- Halid B. Velid´in Müslüman Oluşu

Adsense kodları


Halid B. Velid´in Müslüman Oluşu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Esila
Wed 2 February 2011, 02:10 am GMT +0200
Halid B. Velid´in Müslüman Oluşu


Zehirli Koyun Hikayesi

Fasıl

Hayber´de Şehid Olan Sahabeler.

Haccac B. İlât El-Behzî Olayı

Peygamber (S.A.V.)´İn Vadi´l-Kura´ya Uğraması Ve Oradaki Yahudi Bir Kavmi Kuşatıp Onlarla Antlaşma Yapması

Fasıl

Ebu Bekir Es-Sıddık´ın, Beni Fezara Seriyyesi

Hz. Ömer´in, Mekke´ye Dört Mil Mesafedeki Hevazin Toprağına Düzenlediği Seriyye.

Abdullah B. Revaha´nın, Yesir B. Rizzam El-Yahudiye Seriyyesi

Beşir B. Sa´d Seriyyesi

Ebu Hadred´in, Gâbe (Orman) Seriyyesi

Muhallîm B. Cessame Amir B. Azbat´ın Öldürüldüğü Serîyye.

Abdullah B. Huzafe Es-Sehmî´nîn Seriyyesi

Umretü´l-Kazâ.

Peygamber (S.A.V.)´İn Meymune İle Evlenmesi

Peygamber (S.A.V.)´İn Umretü´l-Kazâ´dan Sonra Mekke´den Çıkışı

Fasıl 32

Fasıl

Hicretin Sekizinci Senesi

Halid B. Velid´in Müslüman Oluşu.

Hevazîn´deki Bir Gruba Gönderilen Şücâ B. Vehb El-Esedî Seriyyesi

Şam Diyarındaki Beni Kudaaya Gönderilen Ka´b B. Ümeyr Seriyyesi



Zehirli Koyun Hikayesi


Buharî, Ebu Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hayber fethedildiği zaman Rasûlullah (s.a.v.)´a zehirli bir koyun hediye edil­di."

İmam Ahmed b. Hanbel, Haccac ve onun vasıtasıyla Leys kanalı ile Ebu Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hayber fethedil­diği zaman Peygamber (s.a.v.)´e zehirli bir koyun hediye edildi. Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Buradaki bütün Yahudileri yanıma top­layın." Yahudiler toplanıp getirildiler. Peygamber (s.a.v.) onlara şöyle buyurdu:

"Size birşey soracağım. Bana doğru cevap verir misiniz "

- Evet ya Eba Kasım.

- Babanız kimdir

- Babamız falandır.

- Yalan söylediniz. Aksine sizin babanız falan adamdır.

- Doğru söyledin. İyi söyledin.

- Size birşey sorduğumda doğru cevap verecek misiniz

- Evet ya Eba Kasım. Zaten yalan söylersek tıpkı babamızın falan adam olduğunu söylerken yalan söylediğimizi anladığın gibi yine an­layacaksın.

- Ateş ehli kimdir

- Biz ateşte az kalacağız. Sonra siz bizim yerimize geçeceksiniz.

- Vallahi asla biz sizin yerinize geçmeyeceğiz.

- Size birşey soracağım, doğru cevap verecek misiniz

- Evet ya Eba Kasım.

- Bu koyuna zehir kattımz mı

- Evet...

- Bu işi yapmaya sizi sevkeden sebeb neydi

- Eğer yalancı biri isen senden kurtulalım, istedik. Eğer peygam­ber isen zaten bu sana zarar vermez, dedik."

Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hafız kanalı ile Ebu Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Yahudi bir kadın, Rasûlullah (s.a.v.)´a zehirli bir koyun hediye et­ti. Rasûlullah da ashabına: "Bu koyunu yemeyin. Çünkü bu zehirli­dir." dedi. Sonra dönüp kadına sordu:

- Böyle yapmaya seni sevk eden nedir

- Şunu öğrenmek istedim. Eğer. peygamber isen, Allah seni bun­dan haberdar kılacaktır. Eğer yalancı biri isen bu zehirli koyunu ye-yip ölürsün. İnsanlar da senden kurtulup rahatlarını bulurlar.

