- İkinci Akabe Bey´atînde Hazır Bulunanların Adları

Adsense kodları


İkinci Akabe Bey´atînde Hazır Bulunanların Adları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Esila
Wed 2 February 2011, 02:44 am GMT +0200
İkinci Akabe Bey´atînde Hazır Bulunanların Adları


Hz. Peygamber´în Şerefli Zatını Arap Kabilelerine Arzetmesi

Fasıl

Süveyd B. Samit El-Ensarî´nln Olayı

İyas B. Muaz´ın Müslüman Oluşu.

Ensâr´ın Müslüman Olmaya Başlaması

İkinci Akabe Bey´atı

Fasıl

İkinci Akabe Bey´atînde Hazır Bulunanların Adları


Hz. Peygamber´în Şerefli Zatını Arap Kabilelerine Arzetmesi


Hz. Peygamber, şerefli zatını hac mevsimlerinde Arap kabilelerine arzeder, kendisine yardımcı olmalarım, kendisini yalanlayıp muhalefet edenlere karşı korumalarını, yanlarında barındırmalarını istemiş, an­cak Cenâb-ı Allah, onu Ensâr için ayırdığından Arap kabileleri bu isteği­ne cevap vermemişlerdi.

İbn îshak, dedi ki: Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Mekke´ye geldi. Kavmi de ona karşı daha şiddetli oldu. Muhalefetlerini artırdılar. Dininden da­ha da uzaklaştılar. Ancak az miktardaki güçsüz kimseler, ona iman etti­ler. Rasûlullah (s.a.v.), hac mevsimi geldiğinde kendim Arap kabileleri­ne arzeder, onları yüce Allah´a imana davet eder, kendisinin Allah ka­tından gönderilen bir peygamber olduğunu onlara haber verir, onlardan da kendisini tasdik etmelerini ve Allah´ın kendisiyle gönderdiği dini açıklayıncaya kadar kendisini korumalarını isterdi.

İbn îshak Zeyd b. Eşlem vasıtasıyla İbn Abbas´m şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: Rebia b. İbad´m şöyle dediğini işittim: Babam bana şöyle demişti: «Ben, genç bir çocuktum. Babamla birlikte Mina´da idim. Rasûlullah (s.a.v.)´da Arap kabilelerinin bulundukları yerlere gidip on­lara şöyle derdi: Ey falan oğulları! Şüphesiz ben, Allah´ın size gönderdiği elçisiyim. Allah´a ibadet etmenizi, O´na hiç birşeyi ortak koşmamanızı, O´ndan başka taptığınız tanrıları atmanızı, bana iman etmenizi ve beni doğrulamanızı, Allah´ın benimle gönderdiği dini açıklayıncaya kadar beni korumanızı sizden istiyorum.»

Böyle dedikten sonra arkasında da şaşı gözlü, parlak yüzlü, iki saç Örgüsü bulunan, üzerinde de Aden kumaşından yapılan bir kaftan bulu­nan bir adam duruyordu. Rasûlullah sözünü ve davetini tamamladık­tan sonra ardı sıra o adam da şöyle derdi:

- Ey falan oğulları! Bu adam sizi Lat ve Uzza´yı boynunuzdan çıka­rıp atmaya, Malik b. Ukayş oğulları olan cinlerden, müttefiklerinizden de sıyrılmaya, getirmiş olduğu bid´at ve delaletlere sarılmaya davet edi­yor. Sakın ona itaat etmeyin ve sözüne kulak vermeyin.

Ben, babama dedim ki:

- Babacığım, Muhammed (s.a.v.)´in peşinde dolaşan ve söyledikle­rini reddeden bu adam kimdir

- Bu amcası Abdü´1-Uzza b. Abdülmuttalib olan Ebu Leheb´tir. İmam Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman b. Ebi´z-Zinad´dan rivayet

etti ki o, babasının şöyle dediğini nakletmiştir: Beni´d-Dil oğullarından Rebia b. İbad adında cahili bir adam -ki bu, sonra Müslüman olmuştur-bana dedi ki: Cahiliye döneminde Rasûlullah (s.a.v.)´ı, Zül-Mecaz pana­yırında gördüm. O şöyle diyordu:

«Ey insanlar! Lâ ilahe illallah deyin, kurtuluşa.erin.» Böyle derken insanlar onun etrafında toplanmışlardı. Arkasında da parlak yüzlü, şa­şı gözlü, iki saç örgüsü bulunan bir adam duruyor ve şöyle diyordu:

- Bu dinden çıkmıştır, yalancıdır.

Bu adam, Rasûlullah´ın gittiği her yere gidiyordu. Ben de onun kim olduğunu sorduğumda, bana:

-. Bu, onun amcası Ebu Leheb´tir, dediler.

Beyhakî, Rebiatü´d-Dilî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)´ı Zü´1-Mecaz panayırında gördüm. İnsanların bulun­dukları yerlere gidiyor, onları Allah´a davet ediyordu. Arkasında da şaşı gözlü, elmacık kemikleri parlayan bir adam vardı. O adam, şöyle diyor­du:

- Ey insanlar, bu sizi aldatıp dininizden ve atalarınızın dininden ayırmasın!

Bu adam kimdir diye sorduğumda Ebu Leheb olduğunu söylediler.

Beyhakî, Kinaneli bir adamın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)´ı Zu´1-Mecaz panayırında gördüm. O şöyle diyordu: «Ey insanlar! Lâ ilahe illallah deyin, kurtuluşa erin.» Arkasında da bir adam vardı ki, üzerine toprak savuruyordu. Baktım ki, o Ebu Cehil´dir. İnsanlara şöyle diyordu: "Ey insanlar! Bu, sizi aldatıp dininizden ayır­masın. Bu, Lat ve Uzza´ya ibadeti terketmenizi istiyor."

Bu rivayette, Hz. Peygamberin arkasında dolaşarak insanları onu tasdik etmemeye çağıran kişinin Ebu Cehil olduğu söyleniyor. Bu bir ve­him de olabilir, bunu yapan bazen Ebu Leheb, bazen da Ebu Cehil olabi­lir. Çünkü her ikisi de, Peygamber (s.a.v.)´e nöbetleşe eziyet vermektey­diler.

îbn îshak, îbn Şihab ez-Zührî´nin şöyle dediğini rivayet eder: Pey­gamber (s.a.v.), Kinde kabilesinin bulunduğu yere geldi. Aralarında Müleyh adında bir beyleri vardı. Onları, yüce Allah´a imana davet etti. Kendini de onlara arzetti. Ama onlar, davetine icabet etmediler.

îbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Kelb kabilesinden bir batnın (oba, boy, bölüm) bulunduğu yere.vardı. Onlara, Beni Abdullah denirdi. Onları, yüce Allah´a imana davet etti. Kendini de onlara arz ederek şöyle dedi: «Ey Beni Abdillah! Şüphesiz Allah, babanızın adını güzel kıldı.»

Ama onun teklifini kabul etmediler.

Arkadaşlarımızdan bazısı, bana Abdullah b. KaTb b. Malik´in şöyle dediğini nakletti: Rasûlullah (s.a.v.), Hanife oğullarının bulunduğu ye­re vardı. Onları Allah´a imana davet etti, kendini de onlara arzetti.Hiç bir Arap, onlar kadar Hz. Peygamber´e çirkin cevap vermedi.

Zühri´nin bana naklettiğine göre Peygamber (s.a.v.), Beni Amir b. Sa´saa kabilesinin bulunduğu yere vardı. Onları yüce Allah´a imana da­vet etti, kendini de onlara arzetti. Onlardan Beyhare b. Firas adındaki biri, ona şu cevabı verdi: Allah´a yemin ederim ki, Kureyşlilerden şu gen­ci yanıma alsaydım, bununla bütün Arapları yenerdim.

Böyle dedikten sonra dönüp Rasûlullah´a şöyle dedi:

- Ne dersin; senin emrine tabi olursak, sonrada Allah, seni muhaliflerine galip kılarsa ondan sonra hakimiyet bizim elimize geçer mi

- Hakimiyet ve emir Allah´a aittir. O bunları dilediği yere bırakır.

- Araplara karşı sana siper mi olalım ve Allah, seni galip kıldığı za­man idare bizden başkasında hiç olur mu Senin dediğine ihtiyacımız yoktur, diyerek ondan yüz çevirdiler ve davetine icabet etmediler.

Halk geri döndüğünde Beni Amir kendi büyüklerine gitti. Büyükle­ri olan şeyh yaşlanmıştı. Onlarla birlikte toplantılara katılamıyordu. Yanma gittiklerinde, o mevsimde toplantılarda olan şeyleri ona bildirir­lerdi, îşte o sene onun yanına geldikleri zaman, panayırlarda olan şeyle­ri onlara sordu. Onlar da kendisine şu cevabı verdiler:

- Bize, Kureyşli Abdülmuttalib oğullarından bir genç geldi. Kendi­sinin peygamber olduğunu iddia ediyor. Bize kendisini korumamızı ve kendisiyle birlikte kıyam etmemizi, kendisini memleketimize getirme­mizi istiyordu..

Bunun üzerine şeyh ellerini başına koydu. Sonra şöyle dedi:

- Ey Benî Amir! Bu işin bir telafisi yok mudur Bunu yakalayıp ele geçirmek mümkün değil midir Falanın canı elinde bulunan Allah´a ye­min ederim ki, İsmail oğullarından hiçbir kimse şimdiye kadar yalan ye­re peygamberlik iddiasında bulunmamıştır ve o elbette haktır Neden düşünmediniz

Musa b. Ukbe, Zührî´nin şöyle dediğini rivayet eder: O senelerde Rasûlullah (s.a.v.), her hac mevsiminde kendini Arap kabilelerine arze-diyor, kavimlerin- her şerefli adamıyla konuşuyordu. Onlardan, daveti­ne icabet etmelerinin yanı sıra kendisini barındırıp korumalarını da is­tiyor ve şöyle diyordu: «Sizden herhangi bir kimseyi birşeye zorlamıyo-rum. Sizden davetime razı olan varsa ne âlâ. Ama davetimden hoşlan­mazsanız kimseyi zorlamam. Ben sizden sadece, Rabbimin risaletini tebliğ edinceye ve Allah´ın benimle ashabım hakkında hükmünü verin­ceye kadar suikastlere karşı beni korumanızı istiyorum.»

Hz. Peygamber´in bu isteğini Arap kabilelerinden hiçbiri kabul etmedi. Yanma vardığı o kabilelerden herbiri şöyle dedi: Bu adamın kav­mi kendisini bizden daha iyi tanır ve bilir. Kavmini ifsad eden ve kavmi tarafından dışlanan bir adamın bize yarayacağına inanır mısınız

Cenâb-ı Allah, Peygamber´ini Ensâr´a ayırdığı ve Ensâr´ı onun vesi-lesiyle ikrama mazhar kılacağı için diğer kabileler onu kabul etmemişti.

Hafız Ebu Nuaym, Abdullah b. Eclah tarikiyle Hz. Abbas´ın şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), bana dedi ki: «Sende ve karde­şinde beni koruyacak güç görmüyorum. Sen, yarın beni panayıra götür ki insanların kabilelerinin bulundukları yerlere varalım.» Panayırda gruplar toplanmışlardı. Beraberce gittik. Rasûlullah´a şöyle dedim: İşte bunlar, Kindelilerle kendilerine bağlı olan gruplardır. Yemen´den hacca gelenlerin en faziletlisidirler, İşte şurası da Bekir b. Vail kabilesinin ko­nutlarıdır. Şurası da Amir b. Sa´saa oğullarının konutlarıdır. Hangisine gideceksen kendin tercih et.

Rasûlullah, önce Kindelilere gitti. Onlara şöyle sordu:

- Bu kavim kimlerdendir

- Yemenlilerdendir.

- Yemen´in hangi kısmından

- Kindelilerden.

- Kinde´nin hangi kolundan

- Amr b. Muaviye oğullarından.

- Hayra kavuşmak istemez misiniz

- Nedir o hayır

- Allah´tan başka ilah bulunmadığına şahadet eder, namaz kılar ve Allah katından gelen şeylere iman edersiniz.

- Eğer zafere kavuşursan, kendinden sonra hakimiyeti bize verir misin

- Hakimiyet Allah´ındır. O, hakimiyeti dilediği yere verir.

- Öyleyse bize getirdiğin şeylere ihtiyacımız yok. Sen, bizi tanrıları­mızdan geri çevirmek ve bizi Araplarla çarpıştırmak için mi yanımıza geldin Haydi kavminin yanma git. Sana ihtiyacımız yok, dediler.

Rasûlullah (s.a.v.), onların yanından ayrılıp Bekir b. Vail kabilesi­nin bulunduğu yere geldi. Onlara şöyle sordu:

- Bu kavim kimlerdendir

- Bekir b. Vaü"dendir.

- Hangi Bekir b. Vail

- Kays b. Salebe oğullarından.

- Sayınız kaçtır

- Toprak kadardır.

- Himayeniz nasıldır

- Himayemiz yoktur. Biz, Farshlarla komşuyuz. Onlarla anlaşma yaptık. Onlardan herhangi bir kimseyi himayemize almaz ve kimseyi onlara karşı korumayız.

