- II. Abdülhamitin En Büyük İsteği

Adsense kodları


II. Abdülhamitin En Büyük İsteği

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
reyyan
Sun 11 September 2011, 04:56 pm GMT +0200
Dün Bugün Yarın



Aralık 2008 120.SAYI


Sadık ILGAZ kaleme aldı, DÜN BUGÜN YARIN bölümünde yayınlandı.


II. Abdülhamit’in En Büyük İsteği

Sultan II. Abbülhamit Han, 1876 yılında Osmanlı Devleti’nin 34. padişahı olarak tahta çıkmış ve 33 yıl gibi uzun bir süre devleti idare ederek, bu süre içerisinde devlete toprak kaybı yaşatmamış, 1909 yılında tahttan indirilmiştir. Tarihimizin bu büyük hükümdarı, tarihçi İsmet Bozdağ tarafından kitaplaştırılan olan “Hatırat”ında, politik dehasını da gözler önüne seren ve kırk yıl boyunca içinde bir sır olarak kalan en büyük isteğini şu sözlerle ifade etmiştir:

“Kırk yıldır büyük devletlerin birbirleri ile kapışmasını bekledim. Bütün ümidim oydu ve Osmanlı’nın bahtını buna bağlı gördüm. O beklediğim gün geldi. (I. Dünya Savaşını kast ediyor.) Heyhat ki ben tahttan uzaklaştırılmış, ülkemi idare edenler de akıldan ve basiretten uzaklaşmışlardı. Kırk yıl beklediğim büyük fırsat, bir daha ele geçmemek üzere Osmanlı’nın elinden çıktı gitti. Otuz bu kadar yıl tahttan uzaklaşmamak için çalışmam bunun içindi. Saltanatım günlerinde bazı büyük devletlere tavizler vermişsem, bunun içindi. Donanmayı Halice kapamış, talime dahi çıkarmamış isem bunun içindi. Girit’i İngilizlere kaptırmamak için Yunan Muharebesi’ni göze almışsam bunun içindi. Velhasıl otuz bu kadar yıl ne yapmışsam, ne etmişsem, doğrusu ya da yanlışı da yalnız bunun içindi. Bu sırrı kırk yıl içimde sakladım. Gelecek kuşaklara beni tanımaları için anlatacağım.

Bu sırrımı en güvendiğim sadrazamlarıma bile açmadım, çünkü sınayarak öğrendim ki, iki kişinin bildiği bir şey sır olmaktan çıkıyor. Oysa bunun yabancı devletlerce bilinmemesi, duyulmaması gerekliydi. Osmanlılar, ancak böyle bir fırsatı zamanında ve basiretle kullandıkları takdirde kurtulacaklar, yeniden büyük devlet olacaklardı.

Apaçık görüyordum ki Avrupa’nın büyük devletleri kendi aralarında dünyayı bölüşmeye çıkmışlardı. Bölüşülecek ülkeler arasında Osmanlı mülkü de vardı. Ben bu kuvvetlerin önünde tek başıma duramazdım. Gücümüz yetmezdi. Yapabileceğim tek şey, aralarındaki rekabetten yararlanıp her birine daha büyük lokma ümidi dağıtarak birini ötekine düşürmekten ibaretti...”

İsmet Bozdağ, Sultan Abdülhamit’in Hatıra Defteri, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005, s. 65-66-70.


II. Abdülhamit Akla ve Bilgiye Düşman mıydı?

Sultan 2. Abdülhamit Han, otuz üç yıllık saltanatı döneminde sayısız karalamalara ve suikast girişimlerine maruz kalır. O karalama girişimlerinden biri de, Ermeni asıllı Fransız yazar Albert Vandal’ın “Kızıl Sultan” anlamına gelen Fransızca “Le Sultan Rouge” yakıştırmasıdır.Albert Vandal’ın bu sözlerle karalamaya çalıştığı II. Abdülhamit Han, saltanatı döneminde karşıtları tarafından sıklıkla “akla ve bilgiye düşman” olmakla da suçlanmıştır. Abdülhamit Han, tahttan indirildiği 1909 yılından sonra kaleme aldığı “Hatırat”ında bu ithamlara bakınız nasıl cevap verir:

“Hiç akla ve bilgiye düşman olsaydım, Darülfünunlar (üniversiteler) açar, Mülkiye-i Şahane (siyasal bilgiler) gibi devlete ve millete bilgili insan yetiştiren mektepler kurar mıydım? Hiç akla ve bilgiye düşman olsam, horozdan kaçan genç kızlarımızın okuması için Darülmuallimatlar (kız öğretmen okulu) kurar mı idim? Hiç akla ve bilgiye düşman olsam, Galatasaray Sultanisi’ni Avrupa’nın üniversiteleri ayarına çıkarıp, orada talebelere hukuk dersleri okutur muydum? Fakat ne kadar gariptir ki, bugün bana düşmanlık edenlerin hemen hepsi benim açtırdığım mekteplerde okumuş oldukları halde, bana akla ve bilgiye düşmandı demekten maalesef utanmıyorlar!..”

