyle görsün. Bana gelen rivayete göre Abdullah b. Me-sud şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v.)´a bir burak getirildi. Burak, kendisinden önceki peygamberin de bindirildiği bir binit idi. Ayağını, gözlerinin görebilece­ği en son mesafeye kadar atabilirdi. Hz. Peygamber, ona bindirildi. Son­ra göklerle yer arasındaki ilahi ayetleri görmek üzere götürüldü. Niha­yet Kudüs´e varıldı. Orada İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerle karşılaştı. Hepsi, onun için toplanmışlardı. Cemaat oluşturdular, Hz. Peygamber, önlerine geçip onlara namaz kıldırdı. Sonra biri süt, biri iç­ki, biri su dolu olmak üzere üç kupa (bardak) getirildi. İçinde süt buluna­nı alıp içti. Cebrail kendisine: "Sen hidayet buldun. Ümmetin de hidaye­te kavuştu." dedi."

îbn İshak, Hasan-ı Basrî´nin mürsel olarak şöyle dediğini nakleder: Cebrail gelip Hz. Peygamber´i uykudan uyandırdı. Sonra onu Mesid-i Haram´m kapısına götürerek burak denen binite bindirdi. Burak, katır ile eşek arasında orta büyüklükte beyaz bir binit idi. Bacaklarında iki kanat vardı ki ayaklarını, gözünün görebileceği en son noktaya atabilir­di- Peygamber buyurdu ki: « Cebrail, beni buraka bindirdi. O da benimle birlikte yola koyuldu. Ne ben onu geçebiliyordum. Ne de o beni geçebili­yordu.»

Ben derim ki: İbn îshak´a göre Katade´den rivayet edilen bir hadiste şu ifadeler yer almaktadır: Rasûlullah (s.a.v.), buraka binmek istediğin­de burak serkeşlik yaptı. Cebrail elini yelesinin üzerine koyarak şöyle dedi:

- Ey burak, bu yaptığından utanmıyor musun

Allah´a yemin ederim ki, Muhamed´den önce kendisine ilahi ikram­lar gelmiş hiçbir Allah kulu sana binmemiştir!

Cebrail´in böyle demesi üzerine burak utandı. Üzerinden terler ak­tı. Sonra sakinleşti. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.) ona bindi.

Hasan-ı Basrî, rivayet ettiği hadisinde sözüne devamla şöyle der:

Rasûlullah (s.a.v.), Cebrail ile birlikte yola devamla Kudüs´teki Mescid-i Aksa´ya geldiler. Orada İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygam­berler cemaatini gördü. Rasûlullah önlerine geçerek onlara namaz kıl­dırdı.

Namazdan sonra ona süt ve içki bardağı sundular. O, süt bardağını alıp içti. Cebrail de ona: "Hidayete erdin, Ümmetin de hidayete erdirildi. Ve size içki haram kılındı." dedi. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.) Mek­ke´ye döndü. Bu hadiseyi, Kureyşlilere haber verdi. İnsanların çoğu, onu yalanladılar. Bazı kimseler de Müslüman iken İslâmiyet´ten dönüp irti-dat etti. Ama hadiseyi duyar duymaz Ebu Bekir es-Sıddık, Rasûlullah´ı tasdik edip şöyle dedi:

- Gökten kendisine haber geldiğine dair sabah akşam onu tasdik ediyorum. Mescid-i Aksa´ya gittiğine dair haberini mi tasdik etmeyece­ğim!

Hasan-ı Basrî´ye göre Hz. Ebu Bekir es-Sıddık, Mescid-i Aksa´yı Hz. Peygamber´e sormuş, o da kendisine Mescid-i Aksa´nm evsafim anlat­mıştı. İşte o gün Ebu Bekir´e es-Sıddık unvanı verilmişti. Cenâb-ı Allah,1 bu konuda şu ayetiinzal buyurmuştu:

«Sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur´ân´da lanetlenmiş ağacı, insan­ların (imanını) sınama (aracı) yaptık.» (el-îsrâ, 60.)

İbn îshak, Ümmü Hani´nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), benim evimde iken îsrâ´ya gitti. O gece yatsı namazını son vakit­te kıldıktan sonra uyudu. Fecir´den az önce bizi uykudan uyandırdı. Sa­bah vakti girince kendisiyle birlikte namaz kıldık. Bana dedi ki:

«Ey Ümmü Hani! Bu gece bu vadide (Mekke´de) son olarak yatsı na­mazım sizinle birlikte kıldım. Sonra Kudüs´e gidip orada namaz kıldım. Gördüğünüz gibi sabah namazım da şimdi sizinle beraber kıldım.»

Böyle dedikten sonra evden çıkmak üzere ayağa kaltı. Ben de abasının ucunu tuttum ve şöyle dedim:

- Ey Allah´ın peygamberi! Bu sözü insanlara söyleme. Yoksa seni yalanlar ve sana eziyet ederler!

- Vallahi, bunu onlara söyleyeceğim!

Hz. Peygamber, İsrâ hadisesini onlara anlattı. Kendisini yalanladı-

lar O da şöyle dedi: Kudüs´e gidişimin isbatlayıcı delili şudur: Falan va­dide filan oğullarının kervanının yanından geçtim. Binek hayvanımın hareketi onları ürküttü ve onların bir devesi korkup kaçtı. Onlardan ay­rıldı. Ben de onu, onlara gösterdim. Ben, Şam´a yönelmiş idim. Sonra döndüm ve Dacinan dağlarının yamna geldiğimde filan oğullarının kafi­lesine rastladım. Onları, uyur vaziyette gördüm, İçi su dolu bir kapları vardı. Üzerini örtmüşlerdi. Ben de örtüsünü açıp, içindeki suyu içtim. Sonra tekrar eskisi gibi üzerini örttüm. Bunun ispatı ise, onların kafile­lerinin şimdi Tenimü´l-Beyda tepesinden inmekte oluşudur. Önlerinde boz renkli bir deve vardır ki, devenin üzerinde biri siyah, diğeri beyaz ol­mak üzere iki çuval vardır.

Ümmü Ham dedi ki; Onu dinleyenler süratle koşup kervana doğru gittiler. Önce, Rasûlullah´ın özelliklerini anlattığı boz renkli deveyi gör­düler. Sonra su kaplarım ve kaçan develerim sordular. Kafiledekiler, onlara Rasûlullah´ın anlattığı gibi hadiseyi naklettiler.

Yunus b. Bükeyr, Esbat vasıtasıyla İsmail es-Süddî´den rivayet etti İd, anılan kervanın gelişinden önce güneş batmak üzereydi. Rasûlullah, yüce Allah´a dua ederek güneşin batmamasım diledi. Kervan gelinceye kadar güneş batmadı. Nihayet kervan geldi. Baktılar ki tıpkı Rasûlul­lah´ın anlattığı vasıftadır. Oysa güneş, hiç kimsenin hatırı için batma-mazhk etmez. Sadece Rasûlullah´ın hatırı için o giın batmamıştı, bir de Yuşa b. Nun (a.s.) için batışını ertelemişti. Bunu, Beyhakî rivayet eder.

