- Hicretin Altıncı Senesi Olayları

Adsense kodları


Hicretin Altıncı Senesi Olayları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Esila
Wed 2 February 2011, 02:16 am GMT +0200
Hicretin Altıncı Senesi Olayları

Hz. Peygamberin, Zeyneb Binti Cahş İle Evlenmesi

Gerdek Gecesinin Sabahında Hicab Ayetinin Nazil Olması

Hicretin Altıncı Senesi Olayları

Zi Kared Gazvesi

Beni Müstalik Gazvesi

Ifk Hadisesi

Hudeybıye Gazvesi



Hz. Peygamberin, Zeyneb Binti Cahş İle Evlenmesi


Zeyneb´in şeceresi şöyledir: Zeyneb binti Cahş b, Riab b. Ya´mer b. Sabre b. Mürre b. Kebir b. Ganin b. Dudan b. Esed b. Hüzeyme el-Esediyye. Zeyneb´in anasının adı Ümeyme binti Abdülmuttalib´dir. Ümeyme, Rasûlullah (s.a.v.)´m halası idi. Zeyneb, daha önce Peygam­ber (s.a.v.)´in azadlısı Zeyd b. Harise (r.a.)´nin eşi idi.

Katade, Vakidî ve Bazı Medineliler dediler ki: Peygamber (s.a.v.), hicretin beşinci senesinde Zeyneb´le evlendi. Bazıları da, bu senenin zilkade ayında evlenmiş olduğunu ifade etmişlerdir. Hafız el-Beyha-kî´ye göre Beni Kurayza gazvesinden sonra Hz. Peygamber onunla evlenmiştir. Halife b. Hayyat, Ebu Ubeyde Mamer b. Müsenna ve İbn Mendeh´in ifadesine göre bu evlilik, hicri üçüncü senede olmuştur. Birinci kavil daha meşhurdur. İbn Cerir ile birkaç tarihçi de bu gö­rüşe kaildirler.

Bu evlilikle ilgili olarak yüce Allah, aziz kitabında şöyle buyur­muştur:

«Ey Muhammedi Allah´ın nimet verdiği ve senin de nimetlendir-diğin kimseye: «Eşini bırakma, Allah´tan sakın.» diyor, Allah´ın açığa vuracağı şeyi için de saklıyordum. İnsanlardan çekmiyordun, oysa Al­lah´tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kesti­ğinde onu seninle evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kes­tiklerinde onlarla evlenmek konusunda mü´minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah´ın buyruğu yerine gelecektir.

Allah´ın peygambere farz kıldığı şeyler de ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah´ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı yasasıdır. Al­lah´ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir.» (el-Ahzâb, 37-38.)

Tefsirimizde (İbn Kesir) bu konuda yeterli açıklamalarda bulun­duk.

Ayet-i kerimede, "Allah´ın kendisine nimet verdiği kimse" sözü ile Rasûlullah (s.a.v.)´m azadlısı Zeyd b. Harise kastedilmiştir. Allah, ona İslâmiyet nimetini bahsetmişti. Rasûlullah (s.a.v.) ise, onu azad edip halası kızı Zeyneb binti Cahş ile evlendirerek nimete mazhar kılmıştı.

Mukatil b. Hibban dedi ki: Zeyd, Zeyneb´le evlenirken mehir ola­rak ona on dinar ve altmış dirhem, bir başörtüsü, bir yorgan, bir zırh, elli Ölçek buğday, on ölçek hurma vermişti. Zeyneb, onun yanında bir sene veya bir seneden biraz fazla müddetle kalmıştı. Sonra araların­da anlaşmazlık vuku bulmuş, Zeyd, Rasûlullah (s.a.v.)´a gelip Zey-neb´i şikayet etmiş, Rasûlullah ise ona; «Eşini bırakma, Allah´tan sa­kın.» demişti. Yüce Allah da peygamberine hitaben şöyle demişti: «Al­lah´ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun.»

Ali b. Hüseyin Zeynelabidin ve Süddî şöyle dediler: Rasûluîlah (s.a.v.), Zeyneb´in kendi eşlerinden biri olacağını biliyordu, içinde sak­ladığı şey bu idi.

Selef ulemasından birçoğu, bu mevzuda garip haberler rivayet et­mişlerdir ki, bazılarında ihtilaf vardır. Bu sebeple onları burada nak­letmedik.

Yüce Allah buyurdu ki:

«Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik.» Çünkü Zeyd, karısı Zeyneb´i boşadı. Zeyneb´in iddeti tamamlandığın­da Rasûlullah (s.a.v.), ona haber gönderip evlenmek istedi. Sonra da evlendi. Rasûlullah´ı Zeyneb´le evlendiren, âlemlerin Rabbi yüce ve mübarek Allah olmuştur. Nitekim Buharî´nin "Sahih"inde Enes b. Malik´ten şöyle bir rivayet gelmektedir: Zeyneb binti Cahş, Peygam­ber (s.a.v.)´in diğer eşlerine karşı övünerek şöyle derdi:

«Aileleriniz sizi Rasûlullah´la evlendirdiler. Beni ise yedi kat gö­ğün üzerinde Allah, Rasûlullah´la evlendirdi.»

İsa b. Tahman tariki ile Enes´ten gelen bir rivayete göre, Enes (r.a.) şöyle demiştir: Zeyneb, Peygamber (s.a.v.)´in zevcelerine karşı övünerek şöyle derdi: «Allah, semada beni Rasûlullah´a nikahladı.» Bu hususta hicap ayeti nazil oldu.

«Ey inananlar! Peygamber´in evlerine, yemeğe çağırılmaksızm vakitli, vakitsiz girmeyin.» (el-Ahzâb, 53.)

Beyhakî, Enes´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Zeyd, Zeyneb´i şi­kayet etmek için Rasûlullah´a geldi. Rasûlullah, ona şöyle dedi: «Eşi­ni bırakma, Allah´tan sakın.»

Enes dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), eğer birşeyi gizlemiş olsaydı bu işi gizlerdi. Zeyneb, Peygamber (s.a.v.)´in diğer zevcelerine karşı övü­nerek şöyle derdi:

«Sizi Rasûlullah´la evlendiren, aileleriniz oldu. Beni ise yedi kat göğün üzerinde yüce Allah evlendirdi.»

Beyhakî, daha sonra Affan kanalı ile Enes´in şöyle dediğini riva­yet etmiştir: Zeyd, Rasûlullah´a gelip Zeynep binti Cahş´ı şikayet etti. Rasûlullah ona şöyle dedi. «Eşini yanında tut.» Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:

«Allah´ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun.»

Buharı, Muhammed b. Abdurrahim kanalı ile Şa´bî´nin şöyie dediğini rivayet etmiştir:

«Zeyneb, Peygamber (s.a.v.)´e şöyle derdi: «Doğrusu ben sana kar­şı üç delil ileri sürebilirim ki, diğer kadınlarından herhangi biri bu delilleri ileri süremez. Şöyle ki: Benimle senin dedelerimiz birdir. Ya­ni Abdülmuttalib´tir. (Çünkü Peygamber (s.a.v.)´in babasının babası ile Zeyneb´in anasının babası Abdülmuttalib idi.)

Aziz ve celil olan yüce Allah, semada beni sana nikahladı.

Elçi de Cebrail (a.s.) idi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Haşim b. Kasım kanalı ile Enes´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Zeyneb´in Zeyd´den boşandıktan sonra id-deti tamamlandığında Peygamber (s.a.v.), Zeyd´e dedi ki: «Git, Zey­neb´i bana iste.» Zeyd de gidip Zeyneb´e anlattı. O esnada Zeyneb, ha­mur yoğurmakta idi.