Ravi diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.), o kadına ilişmedi."

imam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet etmistir: "Yahudilerden bir kadın, Rasûlullah (s.a.v.)´a zehirli bir koyun hediye etti. Rasûlullah, koyunun zehirli olduğunu anlayınca kadına haber gönderip yanma çağırttı ve kendisine sordu:

- Böyle yapmaya seni sevk eden nedir

- Şunu anlamak istedim. Eğer sen peygamber isen, Allah seni bu işten haberdar kılacaktır. Eğer peygamber değilsen bu zehirli koyunu yeyip ölürsün, böylece insanlar da senden kurtulup rahatlarını bulur­lar.

Ravi diyor ki: "Rasûlullah (s.a.v.), bu koyundan bir lokma yediği için vücudunda bir ağrı ve sancı hissettiği zaman hacamat vurdurur-du. Bir kez sefere çıkmıştı. İhrama girdiğinde yine vücudunda ağrı ve sancı hissetmiş, kendine hacamat vurdurmuştu."

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde Enes b. Malik´in şöyle dediği ri­vayet edilir: Yahudi bir kadın, Rasûlullah (s.a.v.)´a zehirli bir koyun getirdi. Rasûlullah,- o koyundan yedi. Sonra kadın Rasûlullah´m hu­zuruna getirildiğinde Rasûlullah ona şöyle sordu:

- Niçin böyle yaptın

- Seni öldürmek istedim.

- Allah, seni bu işi yapmaya muktedir kılmayacaktır. Sahabeler, Rasûlullah´a: "Onu öldürmeyecek misin " diye sordu­lar. Rasûlullah hayır, diye cevap verdi.

Ebu Davud, İbn Şihab´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cabir b. Abdullah´ın anlattığına göre Hayberli Yahudilerden bir kadın, kızart­tığı bir koyuna zehir katmış, sonra onu Rasûlullah (s.a.v.)´a hediye et­mişti. Rasûlullah, koyunun gövdesinden bir parçayı alıp yemiş, asha­bından bir kısım kimseler de o koyundan yemişlerdi. Sonra Rasûlul­lah (s.a.v.), onlara: "Elinizi yemekten çekin." demişti. Sonra koyunun sahibi olan kadına haber gönderip çağırtmış ve ona şöyle sormuştu:

- Koyunu zehirledin mi

- Bunu sana kim söyledi

- Elimdeki şu parça bana söyledi. -Evet...

- Bunu niçin yaptın

- Dedim ki, eğer sen peygamber isen, bu zehirli koyun sana zarar vermeyecektir. Eğer peygamber değilsen, insanlar senden kurtulup rahatlarım bulacaklardır."

Rasûlullah (s.a.v.), o kadını affetti, cezalandırmadı. Koyundan yi­yen bazı sahabeleri vefat ettiler. Rasûlullah (s.a.v.) da koyundan bi­raz yemiş olduğu için omuzundan hacamat vurdurdu. Ebu Hind adın­daki zat, boynuz ve bıçakla Rasûlullah´m omuzuna hacamat vurmuş­tu. Bu zat, Ensâr´dan Beni Beyada´nm azadlısı idi.

Ebu Davud, Vehb b. Bakıyye kanah ile Ebu Seleme´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hayber´de Yahudi bir kadın, Rasûlullah´a kı­zartılmış bir koyun hediye etti. Bu koyundan yiyen Bişr b. Bera b. Marur vefat etti. Bunun üzerine Rasûlullah o Yahudi kadına haber göndererek çağırttı ve ona şöyle sordu:

- Seni bu işi yapmaya sevk eden sebeb nedir

Rasûlullah (s.a.v.) çmir verdi ve o kadın Öldürüldü. Ravi, Rasûlul­lah (s.a.v.)´m hacamat vurduğundan bahsetmemiştir.

Beyhakî dedi ki: Muhtemelen Rasûlullah (s.a.v.), o kadım işin ba­şında iken Öldürmedi. Ama Bişr b. Bera vefat edince, ondan sonra öl­dürülmesini emretmiş olabilir.