- Eğer sizi hayatta bırakırda onların (Farsların) menzillerine girer kadınlarını nikahlar, çocuklarını köle olarak alırsanız, Allah´a söz verir misiniz ki, otuz üç defa O´nu teşbih edesiniz, otuz üç defa O´na hamd ede­siniz, otuz dört defa da O´nu tekbir edesiniz

- Sen kimsin

- Ben, Allah´ın Rasûlüyüm.

Hz. Peygamber böyle dedikten sonra yanlarından ayrıldı. Ayrılıp gittikten sonra peşine takılan amcası Ebu Leheb, insanlara:

- Onun sözlerini kabul etmeyin, dedi. Yanlarına giden Ebu Leheb´e o topluluk sordu:

- Bu adamı tanıyor musun

- Evet. Şu Mina´nm tepesinde bulunan değil mi, onun nesini soru­yorsunuz

Onlar da Rasûlullah´m kendilerine yaptığı daveti ve Allah elçisi ol­duğunu söylediğini kendisine anlattılar. Ebu Leheb dedi ki:

- Onun sözlerine aldırış etmeyin. O, delidir. Kendi kafasından uy­durup saçmalıyor.

- Zaten Farslılardan söz ederken, onda delilik işaretleri görmüş­tük.

Kelbî dedi ki: Abdurrahman el-Amirî, kendi kavminin yaşlılarının şöyle dediklerini nakletti: Biz, Ukaz panayırında iken Rasûlullah (s.a.v.), yanımıza gelip sordu:

- Bu kavim kimlerdendir

- Beni Amir b. Sa´saa kabilesinden.

- Bu kabilenin hangi boyundan

- Beni K^/b b. Rebia boyundan.

- Size sığınan bir kimseyi korumaya gücünüz var mı

- Bizim yanımızda olan bir kimseye yan bakılamaz, bizden habersiz bizim ateşimizle hiç kimse ısınamaz.

- Ben Allah´ın elçisiyim. Eğer size gelirsem, Allah´ın emrini halka tebliğ edene kadar beni koruyacak mısınız Size söz veriyorum, sizden herhangi birinizi, birşeye zorlamıyacağım.

- Sen, Kureyş kabilesinin hangi boyundansın

- Ben, Abdülmuttalib torunlarındanım.

- O halde Abdumenaf oğulları, sana niçin yardım etmiyorlar

- Herkesten önce beni yalanlayan ve beni kovan onlardır.

- Fakat biz, seni ne kovar, ne de sana iman ederiz. Ancak Rabbinin emrini tebliğ edinceye kadar herhangi bir kimsenin sana dokunmasım Önleriz.

Bunun üzerine Rasûlullah, gelip bizim yanımıza yerleşti. Halk alış verişte idi. Bir müddet sonra Beyhara (Buhayra ) b. Firas el-Kuşeyrî çıka geldi ve sordu:

- Yanınızda gördüğüm ve kendisini tanımadığım bu adam kimdir

- Kureyş kabilesinden Abdullah oğlu Muhammed´dir.

- Onunla ne ilginiz var

- Allah´ın elçisi olduğun ileri sürüyor ve Rabbinin emrini halka teb­liğ edene kadar kendisim himaye etmemizi istiyor.

- Siz, ona ne dediniz

- Hoşgeldin, sefa geldin. Seni memleketimize götüreceğiz ve kendi­mizi nasıl himaye ediyorsak, seni de himaye edeceğiz, dedik.

Beyhara dedi ki:

- Şu panayırda toplananlar arasında sizden daha korkunç ve belalı birşeyle memleketine dönen bir kimseyi göremiyorum. Bu o demektir ki, bütün halka karşı göğüs geriyorsunuz ve bütün Arapların tek bir yay­dan ok atmalarından korkmuyorsunuz! Onun kabilesi ve yakınları, onu daha iyi tanıyorlar. Eğer onun yüzünde bir hayır görmüş olsalardı, her­kesten çok onlar mutlu olacaklardı. Aşiret ve yakınları tarafından ya­lanlanıp kovulan elin delisine siz sahip çıkıyor ve onu barındırıp yar­dımcı oluyorsunuz. Ne kötü şeydir sizin bu görüşünüz!»

Böyle dedikten sonra Rasûlullah´a dönüp şöyle dedi:

- Kalk! Kendi kavminin yanına git. Eğer sen, benim kavmimin ya­nında olmasaydın -Allah´a yemin ederim ki- şimdi boynunu vururdum.

Bunun üzerine Hz. Peygamber de gitmek üzere kalkıp devesine bindi ve fakat Beyhara arkasından kalkıp deveyi dürttüğü için deve sil­kinip Hz. Peygamber´i tepesi üstü yere düşürdü. O gün Mekke´de Müslümanlığı kabul eden kadınlardan biri olan Dubaa binti Amir b. Kurd´da amcasının oğullarını ziyarete geldiği için orada idi. Kadın, bu manzarayı görünce dayanamayıp şöyle dedi:

- Ey Amir oğulları! -benim için Amir yoktur artık- gözünüzün önün­de Allah´ın Rasûlüne bu kadar hakaret yaparlar da hiçbiriniz karşı koy­mazsınız!

Bunun üzerine amcası oğullarından üç kişi kalkıp Beyhara´ya doğ­ru ilerlediler. İki kişi de Beyhara´ya yardım etti. Ve her biri birisini tu­tup yere yıktı. Ve göğüsleri üzerine oturup yüzlerini yumrukladılar.

Hz. Peygamber de:

«Yarab! Bunların üzerine bereketini indir, ötekileri de rahmetin­den uzaklaştır.» diye dua etti.

Ravi der ki: Rasûlullah´tan yana olan o üç kişi Müslüman oldu ve şehit olarak öldürüldüler. Onların adları şöyledir: Sehm oğullarından Gatif ile Gatafan´dır. Üçüncüsü de Urve ya da Azre b. Abdullah b. Sele-me´dir. Allah, onlardan razı olsun. Beyhara´ya yardım edenler de öldüler. Onların adları da şöyledir: Beyhara b. Firas, Hazn b.Abduilah b. Seleme b. Kuşeyr ve Muaviye b. Ubade´dir. Bu Ukayl oğullarmdandır. Allah, onlara çokça lanet etsin.

Bu garip ve tuhaf bir hadisedir. Garip olduğu için burada kaydettik. Doğrusunu Allah bilir.