İbn İshak dedi ki: Kendilerini yalancıhkla itham edemiyeceğim kimseler, Ebu Said´in şöyle dediğini rivayet ettiler: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:

«Mescid-i Aksa´daki işimi tamamladıktan sonra miraç merdiveni getirildi. O zamana kadar ondan daha güzel birşey görmüş değildim. Hastanız canım verirken gözünü ona diker. Arkadaşım Cebrail beni o merdivene çıkardı. Nihayet göğün Hafaza kapısına vardım. Kapıda İs­mail adında görevli bir melek vardı. Eli altında görevli 12.000 melek da­ha vardı. O meleklerden her birinin idaresinde de 12.000´er melek vardı.

Ravi diyor ki: Bu sözden bahsedildiğinde Rasûlullah (s.a.v.), şu aye­ti okurdu:

«Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir.» (ci-Müddcssir,3i.)

Kesin olan husus şudur ki, İsrâ hadisesi, Hz. Peygamber´e vahyin gelişinden sonra vuku bulmuştur. Bazılarının iddiasına göre bu az bir zamanı kapsayabileceği gibi, diğer bazılarının iddiasına göre on senelik uzun bir zamanı da kapsayabilir. Ki, kuvvetli olan görüş te budur.

O gece, îsrâ´ya gitmeden önce göğsü yarılıp kalbi çıkarılarak ikinci kez -bir kavle göre üçüncü kez- yıkanmıştı. Çünkü o, yüce âlemlere ve Allah´ın huzuruna davet edilmişti.

Kendisi için bir tazim ve ikram olarak getirilen burak adlı binite bindi. Mescid-i Aksa´ya geldiğinde, önceki peygamberlerin bineklerini bağladıkları halkaya burakı bağladı, sonra Mescid-i Aksa´ya girdi. Onun kıblesine yönelerek Tahiyyetü´l-Mescid namazını kıldı.

Hüzeyfe (r.a.), onun Mescid-i Aksa´ya girdiği, orada namaz kıldığı ve burakı halkaya bağladığına dair ifadeleri kabul etmemektedir.

Bu garibtir. Çünkü ispatlayıcı nass, reddedici nassa tercih edilir.

Alimler, Hz. Peygamberin diğer peygamberlerle cemaat olup onla­ra namaz kıldırdığı hususunda farklı görüşler beyan etmişlerdir. Kimi­ne göre semadan indikten sonra onlara imamlık edip namaz kıldırmış-tır. Nitekim bazı ifadeler de buna delalet etmektedir ki uygun olan da budur. İki kavle dayanarak bunu anlatacağız. Doğrusunu Allah bilir. Peygamberlere semada iken namaz kıldırmış olduğunu söyleyenler de vardır.

İçki ve su bardaklarını bırakıp, süt bardağını tercih edişi hususun-. da da âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kimine göre-daha önce . da anlatıldığı gibi- bunu Mescid-i Aksa´da iken yapmıştır. Kimine göre ise- sahih hadisle de sabit olduğu gibi- semada iken yapmıştır.

Özetle demek istediğimiz şudur ki Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i Ak-sa´daM işini tamamladıktan sonra onun için miraç merdiveni göğe dikil­di. Ona çıkıp semaya yükseldi. Bazı insanların zannettikleri gibi burak üzerinde göğe yükselmiş değildir. Aksine burak denen binit, Mescid-i Aksa kapısının üzerindeki halkaya bağlanmıştı. Semadan indikten sonra ona binip Mekke´ye dönecekti. Semadan semaya yükseldi, yedinci semayı da aşıp gitti. Her sema kapısına geldiğinde görevli meleklerle di­ğer büyük melek ve peygamberler onu karşıladılar.

Hz. Peygamber, semalarda gördüğü belli başlı peygamberlerin ad­larını da vermiştir. Nitekim dünya semasında Adem peygamberi, ikinci semada Yahya ve İsa peygamberleri, dördüncü semada îdris peygambe­ri, altıncı semada Musa peygamberi, yedinci semada da sırtını Beyt-i Ma´mur´a dayamış vaziyette İbrahim peygamberi görmüştür. O Beyt-i Ma´mur M, ibadet edip namaz ve tavaf için hergün içine 70.000 melek gi­rer, oradan çıktıktan sonra bu melekler, kıyamet gününe kadar ikinci kez sıra kendilerine gelipde oraya yeniden giremezler.

Sonra Peygamber (s.a.v.), bütün diğer peygamberlerin makamları­nı aşıp gitti. Nihayet ilâhî takdir kalemlerinin cızırtısının duyulduğu bir seviyeye yükseldi. Sidretü´l-Münteha makamı, onun için yükseldi. Baktı ki Sidre ağacının yaprakları fil kulağı büyüklüğünde, meyveleri de Hecir[1] testisi iriliğinde. O esnada büyük ve göz alıcı çeşitli durumlar­la karşılaştı. Sidretü´l-Münteha´ya kargalar gibi çok sayıda melekler bindi, altından kelebekler toplandı. Yüce Rabbin nuru, onu kapladı.

Orada Peygamber (s.a.v.), Cebrail´i gördü. Cebrail´in 600 kanadı vardı. Her iki kanadı arasındaki mesafe, göklerle yer arasındaki mesafe kadardı. Onun hakkında Cenâb-ı Allah, şöyle buyurmuştur:

«Andolsun ki onu bir defa daha görmüştü; Sidretü´l-Münteha yanında, ki onun yanında oturulacak bahçe vardır. Sidreyi kaplayan kaplıyordu. (Muhammed´in) göz(ü) şaşmadı ve azmadı.» (en-Necm, 13-17.) Yani Peygamber (s.a.v.)´in gözü, ne sağa ne de sola kaydı. Ne de bak­ması için belirlenen mekandan yükseğe kalktı. Bu büyük bir sebat ve yüce bir edeptir. İbn Mesud, Ebu Hüreyre, Ebu Zerr ve Aişe´nin de nak­lettikleri gibi bu görüş, Hz. Peygamber (s.a.v.)´in Cebrail´i asli suretinde ikinci kez görüşü idi. İlk görüşü hakkında şöyle buyrulmuştur:

«Ona, çetin kuvvetlere sahip ve güçlü olan Cebrail öğretmiştir, en yüksek ufuktayken doğrulu vermiş, sonra yaklaşmış ve inmiştir. Arala­rı iki yay aralığı kadar belki daha da yakın oldu. Allah o anda kuluna vahyedeceğini etti.» (en-Necm, 5-io.)

Evet, Mekke´de iken Peygamber (s.a.v.), Cebrail´i asli suretinde görmüştü. Cebrail, gökten yere doğru sarkmış, yaratılışının büyüklüğü sema ile yer arasını doldurmuştu. Öyleki, Hz. Peygamberle Cebrail ara­sındaki mesafe, iki yay ucu veya daha yakın mesafe kadar idi.

Önceki sayfalarda adları geçen büyük sahabelerin işaret ettikleri gibi tefsirde doğru ve gerçek olan yol budur. Ama Şurayk´m Enes´ten, İsrâ hadisiyle ilgili olarak nakletmiş olduğu: «Sonra izzet ve üstünlük sahibi olan, zorlu gücün sahibi Allah yaklaştı. Ona doğru sarktı. Arala^ rmdaM mesafe, bir yayın iki ucu kadar veya daha az oldu.» sözüne gelin­ce, bu ravinin kendi şahsi anlayışı olup hadise ilavesidir. Doğrusunu Al­lah bilir.

Eğer bu Rasûlullah´tan nakledilmiş olsa bile, ayet-i kerimenin tef­siri değildir. Aksine bu, ayet-i kerimenin delaletinden başka olan birşeydir. Doğrusunu Allah bilir.

Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, miraç gecesinde kulu Muhammed (s.a.v.)´e ve onun ümmetine her gün ve gece için elli vakit ol­mak üzere namazı farz kıldı. Sonra Muhammed (s.a.v.), Hz. Musa ile yü­ce Rabbi arasında gidip geldi. Nihayet Allah Teâlâ, elli vakit namazı beş vakte indirdi. Hamd ve minnet O´nadır. Beş vakti indirirken şöyle bu­yurdu: .

«Bunlar beş vakittir ama sevapları elli vakte bedeldir. Bire, on veri­lir.»

Muhammed (s.a.v.), o gece yüce Rabbi ile konuştu. Sünnet imamla­rı bu hususta hemen hemen mutabık gibidirler. Yalnız onu görüp gör­mediği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları demişler ki: Muhammed (s.a.v.), Rabbini kalben iki kez gördü.

İbn Abbas ile bir grup böyle demişlerdir. Görmekten bahsederken

İbn Abbas ile diğerleri, kayıtsız bir görmeden söz etmişlerdir. Bu, kayıtlı görmeye hamledilir. Diğer bazıları ise görmekten bahsederken, bunun kayıtsız bir görme olduğunu ifade etmişlerdir. Bazıları ise görmekten kastın, gözle görmek olduğunu açıkça ifade etmişlerdir. İbn Cerir, bu gö­rüşü benimsemiştir. Üzerinde ısrarla durmuştur, Müteahhirin âlimle­rinden bir kısmı da, onun bu görüşüne uymuşlardır. Hz. Peygamberin, . Rabbini gözleriyle görmüş olduğunu açıkça söyleyenlerden biri, Ebu´l-Hasan el-Eş´arî dir. Onun böyle dediğini, Süheylî nakletmiştir, Nevevî de fetvalarında bu görüşü benimsemiştir.

Diğer bir grup ulema ise, böyle birşeyin vuku bulmadığını söylemiş­lerdir. Buna dayanak olarak da Sahih-i Müslim´de yer alan Ebu Zerr´in hadisini göstermişlerdir. Ebu Zerr demiş ki:

"Ya Resûlallah, Rabbini gördün mü "

Resûlullah buyurdu ki: «O, bir nurdur. O´nu nasıl görebilirim » Başka bir rivayete göre ise Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: «Ben, bir nur gördüm.»

Dediler ki: Baki olan zatı, fani gözlerle görmek mümkün değildir. Bu sebepledir ki yüce Allah, Hz. Musa´ya şöyle demiştir: «Ey Musa, ölünceye kadar hiçbir canlı beni göremez. Yuvarlanınadıkça da hiçbir kuru beni göremez.» Bu meselede selef ile halef arasında, meşhur ihtilaf vardır. Doğrusunu Allah bilir.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), semadan Mescid-i Aksa´ya indi. Kuvvetli rivayetlere göre peygamberler kendisini tazim etmek ve ikramda bu­lunmak için, Allah´ın yüce makamından inerken onunla birlikte Mes­cid-i Aksa´ya indiler. Tıpkı misafir uğurlar gibi, onu uğurladılar. Demek ki daha önce kendisiyle bir araya gelip toplanmamışlardı.

Bu sebepledir ki Peygamber (s.a.v.) semaya çıktığında, her pey­gamberle görüşürken kendisinden önce Cebrail, o peygambere selam veriyor, sonra Hz. Peygamber´e: "Bu falan zattır. Kendisine selam ver." diyordu. Eğer semaya çıkmadan önce peygamberlerle toplanıp görüş­müş olsaydı, Cebrail´in ikinci kez onları kendisine tanıtmasına ihtiyaç duyulmazdı. Şöyle demiş olması da bunu ispatlıyor: «Namaz vakti geldiğinde, onlara imamlık yaptım.» O zaman sabah namazının vakti olmuştu. Cebrail´in teklin üzerine imam olarak önlerine geçti. Aslında Cebrail, yüce Rabbinin emrine da­yanarak ona böyle bir teklifi yapmıştı. Bazıları buna dayanarak demiş-lerki: Büyük imam, namaz kıldırma hususunda ev sahibinin önüne geç­me hakkına sahiptir. Çünkü Mescid-i Aksa, o peygamberlerin mahalleri ve ikamet yerleri olduğu halde Rasûlullah (s.a.v.), Önlerine geçip onlara imamlık etmiş ve namaz kıldırmıştı. Sonra oradan çıkıp buraka bindi ve Mekke´ye döndü. Gayet sebatlı, sükunetli ve vakarlı bir şekilde sabahla­dı.

Hz. Peygamber, o gece o kadar önemli hadiseler gördü ki, o hadise­lerin tamamını veya bir kısmını bir başka şahıs görmüş olsaydı, dehşete kapılır ya da aklını kaybederdi. Ama o, sakin idi. Yalnız gördüklerini kavmine anlatması halinde onların hemen kendisini yalanlamaların­dan endişe ediyordu. Bunu yavaş yavaş, hazmettire hazmettire onlara anlatmayı düşündü. O gece sadece Mescid-i Aksa´ya gittiğini onlara söy­lemeyi düşündü. Çünkü lanetli Ebu Cehil, Rasûlullah (s.a.v.)´ı sakin bir vaziyette Mescid-i Haram´da otururken görünce, ona şöyle bir soru yö­neltti:

- Bir haber var mı

- Evet...

- Nedir o haber

- Bu gece Mescid-i Aksa´ya götürüldüm.

- Mescid-i Aksa´ya mı

- Evet.

- Ne dersin, kavmini senin yanına çağırsam da bana söylediklerini onlara da söyler misin

- Evet.

Ebu Cehil, Hz. Peygamber´den bu sözleri duymaları için Kureyşli-leri çağırıp oraya toplamak istedi. Rasûlullah da bu haberi onlara bildir­mek ve tebliğde bulunmak istedi. Ebu Cehil dedi ki:

- Ey Kureyş topluluğu, buraya gelin. (Onlar da grup grup toplan­dıkları yerden kalkıp yanlarına geldiler). Ebu Cehil, Hz. Peygamber´e:

- Bana söylediklerini kavmine de söyle, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) gördüğü şeyleri onlara anlattı. O gece Kudüs´e, Mescid-i Aksa´ya gidip orada namaz kıldığını söyledi. Onu yalanlamak ve anlattığı şeylerin mümkün olmadığını ifade etmek maksadıyla kimileri el çırptı, kimileri ıslık çaldı. Bu haber, Mekke´de yayıldı. Kimileri de Ebu Bekir´in yanma giderek durumu anlattılar. O, onlara şöyle karşılık verdi:

- Siz, Muhammed (s.a.v.)´e iftira ediyorsunuz.

- Vallahi kendisi böyle diyor.

- Eğer kendisi böyle diyorsa, mutlaka doğru söylüyordur. Böyle dedikten sonra kalkıp müşriklerin arasında duran Peygam-

ber´in yanma geldi. Hadiseyi ona sordu. Rasûlullah, hadiseyi ona olduğu gibi anlattı. O da Mescid-i Aksa´mn evsafını ona sordu ki, orada bulunan müşrikler bunu duysunlar ve anlattığı haberlerin doğru olduğunu anla­sınlar.

Sahih hadiste anlatıldığına göre bu soruyu Rasûlullah´a, müşrikler sormuşlardır. Rasûlullah da şöyle buyurmuştur: "Ben, Mescid-i Aksa´nın alametlerini onlara bildirdim. Yalnız bazı alametlerini karış­tırdım. Bunun üzerine yüce Allah, bana Mescid-i Aksa´yı gösterdi. Oyle-ki Ukeyl´in evinin yanındaymış gibi ona bakıyor ve evsafını onlara anlatıyordum. Ve evsafını doğru, isabetli plarak bil diriyordum."

