meryem
Thu 10 February 2011, 08:02 pm GMT +0200
İlk İnsanın Yaratılışı
Cenab-ı Allah yeri, yerdeki bütün canlı ve cansız varlıkları yarattıktan sonra, yukarıda ifade edildiği gibi, yaratmanın altıncı günü, ilk insan ve ilk peygamber, beşerin atası Hz. Âdem'i topraktan yaratmıştır. İnsanın yaşaması için gerekli herşeyi yaratıp, yaşamaya uygun ortamı hazırladıktan sonra insanı yaratmıştır. Allah yaratmanın uzun altı devrinde herşeye en mükemmel şeklini vermiş, hatta insan için toprakta taşkömürü, petrol ve tabiî gaz vs. gibi enerji depo etmiştir. Bunlar milyonlarca uzun yıl süren yaratma çağlarında hazırlanmış ve müstekar şeklini almıştır. Bu kurulu nizama idareci, hâkim ve halife olmak üzere Yüce Allah insanı yaratmıştır. Bu husus Kitab-ı Mukaddes'te de belirtilir [703]. Elbette bütün bunlar bir gayeye yönelmiş icraatlardır. İnsan bu yaratıkların en sonuncusu ve en mütekâmilidir. Bu kurulu kâinat insanın hizmetine verilmiştir.
Allah insani topraktan yaratmıştır. Bu gerçek pek çok âyet-i kerîmede ifade buyurulur.
"O'nun âyetlerinden (sonsuz gücünün işaretlerinden) biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz (yeryüzüne) yayılan insan(lar) oluverdiniz" [704]. Şu âyetler de insanın topraktan yaratıldığını belirtir [705]. İnsanın topraktan yaratılması da uzun tekâmül devreleri geçirmiştir. Ebû Musâ'l-Eş'arî'den rivayet edilen bir hadis-i şerif şöyledir: "Doğrusu Allah Âdem'i Arz'ın her tarafından aldığı bir kabza topraktan yaratmıştır. (Bundan dolayı) Âdemoğulları toprağın miktarına göre (vücuda) gelmişlerdir. Onlardan kırmızısı, siyahı, beyazı ve bunlar arası (renkte olanları) vücuda gelmiştir. Yumuşak huylusu, sert huylusu, kötüsü ve iyisi (vücuda) gelmiştir" [706]. Bu hadis-i şerif; insan vücudunda yeryüzünde mevcut yüzüç elementin (makro element ve mikro elementlerin) çoğunun (80 kadar) az veya çok değişik oranlarda bulunduğunu bildiren biyolojik gerçekle [707] daha iyi açıklanmaktadır.
"Modern ilim, insan vücûdunun, yeryüzünün ihtiva ettiği elementleri kendisinde topladığını isbat etmiştir. Toprağın taşıdığı elementler şunlardır:
Karbon, oksijen, hidrojen, kükürt, azot, kalsiyum, potasyum, sodyum, klor, magnezyum, demir, manganez, bakır, iyot, florin, kobalt, çinko, silisyum ve alüminyumdur. Toprağı meydana getiren bu elementlerden, insanda da değişik nisbetlerde yer aldığını görüyoruz. Bu nisbet topraktan toprağa değiştiği gibi, insandan insana da değişmektedir. Fakat yine de bunlardan birer parça hepsinde bulunmaktadır". (S. Kutub, Fî Zilâk Merâği, Tefsir, XVIII, 10 s. 117'de Allah ve'1-ilmu'l-hadis, s. 180 den) İnsanın yaratılışındaki cevher, maddî ve manevî suretinde, yani bedenî terkibinde ve manevî huy ve kabiliyetlerinde tesirini gösteriyor. Nitekim cinlerin yaratılışı konusunda ifade ettiğimiz gibi, toprağın cevherinde, ağırlık, sükûnet, yumuşaklık, sebat ve teennî vardır. Bu özellikler insanların manevî suretlerinde tecelli etmiştir.
İnsanın topraktan yaratılışı da çeşitli safhalar arzeder. Nitekim Kur'ân-ı Kerim bunları değişik âyetlerde açıklar. Topraktan başlayan yaratılış, çamur haline gelir. İnsanın yaratılışındaki bu çamur safhasını ifade buyuran pek çok âyetler vardır. "Rabbin meleklere demişti ki:
"Ben çamurdan bir insan yaratacağını"[708].
"O'dur ki herşeyin yaratılışın! güzel yaptı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı" [709].
