- İnsanın Hiçbir Durumda Sabırdan Uzak Bulunamayacağı

Adsense kodları


İnsanın Hiçbir Durumda Sabırdan Uzak Bulunamayacağı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
neslinur
Sun 18 July 2010, 04:18 pm GMT +0200

بســـم الله الرحمن الرحيم
 
 
 İnsanın Hiçbir Durumda Sabırdan Uzak Bulunamayacağı Hakkında

 
 
İnsan kendisine;

- yapması ve uygulaması vacip olan emirler,

- sakınması ve terketmesi vacip olan yasaklar,

- kesinlikle uygulanacak mukadderat ve

- sahibine şükretmesi vacip olan nimetler arasında bulunmaktadır.

Bunlar hiçbir zaman insanın peşini bırakmıyacakları gibi, sabır da ondan ölünceye kadar ayrılmaz.

Bu dünyada insanın karşılaştığı şeyler iki kısımdır:

1 - Birinci kısım, insanın nefsinin ve hevasının arzu ve isteklerine uygun olanlardır.

2 - Diğeri, bunlara zıd olanlardır.

Buna güre insan her iki kısımda da sabra muhtaçtır.
 
 
(1 - Birinci kısım): İnsanın arzu ve isteklerine uygun olanlar, sıhhat, selamet, mevki ve mal gibi tatlı ve mubah olan şeylerdir. İnsan bunlarda, bir çok sebepten dolayı daha çok sabra muhtaçtır.

Birincisi, insan, makam, mevki ve mal gibi şeylere meyledip de aldanmamalıdır. Aksi takdirde bunlar onu zemmolunan gurura, azgınlığa ve şımarıklığa sevkederler ki, Allah böyle kimseleri asla sevmez.

İkincisi, insan, herhangi bir şeye aşırı derecede düşkün olmamalıdır. Aksi takdirde zıddına dönüşür. Bir kimse, aşırı derecede yer, içer ve cinsi münasebette bulunursa, bunlar zıdlarına dönüşür de yemeden, içmeden ve cinsi münasebetten mahrum kalabilir.

Üçüncüsü, insan, gerek bedenle ilgili, gerekse mal ile ilgili Allah'ın hakkını eda ederken sabretmeli, Allah'ın hakkını zayi etmemelidir. Aksi takdirde bütün nimetler elinden alınabilir.

Dördüncüsü, haramdan uzaklaşmaya sabretmeli, nefse her istediği verilmemelidir. Çünkü nefis insanı harama sürükler. Mubahlardan da nefsi mahrum etmemeli, aksi takdirde insanı fena yollara düşürebilir.

Bollukta kötülüklerden uzaklaşmaya ancak sadık kullar sabreder.

Selef-i salihinden bazıları şöyle demişlerdir:

"Belalara mü'min de kafir de sabreder. Fakat sıhhata, afiyete ve bolluğa ancak sadık kullar sabreder."

Abdurrahman b. Avf (r.a ) demiştir ki:

"Biz, fakirlik ve darlıkla imtihan edildik, sabrettik. Fakat bollukla imtihan edildik, sabredemedik."

Bundan dolayı Allah Teala kullarını malların, zevcelerin ve evladların fitnelerinden sakındırarak:

"Ey iman edenler! Sizi, mallarınız, evladlarınız, Allah'ın zikrinden alıkoymasın." (Münafıkûn/9)

Diğer bir ayet-i kerimede de:

"Ey iman edenler! (Haberiniz olsun ki), zevcelerinizle, evladlarınızdan bir kısmı size düşmandır. Onun için onlardan sakının. (Bununla beraber) affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, hiç şüphe yok ki, Allah da çok bağışlayıcı, çok, esirgeyicidir." (Teğabün/1.4) buyurmuştur.

Ayet-i kerimedeki "düşmanlık", bir çok müfessirlerin anladıkları gibi, buğuz etme ve muhalefet etme düşmanlığı değildir. Bilakis bu "düşmanlık", onları sevme düşmanlığıdır. Şöyle ki, onların sevgisi, bazı müminleri hicretten, cihaddan, ilim Öğrenmekten, sadaka vermekten, diğer din işlerinden ve iyi amellerden alıkoymuştur.