İbn îshak, Hz. Peygamberin Kureyş kervanımn yanından geçtiği­ni, onların sularından içtiğini de Mekkelilere bildirdiğini nakleder. Ar­tık Cenâb-ı Allah, onlara karşı hüccet ileri sürmüş, doğru yolu aydınlat­mıştı. Bunun üzerine kimi Rabbine yakînen iman etmiş, kimi de bu hüc­cetin ibrazından sonra yine de küfretmiş ti. Nitekim yüce Allah buyur­muş ki:

«Sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur´ân´da lanetlenmiş ağacı, insanların (imanını) sınama (aracı) yaptık.» (el-Isrâ, 60.)

îbn Abbas dedi ki: İsrâ ve miraç, Rasûlullah´a gösterilmiş bir rüya idi.

Selef ve halef ulemasının cumhuruna göre Isrâ hadisesi, hem bede­nen hem ruhen vuku bulmuştur. Nitekim rivayetlerdeki ifadelerin zahi­ri de, buna delalet etmektedir. Ayrıca miraç merdivenine çıkarak sema­ya yükselmesi de bunu isbatlamaktadır. Bunun için Allah Taâlâ şöyle buyurmuştur:

«Kulu Muhammedi bir gece Mescid-i Haram´dan, kendisine bir kı­sım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa´ya götüren Allah´ın şanı yücedir.» (ei-Isrâ,u

Ayet-i kerimede geçen ve Allah´ın eksikliklerden münezzeh oldu­ğunu ifade eden teşbih kelimesi, harika ve muazzam mucizelerin görül­mesi anında yapılır. Bu da gösteriyor ki İsrâ ve miraç, hem ruhen hem bedenen gerçekleşmiştir. Zaten kul, hem ruhtan hem de bedenden iba­rettir. Eğer bu hadise, rüya halinde gerçekleşmiş olsaydı, Kureyş kafir­leri bunu imkansız görmez ve ilk etapta Peygamberimiz´i yalanlamaz-lardı. Çünkü böyle bir hadisenin rüyada görülmesi, yalanlanmaya de­ğer büyük bir olay değildir. Bu da gösteriyor ki peygamber, rüya halinde değil de uyanık halde iken Mescid-i Haram´dan Mescid-i Aksa´ya götü­rülmüştür. Şurayk´m Enes´ten rivayet ettiği: «Sonra uyandım. Birde baktım ki ben Hatim´deyim.» hadisindeki ifadeye gelince bu, Şurayk´m yanılmasıdır. Ya da bir halden başka bir hale intikal etme anlamına ge­lir ki, buna da yakaza (uyanıklık) tabiri kullanılır. Nitekim Hz.Aişe´nin rivayet ettiği bir hadiste de, böyle bir ifade gelecektir. Rasûlullah (s.a.v.), Taife gittiğinde Sakifliler onu yalanlamışlardı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), olayı anlatırken şöyle buyurmuştu:

«Kederli bir şekilde Taif ten döndüm. Ancak Karnü´s-Sealib denen yere vardığımda ayıldım.» Çocuğunu, ağzına badem yağı sürmesi için Rasûlullah´m yanma getiren Ebu Useyd, onun insanlarla konuşmakla meşgul olduğunu görünce, çocuğunu kaldırıp götürmüş, Rasûlullah kendine geldiğinde çocuğun nereye gittiğini sormuş, orada hazır bulu­nanlar da babasının alıp götürdüğünü söyleyince, o çocuğa Mümzir adı­nı vermişti. Bu rivayette geçen kendine gelme sözü de, ayılma gibi birşeydir. Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak, mü´minlerin annesi Hz. Aişe´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İsrâ ve miraç gecesinde Rasûlullah (s.a.v.)´m bedeni, Mek­ke´den ayrılmadı. Ama Cenâb-ı Allah, onu ruhen gönderdi.»

Yine îbn İshak, Rasûlullah (s.a.v.)´m İsrâ ve miracının nasıl olduğu sorusuna cevaben Muaviye´nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Allah´ın ona gösterdiği, sadık bir rüya oldu.»

İbn İshak dedi ki: Bunların bu sözü, münker değildir. Çünkü Ha­san, şu ayetlerin bu mevzuyla ilgili olarak nazil olduğunu söylemiştir:

«Sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur´ân´da lanetlenmiş ağacı, insanların (imanım) sınama (aracı) yaptık.» (ei-Isrâ, eo.)

Nitekim İbrahim peygamber de şöyle demişti:

«Yavrum, ben uykuda görüyorum ki ben seni kesiyorum.» (es-Sâffât, 102.)

Bir hadiste de Hz. Peygamber, şöyle buyurmuştur:

«Gözlerim uyur, ama kalbim uyanıktır.»

İbn İshak dedi ki: Bunlardan hangisinin vuku bulduğunu Allah da­ha iyi bilir. Hz. Peygamber, îsrâ ve miraç ta Allah´ın emrinden bazı şey­ler müşahede etti. İster uyku halinde, ister uyanıklık halinde olsun, bü­tün bunlar haktır ve doğrudur.

Ben derim ki: İbn îshak, bu konuda fikir beyan etmemiş ve her iki durumun da mümkün olabileceğini söylemiştir. Ama üzerinde tartışıl­mayacak ve şüphe götürmeyecek gerçek şudur ki, îsrâ ve miraç hadise­si, mutlaka uyanıklık halinde vuku bulmuştur. Önceki nakiller de bunu teyid etmektedir.

Hz. Aişe´nin: "RasûiuUah´m cesedi yerinden ayrılmadı. İsrâ hadise­si ruhen gerçekleşti." sözü, bu hadisenin -İbn îshak´m anladığı şekilde-uyku halinde cereyan etmiş olduğunu gerekli kılmaz. Aksine bu ifade, îsrâ´nın uyku halinde değil de uyanık halde iken hakikaten Peygam-ber´in ruhuyla cereyan etmiş olduğunu, buraka bindiğini, Mescid-i Ak­sa´ya vardığını, semalara yükseldiğini, uyku halinde değilde uyanık ola­rak hakikaten bazı hadiseleri müşahede ettiğini gerekli kılmaktadır. Belki de mü´minlerin annesi Hz. Aişe´nin ve onun yolunda gidenlerin kastettikleri mana budur. Yoksa İbn îshak´ın anladığı şekilde Hz. Aişe, bu ifadeleriyle, îsrâ´nın uyku halinde cereyan ettiğini söylemek kastını taşımamıştır. Doğrusunu Allah bilir.

Tenbîh: Biz, İsrâ hadisesinden önce Hz. Peygamberin uykuda rü­ya gördüğünü inkar etmediğimiz gibi, îsrâ hadisesinden sonrası için de inkar etmiyoruz. Hz. Peygamber (s.a.v.)´in gördüğü rüya, mutlaka sa­bah aydınlığı gibi gerçekleşirdi. Bunun gibi bir hadiste, vahyin başlangı­cı bölümünde nakledilmiştir. Vahiyden önce uyanıklık halinde gördüğü bazı hadiseleri, uyku halinde de görmüştür. Bununla da onun peygamber olacağı ve bu hadiselere alışması amacı güdülmüştür. Doğrusunu Allah bilir.

