sumeyye
Fri 6 May 2011, 11:37 am GMT +0200
2- Hz. Süleyman'ın Duası
Kur’an’ın ifadesine göre Hz. Süleyman, Allah'a dua ederek, O'ndan hiç kimseye verilmeyen, ya da hiç kimseye nasip olmayacak büyük bir mülkü, mal ve yöneticiliği istedi.
"Andolsun, biz Süleyman'ı denemeden geçirdik, tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü.
Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin." [71]
Âyetlerin devamından Hz. Süleyman'ın bu duasının kabul edildiğini ve kendisine hiç kimseye verilmeyen çok farklı armağanlar, büyük bir mülk ve maddi güç verildiğini anlıyoruz.
Allah (c.c.) Hz. Süleyman'ı niçin denemişti? Bu denemenin özü ne idi?
Bunu incelemeyi az sonraya bırakıp şimdilik Hz. Süleyman'ın duasına bakmaya devam edelim. Çünkü onun duasıyla ona verilen görülmemiş nimetler arasında bağlantı bulunmaktadır.
Hz. Süleyman bu duayı ne zaman yapmıştı? Yukarıdaki âyet bir deneme olmak üzere tahtının üzerine bir ceset bırakılmasından sonra onun duasını söz konusu ediyor.
Ancak görünen o ki Hz. Süleyman zaten bir mülke sahipti. Tahtı vardı ve imtihan için tahtının üzerine bir ceset bırakılmıştı.
Buna rağmen Hz. Süleyman Allah'tan af diliyor ve O'ndan hiç kimseye verilmeyen bir zenginlik istiyor. Bu zenginlik Hz. Süleyman'ın şanına ve peygamberliğine uygun bir zenginliktir. Onun istediği mülk ve hükümdarlık, peygamberlere verilen mucize cinsinden bir şeydi.
Hz. Süleyman sanki şöyle dua etmişti: Yarabbi, bana öyle bir mülk ve yönetim gücü ver ki, ben ona kavuşup ve onu kullanıp öleyim. Benden sonra gelen insanlar desinler ki; bakınız, dünya malının ve saltanatının bir vefası ve kalıcılığı olsaydı, bu önce Süleyman'a nasip olurdu desinler. Dünya mülkü Süleyman'a bile yar olmadığına, o da bütün varlığı terkedip gittiğine göre kimseye yar olmaz desinler. Dünya zenginliğine, mülküne saltanatına fazla rağbet etmesinler. Onlara takılıp ta gaflete düşmesinler.
Dünya lezzetlerinden sakınmak gerçekten zordur. Zira bu lezzetler insanın karşısında hazır olduğu için Ahiret mutluluğunu unutturabilir. Hz. Süleyman bunca zenginlik ve yönetim gücüne rağmen, onlara fazla rağbet etmemeyi dünya işleriyle kalb İle değil, nefis ile meşgul olmanın gereğini ve bu mülkle beraber Hakka hizmet etmeyi göstermek işlemişti. [72]
Hz. Süleyman'ın asıl amacı, geçici dünya mülküne ve saltanatına sahip olmak değil, Ahiretteki sonsuz mülkü ve saadeti istemekti. Çünkü Allah (c.c.) kim ne isterse, kim hangi amaç için çalışırsa, onu isteyene verir. Bu gerçeği Kur'an şöyle açıklamaktadır:
"Her kim Ahiret ekinini (gelirini) isterse, biz ona kendi ekininde arttırmalar yaparız, kim de dünya ekinim (gelirini) isterse, ona da ondan veririz; ancak onun Ahirette bir nasibi yoktur." [73]
Bu ilâhî ölçüye rağmen Hz. Süleyman'ın bir peygamber olarak yalnızca dünya mülkünü istemesi düşünülemez.
Nitekim onun duası kabul edilmiş, ve kendisine bundan fazlası verilmiştir. Su âyet buna işaret etmektedir:
"Biz de bunun üzerine rüzgârı kendisinin emrine verdik...." [74]
Bu âyet aynı zamanda dünya mülkünün, zenginliğinin ve saltanatının tıpkı rüzgâr gibi gelip geçici olduğuna anlamlı bir şekilde işaret etmektedir.[75] Ahireti ve malı kendisine nasibeden Allah'ı unutanlar, mülkü veya dünya zenginliğini hiç bitmeyeceğini zannederler. Ona sürekli sahip olacaklarının hayali içerisindedirler. Halbuki dünya malı rüzgâr gibi hızlıca esip gider.
