- İbrahim Halil (A.S.) ve Çocukları

Adsense kodları


İbrahim Halil (A.S.) ve Çocukları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Esila
Thu 3 February 2011, 01:33 pm GMT +0200
İbrahim Halil (A.S.) ve Çocukları

Peygamber Efendimizin Tebük Savaşında, Semud Kavminin Toprağı Olan Hicr Vadisine Uğraması.

İbrahim Halil Peygamber.

Zayıf Bir Kul Olduğu Halde Mütekebbirlik Elbisesine Bürünerek Rablık İddiasında Bulunan Ve Yüce Allah İle Boy Ölçüşmek İsteyen Nemrud´la İbrahim (A.S.)´İn Münazarası

İbrahim Halil (A.S.)´İn Şam´a Göçü, Mısır Diyarına Girişi Ve Kudüs´e Yerleşmesi

Hacer Hanımın İsmail (A.S.) i Doğurması

İbrahim (A.S.)´În Oğlu İsmail Ve İsmail´in Anası Hacer´le Birlikte Mekke´deki Faran Dağlarına Hicret Etmesi Ve Orada Şerefli Beytullah´ı İnşa Etmesi

İsmail´in Kurban Edilmesi

İshak (A.S.)´In Doğumu.

Ka´be-Î Muazzama´nın İnşası

Allah Ve Rasûlü´nün, Aljlah Kulu Ve Dostu İbrahim´i Övmeleri

İbrahîm (A.S.)´În Cennetteki Köşkü.

İbrahim (A.S.)´În Evsafı

İbrahim: (A.S.)İn Vefatı Ve Ömrü Hakkında Söylenenler.

İbrahim Halil (A.S.)´İn Çocukları


Peygamber Efendimizin Tebük Savaşında, Semud Kavminin Toprağı Olan Hicr Vadisine Uğraması.


İmam Ahmed b. Hanbel, îbn Ömer (r.a.)´in şöyle dediğini rivayet et­ti. Rasûlullah (s.a.v.) halkı Tebük´e götürdüğünde onları, Semud mille­tinin evlerinin bulunduğu Hicr mıntıkasına da götürdü. Halk, Semud milletinin sulannı içmiş olduğu kuyulardan su çekti. O sularla hamur-lannı yoğurup kazanlanm kurdular. Rasûlullah (s.a.v.)´m emri üzerine kazanlanndaki sulan döktüler. O sularla yoğurmuş olduklan hamurla-n da develere yedirdiler. Rasûlullah (s.a.v.) daha sonra halkı ahp, Salih peygamberin devesinin suyunu içmiş olduğu kuyunun yanına götürdü. Azaba uğramış milletin yurduna girmekten onlan alıkoydu ve şöyle de­di: «Onlara gelen belanın size de gelmesinden korkanm. Onun için, yurtlanna girmeyin.»

Yine İmam Ahmed dedi ki: AfFan, Abdullah b. Ömer´den rivayet ede­rek Rasûlullah (s.a.v.)´m Hicr mmtıkısmdayken şöyle buyurduğunu söyledi: «Şu azaba uğramışların yurduna ancak ağlayarak girin. Eğer ağlamayacaksanız girmeyin. Yoksa, onlara gelen musibet size de gelir.»[1]

Bazı rivayetlerde anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Semud hal­kının harabelerinin yanından geçerken başım semaya kaldınr, bineğini hızlandırır ve beraberindekileri o harabelere girmekten men´ederdi.

Ancak ağlayarak oralara girmelerine izin verirdi. Bir rivayette de şöyle buyurduğu nakledilir: "Eğer ağl ay anlıyorsanız, onlara gelen belanın si­ze de gelmesinden korkarak ağlamaya çalışın." Allah´ın salat-ü selamı Rasûlullah´ın üzerine olsun.

İmam Alımed b. Hanbel, Amir b. Sa´d´ın şöyle dediğini rivayet etti: "Tebük gazvesine gidilirken insanlar, Hicr halkına doğru koşuştular." Durumdan haber alan Ra,sûlullah (s.a.v.), "Namaz kılmak üzere topla­nın." diye seslendi. Yanına vardım. Devesinin yularını tutmuş şöyle di­yordu:

"Allah´ın gazab ettiği bir milletin yanma ne diye gidiyorsunuz " Adamın biri: "Onlara hayret ediyoruz ya RasûlaUah!" diye yüksek sesle karşılık verdi. O da buyurdu ki: "Size bundan daha çok hayret edilecek bir durumu haber vereyim mi İçinizden bir adam, sizden önce olanlarla sizden sonra olacak şeyleri size haber veriyor. Şu halde kendinize çeki­düzen verip doğru dürüst davranın. Çünkü Allah, sizi azablandırmakla yorgunluk duymaz ve sizden sonra öyle bir kavim gelir ki, kendilerinden hiç bir şeyi savamazlar."[2]

Anlatıldığına göre Salih peygamberin kavmi, çok uzun ömürlü kim-selermiş. Balçıktan evler yaparlarmış. Ama bu evler, onlardan birinin ölümünden önce yıkılıp harab olurmuş. Bunun üzerine kendileri için dağlarda kayalardan evler oymaya başlamışlar.