Âlimler, İsrâ ve miraç hadiselerinin aynı gecede mi, yoksa herbiri ayrı ayrı olarak bir gecede mi cereyan etmiştir diye ihtilafta bulunmuş­lardır. Bazılarına göre İsrâ hadisesi uyanıklık halinde, miraç hadisesi ise uyku halinde gerçekleşmiştir. Mühelleb b. Ebi Süfra, Buharı şerhin­de nakleder ki bazı âlimler, biri ruhen ve uyku halinde, diğeri de hem be­denen, hem ruhen uyanıklık halinde olmak üzere İsrâ hadisesinin iki kez vuku bulduğu görüşündedirler.

Süheylî dedi İd: Bu söz, bu konuda nakledilen hadisleri bir araya ge­tirip toplamaktadır. Enes´ten rivayet ettiği hadiste şöyle denmektedir: İsrâ ve miraç hadisesi, Hz. Peygamber´in gözlerinin uyuduğu, kalbinin gördüğü bir demde cereyan etmiştir. Bu hadise gördüğü bir anda cere­yan etmiştir. Bu hadisin sonunda da Hz. Peygamber şöyle buyurmuş­tur:

«Sonra uyandım. Bir de baktım ki, ben Hatim´deyim.» Bu, uyku ha­linde olan bir hadisedir. Diğer hadisler ise, bu hadisenin uyanıklık ha­linde cereyan ettiğine delalet etmektedirler. Bazı âlimlerde uyanıklık halinde de İsrâ´nm birkaç kez vuku bulduğunu iddia etmişlerdir. Hatta bazıları demişler ki; İsrâ, dört kez vuku bulmuştur. Yine bazılarının id­diasına göre Medine´de de vuku bulan İsrâ hadiseleri olmuştur.

Şeyh Şihabuddin Ebu Şame, îsrâ ile ilgili hadisleri uzlaştırma ça­bası içine girmiş ve İsrâ´nm üç kez vuku bulduğunu söylemiştir. Bunlar­dan birisi, Mekke´den burak üzerinde Beyt-i Mukaddes´e, diğer birinde Mekke´den Burak üzerinde semaya yükseliş şeklinde, üçüncüde de Mekke´den Mescid-i Aksa´ya, oradan da göklere yükseliş şeklinde cere­yan etmiştir.

Biz deriz ki: Şeyh Şihabuddin, ihtilaflı rivayetler yüzünden İsrâ´nın üç kez vuku bulduğu görüşüne kail olmuştur. Oysa bu konudaki hadis lafızlarının, bu üç vasıftaki îsrâ´dan daha fazla vasıflara şamil ol­duğu bilinmektedir. Bu konuda daha geniş bilgi almak isteyen kimse, tefsirimizin İsrâ sûresinin birinci ayetiyle ilgili kısmındaki açıklamala­rımıza baksın,

İsrâ´nın, Kudüs´e ve semavata gidip yükselmeye göre vasıflandırı­larak taksim edilmesine gelince, bir delile dayanmaksızın sadece akla dayanılarak böyle bir sınırlama getirmek doğru olmaz. İşin gerçeğim Al­lah bilir.

Buharî´nin, îsrâ hadisesini Ebu Talib´in ölümünü anlattıktan son­ra anlatması hayret vericidir. İşin sonunda miracı anlatmasına İbn îshak muvafakat etmiş ama Ebu Talib´in ölümünden sona anlatmasına muhalefet etmiştir. İbn îshak ise Ebu Talib´in ölümünü, îsrâ hadisesin­den sonra anlatmıştır. Bunlardan hangisinin önce, hangisinin sonra vuku bulduğunu ancak Allah bilir.

Özetle demek istediğimiz şu ki; Buharî, İsrâ ve miracı birbirinden ayırmış, bunlardan her biri için müstakil bir bab düzenlemiş ve "Babu Hadisi´1-îsrâ" diye başlık atmıştır. Bu başlığı attıktan sonra da Cabir b. Abdullah´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: İşittim ki Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

«Kureyşlüer, beni yalanladıklarında Hatim´de idim. Allah, bana Mescid-i Aksa´yı gösterdi. Ben de onun manzarasına bakarak işaretleri­ni, Kureyşlilere anlatmaya başladım.»

Sonra "Buharî Babu Hadisi´l-mirac" adında bir başlık atarak Malik b. Sa´saa´dan şöyle bir rivayette bulunmuştur: Peygamber (s.a.v.), İsrâ´ya götürüldüğü geceyi halka anlatırken şöyle buyurdu:

«Bir ara Hatim´de yatmış (uyku ile uyanıklık arası) bulunuyordum. Bu sırada bana gelen Cibril (göğsümü) yardı- Ravi Katade Enes b. Ma-lik´in: «Şuradan şuraya kadar yardı» dediğini işittim, demiştir. Rayi, bu işaret olunan yerin boğaz çukurundan kıl bittiği yere kadar yani ön ma­halli olduğunu bildirmiştir- ve kalbimi çıkardı. Sonra içi iman (ve hik­met) dolu bir tas getirildi. Kalbim (Zemzem suyu ile) yıkandı, içine iman (ve hikmet) doldurulup eski haline getirildikten sonra katırdan küçük ve merkepten büyük beyaz bir binit getirildi. -Ravi Enes b. Maİik:«Bu-nun adı buraktır ki, o, adımını gözünün erişebildiği yerin sonuna kadar, atardı.» demişti -Ben, buraka bindirildim. Cibril de benimle beraberdi. Nihayet dünya semasına vardı. Cibril, gök kapısını çaldı. Görevli melek tarafından:

- Kim o denildi. Cibril:

- Cibril´im, dedi. Bekçi melek:

- Yanındaki kimdir diye sordu. Cibril:

- Muhammed, diye cevap verdi. Görevli Melek:

- Göğe çıkmak için ona, vahiy ve miraç daveti gönderildi mi diye sordu. Cebrail:

- Evet, gönderildi, diye tasdik etti. Görevli melek:

- Merhaba gelen zata. Bu gelen kişi ne güzel yolcu dedi. Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben, birinci semaya yarınca orada Adem peygamberle karşılaştım. Cibril bana:

- Bu senin baban Adem´dir, kendisine selam ver, dedi. Ben de selam verdim. Adem, selamıma karşılık verdi. Sonra:

- Merhaba hayırlı, iyi oğlum, salih peygamber, dedi.

Sonra Cibril, benimle yukarı yükseldi. Nihayet ikinci semaya geldi. Bunun da kapısını çaldı:

- Kam o denildi. Cibril:

- Cibril´im, dedi.

- Yanındaki kimdir denildi. Cibril:

- Muhammed, diye cevap verdi.

- Ona, vahiy ve miraç gönderildi mi denildi. Cibril:

- Evet, gönderildi, dedi.

- Merhaba gelen zata. Bu gelen kişi ne güzel yolcu, denildi. Hemen gök kapısı açıldı. Ben ikinci semaya varınca orada Yahya ve İsa peygam­berlerle karşılaştım. Yahya ve îsa, teyze oğullarıdır. Cibril bana:

- Bu gördüklerin Yahya ile İsa´dır, bunlara selam ver, dedi. Ben de onlara selam verdim. Onlar da selamıma karşılık verdiler. Sonra:

- Merhaba hayırlı kardeş, salih peygamber, dediler. Sonra Cibril benimle üçüncü semaya yükseldi. Bunun da kapısını çaldı.

