meryem
Sun 6 February 2011, 11:34 pm GMT +0200
2 - İnsana Göre Öğretim İlkesi
Bu ilke eğitim-öğretim etkinliklerinin insanın özel urumuna göre ayarlanmasını öngörür. Özel durumlar, kişinin fizyolojik ve psikolojik yeteneklerini, fizik ve sosyal çevre şartlarını, ilgi ve amaçlarını ifade eder. Bu şartları ciddiye almayan bir eğitim sistemi başarılı olamaz.
Her insanın bilgi ve idrâk seviyesi aynı olmadığı gibi ilgi ve amaçları da aynı değildir. Birine iyi tesir eden bir söz bir başkasına etmeyebilir. Bir insan şu kadar şeyi şu kadar zamanda anlarken, diğer bir insan ondan daha tez veya daha geç anlamakta veya hiç anlamamaktadır. Bu itibarla insanlara bir şeyi öğretirken, onlardan bir şey isterken daha dikkatli olmak zorundayız. [1812] Bu aynı zamanda adaletin de gereğidir. E. Boutroux, "insan, kendisine verilen imkânlara göre değil de, kafa ve ruh yapısına göre öğrenim yapmak ister" [1813] derken ferdî farklılıklara ve onun gereklerine işaret etmiştir.
İslâm eğitim sisteminde insan kendi kudreti nisbetinde dinî tekliflerden sorumludur. [1814] Kur'ân insanları bilgilendirirken sadece belli bir kesimi değil, avam havas herkesi hedef alır. [1815] Bu itibarla da muhataplarının özel durumlarına itina gösterir. İbn Rüşd, Kur'ân'da fennî ve teknik esaslara dayanan uzun ve mürekkep mikyaslardan meydana gelen beyanların halka ta'lîm ve tebliğ vasıtası olarak kullanılmadığını söylemiştir. [1816] Ona göre zekât ve hac gibi bazı ameller nasıl herkese farz değilse şer'î bilgiye vakıf olmak da herkese farz değildir. [1817] Talim ve terbiye hususunda bütün insanları tek bir yol ve usul üzerinde saymak, amel hususunda onları bir tek şeriat (yol)te saymak gibidir. [1818] İbn Rüşd, hayal edemedikleri bir şeyin varlığını kabul ve tasdik etmelerinin imkânsızlığını düşünerek, şeriatın halka rûyet konusunu anlatmaktan vazgeçtiğini, fakat Allah'ı halkın muhayyile ve tasavvur gücüne uygun gelecek şekilde vasfettiğini anlatmaktadır. Bununla birlikte Allah'ın tahayyül ve tasavvur edilen varlıklardan hiçbirine benzemediği, onlarla hiçbir cins iştiraki bulunmadığı da halka anlatılmıştır. [1819] Halka amelî ve müşahhas meselelerin bahsedilmesinden hareket eden İbn Rüşd, te'vili halka açıklamalarından, onlara anlamayacakları bir dille hitap etmelerinden dolayı Kelâmcıları suçlamaktadır. [1820]
Allah, beşer tabiatının hakikatlerini eksiksiz bildiği için insanları muayyen kalıplar içinde sıkıştırmamış, onlardan güçlerinin yettiği kadar kemâle ulaşmalarını istemiştir. [1821] Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de
"Allah her nefse ancak taşıyabileceği yükü yükler” [1822] buyurmuştur.
Kur'ân'ın öyle bir üslûp özelliği vardır ki, değişik zaman ve mekânlarda yaşayan ve ilmî seviyeleri çok farklı olan bütün insanlar ondan lâyıkı ile yararlanabilirler. Kur'ân'ın her seviyeden herkese seslenmesi onda çelişkili anlamların bulunduğunu göstermez. Bu durumda mânâ aynı kalmakta, âyetlerin sathı, derinliği ve kökleri bulunabilmektedir. Ayetin üslûp özelliği bu üç unsuru da ihtiva etmektedir. Avam dediğimiz halk, zahirî görünüşteki sathî mânâyı, aydın, muayyen derinlikteki bir mânâyı anlamakta, ihtisas ehli ise daha derinliklere inebilmektedir. [1823]
Kur'ân bir okyanus gibidir. Yüzme bilmeyenler sahilden ona bakarak, elleriyle ondan su alarak, yüzme bilenler dalgaları arasında kulaç atarak, dalgıç olanlar ise derinliklerine dalarak ondan yararlanmaya çalışırlar. Bu kategorileri insan kabiliyet ve yetenekleri oranında çoğaltmak mümkündür.