İnsanın maddesi çamur bu safhada iken yapışkan bir şekle giriyor, bir sülâle, bir hülâsa (çamur özü) haline geliyor. "...Biz kendilerini yapışkan bir çamurdan yarattık" [710].
"Andolsun ki biz insanı çamurdan (meydana gelen) bir süzmeden yarattık" [711].
Bu âyette geçen "sülâle" kelimesi müfessirlerce, bulanıklık arasından süzülmüş çamur hülâsası,[712] birşeyden sıyrılıp çıkarılan bîr netice,[713] olarak izah edilir. Çünkü sülâle aslın değil, ondan çıkarılan hülâsanın ismidir, işte insan yaratılış mertebelerinde önce böyle çamurdan sıyrılıp süzülüp çıkarılan bir sülâleden yaratılmıştır. Çamurdan istifa edilmiş olan ve sonra insanın erzakı hizmetini görecek madenlerin, bitkilerin ve hayvanların sıyrılıp çıkarılmasından sonra bunların bir hulâsasından da hiç yokken Allah, insanı yaratmış ve insanlar bunların sonuncusu olmuştur [714]. Yine bu safhada bu çamur süzmesi uzun zamanın geçmesiyle mayalanıp kokar bir hal almıştır. "(İblis):
“Ben bir salsalden (pişmemiş çamurdan), değişken bir balçıktan (hamein mesnün) yarattığın insana secde edemem!" dedi. [715] Bu safhada şekillendirildiğini ve kuruduğunu anlıyoruz.
"Sizi yarattık, sonra size şekil verdik..." [716]
"Andolsun biz insanı pişmemiş çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık... Bir zaman Rabbin meleklere demişti ki: "Ben kupkuru çamurdan, değişken balçıktan bir insan yaratacağım" [717].
Bu âyetlerdeki hame, ham’nin cem'idir. Siyaha çalan, değişen çamur/'mesnün" değişken demek olduğu gibi, kokan çamur da demektir. Bu mânâlar İbn Abbas, Mücahid ve başkalarından rivayet edilmiştir [718]. Hame'; su ile beraber olmaktan değişmiş, kararmış çamur; hame-i mesnûn "sinetu'l-vech"den alınarak eritilip kalıba dökülmüş çamur demektedir. Katade'den mesnûn'un (kokmuş) mânâsı rivayet edilmiştir. "Sin: dökmek'ten, mesnûn masbub (kalıba dökülmüş) demektir [719]. Sonra bu çamur belki kalıp haline gelebilmesi için yapışkan bir mahiyet alır.
"...Biz kendilerini yapışkan bir çamurdan yarattık" [720]. Şu halde "hame-i mesnûn" terkibinin geçtiği âyetler, hem insanın şekil verilmeden önceki cıvık, kokar halini, hem de salsal ki onun sıfatı olarak suret verilmiş kuru çamur halini ifadeye muhtemildir. Çünkü "salsal" ateş dokunmamış kuru çamur, vurulunca ses çıkarır ve tınlaması işitilir, [721] pişmemiş, çiğ kuru çamur demektir ki, pişmiş olursa tuğla, kiremit gibi fahhar olur [722]. Bu safhalarda uzun zaman geçtiğini hadislerden anlıyoruz. "Allah Âdem'i cennete suretlendirip de dilediği kadar onu terk ettiği zaman İblis onun etrafında dolaşmaya ve onun ne olduğuna bakmaya başladı. Nihayet içinin boş olduğunu görünce, onun nefis temayüllerine hâkim olamaz bir hilkatte yaratılmış olduğunu anladı" [723].
Bu safhada şekil verilmiş "salsal," kurumuş çamur, iyice kuruyarak kiremit gibi ses verir hale gelmiştir. "İnsanı ateşte pişmiş gibi kuru çamurdan yarattı" [724]. Yani ateşle pişmiş değil, ateşte pişmiş kiremit ve tuğla gibi tın tın ses verecek derece kurumuş hale gelmiştir.
Bu safhada artık insanın terkibi ve tesviyesi tamamlanmış, sıra bir başka yaratılmış olan "ruh üflemeye" gelmiştir. "...Sonra ona bambaşka bir yaratık yaptık..." [725]
"Onun (şeklini) düzeltip onu ruhumdan üflediğim zaman derhal ona secdeye kapanın!" [726].
"Sonra onu düzeltti, ona kendi ruhundan üfledi. Ve sizin için kulak(lar), gözler ve gönüller yarattı. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!" [727]. İnsan ruh üflenince canlanıyor ve söz anlar duruma geliyor, insan ancak bu safhada hitap edilmeye lâyık, değerli bir varlık haline geldiği için, Allah bu âyette muhatap (ikinci şahıs) olarak ona hitap ediyor [728].