- Kim o denildi. Cibril:

- Cibril´im, dedi.

- Yanındaki kimdir denildi. Cibril:

- Muhammed, dedi.

- Ona, vahiy ve miraç daveti gönderildi mi denildi. Cibril:

- Evet, gönderildi, dedi. Görevli melek tarafından:

- Merhaba gelen zata. Bu gelen, kişi ne güzel yolcu, denildi. Hemen gök kapısı açıldı. Ben, üçüncü semaya vardığımda Yusuf peygamberle karşılaştım. Cibril:

- Bu gördüğün Yusuf tur, ona selam ver, dedi. Ben de Yusuf a selam verdim. O da karşılık verdi. Sonra:

- Merhaba hayırlı kardeş, salih peygamber, dedi. Sonra Cibril be­nimle yükseldi, dördüncü semaya vardı. Bunun da kapısını çaldı.

- Kim o denildi.

- Cibril, diye cevap verdi.

- Yanındaki kim denildi. Cibril:

- Muhammed, dedi.

- Ona, (miraç daveti) gönderildi mi diye soruldu. Cibril:

- Evet, gönderildi, dedi.

- Merhaba gelen kişiye, bu gelen zat ne güzel yolcu, denildi. Hemen gök kapısı açıldı. Ben, dördüncü kat göğe vardığımda îdris peygamberle karşılaştım. Cibril bana:

- Şu gördüğün İdris´tir. Ona selam ver, dedi. Ben de îdris´e selam verdim. O da selamıma karşılık verdi. Sonra:

- Merhaba salih kardeş, salih peygamber, dedi.

Sonra Cibril benimle yükseldi, beşinci semaya vardı. Onun da kapı­sını çaldı.

- Kim o denildi. Cibril:

- Cibril, dedi.

-Yanındaki kimdir denildi. Cibril:

- Muhammed, dedi.

- Ona, (miraç daveti) gönderildi mi denildi. Cibril:

- Evet, gönderildi, diye cevap verdi.

- Ferah ve inşirah ona. Bu gelen zat, ne güzel yolcu, denildi. Hemen

gök kapısı açıldı.

Ben, beşinci semaya varınca Harun peygamberle karşılaştım. Cib­ril bana:

- Bu Harun´dur, ona selam ver, dedi. Ben de Harun´a selam verdim.

O da selamıma karşılık verdi. Sonra:

- Merhaba salih kardeş ve salih peygamber, dedi.

Sonra Cibril benimle altıncı kat göğe erişti. Gök kapısını çaldı.

- Kim o denildi. Cibril:

- Cibril, diye cevap verdi. -Yanındaki kimdir denildi. Cibril:

- Muhammed, dedi.

- Ona, miraç için vahiy gönderildi mi denildi. Cibril:

- Evet, gönderildi, dedi. Bu göğün bekçisi olan görevli melek:

- Bu gelen kişiye merhaba, ne güzel bir yolcu geldi, dedi. Ben, altın­cı göğe varınca Musa peygamberle karşılaştım. Cibril bana:

- Bu Musa´dır. Kendisine selam ver, dedi. Ben de Musa´ya selam verdim. O da karşılık verdi. Sonra:

- Salih kardeşe ve salih peygambere merhaba, dedi. Ben, Musa´yı bırakıp geçince Musa ağlamaya başladı. Musa´ya:

- Niçin ağlıyorsun denildi. O da:

- Benden sonra bir genç peygambere be/at olundu ki, onun ümme­tinden Cennet´e girenler, benim ümmetimden girenlerden çoktur, ona ağlıyorum, dedi.

Sonra Cibril, benimle yedinci göğe yükseldi. Gök kapısını çaldı.

- Kim o denildi. Cibril:

- Cibril, dedi.

- Yanındaki kimdir denildi. Cibril:

- Muhammed, dedi.

- Ona miraç daveti gönderildi mi denildi. Cibril:

- Evet, gönderildi, dedi.

- Bu gelen zata merhaba, bu gelen kişi ne güzel misafir, dedi. Yedinci kat gökte İbrahim peygamber bulunuyordu. Cibril:

- Bu gördüğün, baban İbrahim´dir. Ona selam ver, dedi. Ben de İb­rahim´e selam verdim. O selamıma karşılık verdi. Ve:

- Ey hayırlı oğul, ey salih peygamber merhaba, dedi. (Rasûlullah buyurdu ki:)

- Sonra Sidretü´l-Münteha´ya yükseltildim. Baktım ki orada dört nehir var. İkisi zahir, ikisi bâtın idi. Ben:

- Ey Cibril, bu dört nehir nedir diye sordum. Cibril:

- Bâtınî nehirler Cemıet´te iki nehirdir. Zahiri oîan nehirler ise, Nil ile Fırat nehirleridir, dedi.

Sonra bana Beyt-i Ma´mur gösterildi. Gördüm ki her gün oraya 70.000 melek ziyarete gidiyor. Sonra bana şarab, süt,bal dolu üç bardak sunuldu. Ben süt dolu bardağı aldım (içtim.). Cibril bana: İçtiğin süt se­nin ve ümmetinin fıtratı, yani Islamî hilkatidir, dedi.

Sonra benim (le ümmetim) üzerine her gün elli vakit namaz farz kı­lındı. Ben dönüp Musa´ya uğradığım da o:

- Ne ile emrolundun diye sordu. Ben de:

- Her gün elli vakit namazla emrolundum, diye cevap verdim. Mu­sa:

- Her gün elli vakit namaza ümmetinin gücü yetmez. Vallahi ben, kesin olarak insanları senden önce denedim ve Isrâiloğullarını sıkı bir denemeye tabi tuttum. Dolayısıyla sen, Rabbine müracaat edip ümme­tin için hafifletmesini dile, dedi. Ben de müracaat ve niyazda bulundum. Benden (ve ümmetimden) on vakit namaz indirildi. Bunun üzerine Mu­sa´ya dönüp geldim. Musa önceki gibi tavsiyede bulundu. Ben de Rabbi-me niyazda bulundum. Bu kez on vakit namaz daha indirildi. Ben yine Musa´ya dönüp uğradım. Musa, eskisi gibi öğüt verdi. Ben de Rahibime niyazda bulundum. Benden on vakit namaz daha indirildi. Ben yine Musa´ya dönüp geldim. Musa, önceki tavsiyede bulundu. Ben de Rabbi-me tekrar niyazda bulundum. Benden on vakit namaz daha indirildi de her gün on vakit namazla emrolundum. Tekrar Musa´ya dönüp geldim. Musa, bana önceki mütalaasını söyledi. Ben de Allah´a arzı niyazda bu­lundum, bu kez hergün beş. yaMt namazla emrolundum. Bunun üzerine dönüp Musa´ya geldim. Musa:

- Ne ile emrolundun diye sordu. Ben de:

- Her gün beş vakit namazla emrolundum, dedim. Musa:

- Ümmetin her gün beş vakit namaza muktedir olamaz. Ben sen­den önce insanları fazlasıyla denedim ve İsrailoğullarını sıkı bir dene­meye tabi tuttum. Şimdi sen Rabbine dön de bunun ümmetin için hafif­letilmesini dile, dedi. Ben de:

- Rabbime çok niyaz ettim. Öyleki bir daha arzı niyazda bulunmak­tan utandım. Bu suretle beş vakit namaza razı olacağım, buna teslimi­yet göstereceğim, dedim. Ben, Musa´nın yanından geçince bir münadi:

- Ben, beş vakit namazla farizamı imza ve irade eyledim. Kullarım­dan fazlasını hafifletip indirdim, diye nida eyledi.»