Beyhakî, Abdurrahman b. Ka´b b. Malikin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yahudi bir kadın, Rasûlullah (s.a.v.)´a Hayber´de kızartıl­mış bir koyun hediye etti. Rasûlullah ona: "Bu nedir " diye sorunca, kadın: "Hediyedir." diye cevap verdi. "Sadakadır" demeye çekindi. Çünkü, "sadakadır" deseydi yemeyecekti. Bunun üzerine Rasûlullah ve ashabı koyundan yediler. Sonrada ashabına: "Elinizi yemekten çe­kin." diye emir verdi. Bundan sonrada kadına şöyle dedi:

- Koyunu zehirledin mi

- Bunu sana kim haber verdi

- İşte şu kemik, (Rasûlullah bunu söylerken koyunun kendi elin­de tuttuğu paçasını gösterdi.).

- Evet.

- Niçin

- İstedim ki, eğer sen yalancı isen senden kurtulalım. Eğer pey­gamber isen, zaten bu sana zarar vermez."

Rasûlullah (s.a.v.), kendi omuzuna hacamat vurdurdu. Ashabına da emir verdi. Onlar da hacamat vurdurdular. Bazıları ise, koyunu yediklerinden vefat ettiler.

Zührî´nin dediğine göre, zehirli koyunu Rasûlullah´a takdim eden kadın Müslüman oldu. Rasûlullah da onu cezasız bıraktı.

İbn Lehia, Ebu Esved kanalıyla Urve´nin, Musa b. Ukbe de Züh­rî´nin şöyle dediklerini rivayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v.), Hay-ber´i fethedip oradakilerden bazı kimseleri öldürdükten sonra Zeynep binti Haris adındaki Yahudi bir kadın (Merhab´ın kardeşi kızıdır.), Rasûlullah´m zevcesi Safiye´ye kızartılmış, zehirli bir koyun hediye etti. Koyunun but ve paça kısımlarına daha fazla zehir sürdü. Zira al­dığı habere göre Rasûlullah (s.a.v.), en fazla koyunun but ve paçasını severmiş.

Rasûlullah (s.a.v.), Bişr b. Bera b. Marur´la birlikte Safîye´nin odasına girdi. Bişr, Beni Seleme kabilesinden bir kişi idi. Safîye, on­lara kızartılmış koyunu takdim etti. Rasûlullah (s.a.v.), koyunun pa­çasına elini uzattı. Bir parça koparıp yemeğe başladı. Bişr de etli bir kemik alıp sıyırmaya başladı. Rasûlullah (s.a.v.), lokmayı yutunca Bişr b. Bera da ağzındaki lokmayı yuttu. Rasûlullah (s.a.v.): "Elinizi yemekten çekiniz. Çünkü bu koyunun paçası, bana zehirli olduğunu ve benim Öldürülmek istendiğimi haber verdi." dedi. Bunun üzerine Bişr b. Bera da şöyle dedi:

- Seni mükerrem kılan Allah´a yemin ederim ki, ben de yediğim lokmamda bir şeyler hissettim. Ancak yediğim yemeğe karşı seni kız­dırmamak ve sana saygı göstermek istediğimden lokmayı yuttum. Sen lokmanı yutunca ben de kendimi senden daha kıymetli saymadı­ğım için yuttum. Ama yutmamanı dilerdim. Çünkü bunda ölüm sebe­bi vardır.

Bişr, yerinden kalkmadan rengi beyaz takke gibi bembeyaz oldu. Sancıları devam etti. Yerinden kalkamaz oldu. Başkası kendisini ye­rinden oynatmadıkça kendisi kımıldayamıyordu.

Zührî, Cabir´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), o gün vücuduna hacamat vurdurdu. Beni Beyada´nm azadlısı, ona boynuz ve bıçakla hacamat vurdu. Rasûlullah (s.a.v.) bundan sonra üç yıl yaşadı. Ölüm sancısı kendisini tuttuğunda şöyle dedi:

"Hayber gününde yediğim koyundan şimdiki zamana, damarımın kopma vaktine gelinceye kadar defalarca sancı çektim." Rasûlullah (s.a.v.) şehid olarak vefat etti.