Salih peygamberden bir mucize istediklerinde, Cenâb-ı Allah onla­ra kayadan bir dişi deve çıkarmış. Bu deveye ve karnındaki yavrusuna ilişmemelerini emretmiş, yoksa Allah´ın azabına uğrayacaklarını bildi­rerek onları sakındırmış; ama eninde sonunda bu deveyi boğazlayacak­larını ve bunun da onların helaklerine neden olacağını bildirmiş. Deveyi boğazlayacak olan caninin evsafım dahi vermiş; onun sarışın, mavi göz­lü bir kimse olacağını bildirmiş. Bunun üzerine Semud halkı, ebeleri ül­kenin dört bir yanma göndererek, bu evsafta doğan bir çocuk olursa onu derhal öldürmelerini emretmişler. Bu hal, uzun süre böyle, devam et­miş. O zaman mevcud olan nesil inkıraza uğrayıp yerini başka bir nesil almış. Zamanın birinde Semud halkının reislerinden biri, başka bir rei­sin kızını oğluna istemiş, oğlunu o kızla evlendirmiş. Salih peygamberin devesini boğazlayacak olan Kudar b. Salif, bu evlilikten doğmuş. Ana babası ve dedeleri halkın şereflisi olduğu için, ebeler, doğan bu çocuğu öldürememişlerdi. Bu çocuk (yani Kudar b. Salif), emsalleri olan diğer çocukların bir ayda aldıkları mesafeyi bir haftada alarak hızlı bir büyü­me gösterdi. Gün geldi,emrine uyulur bir reis oldu. Deveyi boğazlama tutkusuna kapıldı. Eşraftan sekiz kişi daha bu komploda ona katıldılar. Salih peygambere suikast planlayan dokuz kişi, işte bunlardı.

Nihayet deveyi boğazladılar. Durumdan haberdar olan Salih pey­gamber, ağlayarak yanlarına geldi. Özür dileyerek onu karşıladılar. De­diler ki:´Bu işi bizim grup yapmadı. Yalnız şu yeni yetmelerimiz bu kötü­lüğü işlediler. Denilir ki, Salih peygamber onlara, devenin yavrusunu bulup ona ölen anasının yerine iyi davranmalarını emretti. Yavrunun peşine düştüler. Yavru, orada bulunan yüksek bir dağa tırmandı. Onlar, da tırmanmaya başladılar. Ama yavru, dağın o kadar yüksek bir yerine çıktı ki, arkasındakiler ona ulaşamadılar. Oraya ancak kuşlar ulaşabi­lirlerdi.´Yavru, dağın o yüksek yerine çıktıktan sonra ağlamaya başladı; gözlerinden yaşlan boşandı. Sonra Salih peygambere yüzünü çevirdi ve üç defa böğürdü. İşte o zaman Salih (a.s.), kavmine şöyle dedi:

«Yurdunuzda üç gün daha kaim. Bu, yalanlanmayacak bir sözdür.»(Hûd, 65.)

Onlara böyle bir tehditte bulunduktan sonra, ertesi gün sabanla-dıklarında yüzlerinin sararacağım, ikinci gün kızaracağını, üçüncü gün kararacağını haber verdi. Dördüncü güne girdiklerinde, yıldırım gibi bir çığlık kendilerine geldi ve yurtlarında çökmüş vaziyette helak oldular...