Buharı, bu hadisi, burada bu şekilde rivayet etmiştir. Sahihinin başka yerlerinde de bunu rivayet etmiştir. Müslim, Tirmizî ve Neseî de bir kaç yoldan bu hadisi Katade´den, Enes´ten ve Malik b. Sa´saa´dan ri­vayet etmişlerdir. Bu rivayette Mescid-i Aksa´dan söz edilmemektedir. Belki de bazı raviler bilindiği için, bu rivayetteki bazı haberleri atlamışlar veya unutmuşlardır. Yahut da faydalı ve gerekli kısımları anlatmış, diğer kısımları atlamışlardır. İsrâ ile ilgili bütün rivayetleri, ayrı ayrı mütalaa eden ve herbirinin ayrı bir İsrâ1 dan bahsettiğini söyleyen kim­se gerçek ve doğruluktan uzaklaşmıştır. Çünkü bu rivayetlerin tama­mında Rasûlullah´m, peygamberlere selam verişi, ve onları tarif edişi ile namazın farz kılmışı anlatılmaktadır. Şu halde bu îsrâ hadiselerinin birden fazla oluşunu iddia etmek nasıl mümkün olur Bu imkansız ve gerçekten uzak bir iddiadır. Doğrusunu Allah bilir.

Buharı, daha sonra İbn Abbas´m şu ayetle ilgili olarak şöyle dediği­ni rivayet eder:

«Sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kür´ân´da lanetlenmiş ağacı, insanların (imanını) sınama (aracı) yaptık» (el-tsrâ, 60.)

Bu ayette sözü edilen rüya, Rasûlullah´ın Mescid-i Haram´dan Mes­cid-i Aksa´ya götürüldüğü gece kendisine gösterilen bir rüyadır. Ayrıca Kur´ân´da sözü edilen lanetli ağaç ise, zakkum ağacıdır. [2]



Fasıl


îsrâ hadisesinin vuku bulduğu gecenin ertesi günü zeval vaktinde Cebrail, Hz. Peygamber´e gelerek namazın nasıl kılınacağını anlatıp va­kitlerini belirledi. Rasûlullah (s.a.v.) da ashabını çağırıp etrafında top­lanmalarını istedi. Onlar, bu çağrıya uydular. Gelip etrafında toplandı­lar. O günden başlayıp ertesi güne kadar Cebrail, Hz. Peygamber´e imamlık yaptı. Müslümanlar da Hz. Peygamber´e uyarak hep birlikte cemaat halinde namaz kıldılar. Nitekim Ibn Abbas ile Cabir´den rivayet olunan bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

«Beyt yanında Cebrail, iki kez bana imamlık etti.»

Cebrail, ona her namazın ilk ve son vakitlerim açıkladığı gibi, ikisi arasındaki geniş vakti de açıkladı. Ancak akşam namazı için geniş bir vakit belirlemedi. Bu husus, Ebu Musa, Büreyde ve Abdullah b. Amr´ın rivayet ettikleri hadislerde sabittir. Bütün bunlar, Müslim´in sahihinde mevcuttur. Bu konuyu "el-Ahkam," adlı kitabımızda tafsilatlı olarak anlattık. Hamd, Allah´a mahsustur. Buharî´nin sahihinde Hz. Aişe´nin şöyle dediğine dair bir rivayet vardır:

«Namaz ilk defa iki rekat olarak farz kılındı. Sonra bu iki rekatlık namaz, yolculuk namazı olarak kabul edildi. Mukimlik halindeki na­maz ise artırıldı.»

Bu rivayeti anlamak müşküldür. Çünkü Hz. Aişe, yolculuk halinde iken de namazı tam kılardı. Osman b. Affan da öyle yapardı. Şu aşağıda­ki ayetin tefsirini yaparken bundan bahsettik:

«Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman inkar edenlerin size bir kötü­lük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur.» (en-Nisâ, ıoı.)

Beyhakî dedi M: Hasan-ı Basrî´nin görüşüne göre ikamet halindeki namaz, ilk olarak dört rekat şeklinde farz kılınmıştır. Nitekim İsrâ ge­cesinin sabahında, Hz. Peygamber´in öğleyi dört, ikindiyi dört, akşamı üç (ilk iki rekat´mda kıraati sesli olmak kaydıyla), yatsıyı dört (kıraati ilk iki rekatında sesli olmak kaydıyla) ve sabahı da iki rekat olarak (iki rekatında da kıraati sesli olmak kaydıyla) kıldığını mürsel bir rivayetle nakletmiş tir.

Ben derim ki: Belki de Hz. Aişe, îsrâ hadisesinden önce namazların ikişer rekat halinde kılındığını söylemek istemiştir. Beş vakit namaz farz kılındığında ise, mukimlik halindeki namaz olduğu gibi bırakılmış, yani yine dört rekat olarak kılınmaya devam edilmiş, yolculuk için ise sadece iki rekat olarak kılınmasına ruhsat tanınmıştır. Nitekim daha önceden de durum böyle idi. Bunu bu şekilde anladığımız takdirde, ha­disi anlamaktaki müşküller tamamen ortadan kalkar. Doğrusunu Al­lah bilir. [3]



Hz. Peygamber Zamanında Ayın İkiye Bölünmesi


Cenâb-ı Allah, Rasûlü´nün getirmiş olduğu hak din ve hidayet hu­susunda doğru sözlü olduğunu göstermek için ayı ikiye ayırarak müş­riklere göstermişti. Evet, Hz. Peygamberin işaret ettiği esnada Allah´ın emri üzerine ay ikiye bölünmüştü. Yüce kitabının muhkem bir ayetinde konuyla ilgili olarak Cenâb-ı Allah, şöyle buyurmaktadır:

«Kıyamet saati yaklaşır, ay yarılır; onlar bir delil görünce hâlâ yüz çevirirler ve «süregelen bir sihir» derler. Yalanlarlar da kendi hevesleri­ne uyarlar. Ama her işin karar kılacağı bir sonucu vardır.» (ei-Kamer,ı-3.)

Müslümanlar, ayın ikiye bölünmesi hadisesinin Peygamber Efen­dimiz zamanında vuku bulduğu hususunda görüş birliği etmişlerdir. Bunun kesin olarak vuku bulduğunu ifade eden mütevatir hadisler, müteaddit yollardan nakledilmiştir. Konuyu kapsamlı bilen ve mesele­ye iyice bakan kimse bunu anlar. Biz de Allah´ın müyesser kıldığı kada­rıyla bunu anlatacağız. Güvencimiz ve dayanağımız Allah´tır. Bunu tef­sirimizde teferruatlı bir şekilde anlattık. Orada rivayet yollarını ve la­fızları kapsamlı bir şekilde naklettik. Burada da konuyla ilgili rivayetle­re işaret edecek ve bunları meşhur kitaplara nispet edeceğiz. Bunu Al­lah´ın güç ve kuvveti sayesinde başaracağız. Buna dair rivayetler, Enes b. Malik, Cübeyr. b. Mut´im, Hüzeyfe, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Mes´ud´dan nakledilmiştir. Allah hepsinden razı olsun. Enes´ten gelen rivayete göre İmam Ahmed b. Hanbel, onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Mekkeliler, Hz. Peygamber´den bir mucize is­tediler. Bunun üzerine ay, Mekke´de iki kez yarıldı ve yüce Allah buyur­du ki:

«Kıyamet saati yaklaşır, ay yarılır.»