Gazzalî, öğrenciye kabiliyeti ölçüsünde hitap etmesi, aklının kavrayamayacağı ve nihayet nefret edeceği incelikleri aşmaması hususunda eğiticiye görev yüklemektedir. [1824] Buna rağmen "sadece ilim ve fikir adamlarının bilmeleri gereken konuları, herkes tarafından üzerinde fikir yürütülen ve yorum yapılan meseleler haline getirdiği için "İbn Rüşd tarafından tenkid edilmiş, hatalı bulunmuştur. [1825] Yukarda da belirttiğimiz gibi İbn Rüşd, ilmî, nazarî ve mücerred meseleleri sadece zekî, kabiliyetli, istidatlı ve dürüst kimselerin bilmelerini istemekte, aksi bir davranışın sakıncalarına işaret etmektedir. Bu görüşünde de ısrarlıdır.[1826]
İbn Sina da yeteneği dikkate alan bilim adamı ve düşünürler arasındadır. Öğrencilerin yeteneklerine dikkat edilmesini, herkesin yeteneği doğrultusunda yönlendirilmesini ister. [1827]
Ali Medar, İslâm eğitiminin inkılâpçı yönünü açıklama sadedinde, "Gerçek bir inkilâb, fıtrî olmalıdır; fert ve toplum fıtratına ters düşmemelidir." [1828] derken Kur'ân'a tercüman olmaktadır. Çünkü Kur'ân ütopya peşinde bir kitap değildir. Onun insan telakkisi realisttir. [1829] Bundan dolayı insanlara anlamayacakları bir şeyi söylemeyeceği gibi, onlardan güçlerinin yetmeyeceği bir şeyi de istemez. Allah şöyle buyurur:
"Biz hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını teklif etmeyiz. Yanımızda da hakkı söyleyen bir kitap vardır. Onlar zulme uğratılmazlar." [1830]
"İman edip de iyi işler yapanlara gelince -ki biz, bir nefsi ancak gücünün yettiğinden sorumlu tutarız- onlar cennetliktirler. Ve orada ebedî olarak kalıcıdırlar." [1831]
"...Allah, bir nefse tarafından verdiğinden başkasını teklif etmez." [1832]
Allah, insanlara adaleti emrettiği gibi onlara yaptığı tekliflerde kendisi de adaleti gözetmektedir. Yukardaki âyetler bunu isbatlamaktadır. Şu âyet de yukardakileri teyid ve te'kid ediyor:
"...Herkese ancak gücü nisbetinde teklifte bulunulur..." [1833]
Bakara sûresinin 286. âyetinde hiç kimseye gücünün üzerinde bir yük yüklenmeyeceği teminatı verilmekte
"Ey Rabbimiz, hem bize gücümüzün yetmeyeceği yükü yükleme..." şeklinde de bir duâ örneği gösterilmektedir.
