saniyenur
Sat 4 June 2011, 09:39 pm GMT +0200
BİRİNCİ DELİL:İSMET
Bil ki Rasûlullah (s.a.v), mucizenin delâleti ve ümmetin icmâı ile tebliği zedeleyecek şeyleri kasden yapmaktan masumdur ve yine sahih görüşe göre bu konuda hata ve yanılmaya düşmekten de korunmuştur. Hem O'nun bu alanda hataya düşmesini kabul edenler, böyle bir durumda Allah Teâlâ tarafından hemen uyarılması ve tasvip edilmemesinin şart olduğunda icmâ etmişlerdir.
Bu, şunu gerektirir: Gerçekten, tebliğle ilgili her haber, -Allah Teâlâ'nm tasvibinden sonra- icmâ ile doğrudur. Allah'ın katındakine uygundur. Bu durumda, ona yapışmak vâcibdir.
İşte bu şekilde, Hz. Peygamber (s.a.v)'in Kur'ân hakkındaki: "Bu Allah'ın kelâmıdır," sözünün delil oluşu sabit olur. Yine hadîs-i kudsîdeki: "Rabbu'l-izzet şöyle buyurdu..." şeklindeki sözleriyle, Ebû Davud ve Tirmizî'nin, Mikdam b. Ma'dikerib'den (r.h) rivayet ettikleri hadîs-i şerifte geçen: "Dikkat edin! Bana, Kitab (Kur'ân) ve beraberinde benzeri (değerde sünnet) verildi. Ensesi kalın, karnı tok bir adamın, koltuğuna yaslanarak: 'Size bu Kur'ân'la amel vâcibdir. Onda helâl bulduğunuzu helâl, haram bulduğunuzu haram sayın, başka şeye bakmayın,' demesi yakındır. Gerçek şu ki, Peygamber'in haram kıldığı, Allah'ın haram kıldığı gibidir, "[44] sözünün delil oluşu, bu şekilde sabit olmuştur.
Yine Huzeyfe'nin (r.h) rivayet ettiği hadiste geçen: "Bu, âlemlerin Rabbinin elçisi Cibril'dir. Kalbime şunları ilham etti: Hiçbir nefis, ulaşması gecikse de rızkı tamamen eline geçmeden ölmez. Öyleyse Allah'tan korkun ve rızkınızı güzel yollardan arayın. Sakın, rızkınızın gecikmesi, sizi, onu Allah'a isyan ederek almaya sevketme-sin. Hiç şüphesiz, Allah katındaki şeylere ancak ona itaat edilerek ulaşılır,"[45] sözünün delil oluşu da onun masumiyeti ile sabit olur.
Bütün bu haberler, yalandan korunmuştur. Bu da gösterir ki, vahiy iki kısımdır:
Biricisi, Kitâb-ı Kerîm'dir ki o, tilâvetiyle ibâdet yapılan mu'ciz bir kelâmdır.
İkincisi de hadîs-i kudsî ve hadîs-i nebevidir ki, mânâsı vahye, ifadesi Hz. Peygamber (s.a.v)'e dayanır.
Bütün bunlar, Allah katından olunca, hepsi kıyamete kadar halkın önünde duran deliller olmaktadır.
Yine Hz. Peygamber (s.a.v)'in tebliğde yalandan korunmuş olmasıyla, fem-i saadetlerinden çıkan:
"Ameller niyetlere göre değerlendirilir."[46]
"iddia sahibine delil, inkâr edene de yemin gerekir."[47]
"İslâm beş temel üzerine kurulmuştur,”[48] gibi ahkâma delâlet eden sözlerinin de yalandan korunmuş haberler ve deliller olduğu ortaya çıkmaktadır.
Yine bu sıfatı sebebiyle: "Ey insanlar! Ben, size ancak Allah'ın emrettiğini emrediyor ve O'nun size yasakladıklarından nehyediyo-rum," sözüyle az yukarıda, el-Mikdam rivayetinde geçen: "Allah Rasûlü'nün haram kıldığı, Allah'ın haram kıldığı gibidir,"[49] sözünün delil oluşu, sabit olmaktadır.
Bu ve benzeri haberler, yalandan korunmuştur/Bu da bize gösterir ki, Allah Rasülû (s.a.v) ancak Allah'ın emrettiğini emreder ve O'nun yasakladıklarını nehyeder. Bu durum, bütün emir ve nehiyle-rinin delil olmasını gerekli kılmaktadır.