Tirmizi'nin İsrail'den, o da, Simak'dan, o da İkrime'den o da İbn-i Abbas (r.a.) dan rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre, birisi yukarıda geçen ayet-i kerimenin kimler hakkında nazil olduğunu İbn-i Abbas'a sormuş o da şöyle demiştir:

"Mekke ehlinden bir takımları hakkında nazil olmuştur ki bu kimseler müslüman olmuşlar ve Medine'ye peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'e gitmek istemişlerdi. Fakat zevceleri ve evlatları da onları bırakmak istememişlerdi. Sonra kalkıp Resulullah'a geldiklerinde -kendilerinden evvel hicret edenlerin- dinde çok yüksek bilgilere mazhar olduklarını görünce, zevcelerini ve evlatlarını cezalandırmak istediler, bunun üzerine Allah Teala, bu ayet-i kerimeyi indirdi."

İnsan, zevcesi ve çocukları yüzünden olgunluk ve kurtuluş gibi bir çok şeyleri kaybedebilmektedir.

Bir hadis-i şerifde:

"şüphesiz, çocuk yüzünden (baba) cimri ve korkak olabilir." buyurulmuştur.

İmam Ahmed'in Zeyd b. Habbab'dan o da Zeyd b. Vakid' den o da, Abdullah b. Büreyde'den naklen rivayet ettiğine göre, Büreyde demiştir ki:

"Ben babamı şöyle derken işittim:

"Bir gün Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hutbe okurken Hz, Hasan ile Hz. Hüseyin üzerlerinde kırmızı gömlek olduğu halde düşe kalka yürüyerek geliyorlardı. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) minberden inip, onları kucağına alıp minbere çıkartıp önüne koydu. Sonra Allah Teala:

"Sizin mallarınız, evlatlarınız ancak ve ancak bir imtihandır." sözünde ne kadar doğru söylemiştir. Ben şu düşe kalka yürüyen iki yavrucağı görünce sabredemedim, sözümü kesip onları yanıma çıkardım." buyurmuştur.

Bu Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın çocuklara karşı son derece merhametli, nazik ve şefkatli olmasındandır. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu davranışıyla, ümmetinin de çocuklara karşı merhametli, nazik ve şefkatli davranmalarını öğretmek istemiştir.

İnsan, bollukta ve afiyette, sabra daha fazla muhtaçtır. Çünkü bollukta bütün imkanlar mevcuddur. Nitekim bir kimsenin yanında yiyecek bulunmadığı zamandaki sabrı bulunduğu zamandaki sabrından daha çoktur.

Yine bir insanın yanında hanımı veya kocası bulunmadığı zamanda cinsi münasebete sabrı yanında hanımı ya da kocası bulunduğu zamanki sabrından daha çoktur.
 
 
2 - İkinci kısım, nefsin ve hevanın arzu ve isteklerine zıd olanlardır.

Bunlar:

- ya insanın ihtiyarına bağlı olur (taatlar ve günahlar gibi),

- ya da evveli ve sonu insanın ihtiyarına bağlı olmaz (musibetler gibi)

- veya evveli insanın ihtiyarına bağlı olur, fakat bir defa oraya girdikten sonra onu gidermede ihtiyarı yoktur.

Bu da üç kısımdır:
 
 
Birinci kısım, insanın ihtiyarına bağlı olanlara sabretmeye muhtaç olmasıdır. İnsanın gerek masiyet, gerekse günah olsun işlediklerinin hepsi kendi ihtiyarına bağlıdır.

Kul, taat ve ibadetleri eda ederken sabra muhtaçtır. Çünkü nefis, tabiatı itibarıyla ibadetlerin çoğundan nefret eder. Nefsin yaradılışında tembellik, rahatlığı tercih etmek vardır. Bilhassa buna kalbin günah pasıyla paslanıp katılaşması, kötü isteklere ve gafillerle içli dışlı olmaya meyil etmesi de katılırsa namaz kılmaya bile yaklaşmaz. Bununla beraber namazı zorla kılarsa, bedeni namazda olur, aklı ve kalbi ondan gafil olup, kokmuş cesedin yanında oturan gibi, bir an önce ondan ayrılmak ister.

Zekata gelince, nefsin tabiatında cimrilik vardır, zekat vermeyi istemez.

Hac ile cihada gelince, nefsin tabiatında hem tembellik, hem cimrilik olduğundan bunları yapmak istemez.

Kul, bu taat ve ibadetleri eda ederken üç halde sabra muhtaç olur:

Birinci hal, bu ibadetlere başlarken niyetin sahih ve ihlaslı olması, şüpheden, gösterişten ve şöhretten uzak olması, bu ibadetlerin hakkıyla eda edilmesine çalışılmasıdır.