Muhammed b. İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) sükuna kavuştu­ğu zaman Zeyneb binti Haris -ki bu Sellam b. Mişkem´in karısıdır-ona kızartılmış bir koyun hediye etti. Kadın, Rasûlullah (s.a.v.)´ın ko­yunun hangi tarafını sevdiğini sormuştu. Budunu sevdiğini söylemiş­lerdi. Bunun üzerine budunu tam zehirledi. Sonra koyunun diğer yer­lerini zehirledi ve getirip Rasûlullah (s.a.v.)´a takdim etti. Rasûlullah, koyunun budunu aldı. Bir çiğnemlik et çiğnedi. Ama yutmadı. Bera­berinde Bişr b. Bera b. Marur da vardı. O da buttan biraz almıştı. Tıpkı Rasûlullah (s.a.v.)´m aldığı yerden almıştı. Fakat Bişr, aldığı et parçasını yutmuştu. Rasûlullah ise, o çiğnemi ağzından dışarı attı. Sonra: "Bu kemik, bana zehirlenmiş olduğunu söyledi." dedi. Bunun üzerine kadını çağırdı. Kadın geldiğinde suçunu itiraf etti. Bunun üzerine kadına dedi ki:

- Bu işi yapmaya, seni sevk eden sebeb nedir

- Kavmimin basma getirdiğin işler herkesçe malumdur. Dedim ki, eğer bir yalancı kişi isen senden kurtuluruz. Eğer bir peygamber isen zaten sana bildirilir.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) onu cezalandırmadı. Fakat Bişr, yediği o lokmadan dolayı öldü.

İbn İshak dedi ki: Bana Mervan b. Osman b. Ebu Said b. el-Mu-alla şöyle haber verdi: Rasûlullah (s.a.v.)´m vefat hastalığında Bişr b. Bera b. Marur´un kız kardeşi onun yanma geldi. Rasûlullah ona şöyle dedi:

"Ey Ünımü Bişr! İşte bu anlarda senin kardeşinle birlikte Hay-ber´de yediğim lokmadan dolayı kalb damarımın kesilmiş gibi olduğu­nu hissediyorum."

Ümmü Bişr dedi ki: Şüphesiz Müslümanlar elbette görecekler ki Rasûlullah (s.a.v.), Allah´ın peygamberliği ona ikram ettiği gibi onu şehid olarak da vefat ettirmiştir.

Hafız Ebu Bekir el-Bezzar, Hilal b. Bişr ve Süleyman b. Yusuf el -Harranî vasıtalarıyla Ebu Said el-Hudrî´nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: Yahudi bir kadın, Rasûlullah (s.a.v.)´a haşlanmış bir koyun hediye etti. Halk elini yemeğe uzattıklarında Rasûlullah (s.a.v.) onla­ra: "Elinizi yemekten çekin. Çünkü koyunun uzuvlarından biri, zehir­li olduğunu bana bildirdi." dedi. Koyun sahibi kadına haber gönderip yanına çağırttı. Ona şöyle sordu:

- Yemeğini zehirledin mi

- Evet...

- Bunu niçin yaptın

- Eğer yalancı biri isen, insanların senden kurtulmasını ve rahat­larını bulmasını istedim. Eğer doğru sözlü bir kimse isen Allah´ın se­ni bundan haberdar kılacağını anlamak istedim.

Rasûlullah (s.a.v.), elini yemeğe uzattı ve: "Allah´ın adı ile yeyin." dedi. Biz de yedik ve Besmele çektik ve hiç birimize zarar vermedi.

Ben derim ki: Bu rivayette münkerlik ve şiddetli bir garabet var­dır. Doğrusunu Allah bilir.