İsmet Bozdağ, Sultan Abdülhamit’in Hatıra Defteri, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005, s. 84–85.


Milletlerin Tarlası

Tarih kralların, generallerin çiftliği değil, milletlerin tarlasıdır. Her millet geçmişte bu tarlaya ne ekmişse, gelecekte onu biçer.

Voltaire


Çileği Tuzlu Yiyenler


Türk Edebiyatı’nın ilk çeviri romanı olan “Telemak”ı dilimize kazandıran Yusuf Kâmil Paşa, 19. yüzyıla damgasını vurmuş önemli devlet adamlardan biridir. Sultan Abdülaziz’in saltanatı döneminde dört ay yirmi yedi gün sadrazamlık görevinde bulunan Yusuf Kâmil Paşa, 68 yıllık ömrünü devletin birçok önemli kademesinde üst düzey yönetici olarak geçirmiştir. Aynı zamanda devrin önde gelen hayırseverlerinden biri olarak da tanınan Paşa, Üsküdar’daki Zeynep Kâmil Hastanesi başta olmak üzere, birçok cami, okul, çeşme gibi hayratlarla yaşadığı döneme damgasını vurmuştur.

Fakir fukarayı sofrasından eksik etmemesi ve geniş katılımlı iftar davetleriyle de şöhret bulan bu cömert devlet adamı, dalkavuk ve yardakçı güruhuna karşı mesafeli duruşu ve bu vasıftaki insanları mizah konusu yapan mizacıyla da yaşadığı dönemde çok konuşulmuştur. Yusuf Kâmil Paşa’nın bu türden insanlara karşı bakışını ortaya koyan şu olay, günümüz için de oldukça manidardır.

Yusuf Kâmil Paşa’nın o zengin iftar sofralarından birinde, yemekler iştahla yenildikten sonra sıra meyve faslına gelir. Hizmetlilerin getirdiği üzerine buz parçaları serpilmiş çilekle dolu tabağa uzanan Yusuf Kâmil Paşa, çatalına taktığı iri bir çileği ağzına götürürken kazara masadaki tuz kâsesinin içine düşürür. Ziyan olmasın diye meyveyi yemeye karar veren Paşa, çileği yemeden önce tuzunu temizlemek yerine bir güzel tuza bular ve yer. Ağzındaki kötü tada rağmen renk vermeyen Paşa,  çevresindekilere: “Tuzlu çilek hiç de fena olmuyormuş, isteyen deneyebilir!” diye bir de tavsiyede bulunur.  Hazûrundan birkaçı hemen denerler ve “Paşam hakkı âlîniz var, gerçekten de nefis oluyor...” hükmünü verirler. Hatta daha da ileri gidip “Bundan sonra çileği hep tuzlu yemek isterim!”, “Tuzlu çileğin lezzetini keşfetmekte geç kalmışız!” diyenler de olur.

Kâmil Paşa o sıra davetliler arasında bulunan ve kimseden sözünü esirgememesiyle tanınan Minas Efendi’ye dönüp “Arkadaşların görüşleri için sen ne dersin?” diye fikrini sorar. Minas Efendi’nin cevabı çok manidardır: “Paşam, bu adamlar bu düşüncelerini özel hayatlarında söyleseler itibar etmeye değmezdi. Fakat bu ikiyüzlü lafları devlet hayatı içinde sarf ettiklerini  işitince memlekette işlerin neden kötüye gittiğini anladım!..”

Bir Söz


Birlikte düşünmek kişiliği ortadan kaldırmaz, geliştirir. Ama düşüncelerini başkalarınınkilerle birleştirmek için, onları sevmek, onlarla kaynaşmak gerekir.

Cemil Meriç, Kırk Ambar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, s. 11.



mevlüde06
Fri 13 November 2015, 03:56 pm GMT +0200
Allah razi olsun Reyyan abla.Osmanli tarihi gercekten cok sevdogim ,merak ettigim bir donem.bu faideli paylasimlarindan surekli istifade ediyorum
Emegine saglik