İkinci hal, bu ibadetler eda edilirken sabredilmesidir. O halde kulun bu ibadetlerde, noksana, kusura, acele etmeye ve ihmal etmeye davet edenlerden uzaklaşmaya sabretmesi, ibadetlerin evvelinden sonuna kadar niyeti beraber bulundurması, Allah'ın huzurunda bulunduğunu kalbinden ve hatırından çıkarmaması, Allah'ın emrini hiçbir zaman unutmamasıdır. Emredilen ibadetlerin yapılması mühim değildir. Esas mühim olan, ibadetlerin Allah'ın emri olduğunu düşünerek eda edilmesidir. İşte bu şekilde yapılan ibadetler, ancak Allah'a içten bağlı olan kulların ibadetleridir.

Kul, ibadet ve taatları rükünleriyle, farzlarıyla, vacipleriyle, sünnetleriyle, mendup ve müstehaplarıyla tam olarak eda ederken sabra muhtaçtır. Çünkü kul, ibadet esnasında Allah'ı hatırından çıkarmayacak, kalbi Allah ile hazır olup azaları ibadetten uzak kalmayacak, azaları ibadette hazır bulunup kalbi Allah'dan uzak kalmayacaktır.

Üçüncü hal, ibadet ve taatları eda ettikten sonraki sabırdır ki, bir çok sebepleri vardır.

Birincisi; yapılan bir ameli iptal edecek bir şeyin, peşinden getirilmemesine sabretmektir. Nitekim Cenab-ı Hak:

"Ey iman edenler! Sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmakla boşa çıkarmayın." (Bakara/264) buyurmuştur.

Buna göre, ibadet ve taatları yapmak yalnızca mühim değildir. Mühim olan onları iptal edecek şeylerden korumaktır.

İkincisi; insanın kendinin ibadetlerini görmesinden onlarla kendini beğenip, kibirlenip, büyüklenmesinden uzak kalmaya sabretmesidir. Çünkü bu huylar, çok defa işlenen günahlardan daha zararlıdır.

Üçüncüsü; gizli yapılan ibadetlerin yazıldığı defterden, açık-yapılan ibadetlerin yazıldığı deftere aktarılmamasına sabretmektir.

Kul, kendi ile Allah arasında gizli olan bir amel yapar da gizli yapılan ibadetler deftere yazılır, sonra onu söylerse, açık yapılan ibadetlerin yazıldığı deftere aktarılır. O halde ibadet ve taatlar yapıldıktan sonra sabır defterinin dürülmüş olduğu sakın ha zannedilmesin.

Günahlardan uzaklaşmaya sabrın gerekli olduğu apaçıktır. İnsanın günahları bırakmaya en büyük yardımcısı, kötü alışkanlıklarını ve bunlara yardımcı olan fena arkadaşlarının bulundukları yerlerden, onlarla konuşmaktan uzaklaşmasıdır. Kötü gelenek ve göreneklerden de mutlaka vaz geçmelidir. Çünkü gelenek ve görenekler, hususi tabiatlardır. Bunlara şehvet de eklenince, şeytanın ordusuna iki yardımcı ordu daha katılmış olur da dinî kuvvet bunları mağlup edemez.
 
 
İkinci kısım; insanın ihtiyarı altına girmeyenlerdir. İnsanın bunları gidermeye gücü ve kuvveti yetmediğinden, bunlara sabretmeye daha çok ihtiyacı vardır. Bir kimsenin malının çalınması, sevdiği birinin ölmesi, hasta olması gibi başına gelen musibetlerin meydana gelmesinde herhangi bir ihtiyarı ve tesiri yoktur.

Bu ikinci kısım iki nevidir.

Birinci nevi; insanın herhangi bir ihtiyarı ve tesiri olmayan şeylerdir.

Burada dört makam vardır:

Birincisi, acizlik makamıdır ki, bu da sızlanma, şikayet etme, kızma makamıdır. Bunları ancak insanların aklı, dini ve mürüvveti az olanları yapar. Çünkü bunları yapmak musibeti ikiye katlamaktır.

İkincisi, sabır makamıdır, sabır da ya Allah için olur veya insanlık namına olur.

Üçüncüsü, rıza makamıdır. Bu makam, sabır makamından daha yüksektir. Bu makamın vacip olmasında ihtilaf vardır. Fakat sabrın vacip olmasında ittifak vardır.

Dördüncü şükür makamıdır. Bu da, rıza makamından daha yüksektir. Çünkü kul, bu makamda belayı nimet görür de ona şükreder.

İkinci nevi; İnsana, kendisi gibi insanlar tarafından isabet eden dövme ve sövme gibi şeylerdir. Bu nevide de yukarıda geçen dört makam bulunduğu gibi bunlara dört makam daha ilave edilmiştir.