Zeyd diyor ki: Zeyneb´i gördüğümde ona bakamadım. Çok ağrıma gitti. Bu iş bana güç geldi. Rasûlullah´ın ona talip olduğunu kendisi­ne söyleyemedim. Sırtımı dönüp gerisin geri gidecek olduğumda ona:

-Ey Zeyneb, sana müjdeler olsun. Rasûlullah beni sana gönderdi. O seninle evlenmeye taliptir, dedim.

Zeyneb:

- Aziz ve Celil olan Rabbim bana emretmedikçe, ben birşey yapa­mam, dedi. Sonra kalkıp namazgahına gitti. Kur´ân ayeti nazil oldu. Bunun üzerine Rasûlullah gelip Zeyneb´ten izin almaksızın onunla gerdeğe girdi.

Enes dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), onunla gerdeğe girdiğinde düğün yemeği olarak bize et ve ekmek yedirdi. Evindeki adamlardan bir kıs­mı çıktı. Bir kısmı da kalıp yemekten sonra sohbete başladılar. Rasû­lullah (s.a.v.) dışarı çıktı. Ben de peşine takıldım. Hanımlarının oda­larına uğruyor, onlara selam veriyordu. Onlar da kendisine: «Ya Ra-sûlallah, yeni hanımını nasıl buldun » diye soruyorlardı. Evdeki mi­safirlerin çıkıp gittiklerini ben mi kendisine haber verdim. Yoksa baş­kası mı haber verdi, bilemiyorum. Nihayet Rasûlullah yürüyüp ger­dek odasına girdi. Ben de yanma girmek için gittim. Perdeyi bıraktı. İçeri girmeme mani oldu. Bunun üzerine hicab (örtünme) ayeti nazil oldu. insanlar da gereğince öğüt aldılar:

«Ey inananlar! Peygamber´in evlerine size izin verilmeden girme­yin.» [1]



Gerdek Gecesinin Sabahında Hicab Ayetinin Nazil Olması


Hz. Peygamber´in Zeyneb´le evlilik akdini Cenâb-ı Allah yapmıştı. Zeyneb´i ve diğer kardeşleri durumundaki kumalarım -ki bunlar müminlerin anneleridirler- korumak için bu düğünde hicab ayetinin na­zil olması münasipti. Bu, Hz. Ömer´in görüşüne göre böyledir.

Buharı, Muhammed b. Abdullah er-Rakkaş kanalı ile Enes b. Ma-lik´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Zeyneb binti Cahş ile evlendiğinde halkı düğüne çağırdı. Onlar da yemek yeyip oturdular ve sohbete başladılar. Rasûlullah kalkmaya yeltendi ama onlar kalkıp gitmediler. Bu durumu görünce kalktı. Kalkınca da ora­dakilerden bazıları kalktı, ancak üç kişi oturmaya devam etti. Rasû­lullah, gerdeğe girmek için Zeyneb´in odasına geldi. Orada adamların oturmakta olduklarını gördü. Sonra onlar kalkıp gittiler. Ben de onla­rın gittiklerini Rasûlullah´a haber verdim. Gelip gerdek odasına girdi. Ben de yanma girmek istedim, aramıza perdeyi bıraktı. Bunun üzeri­ne Allah şu ayeti inzal buyurdu:

«Ey inananlar! Peygamber´in evlerine izinsiz girmeyin.» Buharı, Ebu Mamer kanalı ile Enes b. Malik´in şöyle dediğim ri­vayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.), Zeyneb´le gerdeğe girerken, düğün yemeği olarak et ve ekmek verdi. Ben de halkı yemeğe davet etmekle görevlendirildim. Bir grup gelip yemeğim yiyor, dışarı çıkıp gidiyor, sonra bir başka grup geliyor, yemeğini yiyor, dışarı çıkıp gidiyordu. Herkesi çağırdım. Nihayet çağıracak kimse kalmadı. Dedim ki:

- Ey Allah´ın peygamberi, çağıracak kimse kalmadı.

- O halde yemeğinizi (sofranızı) kaldırın.

Ama Peygamber´in evinde üç kişi oturup konuşmaya devam etti. Peygamber (s.a.v.) çıkıp Hz. Aişe´nin odasına uğradı. Ona:

- Ey hane halkı! Allah´ın selamı, rahmet ve bereketi üzerinize ol­sun, dedi.

Hz. Aişe de şu cevabı verdi:

- Allah´ın selamı, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun.

- Yeni eşini nasıl buldun Allah onu sana mübarek kılsın.

Rasûlullah, diğer eşlerinin de odalarına uğradı ve Aişe´ye söyledi­ğinin aynısını onlara da söyledi. Onlar da aynen Aişe´nin cevabını verdiler. Sonra Peygamber (s.a.v.) geri dönüp geldi. Baktı ki, evde üç kişi oturmuş, sohbete dalmışlar. Peygamber (s.a.v.), son derece haya sahibi idi. Tekrar Hz. Aişe´nin odasına doğru gitti. Oradaki adamla­rın çıkıp gittiklerini ben mi kendisine haber verdim, yoksa başkası mı haber verdi bilemiyorum, daha sonra tekrar dışarı çıktı, ayakların­dan birini kapının eşiğine, diğerini de dışına koydu. Kendisi ile benim arama perdeyi sarkıttı. Bunun üzerine hicab ayeti nazil oldu.

İbn Ebi Hatim, Enes b. Malik´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), kadınlarından biri ile gerdeğe girmişti. Ümmü Sü-leym, hays (hurmayağı ile keş karıştırılarak yapılan bir yemek) ha­zırladı. Ağzı geniş bir tabağa koydu ve bana şöyle dedi:

- Bunu Rasûlullah´a götür ve bunun kendisine bizden bir ikram olduğunu söyle.

Enes dedi ki: O gün insanlar kıtlıkta idiler. Ben o yemeği getir­dim ve şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah! Bu yemeği Ümnıü Süleym sana gönderdi ve se­lam söyledi. Bunun size bir ikram olduğunu ifade etti.

Rasûlullah yemeğe baktı. Sonra:

- Evin bir tarafına bırak ve git, falan ve falanca adamları bana ça-ğır.

Bazı adamların isimlerini verdi. Sonra da, "Karşılaştığın her Müslümam davet et." dedi. İsimlerini bana verdiği ve karşılaştığım Müslümanları yemeğe davet ettim. Eve geldiğimde sofa ile odaların insanlarla tıklım tıklım dolu olduklarını gördüm. "Ey Eba Osman, kalabalık kaç kişi idi " diye sordum. O da 300 kişi kadar olduklarım söyledi.

Enes dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) bana:

- Yemeği getir, dedi.

Ben de yemeği getirdim. Elini üzerine koyup dua etti ve Allah´ın dilediği şeyleri söyledi. Sonra şöyle dedi:

- Onar kişilik gruplar oluşturup halka şeklinde otursunlar, Bes­mele çekip önlerindeki yemeği yesinler.