Rasûlullah da eğitim çalışmalarında insan yeteneklerini esas almıştır. Bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
"Biz peygamber zümresi, halkı kendi (esas) menzil ve mevkilerine indirmekle memur olmuşuzdur (Kimseye seviyesinin üstünde söz söylemeyiz.) Onlara akıllarının erdiği kadar hitabetmek emrini almışızdır (Kimseye aklının almayacağı bir şeyi söylemeyiz)." [1834] Buharı de Hz. Ali'den şöyle bir rivayette bulunmuştur:
"Halka anladıkları (ve akılları erdiği şekilde konuşunuz (anlayamayacakları şekilde ve seviyelerinin üstünde hitabetmek suretiyle) onların Allah'ı ve Rasûlünü tekzib etmelerini arzu eder misiniz?" [1835]
Hz. Peygamberin bu minval üzere pek çok hadisi vardır. [1836] Onun, kendisine sorulan bir soruya farklı cevaplar vermesinin hikmetlerinden biri de konumuzla yani ferdî farklılıklar ve bunların esas alınmasiyle ilgilidir. "Amellerin hangisi daha faziletlidir?" sorusuna farklı cevaplar vermiştir. [1837] Sırdaşı Huzeyfe'ye (r.a.) özel mâhiyette bazı sırlar açıklamış, fakat bu bilgileri başkalarından saklamış olması da bu gerekçeye bağlanmaktadır. [1838] Yukardaki hadis, Mesnevî'de "Halka, kendi aklınız mikdarınca değil, onların akılları mikdarınca söz söyleyin ki, Allah'a ve peygamberine yalan demesinler' şeklinde ifade edilmiştir. [1839]
Şîrazh Hafız konumuzla ilgili olarak şöyle sesleniyor:
Kıymet-i dürr-i girânmâye çi dâned avam
Hafıza, gevher-i yekdâne medih cüz be- havas
"Değeri yüksek olan incinin kıymetini halk nereden bilsin?
Ey Hafız, kıymeti ağır ve yüksek olan cevherleri aydınlardan başkasına anlatma." [1840]
Konuyu Garrett'in ifadesiyle şöyle toparlayabiliriz:
"Öğrenilecek şeyin, öğrenenin yaşma, yeteneklerine ve ilgilerine göre değişmesi, ayarlanması önemlidir." [1841]
[1812] H. Ziya Ülken, İslâm Düşüncesine Giriş, s. 69.
[1813] Boutroux, "Çocuğu Okumaya Sevkeden sebepler", Çağdaş Pedagojiden Seçmeler, içinde, s. 173.
[1814] Akkad, a.g.e., s. 64.
[1815] Suad Yıldırım, Kur'ân-ı Kerim, s. 204
[1816] İbn Rüşd, el-Keşf, s. 283.
[1817] İbn Rüşd, a.g.e., s. 281.
[1818] İbn Rüşd, a.g.e., s. 280.
[1819] İbn Rüşd, a.g.e., s. 279.
[1820] Süleyman Uludağ, Felsefe Din İlişkileri,' s. 34.
[1821] M. Kutup, İslâm Terbiye Metodu, s. 316.
[1822] Bakara: 2/286.
[1823] Suad Yıldırım, a.g.e., s. 142.
[1824] Gazali, İhya, c. I, s. 144.
[1825] Süleyman Uludağ, Felsefe Din İlişkileri, s. 145
[1826] Uludağ, a.g.e., s. 148.
[1827] Abdullah Özbek, a.g.e., s. 96.
[1828] Ali Medar, İnsan Eğitiminin Kur'ânî Metodu, s. 72.
[1829] H. Ziya Ülken, İslâm Düşüncesine Giriş, s. 70.
[1830] Mü'minun: 23/62.
[1831] A'râf: 7/42.
[1832] Talâk: 65/7.
[1833] Bakara: 2/233.
[1834] Müslim, Mukaddime, c. I, s. 6; Aclûnî., c. I, s. 196 (Hadis no: 592) Ebû Davud, Sünen, Edeb, 23.
[1835] Ebû İshak İbrahim b. Musa b. Musa el-Kırnâtî eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât fî usûli'l-ahkâm, tahkik: Abdullah Draz, Kahire, ts., c. I, s. 87.
[1836] Daha fazla bilgi için bk. Abdullah Özbek, a.g.e.
[1837] Özbek, a.g.e., s. 152.
[1838] Süleyman Uludağ, Ulam Düşüncesinin Yapısı, s. 30.
[1839] Mevlânâ, Mesnevi, İstanbul 1957, c. IV, s. 208; Ali Yardım, Mesnevi Hadisleri, Kayseri 1970, s. 112 (Doktora Tezi).
[1840] Süleyman Uludağ, a.g.e., s. 29.
[1841] Henry E. Garrett, Psikolojiye Giriş, 5. 125.