Birincisi, affetme ve vazgeçme makamıdır.

İkincisi, kalbin intikam almayı istemesinden, her zaman cinayeti düşünüp onun acısından ve onunla sıkılmaktan uzaklaşması makamıdır.

Üçüncüsü, mukadderata inanma makamıdır. Sana eza ve cefayı ulaştıran her ne kadar zalimse de onu takdir eden,o zalimin eliyle bu işi meydana getiren ise asla zalim değildir. İnsanların sana yaptığı eza ve cefa, yazın sıcağı, kışın soğuğu gibi zaruri olup, onu defetmen mümkün değildir. Sıcağın ve soğuğun eza ve cefasına kızan, akıllı kimse değildir. Kainatta her ne meydana gelirse -yolları sebepleri değişik olsa da- kaderle meydana gelmektedir, yani herhangi bir şeyin muayyen bir şekilde meydana gelmesini Allah'ın ezelde dilemiş olmasıdır.

Dördüncüsü, kötülük edene iyilik etme, kötülüğe iyilikle karşılık verme makamıdır. Bu makamda pek çok faydalar ve menfaatlar vardır. Bunları ancak Allah Teala bilir. Bu yüksek makamı elinden kaçıran kimse diğer makamlara razı olmamalıdır.
 
 
Üçüncü kısım gelmesinde insanın ihtiyarı olup yerleştikten sonra giderilmesinde ihtiyarı olmayan şeylere sabretmeye ihtiyacı vardır.

Mesela, aşkın evveli ihtiyaridir, sonu ise ıztıraridir, yanı giderilmesi elde değildir. Hasta olmanın sebepleri insanın elindedir, hasta olduktan sonra onun giderilmesi elinde değildir.

Nitekim sarhoş edici bir şeyi içmek insanın elindedir, içtikten sonra sarhoş olmamak elinde değildir. Bunların evvelinde sabretmek farzdır. Bunların evvelinde sabrı elinden kaçıran kimsenin sonunda sabretmesi, nefsin ve hevanın kötü arzu ve isteklerine boyun eğmemesi farzdır.

Burada şeytanın şaşılacak hilesi ve oyunu vardır. O da yasaklardan bir kısmının yapılmasının zorunlu olduğunu ya da tedavi yoluyla kullanılmasının mubah olduğunu göstermesidir, (insanın şarap ve necis olan şeyleri tedavi maksadıyla kullanması gibi.) Bunda fakihlerden birçokları cevaz vermişlerdir, fakat bu, büyük bir cehalettir. Çünkü bunlarla tedavi olmak hastalığı gidermesi şöyle dursun, bilakis daha çok artırır ve azdırır. Haram ve necis olan olan şeylerle tedavi olanlardan birçokları hem dinlerini hem de dünyalarını yıkmışlardır. Böyle hastalıkların en faydalı tedavi yolu sabır ve takvadır.

Nitekim Allah Teala:

"Eğer sabreder ve takva sahibi olursanız, işte bu emirlere olan azimdendir. (azimliliğinizin, kesin kararlılığınızın bir belirtisidir.)" (Al-i İmran/186)

diğer bir ayette de:

"Şu muhakkak ki, her kim Allah'dan korkar ve sabrederse, bilsin ki, Allah iyilik edenlerin mükafatını zayi etmez." (Yusuf/90) buyurmuştur.

Dinî hastalıkların ilacı, sabır ve takvadır. Bunlar birbirlerinden ayrılmaz.
 
 
Şöyle bir soru sorulursa:

Bir kötülüğün sebebine teşebbüs edip asi olan kimse, buna sabretmesiyle sevap kazanır mı, kendinin ihtiyarı olmadan o sebepten meydana gelen günahlardan dolayı azap olunur mu?
 
Şöyle cevap verilir:

O kimse haram olan sebebe teşebbüs ettiğinden dolayı pişman olup, Allah için sabrederse sevap kazanır. Çünkü teşebbüs ettiği sebepten meydana gelen bir musibete karşı sabretmesi nefsi için cihad olduğundan iyi bir amel sayılır. Allah Teala iyi amel edenlerin mükafatını zayi etmez.

Kötülüğün sebebine teşebbüs ettiğinden ve o sebepten meydana gelen günahlardan dolayı da azap edilir. Nitekim bir kimse haram olan içkiyi içip, sarhoş olup, sarhoş iken cinayet işlese hem içtiği, hem de cinayet işlediği için cezalandırılır. Sarhoşluğa sebep olan içki haram olunca, sarhoşluk mukadderattan değildir.