Bu hadis, Müslim´in sahihinde yer almıştır.

Buharî ile Müslim, Enes´in şöyle dediğini rivayet ederler:

«Mekkeliler, kendilerine bir mucize göstermesini Hz. Peygamber´­den isteyince o da ayı ikiye bölünmüş olarak onlara gösterdi. Nihayet on­lar da ayın her bir parçasının Hira´nın birer tarafında bulunduğunu gör­düler.»

Cübeyr b. Mut´im´in rivayetine gelince, İmam Ahmed b. Hanbel, Cübeyr´in babası Mut´im´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hz. Peygamber zamanında ay ikij^e bölündü. Her bir parçası bir dağın üzerinde idi. Bunu gören müşrikler:

"Muhammed, bizi büyüledi. Bizi büyülese bile, bütün insanları bü­yülemeye güç yetiremez." dediler.

Hüzeyfe b. Yeman´m rivayetine gelince, "Delail" adlı eserde Ebu Nuayra, Ebu Abdurrahman es-Sülemî´nin şöyle dediğini rivayet eder: Hüzeyfe b. Yeman, Medain´de bize bir hutbe irad etti. Allah´a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle dedi: «Kıyamet saati yaklaşır, ay yarı­lır.» Bilesiniz İd kıyamet saati yaklaştı. Bilesiniz ki ay ikiye bölündü. Bi­lesiniz ki dünya, gideceğini haber vermektedir. Bilesiniz ki bugün yan­şa hazırlanmak, yarın da yarış yapmak günüdür.»

ikinci cuma günü babamla birlikte cuma namazına gittim. Yine Hüzeyfe, Allah´a hamd ve senada bulunduktan sonra aynı şeyleri söyle­di. Ve sözlerine şunları ekledi:

- Bilesiniz ki yarışı kazanan, cumaya önce gelendir. Namazdan çıktıktan sonra eve giderken yolda babama:-

- Yarıştan neyi kastediyor diye sordum. Babam:

- Herkesten önce Cennet´e girmek için insanların birbirleriyle ya­rışmasını kastediyor, dedi.

îbn Abbas´m rivayetine gelince, Buharı, onun şöyle dediğini nakle­der:

"Doğrusu ay, Peygamber (s.a.v.)´in zamanında ikiye ayrılmıştır." Yine Buharı ve Müslim, aşağıdaki ayetlerle ilgili olarak Cafer´in şöyle dediğini rivayet ederler:

«Kıyamet saati yaklaşır, ay yarılır. Bir delil görseler, hemen yüz çe­virirler ve "devam eden bir sihir" derler.»

Hicretten önce ay ikiye bölündü. Öyleki onu iki parça halinde gör­düler.

Hafız Ebu Nuaym, İbn Abbas´m aşağıdaki ayetle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet eder:

«Kıyamet saati yaklaşır, ay yarılır.»

Aralarında Velid b. Muğire, Ebu Cehil b. Hişam, As b. Vail, As b. Hi-şam, Esved b. Abdiyağus, Esved b. Muttalib b. Esed b. Abdül-Uzza, Zem´a b. Esved, Nadr b. Haris´in de bulunduğu birçok müşrik, Hz. Peygamber´in yanına gelip toplandılar ve ona:

- Eğer doğru isen, bir parçası Ebu Kubeys dağının üzerinde, diğer parçası da Kuaykian dağı üzerinde görünecek şekilde ayı iki parçaya ayır, dediler. Peygamber (s.a.v.) onlara:

- Böyle yaparsam, iman eder misiniz diye sordu. Onlar da:

- Evet, dediler. O gece ay dolunay halinde idi. Peygamber, bu dile­ğin yerine getirilmesini yüce Allah´tan niyaz etti. Ay da, yarısı Ebu Kubeys dağının üzerinde, diğer yarısı da Kuaykian dağı üzerinde görü­necek şekilde iki parçaya ayrılmış halde göründü.Bunun üzerine Hz. Peygamberde onlara şöyle sesleniyordu:

- Ey Eba Seleme b. Abdi´1-Esed ve Erkam b. Erkam, şahadet edin. Sonra Ebu Nuaym, İbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Mekke halkı, Hz. Peygamberin yanma giderek ona:

- Senin Allah Rasûlü olduğunu bilmemizi sağlayacak bir mucizen var mı diye sordular. Cebrail inip Hz. Peygamber´e şöyle dedi:

- Ya Muhammed, Mekkelüere de ki; "Bu gece toplansınlar ve -şayet yararlanacaklarsa- bir mucize görsünler."

Hz. Peygamber, Cebrail´in bu sözlerini onlara bildirdi. Bunun üze­rine ayın ondördüne denk gelen gecede dışarıya çıkıp toplandılar. Ay, bir parçası Safa, diğer parçası da Merve tepesinde olmak üzere ikiye bö­lündü. Onlar da bu hadiseyi seyrettiler. Sonra ellerini gözlerine götürüp oğuşturmaya, tekrar aym iki parçasına bakmaya başladılar. Yine elleri­ni gözlerine götürüp oğuşturmaya ve yine ayın iki parçasına bakmaya başladılar. Ve:

- Ey Muhammed, Bu, müthiş bir büyüden başka birşey değildir, de­diler. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu.

«Kıyamet anı yaklaşır, ay yarılır.»

Dahhak, İbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet etmiştir: Yahudi âlim­leri, Hz. Peygamber´in yanma gelerek:

- Bize bir mucize göster ki ona inanalım, dediler.

Hz. Peygamber de Rabbinden böyle bir dilekte bulundu, ayı ikiye bölünmüş vaziyette onlara gösterdi. Bir parçası Safa, diğeri de Merve te­pesi üzerinde olmak üzere iki parça halinde görüldü. Ve bu ikiye ayrıl­mış halde gözlere görünmesine ikindi ile akşam arası kadarlık bir za­man boyunca devam etti. Bu haliyle onu seyrettiler. Sonra ay, gözlere görünmez oldu. Onlar da:

- Bu uydurulmuş bir büyüdür, dediler.

Hafız Ebu´l-Kasmı et-Taberanî, İbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet eder:

Peygamber (s.a.v.) zamanında ay tutuldu, Müşrikler: ´ .

- aya büyü yapıldı, dediler. Bunun üzerine şu ayetler nazil oldu. «Kıyamet anı yaklaşır, ay yarılır; onlar bir delil görünce hâlâ yüz

çevirirler ve «süregelen bir sihir» derler.»

Bu sağlam bir senettir. Bunda anlatıldığına göre ay, ikiye yarıldığı gece tutulmuştur. Belkide ayın ikiye yarılması, tutulduğu gece gerçek­leşmiştir. Çoğuna gizli kalmıştı. Bununla beraber dünyanın birçok ye­rindeki insanlar bunu gördüler. Anlatıldığına göre o gece, bu hadiseye dayanılarak Hint ülkesinde tarih tutulmuş ve o gece bir bina yapılmış, "ayın ikiye yarılması gecesi" diye tarih düşülmüştür.

İbn Ömer´in konuyla ilgili rivayetine gelince, Hafız Beyhakî Mücahid´in de bu konuda bir rivayette bulunduğunu nakletmiştir.

Abdullah b. Mesud´un rivayetine gelince, İmam Ahmed b. Hanbel, onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.)´in zamanında ay ikiye bölündü, insanlar da o