Öyle yaptılar. Besmele çekip yemeğe başladılar. Nihayet oradaki­lerin tamamı yedi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), yemeği kaldırmamı em­retti. Ben de gidip, yemeğin içinde bulunduğu o ağzı geniş tabağı kal­dırdım. İçine baktım. Bilemiyorum o kabı sofraya koyarken mi içinde­ki yemek daha çoktu, yoksa kaldırırken mi daha çoktu

Yemeğe gelenlerden bazıları, Rasûlullah´ın evinde oturup konuş­maya daldılar. Rasûlullah´ın kendisiyle gerdeğe girdiği zevcesi de yü­zünü duvara döndürmüş, oturmakta idi. Oradakiler sözü uzattılar. Bu da Rasûlullah´ı rahatsız etti. O çok utangaç bir kimse idi. Eğer bu­nu bilselerdi, bu, onlar için çok büyük birşeydi. Nihayet Rasûluliah (s.a.v.) oradan kalktı. Zevcelerinin odalarına uğrayıp selam verdi. Mi­safirler bunu gördüklerinde, Rasûlullah´ın rahatsız olduğunu ve ona ağırlık verdiklerini anladılar ve süratle evden çıkıp gittiler. Rasûluî-lah (s.a.v.) da geldi. Ben hücrede idim. Eve girdi, perdeyi sarkıttı. Evinde az bir süre bekledi. Allah, ayet indirdi. O da evinden çıktı. Çı­karken de şu ayetleri okuyordu:

"Ey inananlar! Peygamberin evlerine, yemeğe çağrılmaksızxn va­kitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilirseniz girin ve yemeği yeyin-ce, dağılm. Sohbet etmek içinde girip oturmayın. Bu haliniz Peygam­beri üzüyor, o da size birşey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamber´in eşlerinden birşey isteyeceğiniz zaman onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin de onların da gönülleri daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah´ın Peygamberi´ni üzmeniz ve ne de onun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir. Doğ­rusu bu, Allah katında büyük şeydir.

Bir şeyi açıklasanız da, gizleseniz de Allah, şüphesiz hepsini bi­lir.» (el-Ahzâb, 53-54.)

Enes dedi ki: Rasûlullah, bu ayetleri, herkesten önce bana okudu. Diğerlerinden önce ben bu ayetlerle tanış oldum.

Ben derim ki: Zeyneb binti Cahş (r.anha) ilk Muhacirlerdendir. Çok hayır işler ve sadaka verirdi. İlk adı Berre idi. Zeyneb adını Pey­gamber (s.a.v.) ona verdi. Ona Ümmü´l-Hakem künyesi de takılmıştı.

Hz. Aişe (r. anha) şöyle dedi: Dindarlık, Allah´a karşı takvalıhk, doğru sözlülük, akrabalık bağlarına riayetkarlık, emanete çok özen göstermek ve sadaka vermek bakımından Zeyneb´ten daha hayırlı bir kadın görmedim.

İleride ifk hadisinde de anlatılacağı gibi, Buharî ve Müslim´in sa­hihlerinde rivayet olunduğuna göre Hz. Aişe şöyle demiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Zeyneb binti Cahş´ı bana sordu. Zeyneb, Pey­gamber´in diğer kadınları arasında benimle rekabet ederdi. Allah, onu veraı ve takvası sayesinde (bana yapılan iftira işine karışmak­tan) korudu. Rasûlullah´ın bana sorduğu soruya şu cevabı verdim:

«Ya Rasûlallah, gözümü ve kulağımı, görmediğim ve işitmediğim şeylere karşı korurum. Görmediğim ve işitmediğim şeyleri söylemem. Ben Zeyneb hakkında sadece hayır ve iyilik biliyorum.»

Müslim b. Haccac, "Sahih" adlı eserinde, mü´minlerin annesi Hz. Aişe´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki; «Aranızda eli en çok uzun olan, bana en çabuk ulaşacak olandır.» Biz de hangimizin eh daha uzundur diye ellerimizi uzatıp yarış yap­maya başladık. Zeyneb aramızda eli en uzun olan idi. Çünkü o eliyle çalışır ve sadaka verirdi.»

Vakidî ve diğer siyer, meğazi ve tarih âlimleri dediler ki: «Zeyneb, hicretin yirminci senesinde vefat etti. Namazını mü´minlerin emirî Ömer b. Hattab (r.a.) kıldırdı. Baki mezarlığına defnedildi. Kendisi için tabut yapılan ilk kadın o oldu.» [2]



Hicretin Altıncı Senesi Olayları


Beyhakî dedi ki: Denildiğine göre hicretin altıncı senesi muharre­minde Muhammed b. Mesleme seriyyesi oldu. Bu seriyyede Sümame b. Esal el-Yemamî´yi esir aldılar.

Ben derim ki: İbn İshak´m, Said el-Makburî tariki ile Ebu Hürey-re´den naklettiği rivayette anlatıldığına göre Ebu Hüreyre, bu seriy-yeye katılmıştır. Ama Muhammed b. Mesleme, Hayber´den sonra hic­ret etmiştir. Oysa bu gazve ondan sonra yapılmıştı. Doğrusunu Allah bilir.

Sahih kavle göre bu senenin başlarında Beni Lihyan gazvesi ya­pılmıştır.

İbn İshak dedi ki: Hicretin beşinci senesinde zilkade ayı ile zilhic­cenin baş kısmında Beni Kurayza fethi tamamlandı. O sene müşrik­ler hac ibadetini idare ettiler. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) zilhicce, mu­harrem, safer, rebiyülevvel ve rebiyülahir aylarını Medine´de ikamet ederek geçirdi. Beni Kurayza fethinden altı ay sonra cemaziyelevvel ayında Beni Lihyan kabilesine doğru gitti. Reci vakasında öldürülen Hübeyb ve arkadaşlarının öcünü almak istiyordu. Bu sefere giderken Şam´a gideceğini izhar etti ki: Beni Lihyan kabilesini ansızın bastır­sın. İbn Hişam´m ifadesine göre bu sefere giderken Medine´de yerine İbn Ümmü Mektum´u vekil bıraktı.

Söylemek istediğimiz kısaca şudur ki, Peygamber (s.a.v.), Beni Lihyan kabilesinin menziline ve evlerine yaklaştığında onlar, ordu­nun önünden kaçıp dağ başlarına tırmandılar. Rasûlullah, bunun ü-zerine Usfan´a yöneldi. Orada bir grup müşrikle karşılaştı. Orada korku namazı kıldı.

Bu gazve, hicri dördüncü sene olayları anlatılırken anlatılmıştı. Burada da Beyhakî anlatmıştır. En münasibi şudur ki; bu gazve, İbn İshak´m da anlattığı gibi Hendek gazvesinden sonra yapılmıştır. Sa­bit olduğuna göre Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Beni Lihyan gazvesi sırasında, Usfan mevkiinde korku namazını kılmıştır. Bu konu bura­da yazıldı ve hicri dördüncü senedeki kayıtlardan vazgeçildi. Bunda da megazi âlimlerinin önderi İbn İshak´a uyuldu. Nitekim rahmetli İmam Şafiî şöyle demiştir: Megazi ilmini elde etmek isteyen kimseler, Muhammed b. İshak´m çocukları durumundadırlar.

Ka´b b. Malik, Beni Lihyan gazvesi hakkında şöyle demiştir:

«Şayet Beni Lihyan kabilesi bekleselerdi, yurtlarında doğruluk sahibi bir topluluğu karşılayacaklardı.

Gökte ışığı karışmış çok yıldızlar gibi, şiddetli bir ordu bırlıgı gibi, önüne geleni öğüten bir ordu önünde korkusu yolu dolduran milletin önde gelenlerine rastlarlardı.

Ama onlar Hicaz´ın, çıkışı olmayan çukur yerlerinde bir bm peşi­ne takılıp giden kedi gibi kurtlar oldular.» [3]



Zi Kared Gazvesi


Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra Medine´ye geldi. Orada birkaç ge­ce kaldı. Sonra Uyeyne b. Hısn b. Hüzeyfe b. Bedir el-Fezarî, Gatafan-lı birkaç atlı ile Gabe´de bulunan Rasûlullah´m develerine saldırdı. Orada Beni Gifar kabilesinden bir adam ve karısı duruyordu. Adamı öldürdüler, karısını da deveye bindirip götürdüler.