Zira Allah Teala, haram kılmış olduğu sebeplere teşebbüs edenleri cezalandırdığı gibi, o sebeplerden meydana gelen günahlardan dolayı da cezalandırır. Nitekim emretmiş olduğu sebeplerden ve bu sebeplerden meydana gelen iyiliklerden dolayı da mükafatlandırır.

Bundan dolayı bid'at ve sapıklığa davet eden kimseye, kendisine uyanların günahı kadar günah yazılır. Çünkü onlar bu günahı ona uyduklarından dolayı işlemişlerdir. Bunun için Hz. Adem'in (a.s.), kardeşini öldüren oğlu üzerine kıyamete kadar adam öldürenlerin günahından bir hisse yazılır.

Nitekim Allah Teala:

"Kıyamet gününde kendi günahlarını tamamen yüklendikten başka, bilgisizlikleri yüzünden saptırdıkları kimselerin günahlarından bir kısmını da yükleneceklerdir." (Nahl/25) ve

"Onlar muhakkak kendi yüklerini ve kendi yükleriyle birlikte daha bir çok yükleri de elbette yüklenecekler." (Ankebut/13) buyurmuştur.
 
 
Şöyle bir soru daha sorulursa:

Bir kimse bir kötülüğün sebebine teşebbüs eder ama onun ihtiyarı olmaksızın o sebepten meydana gelen kötülüklerden nasıl tevbe eder, çünkü bu kötülükler o kimsenin fiilinden değildir. Halbuki insan ancak kendi ihtiyarı ile yapmış olduğu kötülüklerden tevbe eder?
 
Şöyle cevap verilir:

O kötülükler o kimsenin teşebbüs ettiği sebeplerden doğmuştur. O halde bu kötülüklerden tevbe etmesi, pişman olması; bir daha böyle kötülüklerin sebeplerine teşebbüs etmekten kendini menetmesidir. Eğer o sebepten doğmuş olan kötülük, başka bir kimseyi de ilgilendiriyorsa, bunun tevbesi elinden geldiğince o kimseyi razı etmektir.

Bunun için bid'at bir şeye davet edenin tevbesi, davet ettiği şeyin bid'at ve sapıklık olduğunu, hidayet ve doğru yolun bunların zıddında bulunduğunu açıklamasıdır.

Nitekim Allah Teala Hazretleri, insanları saptırmak için Allah'ın indirdiği açık hükümleri ve doğru yolu gizlemek suretiyle günaha girmiş olan ehli kitabın tevbe etmeleri için, kendi hallerini ve amellerini düzelttikten sonra gizlediklerini de insanlara açıklamalarını şart kılarak:

"İndirdiğimiz açık hükümleri ve doğru yolu, biz insanlara kitapta beyan ettikten sonra gizleyenler yok mu, işte onlara Allah lanet eder, bütün lanetçiler de onlara lanet okur. Ancak tevbe edip halini düzeltenler ve (gizlediklerini) açıklayanlar başka. Bunların günahlarını bağışlarım, ben tevbeleri kabul eden ve çok merhametli olanım." (Bakara/59-60) buyurmuştur.

Nitekim zayıf olan mü'minlerin kalplerini bozup Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) düşmanları olan yahudi ve müşriklere sığınmalarını ve dışdan müslüman görünmelerini onlara telkin etmek suretiyle günaha girmiş olan münafıkların, tevbelerinin kabul edilmesi için önce kendileri iman etmeleri ve sonra o zayıf mü'minlerin hallerini düzeltmelerini, onların yahudi ve müşrikleri bırakıp onun yerine Allah'a sarılmalarını, dıştan müslüman olmayı bırakıp, içten müslüman olmalarını onlara söylemeleri şarttır. Tevbenin şartları ve hakikati böylece anlaşılmış olmaktadır.

Yardım yalnız Allah'dandır.
 

Rüveyha
Mon 15 December 2014, 07:46 pm GMT +0200
Esselamu Aleyküm ve rahmetullah. Mümi'n kullara sabır ne güzel yakışır. Mevlam sabırlı kullarından kılsın insaAllah..Mevlam razı olsun kardeşim.

ceren
Mon 15 December 2014, 08:20 pm GMT +0200
Aleykümselam.Rabbim razı olsun paylaşımdan Rüveyha abla.İnsan sabırdan uzak duramaz.Sanır etmezse Rabbim yardımcısı olmaz.Rabbim zorlukların karşısında sabır eden,Allahın rızasını kazanan kullarından eylesin beni inşallah...