Yine bu delil sebebiyle Hz. Peygamber'in (s.a.v): "Benden gördüğünüz şekilde namaz kılınız, "[50] sözünün hüccet olduğu, sabit olmaktadır. Bu söz hüccet olunca namazı açıklayan bütün fiillerinin de hüccet oluşu sabit olacaktır.
Aynı şekilde: "Hac ibâdetlerinizi benden öğreniniz,"[51] sözünün hüccet olmasıyla da hacla ilgili fiillerin delil oluşu ortaya çıkmaktadır.
Yine aynı delille, Ebû Davud'un (275/888) Irbaz b. Sâriye'den (r.h) rivayet ettiği hadisde geçen: "Size, Allah'tan korkmanızı, başı-nızdaki idareci bir Habeşli köle de olsa, dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Sizden uzun müddet yaşayanlar, pek çok ihtilâf görecektir. O durumda size, benim sünnetim ve hidâyet üzere yürüyen râşid halifelerin gidişatı gerekir. Onlara sımsıkı tutunun, azı dişlerinizle (canla-başla) sarılın. Sonradan uydurulan ve dine sokulan işlerden sakının. Şüphesiz (dince makbul olmayan) yeni şeyler bid'attır. Her bid'at, bir dalâlet; her dalâletin sonu ateştir,"[52] Peygamber sözlerinin de delil olduğu ortaya çıkar.
Bu hadiste geçen sünnete sarılma emrinin hüccet oluşu sabit olunca Hz, Peygamber (s.a.v)'in söz, fiil yahut tasviplerinden oluşan bütün sünnetlerin birer delil olduğu da ortaya çıkmaktadır.
Yine Hz. Peygamber (s.a.v)'in tebliğle ilgili haberlerinde, yalandan masum olması sebebiyle ve bunun kesin delaletiyle, Hâkim en-Neysâbûrî'nin (405/1014), İbn Abbas (r.h)'dan rivayet ettiği şu hadişin de delil oluşu ortaya çıkmaktadır. Rivayet şudur: Rasûlullah (s.a.v), veda haccında, bize bir hutbe verdi ve bu hutbesinde buyurdu ki: "Şüphesiz şeytan, bu beldenizde Allah'tan başkasına ibâdet edilmesinden ümidini kesmiştir. Fakat o, bunun dışında, basit gördüğünüz amellerinizle kendisine itaat edilmesine de razı olur. Bu hâle düşmekten sakınınız. Şüphesiz ben, size kendilerine sarıldığınızda hiç sapıtmayacağınız iki şey bıraktım: Bunlar, Allah'ın Kitabı ve PeyganıberVnin sünnetidir."[53]
Bu hadiste olduğu gibi Buharı (256/870), Müslim (261/874), Ebû Dâvud (275/888) ve İbn Mâce'nin (273/886) rivayet ettikleri: "Bizim işimizde (dinimizde), dinin kabul etmediği bir şeyi icad eden kişi ve işi reddedilir,"[54] hadisi de bir delil olmaktadır.
Gerçekten şu iki haber, -yalandan masum iki haber olmaları sebebiyle- Hz. Peygamber (s.a.v)'in kavlî, fiilî ve takriri bütün sünnet çeşitlerinin delil olduğunu, bunlara sarılmanın sapıklık olmadığını, asıl sapıklığın, onları terk edip aksine amel etmekte olduğunu göstermektedir. Inşâallah, sana sünnetin bu konuda delil oluşunu gösterirken pek çok hadisler zikredeceğiz, onları iyi düşün ve anla. Sakın şeytan, aklını karıştırıp seninle oynamasın.
Bütün bunlardan anladın ki, Hz. Peygamber (s.a.v)'in tebliğle ilgili haberlerinde masum oluşu, yukarıda geçtiği gibi bütün sünnet çeşitlerinin delil olduğunu isbat etmede, tek başına bize yetmektedir. Fakat bununla birlikte biz, diğer ismet çeşitlerini de açıklamak ve onun delâlet yönünü kuvvetlendirmek istedik. Bunun için diyoruz ki: Hz. Peygamber (s.a.v)'in, ümmetin üzerinde icmâ ettiği gibi tebliği zedeleyecek şeylerden korunmuş olması, sadece tebliğle ilgili haberlerinde yalandan korunmuş olmasına ait değildir. Hiç şüphesiz hükümlerin tebliği, sözlü haberle olduğu gibi fiil ve tasvip, emir ve ne-hiyle de olmaktadır. Bütün bunlar, tebliğin bir çeşididir.