Bu kavimden ve bu kavmin kıssasından bahseden Kur´ân ayetleri­nin zahirinden anlaşıldığına göre, bunlarla ilgili olarak nakledilen ha­berlerin bazısında Kur´ân haberlerine muhalefet vardır. Nitekim daha önce de bundan söz etmiştik. Doğruyu en iyi bilen Allah´tır. [3]



İbrahim Halil Peygamber


İbrahim (a.s.), Nahoroğlu Tareh´in oğludur. Nahor, Rağooğlu Saroğ´un oğludur. Rağo, Abir oğlu Faliğ´in oğludur. Abir, Erfahşiz oğlu Saleh´in oğludur. Erfahşiz ise, Nuh oğlu Sâm´m oğludur. Bu, Ehl-i Kitabın kitabında yer alan bir ifadedir. O kitapta yani Tevrat´ta verilen bilgilere göre Tareh, 250 yıl; Nahor, 448 yıl; Saroğ, 239 yıl; Rağo, 230 yıl; Faliğ, 439 yıl; Abir, 464 yıl; Şaleh, 433 yıl; Erfahşiz, 438 yıl; Sâm ise 600 yıl ömür sürmüştür. Nuh peygamberin ne kadar yaşadığını daha önce söylediğimiz için, burada tekrara lüzum görmedik.

Hafiz b. Asakir, Tarih´inde İbrahim Halil (a.s.) ´in hayatından bah­sederken, "el-Mübteda" adlı eserin sahibi İshak b. Bişr el- Kahilî´den naklen, İbrahim peygamberin anasının adının Emile olduğunu söyle­miştir. Sonra da Hz. İbrahim´in doğumuyla ilgili olarak uzun bir hikaye anlatmıştır. Kelbî, İbrahim peygamberin anasının adının Bona olduğu­nu söylemiştir. Onun anlattığına göre Bona, Kersi oğlu Kerbeta´nın kızı­dır. Kersi, Erfahşiz b. Sanı b. Nuh´un oğullanndandır. îbn Asakir´in ri­vayetine göre Hz. İbrahim Halil, Eba Dîfan (misafirlerin babası) künye-siyle çağmlırmış.

Dediler ki: Tareh yetmişbeş yaşma vardığında oğulları İbrahim, Nahor ve Haran doğdular. Haran´ın da Lut adlı oğlu doğdu. Bu rivayetin sahiplerine göre Hz. İbrahim, babasımn ortanca oğludur. Haran, babası daha hayattayken kendi doğum yeri olan Keldanî ülkesi olan Babil ülke­sinde ölmüştür. Siyerci ve tarihçilere göre meşhur olan görüş budur. Ha­fiz b. Asakir de bu görüşü doğrulamıştır. Bunu doğrulamadan önce de İbn Abbas (r.a.)´m şöyle dediğini rivayet etmiştir:

İbrahim (a.s.), Şam ovasmdaki Berze köyünde (Bu köy, Kasyon dağı yanındadır.) doğmuştur.

Bu rivayetinden sonra İbn Asakir demiş ki: Sahih görüşe göre İbra­him (a.s.), Babil´de doğmuştur. Berzeli olduğu da söylenmiştir. Çünkü Lut (a.s.)´a yardıma geldiğinde orada namaz kılmıştır.

Dediler ki: Hz,İbrahim, Sare ile; Nahor da kardeş kızı Melka ile ev­lendi. Sare kısırdı. Tareh, oğlu İbrahim, İbrahim´in zevcesi Sare ve İbra­him´in kardeşi Haran oğlu Lut´u yanma alarak Keldanî toprağından çı­kıp Kenanî toprağına girdi; Harran´a yerleşti ve 250 yaşma varıncaya kadar orada yaşadı, sonra da öldü. Bu da onun Harran´da doğmadığını gösteriyor. Doğum yeri Keldanî ülkesidir ki, orası da Babil ve Babil´e bağh olan yerlerdir.

Evet.. Sonra Kenanî toprağına yönelerek göçtüler. Orası, Beyt-i Makdis (Kudüs)´e bağh beldelerdi. O zaman Keldanüerin elinde bulu­nan Harran´a yerleştiler. Şam ve Cezire de Keldanîlerin elinde bulunu­yordu. Keldanüer, yedi yıldıza taparlardı. Şam´ı imar edenler de bu dine mensuptular. İbadet ederken kuzey kutbuna yönelir; çeşitli dua ve ha­reketleriyle yedi yıldıza taparlardı. Bu nedenledir ki Şam´ın yedi eski kapısından her birinin üstünde bu yıldızlardan birinin heykeli bulunur­du. Bu yıldızlar için bayram ve şenlikler tertipler, kurbanlar sunarlardı. İşte böyle.. Harranlılar´m tamamı yıldızlara ve putlara taparlardı. Yalnız İbrahim Halil peygamber ile zevcesi Sare ve kardeşi oğlu Lut (a.s.), bu saçmalıklardan uzak kaldılar. Cenâb-ı Allah, bu kötülükleri İbrahim (a.s.) aracılığıyla ortadan kaldırdı ve bu sapıklığı onun vasıta­sıyla iptal etti. Doğrusu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, îbrahimü küçüklüğünde doğru yola ileterek aydınlatmış, onu elçilikle görevlendirmişti. Büyüyünce de kendine dost edinmişti. Nitekim bu­yurdu ki:

«Andolsun ki, daha önce İbrahim´e de akla uygun olanı göstermiştik. Biz onu (bu işe ehil olarak) biliyorduk.» (ei-Enbiyâ, sı.)