Ebu Nuaym, kendisi için şahid olarak Ka´b b. Malik´ten gelen bir ha­disi rivayet etmiştir.´ Bu hadis, Amir b. Sasaa´mn kıssası ve Hz. Peygamber´e ters cevap verişlerine dairdir. Bundan daha garibi ve daha uzunu, Ebu Nuaym ile Hakim ve Beyhakî´nin rivayet ettikleri bir hadis­tir. Bu rivayette anlatıldığına göre Hz. Ali şöyle demiştir:

"Cenâb-ı Allah, Rasûlüne kendini Arap kabilelerine arzetmesini emrettiği zaman Rasûlullah, ben ve Ebu Bekir´le birlikte Mina´ya çıktık. Nihayet Arap meclislerinden bir meclise vardık. Ebu Bekir (r.a.), öne geçti. Zaten her iyilik ve hayırda o önde idi. Neseb ilminden anlayan bir adamdı. Meclistekilere şöyle sordu:

- Bu kavim kimlerdendir

- Rebia´dandır.

- Hangi Rebia ´dansınız Rebia´nın başının üst kısmından mı yoksa çene tarafından mısınız

- Hayır, bilakis başının üst kısmmdamz.

- Başının üst kısmının neresinden

- Zühlü Ekber boyundan.

- Avf vadisinden sıcaklık yoktur diyen Avf, sizden midir

- Hayır.

- Sülün babası ve dirilerin zirvesi olan Bustam b. Kays, sizden mi­dir

- Hayır.

- Hükümdarları öldürüp üzerlerindeki eşyayı yağmalayan Havfe-zan b. Şerik, sizden midir

- Hayır.

- Irzı koruyan, komşuyu himaye eden Cessas b. Mürre b. Zühl, siz­den midir .

- Hayır.

- Bağlı sarığın sahibi olan Müzdeleb, sizden midir

- Hayır.

- Siz Kinde´den, emirlerin dayıları mısınız

- Hayır.

- Siz Lahmî hükümdarların hısımları mısınız

- Hayır.

- Öyleyse siz, Zührü Ekber´den değil, Zührü Asgar1 dansınız. Ebu Bekir´in böyle demesi üzerine onlardan, yüzünde daha yeni tüy

bitmiş Dağfel b. Hanzele adındaki bir genç gelip Ebu Bekir´in devesinin yularını tutup şöyle dedi:

- Bize sorana sormamız gerekir. Bineğin üzerindeki yükü tanımıyoruz veya taşıyamıyoruz. Ey Adam, sen bize sordun. Biz sana hiçbir şeyi gizlemeden cevap verdik. Biz de sana sormak isteriz. Sen kimlerdensin

- Kureyşten bir adam...

- Güzel, güzel! Kureyşliler efendilik ve reislik ehlidirler. Arapların Önderleri ve kılavuzlarıdırlar. Sen, Kureyş´in hangi kulundansın

- Beni Teym b. Mürre´den bir adamım.

- Vallahi hedefi, tam ortadan vurdun! Müteğallibeler tarafından Mekke´de öldürülen Kusay b. Kilab sizden midir O ki, mütegallibenin kalan kısmını oradan uzaklaştırmış, her tepedeki ve diyardaki kavmim toplayıp Mekke´ye yerleştirmiş, sonra oraya hakim olmuş, Kureyşlileri de menzillerine yerleştirmişti. Bu yüzden Araplar, ona toparlayıcı de­mişlerdi. Onun hakkında şairin biri şöyle demiştir:

"Babanız o kişi değilmi ki, ona toparlayıcı denirdi. Onun vasıtasıyla Allah, Fihir kabilelerini toparladı."

- Hayır, bizden değildir.

- Herkes tarafından tavsiye edilen ve efendi kimselerle zarif insan­ların atası sayılan Abdumenaf sizden midir

- Hayır, bizden değildir.

- Mekkeliler ve kendi kavmi için et suyuna ekmek doğrayıp tirid ya­pan Amr b, Abdumenaf Haşim sizden midir O ki, şair onun hakkında şöyle demiştir:

«O üstün şahsiyet Amr (Haşim) ki, kendi kavmi için tiridi ufaladı. Mekke´de kıtlığa uğrayan adamlar zayıf düşmüşlerdi. Onun için iki kervan düzenlemeyi âdet edindiler. Bunlardan biri kışın, diğeri de yazın yola çıkardı. Kureyşliler, küçü­cük bir topluluktu, bölündü.

Özleri ve katıksızları ise, Abdumenaf a aittir.

Hafif akıllılara gelince, onlarda böyle kimselerin olduğu bilinmez.

Misafirlere gelin, buyrun derler.

Yumurtası parlayan koçları yere vurur, misafir için keserler.

Irzlarını da kılıçlarla korurlar.

Allah hayrını versin, keşke onların diyarına konuk olsan.

Konuk olsan da seni sıkıntı ve töhmetten korusalar.»

Ebu Bekir:

- Hayır, Haşim de bizden değildir.

- Öyleyse Abdülmuttalib Şeymbetü´1-Hamd sizdendir. O, Mekke kervanının sahibi ve semadauçan kuşlarla canavarlara, çöldeki vahşi hayvanlara yemek yedirendir. Onun yüzü, sanki karanlık gecede parla­yan bir aydır.

- Hayır, o da bizden değildir.

- Sen, hacılara ve umrecilere yemek yedirenlerden misin

- Hayır.

- Sen, Ka*be´nin perdedarlığım yapanlardan mısın -Hayır.

- Sen, Darü´n-Nedve ehlinden misin

- Hayır.

- Sen, hacılara ve umrecilere Zemzem suyu temin edenlerden mi­sin

- Hayır.

- Sen, hacılara ve umrecilere yemek yedirenlerden misin -Hayır.

- Arafat´tan Mina´ya gelenlerden misin

- Hayır.

Bu konuşmadan sonra Ebu Bekir, devesinin yularını o delikanlının elinden çekti. Delikanlı ona şöyle dedi:

"Hayır seline, bir hayır tanesi düştü. Bu sel, bazen o taneyi kırar, bazen de kaldırır."

Sonra o delikanlı şöyle dedi:

- Ama ey Kureyşli kardeş, Allah´a yemin ederim ki sen, sebat etsey-din, burada dursaydın, senin Kureyş liderlerinden değil de tabilerinden olduğunu sana haber verirdim.

Sonra Hz. Ali, sözüne devamla şöyle dedi:

"Rasûlullah (s.a.v.), tebessüm ederek yanımıza geldi. Ben de Ebu Bekir´e şöyle dedim:

- Ey Ebu Bekir, sen dahi bir bedeviyle karşılaştın. Öyle değil mi

- Evet, ey Hasanın babası. Her belanın üstünde, daha büyük bir be­la vardır. Bela, söze bağlıdır." Hz. Ali, sözünü sürdürerek şöyle dedi:

"Nihayet ağır başlı ve kıyafetleri düzgün bir takım büyük ve yaşlıla­rın bulunduğu bir meclise gittik. Ebu Bekir, onlara doğru ilerleyip se­lam verdi ve:

- Siz kimlerdensiniz diye sordu. Onlar da şu cevabı verdiler:

- Beni Şeyban b. Salebe kabilesindeniz.