Düşman haberini ilk duyan, Seleme b. Amr b. Ekva el-Eslemî ol­du. O, el-Gabe´ye gitmeye niyet edip okunu ve yayını kuşanmış olarak Talha b. Ubeydullah´a ait ve beraberinde güttüğü bir at bulunan bir köle ile gitti. Nihayet Seniyetü´l-Veda´a tırmandığı zaman onların at­lılarından birine baktı. Sel dağının yüksekçe bir yerinde durdu. Son­ra, "İmdad!" diye bağırdı. Sonra çıktı. Düşmanın izine düşüp hızla gi­diyordu. Yırtıcı bir arslam andırıyordu. Nihayet onlara kavuştu ve ok atarak karşılık vermeye başladı. Oku attığı zamanda şöyle diyordu:

- Al bunu benden. Ben İbn Ekva´ım. Bugün ise yaramazların ölüm günüdür.

Atlılar ona doğru yöneldikleri zaman kaçarak gitti. Sonra onlara karşı koydu. Atması mümkün olduğu zaman ok attı ve:

- Al bunu benden. Ben, İbn Ekva´ım. Bugün yaramazların Ölüm günüdür, diyordu.

Saldırganların sözcüleri şöyle diyordu:

- Daha günün ilk saatlerinde mi bu adam bizi hedefimizden saptı­rarak, amacımızdan uzaklaştıracak

Rasûlullah, İbn Ekva in bağırmasını işitti. Bunun üzerine Medi­ne´den, "İmdad imdad!" diye seslenildi. Atlılar, Rasûlullah (s.a.v.)´a doğru birbirlerini kovalarcasma geldiler. Ona süvarilerden ilk ulaşan kişi, Mikdad b. Esved oldu. Daha sonra Abbad b. Bişr, Sa´d b. Zeyd, Useyd b. Züheyr -bunda şüphe vardır- Ukkaşe b. Mihsan, Muhriz b. Nadle (Beni Esed b. Huzeyme´nin kardeşidir.), Beni Seleme´nin kar­deşi Ebu Katade Haris b. Rib´î, Ebu Ayyaş Ubeyd b. Zeyd b. Samit (Beni Zürayk´ın kardeşidir.) ulaştılar. Bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)´m yanında toplandıklarında o, başlarına Sa´d b. Zeyd´i emîr tayin ederek şöyle dedi:

- Sen, onları yakalamak üzere yola çık. Ben, beraberimdekilerle birlikte sana kavuşurum.

Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Ayyaş´a şöyle dedi: .

- Ey Ebu Ayyaş! Keşke bu atı senden daha iyi ata binen bir ada­ma versen, o da, kavme kavuşsa ne olur

Ebu Ayyaş dedi ki:

- Ya Rasûlallah, ben halkın en iyi at binicisivim.

Ebu Ayyaş dedi ki: Sonra ata vurdum. Vallahi beni elli kulaç gö­türmeden yere düşürdü. Buna şaştım.

Zürayk kabilesinden bazı adamların anlattıklarına göre Rasûlul­lah (s.a.v.), Ebu Ayyaş´ın atını Muaz b. Maiz´e veya Aiz b. Maiz b. Kays b. Halde´ye verdi ve o, saldırganlara giden sekizinci atlı kişi ol­du. Bazıları ise, Seleme b. Amr b. Ekva´ı sekizinci sayarlar. Useyd b. Züheyr´i bundan çıkarırlar. Bunlardan hangisinin doğru olduğunu Al­lah bilir. O gün Seleme b. Ekva ata binmedi. Yaya giderek düşmanı ilk yakalayan kişi oldu. Bunun üzerine atlılar, düşmanın yakalanma­sı için yola çıkarak birbirleriyle yarıştılar. Asım b. Amr b. Katade´nin bana anlattığına göre düşmanı yakalayan ilk atlı, Muhriz b. Nadle idi. Ona Ahrem denilirdi. Kumeyr de denilirdi. Altındaki at, Mahmud b. Mesîeme´ye aitti. Ata da Zu´1-Iimme denilirdi. Düşmana yetiştiğin­de onlara şöyle dedi:

- Ey kötü huylu, yaramaz oğulları! Durunuz ki, ardınızda Muha­cirler ve Ensâr size kavuşacaklardır.

O böyle derken onlardan bir adam onun üzerine saldırdı ve onu öldürdü. At da hareket etti. Ve kimse ona güç yetiremedi. Nihayet Medine´deki Beni Abdüleşhel Mahallesi´nde bulunan tavlasına döndü. O gün Müslümanlardan Muhriz b. Nadle den başkası öldürülmedi.

İbn Hişam dedi ki: O gün Müslümanlardan Muhriz ile birlikte Vakkas b. Mücezzir el-Müdlicî de öldürüldü. Bunu ilim erbabından birkaç kişi nakletmişlerdir.

İbn İshak dedi ki: Kendisini yalancılıkla itham etmeyeceğim bir kişi, bana Abdullah b. Ka´b b. Malik´in şöyle dediğini anlattı: Muhriz, Ukkaşe b. Mihsan´a ait Cenad adlı bir atın üzerinde idi. Muhriz öldü­rüldü, Cenad adındaki atı da yağmalanıp götürüldü. Doğrusunu Al­lah bilir.

Atlılar birbirlerine kavuştukları zaman Ebu Katade Haris b. Rib´i -ki bu, Beni Seleme´nin kardeşidir- Habib b. Uyeyne b. Hısn´ı öldürdü ve elbisesini onun üzerine örttü. Sonra insanlara yetişti. Rasûlullah (s.a.v.) da Müslümanlarla birlikte dönüp gitti. İbn Hişam´m ifadasine göre bu sefere çıkarken Rasûlullah (s.a.v.), Medine´de yerine vekil ola­rak İbn Ümmü Mektum´u bıraktı.

İbn İshak dedi ki: Bir de baktılar ki, Habib, Ebu Katade´nin elbi­sesi ile örtülmüştür! Bunun üzerine halk:

- Ebu Katade öldürüldü, dedi.

Rasûlullah (s.a.v.) da:

- O, Ebu Katade değildir, aksine o, Ebu Katade´nin öldürdüğü adamın cesedidir, elbisesini cesedin üzerine koydu ki, onun kendi adamı olduğunu bilsinler, dedi.

Ukkaşe b. Mihsan, Evbar ve oğlu Amr b. Evbar´a kavuştu. Bu iki­si bir devenin üzerinde idiler. Bir mızrak ile ikisini de aynı anda öl­dürdü. Böylece develerin bir kısmını kurtardılar. Rasûlullah (s.a.v.) da yürüyüp Zi Kared´den bir dağa indi, halk da orada ona yetişti. Ra­sûlullah (s.a.v.) orada konakladı. Orada bir gün, bir gece ikamet etti. Seleme b. Ekva ona şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, eğer beni 100 adamla birlikte gönderirsen, elbet­te develerin geri kalan kısmını da kurtarırım ve o kavmin boyunlarını yakalarım.

Bana gelen habere göre Rasûlullah, ona şöyle demişti:

- Onlar, şimdi Gatafan´da akşam sütlerini içiyorlar.

Rasûlullah (s.a.v.), ashabından her yüz adama bir etlik deve tak­sim etti. Sahabeler orada kaldılar. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) geri dö­nerek Medine´ye geldi.