«İbrahim´i de gönderdik. Milletine: "Allah´a kulluk edin. O´ndan sa-kınm. Bilirseniz bu sizin için daha iyidir." dedi. Ey putperestler! Siz Al­lah´ı bırakıp sadece bir takım putlara tapıyor, aslı olmayan sözler uydu­ruyorsunuz. Doğrusu, Allah´tan başka taptıklarınızın size rızık verme­ye güçleri yetmez. Artık rızkı Allah katında arayın. O´na kulluk edin. O´na şükredin. Siz O´na döneceksiniz. Eğer siz peygamberi yalanlıyor­sanız, bilin ki sizden önceki ümmetler de yalanlamışlardı. Peygambere düşen , sadece apaçık tebliğdir. Allah´ın yaratmaya nasıl başlayıp, sonra onu nasıl tekrar edeceğini anlamazlar mı Doğrusu bu, Allah´a kolaydır. De ki: "Yeryüzünde dolaşın; Allah´ın yaratmaya nasıl başladığını bir gö­rün. İşte Allah aynı şekilde ahiret yaratmasını da yapacaktır. Doğrusu, Allah her şeye Kadir´dir. Dilediğine azab eder. Dilediğine merhamet eder. O´na çevrileceksiniz."

Siz ne yeryüzünde ve ne de gökte Allah´ı aciz bırakabilirsiniz. Al­lah´tan başka bir dost ve yardımcınız da bulunmaz. Allah´ın ayetlerini ve ona kavuşmayı inkar edenler, işte onlar benim rahmetimden ümitle­rini kesmiş olanlardır. İşte can yakıcı azab onlar içindir. İbrahim´in söz­lerine milletinin cevabı sadece: "Onu öldürün yahut yakın" demek oldu. Ama Allah, onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, inanan kimseler için dersler vardır. İbrahim şöyle demişti: "Dünya hayatında, Allah´ı bırakıp aranız da putları muhabbet vesilesi kıldınız. Sonra kıyamet günü, birbi­rinize küfreder ve karşılıklı lanet okursunuz. Varacağınız yer ateştir.

Yardımcılarınız da yoktur." Bunun üzerine Lut ona inandı ve: "Doğrusu, ben Rabbime iltica ediyorum. O, şüphesiz güçlüdür, Hakim´dir ." dedi. İbrahim´e, îshak´ı ve Yakub´u bahşettik. Soyundan gelenlere kitap ve peygamberlik verdik. Onu dünyada mükafatlandırdık. Doğrusu o, ahi-rette de iyilerdendir."» (ei-Ankcbût,16-27.)

Bundan sonra Cenâb-ı Allah, İbrahim peygamberin, babasıyla ve kavmiyle tartışmalarda bulunduğunu başka yerlerde anlatmıştır. Al­lah izin verirse, yeri geldiğinde bundan da söz edeceğiz,Hz. İbrahim, ilk olarak babasını imana davet etmişti. Babası, puta tapanlardandı. Çünkü herkesten önce kendisine samimiyetle öğüt ver­mesi gereken şahıs, babasıydı. Nitekim yüce Allah buyurdu ki:

«Ey Muhammedi Kitabda İbrahim´e dair anlattıklarımızı da an; o, şüphesiz dosdoğru bir peygamberdi. Babasına şöyle demişti: "Babacı­ğım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin ta­pıyorsun Babacığım! Doğrusu, sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy, seni doğru yola eriştireyim. Babacığım! Şeytana tapma, çünkü Şey­tan, Rahman´a başkaldırınıştır. Babacığım! Doğrusu, sana Rahman ka­tından bir azabın gelmesinden korkuyorum ki böylece Şeytan´m dostu olarak kalırsın." Babası: "Ey İbrahim! Sen mi benim tanrılarımı beğen­miyorsun Bundan vazgeçmezsen, mutlaka seni taşlarım. Ebediyyen benden uzaklaş, git." dedi. İbrahim şöyle cevap verdi: "Sana selam ol­sun. Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı çok lütufkardır. Sizi Allah´tan başka taptıklarınızla bırakıp çekilir, Rabbime yalvarırım. Rabbime yalvarışımda mahrum kalmayacağımı

umarım."» (Meryem, 41-48.)