Bunun üzerine Ebu Bekir, Hz. Peygamber´e dönüp:

- Anam babam sana feda olsun. Bu kabilede sözü geçenlerin hepsi buradadırlar, dedi.

Zira Mefruk b. Amr, Hani b. Kabisa, Müsenna b. Harise ve Numan b. Şerik gibi kabilenin bütün ileri gelenleri orada idiler. Mefruk, hepsin­den daha güzel konuşuyordu. Göğsü üzerine sarkan iki saç örgüsü var­dı. Ebu Bekir´in yakınında oturan da oydu. Ebu Bekir ona sordu:

- Kaç adamınız vardır

- Adamlarımız 1000´den fazladır ve 1000 adamda azlığından dolayı yenilecek bir miktar değildir..

- Birisi size sığınırsa, onu himaye etmeniz nasıldır

- Gücümüzle onu korumaya çalışmaktır. Bununla beraber her ka­bilenin kendine göre bir şansı vardır.

- Ya düşmanlarınızla savaşmakta nasılsınız

- Biz, en çok düşmanlarımızla karşılaşırken öfkeleniriz ve en çok öf­kelenirken düşmanla karşılaşırız. Biz öyle kimseleriz ki, iyi atları, ev-ladtan daha çok severiz. Sütü bol develerden daha çok silaha önem veri­riz. Bununla beraber yardım Allah´tandır. Bazen düşmanlarımıza karşı bizi, bazen de bize karşı düşmanlarımızı üstün kılar. Her halde sen

Kureyşlisin

- Evet, ben Kureyşliyim., (Hz. Peygamberi göstererek) eğer Kureyşlilerden bir adamın peygamber olduğunu duymuşsanız, işte bu

odur.

- Evet böyle birşey duydum, dedi ve Hz. Peygamber´e dönüp: «Sen,

insanları neye davet ediyorsun » diye sordu.

Bunun üzerine Hz. Peygamber ilerleyip oturdu. Ebu Bekir de aya­ğa kalkıp elbisesini ona gölge yaptı. Peygamberimiz söze başlayıp dedi

ki:

- Ben, sizi Allah´tan başka tanrı bulunmadığına ve benim de Al­lah´ın peygamberi olduğuma şahadet etmeye ve beni barındırıp kolla­maya ve Allah´ın bana emrettiği şeyleri halka tebliğ edinceye kadar ba­na yardım etmeye davet ediyorum. Zira Kureyşliler, Allah´ın emrine karşı gelip beni yalanlamış ve hakkı bırakıp, bâtılı tutmuş bulunuyor­lar. Bunun üzerine onlar:

- Ey Kureyşli! Bizi daha başka neye davet ediyorsun Hz. Peygamber, bu defa onlara şu ayetleri okudu:

«De ki: "Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim: O´na hiçbirşeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin." -sizin ve onların rızkını veren bi­ziz- "Gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, Allah´ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah, bunları size düşünesiniz diye buyurmak­tadır." Yetim malına, erginlik çağma erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü ve tartıyı doğru yapın. Biz kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuz da -akraba bile olsa- sözünüzde adil olun. Allah´ın ahdini yerine getirin. Allah, size bunları öğüt almanız için buyurmaktadır.

Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah, size bunları sakmasınız diye buyurmaktadır.» (ei-En´âm, 151-153.) Bundan sonra Mefruk:

- Ey Kureyşli kardeş, daha neye davet ediyorsun Allah´a yemin ederim ki bu söylediklerin, insanların sözü değildir. Eğer insan sözü ol­saydı, bunları bilirdik.

Bunun üzerine Rasulullah, onlara şu ayeti de okudu: «Allah, şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emre­der; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasmız diye size öğüt verir.» (en-Nahl, 90.) Bunun üzerine Mefruk:

- Ey Kureyşli kardeş! Vallahi sen, insanları güzel ahlaka ve iyi şey­lere davet ediyorsun. Seni yalanlayanlar, sana iftira ve zulmetmiş bulu­nuyorlar. (Hani b. Kabisa´yı göstererek) Bu da bizim büyüğümüz ve din adamımız olan Hani b. Kabisa´dır. Bunun üzerine Hani b. Kabisa, söze başlayarak şöyle dedi:

- Ey Kureyşli kardeş! Senin sözlerini dinledim. Ve davanda haklı olduğuna inandım. Fakat şu varki, yanımıza gelip sadece biraz otur­manla hemen dinimizi terkedip senin dinine tabi olmak, çok aceleye ge­len bir iş olur. Biz daha senin durumunu öğrenmiş değiliz. İşinin neye varacağını da bilemeyiz. Aceleye getirilen işlerin çoğunda ayak kayma­sı, akıl hafifliği ve işin sonunu düşünmemek vardır. Ayrıca bizden başka adamlarımız da vardır. Onlardan habersiz olarak onlar adına her hangi bir sözleşmeye girmek istemiyoruz. Şimdilik sen de dön, biz de dönece­ğiz. Sen de düşün, biz de düşüneceğiz.

Müsenna b. Harisİ göstererek, bu da bizim büyüğümüz ve savaş li­derimiz olan Müsenna´dır, deyip Müsenna´nm da kendi görüşüne katıl­masını ister gibi oldu. Bunun üzerine Müsenna, söze başlayıp şöyle dedi:

- Ey Kureyşli kardeş! Seni dinledim, sözünü güzel buldum ve hoşu­ma gitti. Benim sana cevabım, Hani b. Kabisa´nın cevabıdır. Biliyorsun ki biz, iki büyük su arasında bulunuyoruz. Biri Yemame, diğeri Sema-ve´dir.