Gifarî´nin karısı, Rasûlullah (s.a.v.)´m develerinden bir dişi deve üzerinde onun yanına gelip haberi verdiği ve sözünü tamamladığı za­man şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! Ben «Eğer bu devenin üzerinde Allah beni kurta­rırsa, Allah için onu boğazlamayı adamışımdır.» dedim.

Rasûlullah, onun bu sözü karşısında gülümseyip şöyle dedi:

- O deveyi ne kötü mükafatlandırıyorsun. Allah seni onun üzerine bindiriyor ve seni onunla kurtuluşa erdiriyor, sonra da sen onu boğaz­lıyorsun! Allah´a masiyet olan birşeyde ve sahibi olmadığın bir malda adak adamak yoktur. O ancak benim develerimden bir devedir. Artık Allah´ın bereketi üzerine ailene dön.

Merhum Buharî, Hudeybiye kıssasından sonra ve Hayber kıssa­sından önce Zi Kared gazvesinin yapıldığım söylemiştir. Bu gazve, müşriklerin Hayber´den üç sene önce Hz. Peygamberin develerine saldırmaları sebebiyle yapılan bir gazvedir.

Buharî, Kuteybe b. Said tariki ile Seleme b. Akva´m şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sabahın ilk ezanı okunmadan önce evden dışarı çık­tım. O osp^ada Peygamber (s.a.v.)´in develeri Zi Kared mıntıkasında yayılmakta´ idiler. Abdurrahman b. Avfın kölesi bana rastladı ve şöy­le dedi:

- Peygamber (s.a.v.)´in develerine el koydular.

- Kim el koydu

- Gatafanlılar...

Bunun üzerine üç kez, "İmdad!" diye bağırdım. Sesimi Medine´nin iki yakası arasında bulunan herkese duyurdum. Sonra kendi istika­metime doğru koşarak gittim. Develere el koyan Gatafanlılara ok at­maya başladım. Atarken de: «Ben Ekva´m oğluyum. Bugün alçakların ölüm günüdür!» diyordum. Nihayet develeri onların ellerinden kur­tardım ve onlardan otuz abayı da ganimet olarak ele geçirdim. Sonra Peygamber (s.a.v.) yanıma geldi. Ona şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah, o kavmi kızıştırdım. Onlar susamışlardır. Şimdi sen orduyu üzerlerine gönder!

Rasûlullah (s.a.v.):

- Ey İbn Ekva, onlara galib geldin, artık affet, dedi.

Sonra Medine´ye döndük. Rasûlullah (s.a.v.) da kendi devesi üze­rinde peşim sıra geliyordu. Nihayet Medine´ye vardık.

İmam Ahmed b, Hanbel, Haşim b. Kasım tariki ile Seleme b. Ek­va´m şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hudeybiye zamanında Rasûlul­lah (s.a.v.)´la birlikte Medine´ye geldik. Ben ve Rasûlullah´m kölesi Rebah, yola çıktık. Rebah, Rasûlullah´m bineği üzerine binmişti. Ben de Talha b. Ubeydullah´m atma binmiştim. Deve ile birlikte onu ıslat­mak istemiştim. Galas mevkiine vardığımızda Abdurrahman b. Uyey-ne, Rasûlullah (s.a.v.)´m develerine saldırıp çobanım öldürmüştü. De­velerini beraberindeki süvarilerle birlikte önlerine katıp götürmüşler­di. Rebah´a: «Ey Rebah, şurada otur. Ben bu atı Talha´ya götüreyim ye Rasûlullah´a da, develerine saldırıldığım haber vereyim.» dedim. İstikametimde bulunan bir tepeye çıktım. Tepe Medine´ye bakıyordu. Tepenin doruk noktasına çıktığımda üç kez "İmdad!..." diye bağırdım. Bundan sonra develere saldıranları takip ettim. Kılıcım ve okum ya­nımda idi. Onlara ok atmaya ve vurmaya başladım. Ormanlık bir mıntıkada idim. Birde baktım ki, bir atlı bana doğru geliyor. Ben de bir ağacın altına oturup ona ok atmaya başladım. Üzerime gelen her atlıyı oklayıp Öldürdüm. Ok atarken şöyle diyordum:

«Ben Ekva´m oğluyum. Bugün alçakların ölüm günüdür!»

Onlardan bineği üzerinde bulunan bir adama yetişerek ok attım. Okum, vücuduna saplandı. Omuzu ile dümdüz oldu. Ona şöyle dedim:

«Al bunu benden, ben Ekva´m oğluyum!

Bugün, alçakların ölüm günüdür!»

Ormanlıkta iken onlara ok atarak vücudlarını yaktım. Boğaz ba­na dar gelince dağa çıktım. Onları taş atarak geri püskürttüm. Onla­ra şiir söyleyerek ok atıyordum. Onlarla çarpışıyordum. Nihayet Ra­sûlullah´m develerinden hiçbiri kalmadı ki, onların elinden kurtarmış olmayayım. Develerin tamamını kurtardım. Sonra yine onlara ok at­maya başladım. Öyleki ki, kaçıp gittiler. Geride otuzdan fazla mızrak, otuzdan fazla aba bıraktılar. Yüklerini hafifletmek için bunları atıp kaçmışlardı. Bıraktıkları bu eşyaları bir araya getirip üzerlerine taş

koydum. Rasûlullah´ın yoluna bıraktım. Kuşluk vakti olup güneş yük­seldiğinde Uyevne b. Bedir el-Fezarî dar bir boğazda gelip onların im-dadlarına yetişti. Sonra ben dağa çıkıp üst taraflarına geldim. Uyey-ne, onlara:

- Nedir bu gördüğüm şey diye sordu. Onlar da şöyle dediler:

- Dün gece seher vaktinden şimdiye kadar bu adamla vuruşuyo­ruz. Elimizdeki herşeyi alıp arkasına attı!

Uyeyne dedi ki:

- Eğer bu adam arkasından saldırı görecek olursa sizden vazge­çer. Bunun için de ona sizden birkaç kişi gitsin.

Bunun üzerine onlardan dört kişi ayağa kalkıp dağa tırmandılar. Sesimi duyabilecekleri bir noktaya geldiklerinde onlara:

- Beni tanıyor musunuz diye sordum. Onlar da:

- Sen kimsin diye sordular. Bunun üzerine ben:

- Ben Ibn Ekva´ım. Muhammed´in yüzünü şerefli kılan Allah´a ye­min ederim ki, sizden herhangi bir adam bana yetişmek isterse bana yetişmeden onu vururum. Benim de sizden öldürmek istediğim bir adam olursa o, benim elimden kaçıp kurtulamaz, dedim.

Onlardan biri:

- Hiç sanmıyorum, dedi.

Yerimde oturdum. Rasûlullah´ın atlılarını bekledim. Sonra bak­tım, atlılar ağaçların arasında görünmeye başladılar. Başlarında da Ahrem el-Esedî vardı. Ahrem´in peşinde Ebu Katade vardı. O, Rasû­lullah´ın süvarisi idi. Onun peşinde de Mikdad b. Esved el-Kindî var­dı. Bunun üzerine müşrikler arkalarım dönüp kaçmaya başladılar. Bu durumu görünce dağdan aşağı inip Ahrem´in atanan yularını tut­tum ve ona şöyle dedim:

- Ey Ahrem! Şu kavmi korkutup uyar. Fazla ileri gitme. Çünkü seni öldürmelerinden korkuyorum. Onun için yerinde dur. Rasûlul-lah ve ashabının gelmesini bekle.

Ahrem bana dedi ki:

- Ey Seleme, eğer Allah´a ve ahiret gününe inanıyor, Cennet ve Cehennem´in hak olduğunu biliyorsan benimle şehidliğin arasına gir­me!