Cenâb-ı Allah, İbrahim peygamberin babasıyla yaptığı diyalog ve tartışmayı, babasını en kuvvetli deliller ve en yumuşak ifadelerle hakka nasıl davet ettiğini anlatıyor, İbrahim peygamber, babasının puta tap­ma yolunun yanlış bir yol olduğunu açıklıyordu. O putlar ki, kendilerine tapan kimsenin duasını işitmez, dahası, o kimsenin nerede olduğunu bilmezler. Böyle olunca da, kendilerine tapanlara rızık ve yardım gibi hayırları nasıl ulaştırabilir veya onları ilahî azabtan nasıl koruyabilir­ler Sonra İbrahim peygamber, babasından yaşça her ne kadar küçükte olsa, Allah´ın, kendisine verdiği faydalı bilgi ve hidayet konusunda uya­rıcı bir eda ile babasına şöyle demişti:

«Babacığım! Doğrusu, sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy, seni doğru yola eriştireyim.» (Meryem, 43.)

Seni, dünya ve ahirette hayra kavuşturacak, eğriliklerden uzak, ko­lay ve açık bir yola eriştireyim. Bu akıl yolunu arzedip nasihati yaptık­tan sonra babası kabul etmemiş, tersine onu tehdid etmişti:

«^Ey İbrahim! Sen mi benim tanrılarımı beğenmiyorsun Bundan vazgeçmezsen, mutlaka seni (söz veya fiille) taşlarım. Ebediyyen benden uzaklaş, git.» (Meryem, 46.) Benimle olan bağlantını kopar ve bana hiç görünme. ´

Babası onu bu sözlerle tehdid ederken İbrahim: "Sana selam olsun" yani benden sana bir kötülük ve eziyet bulaşmayacak, tam tersi, benden yana rahat ve güven içinde olacaksın, dedi. Ona olan hürmetini vurgula­yarak sözünü şöyle sürdürdü: "Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim, çünkü O, bana karşı çok lütufkardır." (Meryem, 47.)

İbn Abbas ve bazı âlimler: «Yukarıdaki ayet-i kerimede geçeni ^ ) kelimesi lütufkar manasına gelir. Böylece (Rabbim beni kendine ihlasla ibadet eden bir kul yaptığı için bana lütfetmiştir.) anlamına gelir.» de­mişlerdir. Bu sebeple İbrahim (a.s.):

«"Sizi, Allah´tan başka taptıklarınızla bırakıp çekilir, Rabbime yal­varırım. Rabbime yalvarışımda mahrum kalmayacağını umarım." de­mişti.» (Meryem, 48.)

İbrahim (a.s.), söz verdiği gibi, duaları arasında babası için Al­lah´tan mağfiret diledi. Ama onun, Allah´düşmanı olduğunu anlayınca babasından uzaklaştı. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:

«İbrahim´in, babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden ötürü idi. Allah´ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı. Doğrusu, İbrahim çok içli ve yumuşak huylu îdi.» (et-Tevbe, 114.)

İsmail b. Abdullah, Ebu Hüreyre´den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)´m şöyle buyurduğunu söyledi: «Kıyamet gününde İbrahim (a.s.), yüzünde toz ve karanlık olarak babası Azer´le karşılaşacak ve ona: "Ba­na isyan etme demedim mi sana ." diyecek. Babası: "Bu gün sana isyan etmem." diye karşılık verecek. Bunun üzerine İbrahim şu dilekte bulu­nacak: «Ey Rabbim! İnsanlann dirilecekleri günde (yani kıyamet gü­nünde) beni rüsvay etmeyeceğini bana va´detmiştin.

Benden uzak bir babanın bulunması kadar insanı rezil edici bir rüsvaylık var mıdır " Cenâb-ı Allah da: "Cennet´i kafirlere haram kıl­dım." diye karşılık verecektir. Bundan sonra denilecek ki: "Ey İbrahim! Ayaklarının altındaki nedir " İbrahim, ayaklarının dibine bakacak, bir de ne görsün: Kana bulanmış bir davar.. Bu kesilmiş davar, ayakların­dan tutulup ateşe atılacak.»[4]

Yüce Allah buyurdu ki: «İbrahim, babası Azer´e: "Putları tanrı ola­rak mı benimsiyorsun Doğrusu, ben seni ve milletini açık bir sapıklık içinde görüyorum." demişti.» (d-En´âm, 74.)