Hz. Süleyman bu mülkü ve hükümdarlığı, dünya malına olan hırsından veya bununla insanlara tahakküm etme arzusundan dolayı istemiş olamaz. Böyle bir aşırı istek peygamberlik kurumuna yakışmadığı gibi, onun hayatını anlatan Kur'an âyetlerinde, onun bu mülk ve saltanatla yanlış bir iş yaptığını da görmüyoruz.
Bu mülkü öncelikli olarak Allah'tan, kendi peygamberliğinin bir delili olsun diye mucize olarak istemişti. Ayrıca o, bu mülk ve yönetim gücünü tümüyle insanları Allah'a davet uğruna kullanmıştır. Velinimetini (nimet vereni) bilmiş, şükrünü yerine getirmiştir. Böylece bütün mal, servet, mülk ve saltanat sahiplerine muazzam bir örnek olmuştur.
Üstelik o mülkün çok Özel bir çeşidini istemiştir. Onun istediği sıradan bir hükümdarlık, bir devlet başkanlığı gibi bir yöneticilik, çeşitli dünyalıklar değildi. Bambaşka bir şeydi: Hiç kimseye verilmeyen, hatta verilmeyecek olan bir mülk, güçlü bir idarecilik, rüzgâra, cinlere, şeytanlara ve kuşlara hükmetme ve onları çeşitli işlerde kullanma gücüydü.
Âyette bir konu daha dikkat çekmektedir. O da, Hz. Süleyman'ın bu duasını Allah'a tevbe istiğfar ettikten sonra yapmasıdır.
Bazı tefsircilere göre Hz. Süleyman bir hata (zelle) işlemiştir ki bundan dolayı Allah'a tevbe etmekte ve O'ndan af istemektedir. Eğer ortada bir hata olmasaydı Hz. Süleyman niçin tevbe elsindi? Ancak peygamberlerin hatası, büyük günah değil, evlâ veya efdal olanı terketme gibi küçük hata cinsinden şeydir. [76] Ancak Kur'an Hz. Süleymanın herhangi bir hatasından söz etmiyor.
Bilindiği gibi tevbe ve istiğfar aynı zamanda bir dua ve her dua da bir ibadettir. Mü'min günah işlese de, işlemese de tevbe ve istiğfar dualarım yaparak Allah'a ibadetini sürdürür. Peygamberlerin istiğfarları ise hiç bir zaman bir günahın ve hatanın karşılığı değildir. Bu, Rablerine bağlılıklarının ibadete dönüşmüş bir şeklidir.
Allah (c.c.),
"Senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladım" [77] diye müjdelediği ve o hiç günah işlemediği halde, Peygamberimiz günde en az yüz defa (bazı rivayetlerde yetmiş defa) tevbe istiğfar ettiğini söylüyor.[78]
Tevbe ve istiğfar kul için tenezzül (Allah huzurunda kendini aşağı görme) ve saygı makamıdır. Allah'ın sevgili kulları kendilerinin bu saygı makamında olduğunu bilirler ve Allah'a karşı hakkıyla saygı gösterememekten bile tevbe ederler.
Hz. Süleyman'ın tevbe-istiğfarının da bu anlamda olması gayet doğaldır.
Bu âyet aynı zamanda Allah'a kulluk (din) ismin, dünya işinden çok daha önemli olduğuna bir işarettir. Kul, öncelikli olarak Rabbini bilecek, kulluğunu yerine getirecek, sonra O'na dua ederek dilediğini O'ndan isteyecektir. Allah (c.c.) kendine karşı saygısızlık gösterenlerin rızıklannda bereket vermez. Bunun bir kaç örneğini daha Kur'an'da buluyoruz. Hz. Nuh (a.s.) kavmi için şöyle anlatıyor;
"Bundan böyle dedim, 'Rabbinizden bağışlanma (istiğfar) dileyin. Çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.
(Öyle yapın ki), üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur) yağdırsın.