Bunun üzerine Hz. Peygamber :

- İki büyük su olduğunu söylediğin Yemame ile Semave nelerdir Müsenna, bu soruya şöyle cevap verdi:

- Biri, Arapların arazisi olan karanın dağlık ve tepeleridir. Diğeri de, Farslarm arazisi ve Kisra´nın nehirleridir. Halbuki Kisra, başına herhangi bir gaile çıkarmamak ve yeni bir iş peşinde bulunan her hangi bir kimseyi barındırmamak için bizden söz almıştır. Senin bizi davet et­tiğin şeyde, tahmin ederim ki hükümdarların hoşuna gitmeyen birşeydir. Arapların, kendilerine karşı gaile çıkaranları mazur sayıp af­fetmeleri mümkündür. Fakat Farslarm yumuşak davranmalarına im­kan ve ihtimal yok. Eğer seni yalnız Araplara karşı müdafaa etmemizi istiyorsan bunu üzerimize alırız. Hz. Peygamber.şöyle dedi:

- Çok güzel cevap verdiniz ve doğru söylediniz. Zira her tarafından emin olmayan bir kimse, Allah´ın dinini savunmaya kalkışamaz. Çok geçmeden birde bakarsınız ki Cenâb-ı Allah, size Farslarm arazi ve mal­larını verir ve kızlarım size cariye kılar. O zaman Allah´ı teşbih ve takdis edecek misiniz

Hz. Peygamber´in bu sorusunu Numan b. Şerik şöyle cevapladı:

- Ey Kureyşli kardeş! Bu, sadece sana ait bir görüştür. Numan´m bu cevabı üzerine Hz. Peygamber, şu ayetleri okudu: «Ey Peygamber, biz seni şahid, müjdeci ve uyarıcı; Allah´ın izniyle

O´na çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir» (el-Ahzâb, 45-46.) Bu ayetleri okuduktan sonra Rasulullah (s.a.v.), Ebu Bekir´in elini tutarak o meclisten kalktı ve sonra bize dönüp:

- Ey Ali! Arapların cahiliyetten kalma ne iyi ahlakları vardır. Bu ahlak sayesinde birbirlerini bu dünya hayatında kollayıp koruyorlar, dedi. Sonra Evs ile Hazreç kabilelerinin bulundukları yere gittik. Ve oradan kalkmadan onlar Rasûlullah´a be/at ettiler. Bilindiği gibi son­rada bu sözlerine bağlı kalıp sonuna kadar sabır ve metanet gösterdiler. Rasulullah da Ebu Bekir´in Arap kabile soylarım bildiğine çok sevindi ve çok durmadan çıkıp:

- Allah´a çokça hamdediniz. Bugün Rebia oğulları, Farslarm ülke­sini alıp, hükümdarlarını öldürdüler. Ve askerlerinin kökünü kazıdılar. Ve benim sayemde muzaffer oldular, dedi."

Bu hadise Zikar yanında Kurakir mevkiinde vuku buldu. Bu savaş­la ilgili olarak A´şa şöyle demiştir:

"Karşılaşma anında süvarisiyle birlikte devem, Zühul b. Şeyban oğullarına feda olsun, bu da az gelir. Kurakir dönemecinde onlar,

Hürmüz´ün Öncülerini vurdular, onlar da kaçtılar, Zühul b. Şeyban oğullarının atlıları, Dönerlerken, onları gören gözler, Allah için ne mutlu gözlerdir.

Saldırdılar, biz de saldırdık, aramızda dostluk vardır. Üzerimizde sıkıntı vardı ama artık geçti."

Bu, gerçekten garip bir hadistir. Ancak nübüvvete, güzel ahlaka ve yüksek fazilete, aynı zamanda Arap edebiyatına ilişkin delilleri içerdiği için bunu buraya kaydettik.

Bu olay, başka yoldan da şu şekilde rivayet edilmiştir: "Müslümanlarla İranlılar savaşırlarken Kurakir´de birbirleriyle karşılaştıklarında -ki burası Fırat nehrine yakın bir yerin adıdır-Müslümanlar, Muhammed adını kendilerine parola yaptılar. Bu sayede iranlılara galip geldiler. İranlılar, bu savaştan sonra Müslümanlığa gir­diler."

Vakidî dedi ki: Abdullah b. Vabise el-Absî, babası vasıtasıyla dede­sinin şöyle dediğini bize anlattı: "Rasûlullah (s.a.v.), Mina´daki menzili­mize geldi. Biz, o sırada Mescid-i Hayfın yamndaki birinci cemrenin hi­zasına konaklamıştık. Devesine binmiş ve Zeyd b. Harise´yi terkisine al­mıştı. Bizi, Müslümanlığa davet etti ama davetine icabet etmedik. Fakat hiç te iyi etmedik. Daha önce onun adım ye panayırda dolaşıp hal­ka Müslümanlığa davet ettiğim duymuştuk. Yanımıza geldiğinde Mey-sere b. Mesruk el-Absî´de bizimle beraberdi. Meysere:

- Allah´a yemin ederim ki, eğer biz bu adamı tasdik edip ve onu bin­dirip yanımızda götürürsek, isabetli bir iş yapmış olacağız. Allah´a ye­min ederim ki, bu adam davasında muvaffak olacak ve hükmü her yere ulaşacaktır, dedi. Fakat ona dediler ki:

- Bırak, başımızı önüne geçemeyeceğimiz bir belaya sokma! Peygamber (s.a.v.) de Meysere´nin bu sözünden ümide düşerek

onun peşine takıldı. Meysere, ona şöyle dedi:

- Senin konuşman ne kadar güzel ve ne kadar parlaktır. Fakat be­nim kavmim, bana uymuyorlar. Kişi, sadece kavminden güç almakta­dır. Eğer kavmi ona yardıma olmazsa, düşmanları hiç de ona yardımcı olmazlar.

Bundan sonra Rasûlullah oradan ayrıldı, biz de yurdumuza dön­dük. Fakat Meysere, arkadaşlarına:

- Haydin Fedeke gidelim, orada Yahudiler vardır. Onlara bu adamı soralım, dedi.

Beraberce Fedeke gittiler. Yahudiler, onlara bir kitap çıkarıp önlerine koydular. Araştırdıktan sonra:

- Araplardan ümmi bir peygamber çıkacaktır M, o peygamber, mer­keplere biner, ekmek parçalarıyla beslenir, boyu ne uzun, ne kısadır. Saçı ne kıvırcık, ne de düzdür. Gözlerinde az kırmızılık vardır. Yüzü par­laktır, diye bir ifadeye rastlayıp şöyle dediler:

- Eğer sizi, kendi dinine çağıran adam bu vasıflara sahip ise, hiç durmayın, ona uyun, dinine de girin. Zira biz Yahudiler, bu adamı kıska­nıyoruz. Onunla aramızda birçok savaşlar olacak ve onun eliyle başımı­za büyük felaketler gelecektir. Araplardan da ona uymayan yahud onunla savaşmayan hiç kimse kalmayacaktır. Hiç değilse siz ona uyan­lardan olun.

Meysere:

- Arkadaşlar, artık bunda şüphe kalmadı, dedi.