Bu ayet-i kerime, İbrahim (a.s.)´in babasının adının Azer olduğunu kanıtlıyor. Aralarında İbn Abbas´m da bulunduğu neseb ulemasının ek­serisi, İbrahim (a.s.)İn babasının adının Tarelı olduğunu ifade etmişler­dir. Denildi ki: Tareh, Azerin taptığı bir putun adı olduğu için, bu kelime Azer´e bir lakap olarak takılmıştır. İbn Cerir dedi ki: Doğrusu, İbrahim´in babasının adı Azer´dir. Babasının iki adı da olabilir. Ya da bu iki isimden biri onun lakabıdır; diğeri de özel ismidir.[5]

İbn Cerir´in bu sözünün gerçeklik payı büyüktür. Doğruyu en iyi bi­len, Allah´tır.

Sonra yüce Allah buyurdu ki:

«Yakinen bilenlerden olması için İbrahim´e göklerin ve yerin hükümranlığım şöylece gösteriyorduk. Gece basınca bir yıldız gördü. "İşte bu benim Rabbim." dedi; yıldız batınca, "Batanları sevmem." dedi. Ayı doğarken görünce, "İşte bu benim Rabbim;1 dedi, batınca, "Rabbim beni doğruya eriş tir meşeydi andolsun ki sapıklardan olurdum." dedi.

Güneşi doğarken görünce, "İşte bu bönim Rabbim, bu daha büyük." dedi; batınca, "Ey Milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uza­ğım." dedi. "Doğrusu, ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana, doğruya yö­nelerek çevirdim. Ben puta tapanlardan değilim." Milleti onunla tartış­maya girişti. "Beni doğru yola eriştirmişken, Allah hakkında benimle mi tartışıyorsunuz O´na ortak koştuklarınızdan korkmuyorum, meğerki Rabbimin bir dileği ola. Rabbim ilimce her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ öğüt kabul etmez misiniz " dedi. "Allah´a koştuğunuz ortaklardan nasıl kor­karım Oysa siz, Allah´ın halikında size bir delil indirmediği birşeyi O´na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. İki taraftan hangisine güven­mek daha gereklidir, bir bilseniz." İşte güven, onlara, inanıp imanlarına haksızlık karıştırmayanlaradır. Onlar doğru yoldadırlar. Bu, İbra­him´e, milletine karşı verdiğimiz hüccetimizdir. Dilediğimizi dereceler­le yükseltiriz. Doğrusu, Rabbin Hakîm´dir, bilendir.» (ei-En´âm, 75-83.)

Burada İbrahim (a.s.), kendi kavmiyle münazara yapıp tartışmada bulunuyor; gözle görülen parlak yıldızlarla gezegenler gibi birtakım gök cisimlerinin tanrılığa elverişli olamayacaklarım, onur ve üstünlük sa­hibi Allah´a tanrılık ortağı da olamayacaklarım onlara açıklıyordu. Çünkü bu gök cisimleri, Allah tarafından yaratılmış birer sanat eseri olup, kullarının emrine verilmiştir. Bazen doğar, bazen batarlar ve bu alemde görünmez olurlar. Oysa yüce Rab´dan hiç birşey saklanıp gizle­nemez. O daimîdir, sonu yoktur, ebedîdir. O´ndan başka Rab, Ondan başka tanrı yoktur.

İbrahim peygamber, kavmine ilk başta yıldızın tanrılığa elverişli olamıyacağmı açıklıyordu. Denildiğine göre bu, Zühre yıldızıydı. Sonra bu yıldızdan daha parlak, daha göz alıcı bir gezegen olan aya geçti. Bu­nun da tanrı olamıyacağını söyledi. Daha sonra gök cisimlerinin en çok ışık saçıp göz kamaştıranına, güneşe geçti. Bunun da emir altında yürü­tülerek belli bir zamana kadar görev yapacağını ve nihayet bir yaratık olduğunu, dolayısıyla tanrı olamayacağım açıkladı. Nitekim yüce Allah buyurdu ki:

«Gece ile gündüz, güneş ile ay, Allah´ın varlığının belgelerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer Allah´a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde edin.» (Fussiict, 37.)

«Güneşi doğarken görünce, "İşte bu, benim Rabbim, bu daha bü-vük." dedi. Batınca, "Ey Milletim! Doğrusu ben, ortak koştuklarınızdan uzağım." dedi. "Doğrusu ben, yüzümü gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim. Ben puta tapanlardan değilim." Milleti onunla tar­tışmaya girişti. "Beni doğru yola eriştirmişken, Allah hakkında benimle mi tartışıyorsunuz O´na ortak koştuklarınızdan korkmuyorum; meğer­ki Rabbimin bir dileği ola."» (ci-En´âm, 78-80.)