Size mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Size (ürün yüklü) bağlar-bahçeler versin, ırmaklar da versin."[79]
Bir başka âyette ise namaz kılma emrinden sonra Allah'ın rızık verici olduğu söz konusu ediliyor:
"Ehline namazı emret ve onda kararlı davran. Biz senden nzık istemiyoruz, biz sana (zaten) rızık vermekteyiz. Sonuç ta takvanın (Allah'tan hakkıyla korkup-sakınmanm)dır." [80]
Hz. Süleyman (a.s.) ordusu ile karınca vadisine geldiği zaman, karıncanın başkanı diğerlerine yuvalarına girmelerini söyledi. Zira Hz. Süleyman'ın ordusu bilmeden onları ezebilirdi. Karıncanın bu sözünü duyan Hz. Süleyman şöyle dua etti:
"...'Rabbim, bana, anne babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat." [81]
İşte bu dua Rabbine içten bir yalvarış, teslim olmuş bir kulun Yaratıcıya niyazıdır.
Hz. Süleyman, 'beni razı olacağın şeyi yapmaya başarılı kıl...' diye yalvarıyor. Bütün benliğinin, dilinin, kalbinin, zihninin, eylemlerinin ve niyetinin bu amaca yönelmesini istiyor. Bütün güç kaynaklarının bu noktada toplanmasını Rabbinden niyaz ediyor. Bunun sebebi de Allah'ın ona, ana babasına verilen nimetlere hakkıyla şükredebilmektir.
Bu ifade, Hz. Süleyman'ın, kendisine verilen nimetlere karşı nasıl duyarlı olduğunu, nimet verene karşı kalbinin ve duygularının nasıl harekete geçtiğini gösterir. Hz. Süleyman, o anda Allah'ın kudret elinin kendisinin ve ana-babasının üzerinde olduğunu idrak etmiş, korku ve ümit içerisinde Allah'ın rahmet ve nimetinin önemini dua ile dile getirmişti.
Kişinin salih amel işleyebilmesi bile Allah'ın insana bir lütfudur. Allah (c.c.), kendisine hakkıyla şükreden kullarını salih amel işlemekte başarılı kılar.
Hz. Süleyman, şükredici bir kul olmak ve salih amel işleyebilmek üzere Rabbinin yardımını istiyordu. Çünkü o biliyordu ki bu iki ibadet te Allah'ın insanlara başka bir ihsanıdır, bağışıdır. Salih kullar, Allah'ın rahmetini hak etmiş ve kendilerinden razı olunmuş kullardır. Allah'ın salih kullarının arasına girmek yine O'nun rahmetinin bir sonucudur.
Hz. Süleyman (a.s.) bir peygamber olmasına ve kendisine bunca nimet verilmesine rağmen, hakkıyla şükretmemekten, ilahî rahmeti hak edememekten korkuyor ve Rabbine, hakkıyla şükredici olabilmek, ya da salih amel işleyebilmek üzere yalvarıyor. O, kulluğunu eksik yapmaktan endişe duyuyor ve Allah'ın yardımını istiyor.
İşte takvanın en hassas şekli budur, işte duanın en anlamlısı burada görülmektedir. İlâhi tecellinin görüldüğü anlarda bile, hep Allah'ı hatırlamak, O'nun yardımını istemek, O'nun rızasından başka bir sey düşünmemek.. .[82]
[71] Sâd: 38/34-35
[72] F Razî, Tefsir-u Kebir, Mısır 1357-1938, 26/210
[73] Şura: 42/20.
[74] Sâd: 38/36
[75] Elmalılı H. Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, sad. Heyet, İst. Trh. 6/470
[76] E Razı, T. Kebir, 26/209, A. Mustafa el-Merâğı, Tefsir, Mısır 1343/1973, 23/120, M.b. Cerir et-Taberi, el-Camiul Beyan, Bulak. 1323-1328, 23/102
[77] Fetih: 48/2.
[78] Müslim, Zikr 12, Hadis no: 2702/2703- Ebu Davud, Sünen, Beyrut, Trh. Salat 361. Hadis no:1515, 2/84. İbni Mace, Sünen, Yersiz, trh. Edep 57, Hadis no: 3816/3817,2/1254
[79] Nuh:71/10-12
[80] Taha: 20/132.
[81] Neml: 27/18-19
[82] Prof. S. Kutub, fi-Z. Kur'an, 5/2636-2637. Hüseyin K. Ece, Hz. Süleyman, H. Ece Yayınları: 54-60.