Ben de atının yularını bıraktım. Abdurrahman b. Uyeyne´ye doğ­ru gitti. Abdurrahman ona saldırdı. Karşılıklı atıştılar. Ahrem, Ab-durrahman´a bir darbe vurdu. Ama Abdurrahman da ona darbe vu­rup onu öldürdü. Abdurrahman, onu öldürdükten sonra Ahrem´in atı­na geçti. Ebu Katade de Ab dur rahman´a yetişti. Karşılıklı vuruştular. Abdurrahman, Ebu Katade´ye bir darbe vurdu. Ama Ebu Katade onu öldürdü. Ebu Katade, daha sonra Ahrem´in atına bindi.

Ben de düşman kavmi kovalamaya başladım, uzaklaştım. Rasû­lullah´ın sahabelerinin atlarının ayaklarından çıkan tozları göreme­yecek kadar ilerilere gittim. Onlar da gün batmadan önce Zi Kared suyuna vardılar. O sudan içmek istediler. Peşlerine düştüğümü gör­düler. Oradan saptılar ve Zi-Bi´r tepesine tırmanmaya başladılar. O esnada güneş battı. Ben onlardan bir adama yetişerek kendisine ok attım. Atarken de şöyle dedim:

- Al bu darbeyi benden! Ben Ekvaın oğluyum. Bugün, alçak kim­selerin ölüm günüdür!

O da bana şöyle dedi:

- Sahableyin Ekva´m anası ağlayacak. Ben de ona şu karşılığı verdim:

- Evet, ey nefsinin düşmanı!

Sabahleyin ben ona ok atmıştım. Bir ok daha attım. İki ok da ona saplanmıştı. Arkalarında iki at kalmıştı. O atları alıp Rasûlullah´ın yanma getirdim. O, düşmanları kovduğum Zi Kared suyunun yanın­da idi. Baktım ki yanında 500 kişi var. Bilal de bıraktığım develerden bir kaçını kesmiş, ciğerlerini ve hörgüçlerini pişirmişti. Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma gelip ona şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah! Bana müsaade et, ashabından 100 kişi seçeyim, onlarla birlikte akşamleyin kafirlere baskın yapayım. Onlardan muh­birlik yapan herkesi öldüreyim.

- Sen bunu yapabilir misin ey Seleme

- Evet, seni mükerrem kılan Allah´a yemin ederim ki yapabilirim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), gön ışığında azı dişleri görüne­cek kadar güldü. Sonra:

- Onlar şu anda Gatafan diyarında ağırlanmaktadırlar, dedi. O esnada Gatafan´dan bir adam gelip şöyle dedi:

- Düşmanlar, Gatafanlılardan falan adama konuk oldular. O da onlara develer kesti. Develeri yüzmeye başladıklarında bir toz gördü­ler, develeri bıraktılar, korkularından kaçıp gittiler.

Sabahladığımızda Rasûlullah (s.a.v.):

- En iyi süvarimiz Ebu Katade´dir. En iyi piyademiz de Sele-me´dir, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) bana hem süvari, hem de piyade payı­nı verdi. Sonra beni Atba adlı bineğinin arkasına bindirdi. Beraberce Medine´ye döndük.

Kuşluk vakti Medine´ye yaklaştığımızda Ensâr´dan -koşuda geri bırakılamayan- bir adam şöyle ünlemeye başladı:

- Yok mudur benimle yarışacak kişi Yok mudur Medine´ye kadar benimle koşu yapacak kişi

Bu duyurusunu defalarca tekrarladı. Ben de Rasûlullah´ın yedeğinde idim. Bu duyuruyu yapan adama şöyle dedim:

- Hiç âlicenâb bir kimseye saygılı olamaz mısın Şerefli bir kimse­den çekinmez misin sen

- Hayır, sadece Rasûlullah´a saygı gösterir, ondan çekinirim. Ben de Rasûlullah´a şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah! Babam anam sana feda olsun. Müsaade et de bu adamla yarışayım.

Yarış isteyen adama da şöyle dedim:

- İşte sana geliyorum.

Bunun üzerine adam bineğinden sıçrayıp yere indi. Ben de de­vemden sıçrayıp yere indim. Ama deveyi bir veya iki bağla bağladım. Yani onu kendim için bir tarafa bıraktım. Sonra koşup o adama yetiş­tim. Omuzlarının ortasına elimle vurup:

- Vallahi seni geçtim, dedim. Adam güldü ve:

- Sanmam, dedi. Nihayet böylece Medine´ye ulaştık.»

Müslim de İkrime b. Ammar tariki ile böyle bir rivayette bulun­muştur. Ancak o rivayette şöyle bir ifade yer almaktadır:

«O adamla birlikte Medine´ye kadar koştuk. Onu geçtim. Medi­ne´de ancak üç gün kaldık. Sonra Hayber´e gittik.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İmran b. Husayn´m şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

Adba adındaki deve, Beni Ukayl kabilesinden bir adamındı. Hac­ca ilk gelen kimselerdendi. Adba adlı devesi de beraberinde idi. Kadi­fe semerli bir merkebe binmiş olan Rasûlullah, Adba adlı deve sahibi­nin bağlanmış olduğu yerden geçerken adam şöyle dedi:

- Niçin beni tutuklamışsiniz. Hacca ilk gelen kişiyi mi tutukluyor­sunuz

Rasûlullah:

- Müttefiklerin olan Sakiflilerin suçu yüzünden seni tutukluyo-ruz, dedi.

Şakuliler, Rasûlullah´ın ashabından iki kişiyi esir almışlardı. Adam dedi ki:

- İyi ama ben Müslüman bir kimseyim. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

- Eğer sen işine sahip olduğun halde böyle dersen, tamamen kur­tuluşa erersin.

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) geçip gitti. Giderken a-dam ona şöyle dedi:

- Ya Muhammed, ben açım. Bana yemek yedir. Ben susuzum, ba­na su içir.

Rasûlullah:

- İşte ihtiyacını al, dedi.

Sonra sahabelerden esir alman iki kişinin fidyesi verildi. Rasû­lullah da onun Adba adlı devesini binekleri araşma kattı.

Sonra müşrikler, Medine´ye gelip Rasûlullah´ın deve sürüsüne saldırdılar. Adba´yı da alıp götürdüler, Müslümanlardan bir kadını da esir aldılar. Yurtlarına varıp istirahate çekildiklerinde, Rasûluliah´m devesini kendi avlularına bıraktılar. Esir alman kadın, bir gece onlar uykuya daldıktan sonra yerinden kalkıp develerin yanma gelir. Han­gi devenin yanma varırsa o deve böğürmeye başlar. Nihayet Adba ad­lı devenin yanma geldi. Onun sessiz ve uysal olduğunu gördü. Üzeri­ne bindi, Medine´ye yöneldi. Eğer düşmanlardan kurtulursa o deveyi Allah için boğazlamayı adadı. Medine´ye geldiğinde Rasûlullah´ın de­vesi tanındı ve: «Bu, Rasûlullah´ın devesidir.» denildi. Bu durum, Ra­sûlullah´a haber verildi veya kadının kendisi Rasûlullah´a gelip bu adağını anlattı. Rasûluîlah, ona şöyle dedi:

- Bu deveye ne kötü mükafat veriyorsun! Allah seni bu deve üze­rinde düşmandan kurtarırsa, bunu boğazlamayı adamışsın. Bu ne kö­tü mükafattır!

Sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

- «Allah´a masiyet olan birşeyde ve insanın sahip olmadığı birşeyde adak yoktur.»