Şu halde, Hz. Peygamber (s.a.v)'in tebliğe ait haberlerin dışında, tebliği zedeleyecek şeylerden korunmuş olması, onun bütün fiil, tasvip, emir ve nehiylerinin de bizzat delil olmasını gerekli kılmakta, bunun için başka bir habere ihtiyaç duyulmamaktadır. Yine bilmektesin ki Rasûlullah (s.a.v), günah işlemekten korunmuştur. Bu konuda değişik görüşte olan ve bunun bazı çeşitlerini kabul edenler de bir hata anında, hemen uyarılmasını ve tasvip edilmemesini gerekli görmüşlerdir.
Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v), aslında kendisiyle tebliği kas-detmediği, herhangi bir yemeği yemek veya bir tür şeyi içmek gibi bir fiil yaptığında yahut herhangi bir fiile sükût buyurduğunda veya kendisinden -dünyevî konulardaki konuşmaları gibi- herhangi bir söz çıktığında, Allah Teâlâ tarafından uyarılmıyor ve bu haliyle tasvip görüyorsa o zaman, kendisinden meydana gelen bu şeylerin günah ve hata olmadığına kesin olarak hükmederiz. Bu durumda o şeyler, en azından, alınmasında sakınca bulunmayan bir delil olurlar.
Biz, Hz. Peygamber (s.a.v)'in kendisiyle tebliğ kasdetmediği fiillerinin -meselâ, tabiî fiilleri gibi- delil oluşundan bahsettiğimizde, bununla maksadımız, onların vücûb veya mendûba delâlet ettiği değildir ki bazıları, bu konuda bizimle çekişmeye girsin. Bundan kasdı-mız, onların, bu fiillerde bir sakınca bulunmadığına veya mübâh olduklarına delil olduklarını göstermektedir.
Aynı şekilde, Hz. Peygamber (s.a.v)'in dünya meseleleriyle ilgili emir ve nehiylerinin delil oluşlarından maksat da onların, vücûb, mendûb, haram veya mekruha delâlet etmesi değildir. Çünkü Hz. Peygamber (s:a.v), bunlarla -bir âlimin câhili, bir dostun dostu irşadı gibi- sadece irşadı kasdetmiştir.
Demek ki, bu fiillerin delâletindeki hüccet olma, bir fiilin yapılmasını veya yapılmamasını, kesin veya başka bir şekilde istemeyi ifade eden kullandığımız lügat mânâsında değildir. Bununla anlatılmak istenen, bu tür fiillerin, bir başkası tarafından işlenmesinin mübâh olduğunu göstermektir. Yine bildiğin gibi Hz. Peygamber (s.a.v)'in içtihadla ibâdet etmesiyle ve bunda bazen yanılabileceği konusunda ihtilâf vardır. Caiz görenlere göre de hatasına göz yumulmayacağı, aksine, derhal uyanlıp hatasının açıklanacağı bilinmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından içtihadı bir hüküm ortaya konduğunda, Allah Teâlâ onu tasvip ve takrir ettiğinde hiç şüphesiz o, icmâ ile delil olur
[44] Ebû Dâvud, Sünnet, had. no: 4605, Tirmizi.ffim, lO;Müsned, VI, 8.
[45] İbn Mâce, Ticâret, 2; Beyhakî, Sünen. VII. 76.
[46] Buhârî, Talak, 11; Müslim, İmaret, 155; Ebû Dâvud, Talak, 11.
[47] Buhârî, Şehâdet, 1; Müslim, Ekdiyye, 1.
[48] Buhârî, îman, 1; Müslim, İman, 19; Tirmizî, İman, 3.
[49] İbn Abdilberr, Beyâni'l-İlm, II, 190.
[50] Buhârî, Ezan, 18.
[51] Nesâî, Menâsik, 220; Müsned, III. 318. 366.
[52] Ebû Dâvud, Sünnet, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6; Hâkim, Müstedrek, I. 96.
[53] Ebû Dâvud, Sünnet, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6; Dârimî, Mukaddime, 16.
[54] Buhârî, Sulh, 5; Müslim, Ekdiyye, 17; İbn Mâce, Mukaddime, 2.