Allah´ı bırakıp da tapmakta olduğunuz bu tanrılarla benim ilgim yoktur. Çünkü bunlar hiç bir fayda sağlamaz, hiçbir sözü işitmez ve an­lamazlar. Bilakis onlar, ya yıldızlar gibi Allah´ın emri altındadırlar ya da tahtadan işlenerek veya taştan yontularak yapılmıştırlar.

Görüldüğü gibi İbrahim peygamberin, yıldızlara.tapılmaması yo­lundaki bu öğütleri, Harranhlara yöneliktir. Çünkü onlar yıldızlara ve gezegenlere tapıyorlardı. Bu da İbrahim (a.s.)´in mağaradan çıkarken, henüz küçük yaştayken bu sözü söylediğini iddia edenlerin sözlerini çü­rütmektedir. Nitekim îbn İshak ve diğerleri bu görüştedirler. Diğer gö­rüş, gerçeğe aykırı olup güvenilir olmayan îsrailiyat haberlerine dayan­maktadır.

Babillilere gelince, onlar putlara tapıyorlardı. Putlara ibadetlerin­den dolayı İbrahim (a.s.)´în kendileriyle tartıştığı kimseler, işte bu Ba-billilerdir. Bundan sonra İbrahim (a.s.), onların putlarım kırarak horla-mış ve bâtıl olduklarını açıklamıştı. Nitekim bu konuda Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur:

«İbrahim şöyle demişti: "Dünya hayatında, Allah´ı bırakıp aranızda putları muhabbet vesilesi kıldınız. Sonra kıyamet günü, birbirinize küf­reder ve karşılıklı lanet okursunuz. Varacağınız yer ateştir. Yardımcıla­rınız da yoktur."» (el-Ankebüt, 25.)

«Andolsun ki, daha önce İbrahim´e de akla uygun olanı göstermiştik. Biz onu biliyorduk. İbrahim, babasına ve milletine: "Bu tapınıp durdu­ğunuz heykeller nedir " demişti. "Babalarımızı onlara tapar bulduk." demişlerdi. İbrahim: "Andolsun ki sizler de babalarınız da, apaçık bir sapıklık içindesiniz." deyince: "Sen bize gerçeği mi getirdin yoksa şaka mı ediyorsun " dediler. O şöyle dedi: "Hayır; Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki onları O yaratmıştır. Ben de buna şahidlik edenlerdenim. Allah´a yemin ederim ki, siz ayrıldıktan sonra putlarınıza bir düzen ha­zırlayacağım." Hepsini paramparça edip, içlerinden büyüğünü ona baş­vursunlar diye, sağlam bıraktı. Milleti: "Tanrılarımıza bunu kim yaptı Doğrusu o, zalimlerden biridir." dediler.

Bazıları: "İbrahim denen bir gencin onları diline doladığım duymuştuk." deyince, "O halde bunların sahicilik edebilmeleri için onu halkın gözü önüne getirin." dediler. İbrahim gelince ona: "Ey İbrahim! Bunu tanrılarımıza sen mi yaptın ." dediler. İbrahim: "Belki onu, şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa onlara sorun." dedi. Kendi kendilerine: "Doğrusu siz haksızsınız." Sonra kafalarında olan eski inançlarına dö­nerek: "Ey İbrahim! Bunların konuşmayacağım, andolsun ki bilirsin."» dediler. İbrahim: "O halde Allah´ı bırakıp da size hiç bir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız Size de, Allah´ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz " dedi. Onlar: "Birşey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin." dedi­ler. Biz de: "Ey Ateş! İbrahim´e karşı serin ve zararsız ol." dedik. Ona dü­zen kurmak istediler; fakat biz onları hüsrana uğrattık.» (el-Enbiyâ: 61-70.) Ey Muhammedi Onlara İbrahim´in kıssasını anlat. İbrahim, baba­sına ve milletine : "Nelere tapıyorsunuz "» demişti. "Putlara tapıyoruz; onlara bağlanıp duruyoruz." demişlerdi. İbrahim: "Çağırdığınız zaman sizi duyarlar veya size bir fayda ve zarar verirler mi " demişti. "Hayır ama, babalarımızı da bu şekilde ibadet ederken bulduk." demişlerdi. İb­rahim: «Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musu­nuz Doğrusu onlar, benim düşmanımdır. Dostum, ancak âlemlerin Rabbidir. Benî yaratan da, doğru yola eriştiren de O´dur. Beni yediren de, içiren de O´dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O´dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışla­masını umduğum O´dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına

kat.» (eş-Şuarâ, 69-83.)