İbn İshak dedi ki: Zi Kared gazvesi hakkında söylenen şiirlerden biri de Hassan b. Sabit (r.a)´in şu şiiridir:

«Eğer atlıların Tekvad´da, Saye´nin güneyinde karşılaşmasaydı ve ayaklarına çakıl ile çekirdek benzeri şeyler dokunmasaydı, elbette si­ze hakkın himayecileri, ataların şereflileri, mükemmel silahlar ile saldırırlardı.

Elbette Mikdad´m süvarilerinin sabahki gidişlerini, bizim bir ba­rış yaptığımız anlamında babasını kaybetmiş yitik çocukları sevindir-mezdi.

Biz sekiz kişiydik. Onlarsa sesleri çok bir ordunun askerleri idi­ler.

Buna rağmen mızraklarla vurulup dağıldılar ve gittiler.

Biz öyle bir kavimdeniz ki, onların peşine düşseler ve hızlı yürü­yen her atın yularım önde götürürler.

Hayır, hayır, Mina´ya oynayarak yürüyen develerin Rabbine ye­min ederim ki, onlar yüksek dağların arasındaki yolların sahalarını kat ederler.

Hatta atları sizin evlerinizin ortasına idrar yaptırırız ve savaşta esir edilmiş kadınlar ve çocuklarla geri döneriz.

Rahat bir yürüyüşle hafif yürüyüşlü her ata ile hızh atılan her bir at ile, her bir savaş yerinde süratli olarak meylederler.

Kendisinde güdüldükleri ve birbirini kovaladıkları bir gün, onla­rın ardlannı yok eder ve arkalarını keser.

Yine öyle bizim süratli koşan atlarımız süt içirilmişlerdl Ve sa­vaş, arslanların rüzgarıyla yakılmıştır.

Bizim demirleri ak kılıçlarımız, demir kalkanları ve savaşı iste­yenlerin başlarını keserler.

İlâh haramından ve Rahmanın izzetinden dolayı insanlara tutu­lan perdelerde onları menetti.

Onlar, bir yurtta nimetler içinde idiler ve sonra Zi Kared günle­rinde yüzleri inatçı suratlara dönüştü.»

İbn İshak dedi ki: Hassan, bu şiiri söyleyince Sa´d b. Zeyd, ona kızdı ve onunla ebedi olarak bir daha konuşmamaya yemin etti. Sa´d, öncü atlılar seriyyesinin komutanı idi. Rasûlullah´m huzurunda bu yemini yaptıktan sonra şöyle dedi: Benim atlarıma ve süvarilerime gidiyor, onları Mikdad´a mal ediyor!

Bunun üzerine Hassan, ondan özür dileyip şöyle dedi: Vallahi bu­nu kasdetmedim. Ama kafiye, Mikdad´m ismine uygun düştü.

Böyle dedikten sonra Sa´d b. Zeyd´i övücü beyitler söyledi:

«En kuvvetli ve en salabetli bir kimseyi veya faydalı bir kimseyi kasdettiğiniz zaman size Sa´d´ı tavsiye ederim. Sa´d b. Zeyd, hiçbir şekilde yıkılmaz.»

Hassan b. Sabit, Zi Kared gazvesi hakkında şöyle dedi:

«Öyle sanıyorum ki, Uyeyne Medine´yi ziyaret ettiği zaman orada­ki köşkleri yakında yıkar.

Doğrulamış olduğun birşeyi yalanladın. Ve dedin ki, yakında bü­yük bir işi ganimet ederiz.

Medine´yi ziyaret ettiğin zaman orası hoşuna gitmedi ve orada arslanların seslerini duydun.

Böylece deve kuşlarının koşması gibi hızlıca geri döndüler ve her hangi bir deveye isabet etmediler.

Melik Allah´ın Rasûlü, bizim üzerimize bir emîr ve kumandandır.

O bizim üzerimizde ne güzel bir emirdir.

O Öyle bir rasûldür ki, ona gelen şeyleri doğrularız ve ışık saçan, nurlandıran bir kitabı bize okur.»

Ka´b b. Malik, Zi Kared gazvesi hakkında o günkü Müslüman sü­varileri överek şu şiiri söylemiştir:

«Ey babasız, anasız yitik çocuklar, bizim atlar üzerinde süvariler arasında onların benzeri olmadığımızı mı sanırız

Biz birçok insanlarız ki, öldürmeyi utanılacak bir iş olarak görme­yiz ve süngülerin dürtülmesi esnasında da kıvranmayız.

Biz konukları, develerin hörgüçlerinin tepeleriyle ağırlarız ve kib­rinden göz ucuyla böbürlenerek bakan tekebbürlü kişinin başım vu­ruruz.

Savaşta bilsinler diye alamet takınanların yiğitlerim, böbürlen­dikleri zaman, yumuşamayan ve boyun eğmeyen kimselerin azamet, kibir ve böbürlenmelerini yok edecek bir darbe ile geri çeviririz. Hak­kı koruyan şerefli, keremli yiğitleriyle, ki bunlar gizlice kapıp kaçıran ağaç kurtları gibidir.

Soylarını ve eski mallarını bir takım kılıçlarla korurlar ki, o kılıç­lar, çelik başlıkların altındaki başları keserler.

Beni Bedir ile karşılaştığın zaman onlara sor ki, savaşta vuruşma ve yakınlaşma gününde kardeşler ne yaparlar

Çıktığınız zaman karşılaştığınız kimselere doğru söyleyiniz. Ha­berlerinizi meclislerde gizlemeyeniz.

Ve deyiniz ki, ininde devamlı kalan aslandan öte kaçtık ki, onda, alışmadığı kimselere karşı göğsünde bir kin vardır.» [4]



Beni Müstalik Gazvesi


Buharî dedi ki: Bu, Müreysi´ gazvesidir. Muhammed b. İshak, bu gazvenin hicri altıncı senede yapıldığını söylemiştir. Musa b. Ukbe ise hicri dördüncü senede yapıldığım söylemiştir. Numan b. Raşid ise Zührî´den şöyle bir rivayette bulunmuştur: "îfk hadisesi, Müreysi´ gazvesinde meydana gelmiştir."

Buharî, Musa b. Ukbe´nin megazisinden rivayet etti ki; bu gazve, hicri dördüncü senede yapılmıştır. Yine Buharî´nin, Musa b. Ukbe ve Urve´den naklettiğine göre bu gazve, hicri beşinci senenin şaban ayın­da yapılmıştır.

Vakidî dedi ki: Bu gazve, hicri beşinci senenin şaban ayından iki gece geçtikten sonra yapılmıştır. Bu gazveye Rasûlullah´m 700 kadar sahabesi katılmıştır.

Muhammed b. İshak b. Yesar, Zi Kared gazvesini naklettikten sonra şöyle der: Rasûlullah (s.a.v,), cemaziyelahir ayının bir kısmı ile receb ayını Medine´de geçirdi. Sonra hicri altıncı senenin şaban ayın­da Huza´a´dan olan Beni Müstalik ile savaştı.

İbn Hişanı dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Medine üzerine Ebu Zerr el-Gifarî´yi tayin etti. Bir rivayette anlatıldığına göre tayin olunan ki­şi, Numeyle b. Abdullah el-Leysî´dir.

İbn İshak, Asım b. Ömer b. Katade tarikiyle Muhammed b. Yahya b. Hibbanın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)´a şöyle bir haber geldi.

"- Beni Müstalik, senin için toplanıyor ve komutanları da Haris b. Ebi Dırar´dır."