Onlar da seneye hacca gittiğimizde onu görürüz, dediler ve fakat döndüklerinde ileri gelenleri buna mani oldukları için onlardan hiç kim­se Rasûlullah´a tabi olmadı. Sonra Rasûlullah, Medine´ye hicret etti ve Veda haccında Meysere, ona rastlayıp tanıdı ve şöyle sordu:

- Ya Rasûlallah! Sen, bize geldiğin günden beri sana tabi olmak is-

teyip duruyordum. Fakat Cenâb-ı Hak, bugüne kadar bunu bana nasib etmedi ve bu uzun zaman içinde birçok şeyler oldu. O gün benimle bera­ber bulunanlardan hiç kimse hayatta kalmadı. Acaba şimdi onlar ne haldedirler

Rasûlullah, bu soruyu şöyle cevapladı:

- İslam dini üzerinde olmayarak ölenlerin hepsi ateştedir. Bunun üzerine Meysere: . ´

- Beni kurtaran Allah´a şükürler olsun, deyip Müslümanlığı kabul etti ve iyi bir Müslüman oldu. Meysere´nin Ebu Bekir yanında da itibarı

vardı."

îmam Muhammed b. Ömer el-Vakidî, Hz. Peygamber´in davette bu­lunup kendini arzettiği kabilelerin durumunu detaylıca incelemiş ve Hz. Onun kendini Beni Amir, Gassan, Beni Fezare, Beni Mürre, Beni Hanife, Beni Süleym, Beni Abs, Beni Nadr, Havazin, Beni Sa´lebe b. Ukabe, Kinde, Kelb, Benil Haris b. Ka% Beni Özre, Kays b. Hatim kabi­lelerine ve diğer kabilelere arzettiğini anlatmıştır. Bu konuda anlattık­ları gerçekten detaylı ve uzundur. Biz de burada ancak bize gerekli olan kısımlarını naklettik. Hamd ve minnet Allah´adır.

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah´ın şöyle dediğim rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Arafat´taki vakfe yerinde kendini insanlara ar-zediyor ve şöyle diyordu:

«Beni kavmine alıp götürecek bir kimse yok mudur Çünkü Kureyş-liler, Aziz ve Celil olan Rabbimin mesajım tebliğ etmeme engel oldular.» Bu çağrısı üzerine Hemadan´lı bir adam yanına geldi. Rasûlullah, ona sordu:

- Sen, kimlerdensin

- Hemadanlılardanım.

- Senin kavminde koruma ve himaye var mıdır

- Evet.

Sonra adam, kavminin himaye ahdine hiyanet etmelerinden kork­tu. Rasûlullah´m yanma gelip şöyle dedi:

- Kavmime gideceğim. Senin himaye talebini onlara anlatacağım. Seneye senin yanına yine gelirim. Olmaz mı

- Olur.

- Bu konuşmadan sonra adam gitti. Ancak recep ayında Ensâr he­yeti Rasûlullah´m yanma geldi.»

Bunu, sünen sahibi dört kişi çeşitli yollardan İsrail´den nakletmiş-lerdir. Tirmizî de bunun hasen ve sahih bir hadis olduğunu söyler. [1]



Fasıl


Bu fasılda Ensâr´in bir yıl sonra gelip Rasûlullahla be/at akdetme-

lerinden, be/atlarını yenilemelerinden, sonra Rasûlullah (s.a.v.)´m Me­dine´ye hicret edip, Ensâr´m arasına girmesinden bahsedilmektedir. İleride bununla ilgili geniş açıklama gelecektir. Güvencimiz ve dayana­ğımız Allah´tır. [2]



Süveyd B. Samit El-Ensarî´nln Olayı


Süveyd, Samit b. Atiyye´nin oğludur, Atiyye ise, Hut b. Habib´in oğ­ludur. Habib, Amr b. Avf in oğludur. Avf, Malik b. Evs´in oğludur. Süveyd´in annesi, Leyla binti Amr en-Neccariye´dir ki, bu kadın da Sel-ma binti Amr´m kızkardeşidir. Selma, Abdülmuttalib b. Haşim´in anne-sidir. îşte bu Süveyd, Hz. Peygamberin dedesi Abdülmuttalib´in teyzesi oğludur.

Muhammed b. îshak b. Yesar dedi ki: İnsanlar hac mevsimlerinde toplandıkça Rasûlullah (s.a.v.), kabilelerin yanma gelerek onları Al­lah´a ve islâm´a davet ediyor, kendi nefsini ve Allah katından getirmiş olduğu hidayet ile rahmeti onlara arzediyordu. Araplardan isim ve şeref sahibi bir kimsenin Mekke´ye geldiğini duyunca, mutlaka yanına gider, onu Allah´a davet eder ve dini, ona arzederdi.

İbn İshak dedi ki: Asım b. Amr b. Katade, kendi kavminin yaşlıları­nın şöyle dediklerini bana nakletti: Beni Amr b. Avf m kardeşi Süveyd b. Samit, hac ya da umre için Mekke´ye gelmişti. Güçlü, şerefli, soylu ve şi­irden anlayan bir kimse olduğu için kavmi, Süveyd´e kamil adını tak­mıştı. O, bir şiirinde şöyle demiştir:

"Bilmiş ol ki, dost olarak çağırdığın birçok kimse vardır ki, eğer onun gaibteki sözünü duyacak olursan, iftirası seni fena hale getirirdi. Onun sözü, yüzüne karşı bulunduğun sırada bal gibidir.

Gayıpta ise, göğüs çukuru üzerine saplanmış bir kılıçtır.

Dış görünüşü seni sevindirir. Oysaki onun derisinin altında söz gö­türüp getirmenin hainliği vardır ki, o insan sırtındaki sinirlerinin taba­nını keser.

Kızgın bir bakışla gözler, gizli kin ve öfkeyi sana açıklarlar.

Beni kuvvetlendir, uzun zamandır beni zayıflatıyordun.

Kölelerin hayırlısı kuvvetlendirendir, zayıflatan değildir."

Süveyd´in gelişini duyduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), onu karşıla­dı. Onu Allah´a ve İslâm´a davet etti. Süveyd, Rasûlullah´a şöyle dedi:

- Senin yanındaki şey, belki de benim beraberimdeki şey gibidir.

- Senin yanındaki şey nedir

- Lokman in hikmetidir.

- Onu bana anlat.

Bunları Rasûlullah´a anlattıktan sonra şöyle dedi:

- Anlattığın bu şeyler, güzel sözlerdir.

- Benim yanımdaki şey ise bundan daha üstündür. Çünkü benim yanımdaki şey, Allah´ın bana indirdiği Kur´ân´dır. O, hidayet ve nurdur.

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), ona Kur´ân´ı okudu ve onu İslâm´a davet etti. Onun yanından uzaklaşmadı. O da şöyle dedi:

- Doğrusu bu güzel bir sözdür.