"Onu düzenle(yip insan şekline koy)duğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secde edin!" [729]
Gerek ilk insanın ve gerekse insan neslinin ana karnında bu merhale merhale yaratılışına açıkça işaret eden âyetler de vardır. "Oysa O, sizi çeşitli merhaleler halinde yarattı" [730]. Nitekim bu ve müteakip âyetin tefsirinde müfessirler bu hususlara temas etmişlerdir. "Siz mutlaka tabakadan tabakaya bineceksiniz" [731] âyetindeki tavırları ceninin ana karnında geçirdiği safhalar olarak tefsir etmiştir. Âlûsî, Beydâvî ve Ebu's-Suûd, önce unsurlar, sonra, gıda haline gelen bileşikler, sonra nutfe ve müteakip safhalar şeklinde izah etmişlerdir. Hamdi Yazır:
"Hilkatin ferden ve cem'an geçirmiş olduğu tekâmül mertebeleri" demiştir. [732] âyetinin tefsiri hakkında, halden hale geçişler, iki günü birbirine denk tutmama, semâdan semâya gezme vb. tercihlerde bulunulmuştur [733].
He ferdin Âdem (a.s.)'ın yoktan var edilmesinde bir hissesi vardır. Çünkü Âdem (a.s.), cinsinin diğer fertlerini ihtiva edecek bir numune olarak yaratılmıştır. Onun böyle yaratılması, furu'undan her ferdin aynı şekilde yaratılması, demektir. Birçok âyetlerde Allah'ın "Sizi topraktan yarattı..." [734]buyurması, Âdem (a.s.)'ın yaratılışının, bütün neslinin yaratılışını da icmali olarak ihtiva etmesindendir [735].
[703] "Ve denizin balıklarına ve göklerin kuşlarına ve yer üzerinde hareket eden her canlı şeye hâkim olsun." Kitab-ı Mukaddes, Bab, 1, s. 2.
[704] Rûm: 30/20
[705] Âl-i İmrân: 3/59; Kehf, 18/37; Hacc, 22/5; Fâtır, 35/11; Mü'min, 40/67
[706] Ebu Davud, ha, no. 4693; Tab., I, 481; Müsned-i Ahmed, IV, 400; Tir., IV, 67-68; Müs., II, 261, Prof. Dr. Suat Yıldırım, Hz. Peygamberin Tefsiri, s. 165.
[707] Thomas Peter Bennet ve Earl Friden'den terceme, Dr. Attan Günalp, Biyokimyada Modern Konular, s. 5-10, M.E.B Basımevi, İstanbul, 1973.
[708] Sâd: 38/71
[709] Bu hususta şu âyetlere de bk. En'am, 6/2; A'raf, 7/12; Sâd, 38/76; İsrâ, 17,61. Secde: 32/7
[710] Sâffât: 37/11
[711] Mü'minûn: 23/12
[712] Bey., II, 104.
[713] İbn Atıyye'den RM, XVIII, 12.
[714] Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, V, 3432-3433.
[715] Hicr: 15/33.
[716] A'raf: 7/ll.
[717] Hicr: 15/26, 28
[718] Muhtasaru Tefsiri't-Taberi, I, 348.
[719] RM, XIV, 33-34; Bey., I, 540.
[720] Sâffât: 37/11
[721] Muhtasaru Tefsiri't-Taberî, I, 348; RM; XIV, 33-34.
[722] İbn Kesir,II, 550; Elmalılı, V, 3056-3057.
[723] Mehmet Sofuoglu, Sahih-i Müslim ve Tercemesi, VIII.
[724] Rahman: 55/14.
[725] Mü'minûn: 23/14.
[726] Sâd: 38/71
[727] Secde: 32/9
[728] Süleyman Ateş, s. 414.
[729] Hicr: 15/29.
[730] Nuh: 71/14
[731] İnşikâk: 84/19). Taberî ve İbn Kesîr (Nuh, 71/14
[732] İnşikâk: 84/19
[733] Bk. Bey, II, 507; îbn Kesir, IV, 425; Tab, XXIX, 95-96, RM, XXIX, 73-74; XXX, 82-83; Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, VIII, 5373.
[734] En'am, 6/2; Kehf, 18/37; Fâtır, 35/11; Mü'mîn, 40/67.
[735] RM, XVI, 70. Veli Ulutürk, Kur’an-ı Kerim’de Yaratma Kavramı, İnsan Yayınları: 131-136.