«İbrahim de şüphesiz O´nun yolunda olanlardandı. Nitekim Rabbi-ne temiz bir kalble geldi. İbrahim, babasına ve milletine şöyle demişti: "Nelere kulluk ediyorsunuz Allah´ı bırakıp uydurma tanrılar mı isti­yorsunuz Alemlerin Rabbi hakkındaki sanınız nedir " İbrahim yıldız­lara bir göz attı ve: "Ben rahatsızım." dedi. Onu bırakıp gittiler. O da on­ların tanrılarına gizlice yönelip: "Sundukları yiyecekleri yemiyor musu­nuz Ne o, konuşmuyor musunuz " dedi. Sonunda, üzerlerine yürüyüp kuvvetle vurdu. Bunun üzerine putperestler koşarak ona geldiler. İbra­him onlara şöyle dedi: "Yonttuğunuz şe3´lere mi tapıyorsunuz Oysa sizi de, yonttuklarınızı da Allah yaratmıştır." Putperestler: "Onun için bir yapı yapın da onu oradan ateşin içine atın."dediler. Ona düzen kurmak istediler, ama biz onları altettik.» (es-sarrat, 83-98.)

Cenâb-ı Allah, seçkin kulu İbrahim (a.s.)´den haberler veriyor. Mil­letinin puta tapmasına karşı çıktı. Putperestliği tahkir etti. Putları hor­layıp küçümsedi ve şöyle dedi:

«Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir » (ei-Enbiyâ, 52.)

Putperest kavmi, ona şu karşılığı verdiler:

«Babalarımızı onlara tapar bulduk.» (el-Rnbiya, 53.)

İbrahim´e verecekleri tutarlı bir cevap yoktu. Yalnızca, bu işi ata ve dedelerinin de yapmış olduklarını söylediler. Tuttukları, Allah´a ortak­lar koşma yolunun, geçmişlerinin yolu olduğunu söylediler. Bu cevapla­rına, İbrahim şu karşılığı vedi:

«İbrahim: "Andolsun ki sizler de babalarınız da apaçık bir sapıldık içindesiniz." dedi» (ei-Enbiyâ, 54.)

«İbrahim, babasına ve milletine şöyle demişti: Nelere kulluk ediyor­sunuz Allah´ı bırakıp uydurma tanrılar mı istiyorsunuz Alemlerin Rabbi hakkındaki sanınız nedir » (es-Sâffat, 85-87.)

Katade, bu ayetin tefsirini yaparken şöyle dedi: "Kendisinden baş­kasına tapmış olduğunuz halde huzuruna çıktığınız zaman, âlemlerin Rabbinin size ne yapacağını sanıyorsunuz ."

İbrahim (a.s.), putperest kavmine, putlarla ilgili olarak şöyle demiş­ti:

«İbrahim: "Çağırdığınız zaman sizi duyarlar veya size bir fayda ve zarar verirler mi " demişti. "Hayır ama, babalarımızı da bu şekilde iba­det ederken bulduk." demişlerdi.» (eş-Şuarâ, 72-74.)

Putların, kendilerim çağıranı duymadıklarını, kimseye ne fayda ve ne de zarar veremediklerini itiraf etmişlerdi. Ancak geçmişlerine, sa­pıklıkta benzerleri olan cahil babalarına uymuş olmak için bu putlara tapma yoluna girdiklerini söylemişlerdi. Bu sebeple İbrahim (a.s.) ,onla-ra şöyle dedi:

«Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz Doğrusu, onlar benim düşmanımdır. Dostum, ancak âlemlerin Rabbi­dir.» (eş-Şuarâ, 75-77.)

Bu da onların, tanrı olduklarını iddia ettikleri putların tanrılıkları­nı geçersiz kılan kesin bir delildir. Zira İbrahim Halil peygamber, bu putlardan uzak olduğunu, bunların tanrılıklarını kabul etmediğini bil­dirmiş ve onları horlamıştı.

Şayet bir kimseye zarar verebilselerdi bu putlar, İbrahim (a.s.)´e zarar verirlerdi. Veya bir kimseye tesir edebilselerdi, İbrahim (a.s.)´e te­sir ederlerdi.

«"Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa şaka mı ediyorsun " dediler.»

(el-Enbiyâ, 55.)

İlahlarımızı küçümseyerek, bu sebeple de atalarımıza dil uzatarak söylediğin bu sözleri ciddî olarak mı söylüyorsun, yoksa şaka mı ediyor­sun

Onlara cev