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.)´m yanından ayrılıp Medi­ne´ye kavminin yanma gitti. Çok geçmeden Hazreçliler, onu öldürdüler. Ama onun kavminden bazı adamlar şöyle demişlerdi: «Öldürülürken onun Müslüman olduğunu görmüştük.» Buas savaşından önce öldürül­müştü. [3]



İyas B. Muaz´ın Müslüman Oluşu


îbn İshak, Mahmud b. Lebid´in şöyle dediğini rivayet eder: «Ebu´l-Hayser Enes b. Rafı, Mekke´ye geldiği zaman yanında Abdü´l-Eşhel oğullarından bir kaç genç vardı. Onların içinde İyas b. Mu-az da vardı. Kavimleri Hazrec´e karşı, Kureyşlilerden destek talep edi­yorlardı. Gelişlerini duyan Rasûlullah (s.a.v.), yanlarına gelip oturdu ve şöyle dedi:

- Geliş amacınızdan daha hayırlı birşey istemez misiniz

- Nedir o şey

- Ben, Allah´ın Rasûlüyüm. Beni kullara gönderdi ki, onları Allah´a ibadet etmeye ve hiçbirşeyi O´na ortak koşmamaya davet edeyim . Bana kitabı indirdi.

Sonra onlara İslâmiyet´i anlatıp Kur´ân okudu. Bunun üzerine gen­cecik bir çocuk olan îyas b. Muaz şöyle dedi:

- Ey kavmim! Allah´a yemin ederim ki bu, geliş amacımızdan daha hayırlı birşeydir.

Bunun üzerine Ebü´l-Hayser Enes b Rafî> Batha´mn toprağından bir avuç alıp Iyas´m yüzüne savurdu ve şöyle dedi:

- Bizi rahat bırak, yemin ederim ki biz, bundan başka bir amaçla gelmişiz.

Bunun üzerine İyas sustu. Rasûlullah da yanlarından kalkıp gitti. Onlarda Medine´ye doğru yola koyulup gittiler. Neticede Evs ile Haz-reç´in arasında Buas savaşı oldu. Sonra çok geçmeden İyas öldü. Ravi Mahmud b. Lebid şöyle demiştir:

- Bana onun ölümü esnasında yanında kavminden hazır bulunan biri haber verdiki onlar, onun tehlil ve tekbir getirip hamd ve teşbihte bulunduğunu dinlerken ruhunu teslim ettiğini söylemişlerdir. Müslüman olarak ölmüş olmasında şüpheleri yoktu. Toplantılarında Rasûlul-lah´tan işittikleri ile İslâm şuuruna ermişti.

Buharı, sahih adlı eserinde Hz, Aişe´nin şöyle dediğini rivayet eder: "Buas savaşı, Cenâb-ı Allah´ın Rasûlü için takdim ettiği bir gündü. Rasûlullah (s.a.v.), Medine´ye geldiğinde Medinelilerin topluluğu dağıl­mış ve yüksek şahsiyetleri öldürülmüştü." [4]



Ensâr´ın Müslüman Olmaya Başlaması


îbn İshak dedi ki:Yüce Allah, dinini yüceltmeyi ve peygamberini aziz kılmayı, ona verdiği sözü yerine getirmeyi dilediği zaman, Rasûlullah, Ensâr´dan bir topluluğun kendisiyle karşılaştığı panayıra çıktı ve kendini kabilelere arzetti. Nitekim daha önce her panayırda yaptığı gibi kabilelerle görüştü. Bir ara o, Akabe´de bulunuyordu. Al­lah´ın kendilerine hayır murad ettiği Hazreçlilerden bir topluluk, onun yanma geldi. Onlarla karşılaştığında şöyle bir soru yöneltti:

- Siz kimlersiniz

- Hazreç´ten bir topluluğuz.

- Yahudilerin mevalisinden misiniz

- Evet.

- Acaba oturur musunuz, sizinle biraz konuşayım

- Evet, otururuz.

Hazreçliler, Rasûlullah in yanına oturdular. O da onları, Allah´a imana davet etti ve İslâmiyeti kendilerine anlattı. Onlara, Kur´ân oku­du. Yahudilerin kendileriyle birlikte aynı memlekette ikamet etmeleri, onların hidayete kavuşmaları için ilahi bir sebeb oldu. Çünkü Yahudi­ler, Ehl-i Kitap olup, ilim sahibi kimseler idiler. Kendileri ise ehl-i şirk olup putlara tapıyorlardı. Yahudilerle savaşmışlardı. Aralarında birşey olduğu zaman, Yahudiler onlara şöyle derlerdi:

"Şüphesiz yakında bir peygamber gönderilecektir. Onun zamanı gelmektedir. Biz, ona uyup, onunla birlikte size karşı savaşacağız. Ad ve irem´in öldürülmesi gibi, onun yardımıyla sizi öldüreceğiz."

Rasûlullah (s.a.v.), kendileriyle konuşup onları, Allah´a imana da­vet ettiğinde onlar birbirlerine şöyle demişlerdi:

- Ey kavmimiz! Biliniz ki vallahi bu Yahudilerin sizi kendisiyle kor­kuttukları peygamberdir. Gelin, başkalarından önce buna imân edenler siz olun.

Böylece onlar Hz. Peygamberin davetini kabul ettiler, onu tasdik ettiler, getirdiği prensipleri yaşamaya başladılar ve dediler ki:

- Artık kavmimizi terk ediyoruz. Zaten onların arasındaki düşman­lık ve serden dolayı bir kavmiyet te yoktur. Umulur ki Allah, onları se­ninle bir araya toplar ve biz onlara yakında gelir ve onları senin emrine

1BJN KESİK

davet ederiz. Kabul ettiğimiz bu dini onlara arzederiz. Eğer Allah, bu din üzerine onları toplarsa, senden daha güçlü ve aziz bir kimse yoktur.

Sonra Rasûluliah´tan, memleketlerine dönmek üzere iman etmiş ve tasdik etmiş oldukları halde ayrılıp gittiler.

Bana anlatıldığına göre o Hazreçliler altı kişiydiler. Adları da şöy­leydi: Ebu Umame Es´ad b. Zürare b. Uds b. Ubeyd b. Salebe b. Ganm b. Malik b. Neccar (Ebu Nuaym´m anlattığına göre Ensâr´dan ve Hazreçli-lerden ilk Müslüman olan zat da budur).

Evs´den şunlar vardı: Ebü´l-Heysem b. et-Teyyihan (Söylendiğine göre ilk Müslüman olan Rafi b. Malik ile Muaz b. Afra´dır. Doğrusunu Allah bilir.)

Avf b. Haris b. Rufaa b. Sevad b. Malik b. Ganm b. Malik b. Neccar (Bu