Bu, Rasûlullah (s.a.v.)´ın hanımı Cüveyriye binti Haris´in babası­dır. Rasûlullah (s.a.v.), bu gazveden sonra Cüveyriye ile evlenmişti. Bu haberi işitince onlara karşı sefere çıktı. Kudeyd kıyısına doğru olan cihetten Müreysi´ denilen ve onlara ait bir suyun yanında onlarla karşılaştı. İki taraf birbirleriyle çırpıştılar. Allah, Beni Müstalik´i ye­nilgiye uğrattı, onlardan bir kısım insanlar öldürüldü. Rasûlullah, on­ların çocuklarını, kadınlarım ve mallarını ganimet aldı. Allah da on­ları ona nasip etti.

Vakidî dedi ki: «Rasûlullah (s.a.v.), hicretin beşinci senesinin şaban ayından iki gece geçtikten sonra 700 sahabesi ile birlikte Beni Müstalik´e doğru yola çıktı. Onlar, Beni Müdlic kabilesinin müttefik­leri idiler. Yanlarına vardığında Muhacirlerin bayrağını Ebu Bekir es-Sıddık´a verdi. Ammar b. Yasir´e verdiği de söylenir. Ensâr´ın bay­rağını da Sa´d b. Ubade´ye verdi. Sonra Ömer b. Hattab´a, onlara şöyle seslenmesini emretti: «Lâ ilahe illallah deyip canınızı ve malınızı em­niyete alın.» Ama onlar, bu çağrıya icabet etmediler, Müslümanlara ok atmaya başladılar. Sonra Rasûlullah, Müslümanlara emir verdi. Onlar da hep birlikte saldırdılar. Müstalik oğullarından, bir adam da­hi kurtulamadı. On kişileri öldürüldü. Diğerleri esir alındı. Müslü­manlardan da sadece bir kişi öldürüldü.»

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde belirtildiğine göre Abdullah b. Avn şöyle demiştir: "Savaştan önce duanın hükmünü sormak için Na-fi´e mektup yazdım. O da şöyle cevap verdi: Rasûlullah (s.a.v.), Müs­talik oğullarına saldırdı. Onlar davarlarını suya getirmişlerdi. Saldırı esnasında savaşçıları öldürüldü. Çoluk çocukları esir alındı. Zanne­dersem o gün Cüveyriye binti Haris ele geçirildi. Abdullah b. Ömer bana böyle haber verdi. Çünkü o da İslâm ordusu içinde idi.

İbn İshak dedi ki: O gün Müslümanlardan bir adam öldürüldü. Adı Hişam b. Sübabe idi. Onu Ensâr´dan bir adam öldürmüştü. Onun düşman olduğunu zannederek hataen öldürmüştü.

İbn İshak´ın anlattığına göre Hişam b. Sübabe´nin kardeşi Mikyas b. Sübabe Müslüman olduğunu açığa vurarak Mekke´den Medine´ye geldi ve kardeşi Hişam´m diyetini -hataen öldürüldüğü için- Rasûlul-lah´tan talep etti. Rasûlullah da kardeşinin diyetini ona ödedi. Az bir müddet Medine´de kaldıktan sonra kardeşinin katili olan Ensârlı ada­mı vurup öldürdü. Mürted olarak Mekke´ye döndü. Bu hususta şöyle bir şiir söyledi:

«Yerin bir çukurunda, dayandırılmış olarak, iki elbisesine kafa damarlarının kanları bulaşmış olarak ölüm olması kalbimi dindirdi. Ateşimi söndürdü.

Onun öldürülmesinden önce nefsin kederleri, hüzünleri içime yer­leşiyor ve beni yatakların yumuşaklığına uzanmaktan alıkoyuyordu.

Onunla Öcümü istedim ve öcümü almaya kavuştum ve putlara ilk dönen de ben oldum.

Onunla Fihr´den öcümü aldım ve onun diyetini de kaleler sahible-ri olan Beni Neccar´m hayırlı kişilerine yükledim.»

Ben derim ki: Bu sebeptendir ki Mikyas, Mekke´nin fethi günün­de Ka´be´nin astarına asıh olarak bulunsalar bile kanları heder edilen ve öldürülmeleri Rasûlullah tarafından emredilen dört kişiden biri ol­muştur.

İbn İshak dedi ki: «Bir ara Rasûlullah (s.a.v.), bu suyun yanında idi. Halktan bir topluluk su almaya geldi. Ömer b. Hattab´ın yanında Beni Gifar´dan kiraladığı bir ücretli kişi vardı. Adı Cahcalı b. Mesud idi. Ömer b. Hattab´ın atını yediyordu. Cahcah ve Beni Avf b. Haz-reç´in müttefiki Sinan b. Veber el-Cühenî su yüzünden birbirini sıkış­tırıp izdiham çıkardılar. Ve kapıştılar. Cühenî:

- Ey Ensâr topluluğu! dedi. Cahcah da şöyle bağırdı:

- Ey Muhacirler topluluğu!

Bunun üzerine Abdullah b. Übey b. Selül öfkelendi. Yanında da kavminden bir topluluk vardı. Aralarında Zeyd b. Erkanı vardı. Yeni yetme genç bir çocuk idi. Abdullah şöyle dedi:

- Bu Muhacirler böyle mi yapıyorlar Oysa ki bize hükmettiler. Soy sopta bize karşı övündüler ve bizim beldelerimizde bize karşı çok­lukla iftihar edip çoğaldılar. Vallahi Kureyş´in şalvarlıları ile bizim durumumuz, ancak evvelkilerin dediği şu sözü andırır: «Köpeğini bes­le ki, seni yesin!» Andolsun ki, eğer Medine´ye dönersek elbette güçlü olanımız, zelil olanları oradan kovacaktır.

Sonra kavminden yanında duran kimselere dönüp şöyle dedi:

- Bu, kendi kendinize yaptığınız birşeydir. Onları beldelerinize yerleştirdiniz. Mallarınızı onlarla paylaştırdınız. Allah´a yemin ede­rim ki, eğer onlardan elleriniz dekini tutar da vermezseniz elbette si­zin yurdunuzdan başka bir yere yönelecekler,

Zeyd b. Ekram, bu sözleri işitti. Rasûlullah (s.a.v.)´a iletti. Bu olay, Hz. Peygamberin o savaştan çıktığı esnada idi. Zeyd, haberi Ra-sûlullah´a ilettiğinde Ömer de onun yanında idi. Ömer, Rasûlullah´a şöyle dedi:

- Abbad b. Bişr´e emir ver ki onu öldürsün. Ömer´in bu sözüne karşılık Rasûlullah şöyle dedi:

- Nasıl olur ey Ömer Halk, aralarında, Muhammed ashabını öl­dürüyor demez mi Hayır bunu yapmayacağız. Ama harekete geçece­ğimizi halka duyur.

Bu öyle bir vakitte olmuştu ki, Rasûlullah, o saatte asla yolculuğa-çıkmazdı. Bunun üzerine halk yola çıktı.

Abdullah b. Ubey b. Selül, Zeyd b. Erkam´ın işittiği sözleri Rasû­lullah´a iletmiş olduğunu haber alınca Rasûlullah´ın yanına geldi ve Allah´a yemin ederek Zeyd´in söylediği şeyleri kendisinin söylemediği­ni ifade etti. O, kavmi içinde sürekli, büyük bir kimse idi. Bunun üze­rine Rasûlullah´ın yanında duran Ensâr dedi ki:

- Ya Rasûlallah! Çocuk (Zeyd) haberinde yanılmış olabileceği gibi bu adamın dediğini kafasına iyice yerleştirmemiş de olabilir.

Onlar, Abdullah b. Übey b. Selül´e şefaat etmek ve onu müdafaa içi