Vakidî´nin anlattığına göre Uyeyne b. Hısn, Müslüman olmadan önce rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)´ın Hayber´i kuşattığını görmüş ve bu rüyadan ümitlenerek Rasûlullah (s.a.v.)´la savaşıp muzaffer olmak dilemiş. Rasûlullah (s.a.v.)´ın yanına geldiğinde Hayber´i fethetmiş ol­duğunu görmüş ve: "Ya Muhammedi Müttefiklerinden -yani Hayber-lilerden- elde ettiğin ganimetleri bana ver." demiş. Rasûlullah (s.a.v.) da ona: "Rüyam ters çevirdin. Yalan söyledin." demiş ve rüyasında görmüş olduğu şeyi ona bildirmişti. Bunun üzerine Uyeyne geri dön­müş, yolda Haris b. Avf onunla karşılaşmış ve ona şöyle demişti: "Ben şahadet ederim ki Muhammed, doğu ile batı arasına hakim olacaktır. Yahudiler de bunu bize böyle haber veriyorlar. Şahid ol ki sen, Ebu Rafı Sellam b. Ebi Hukayık´ın bana şöyle dediğini işittim: "Biz, Pey­gamberliğinden dolayı Muhammed´i çekemiyoruz. Çünkü o, Beni Ha­run´dan çıkmıştır ve Allah katından gönderilmiştir. Yahudiler bu hu­susta bana itaat etmiyorlar. Bizden ona verilecek iki kurban vardır. Biri Yesrib diğeri Hayber´dir."

Haris dedi ki: Ben Sellam´a: "Muhammed yeryüzüne hakim olacak mı " diye sordum. O da şu cevapı verdi:

"Evet, Musa´ya Tevrat´ı indirene and olsun ki, o, yeryüzüne ha­kim olacaktır. Ama benim onun hakkında böyle dediğimi Yahudilerin bilmesini istemiyorum." [1]



Fasıl


İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Hayber´i fethettiği zaman Vadi´l-Kura´ya doğru yöneldi, oranın halkını birkaç gece kuşatma al­tında tuttuktan sonra oradan da ayrılarak Medine´ye döndü.

Bundan sonra İbn İshak, Rasûlullah´m kölesi Mid´am´m kıssasını ve kör bir okun gelip ona isabet ederek öldürdüğünü anlatır. Öldürül­düğünde insanlar: "Şehitliği mübarek olsun." demişler. Bunun üzeri­ne Rasûlullah da onlara şu karşılığı vermişti: "Hayır, nefsim kudret elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki, Hayber gününde taksimata tabi tutulmadan bunun ele geçirdiği ganimetler, vücudunun üzerinde ateş olarak yanacaktır."

İmam Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Said kanalı ile Zeyd b. Halid el-Cühenî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hayber gününde Rasû­lullah´m sahabelerinden Eşcâlı bir adam vefat etti. Durumu Rasûlul-lah´a anlatıldığında o: "Arkadaşınızın namazını kılın." dedi. (Yani ben kılmayacağım demek istedi.) Orada bulunanların yüzünün rengi de­ğişti. Bu durumu yadırgadılar. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle bu­yurdu: "Arkadaşınız Allah yolunda (ki cihadta) hainlik yaptı." Biz de arkadaşımızın eşyalarım kontrol ettik. Eşyaları arasında Yahudilerin iki dirhem değerindeki boncuklarını gördük.

Beyhakî´nin anlattığına göre Fezare oğulları, Hayber dönüşünde Rasûlullah (s.a.v.)´la savaşmak istediler. Bunun için de ona karşı bir topluluk meydana getirdiler. Rasûlullah, onlara belirli bir yer tayin ederek orada savaşacağına dair haber gönderdi. Bu iş kesinleşince onlar her bir tarafa kaçışıp gittiler.

Daha önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Rasûlullah (s.a.v.), Sa-fiye´nin istibrasmdan sonra Süddü´s-Sahba denilen yerde (Medine dö­nüş yolunda) gerdeğe girdi ve Safîye ile evlenişi sebebiyle hays yeme­ği yapıp düğün yemeği olarak dağıttı. Gerdeğe girdiği o yerde üç güi^ ikamet etti. Safîye de Müslüman oldu. Rasûlullah, onu azad etti. Onunla evlendi. Mehir olarak onu azad etti. Böylece sahabelerin de anladıkları gibi Safiye, mü´minlerin annelerinden biri oldu. O, Rasû­lullah´m arkasında bineğe binmiş halde iken Rasûlullah, onun üzeri­ne örtü Örttü. Allah ondan razı olsun.

"es-Sire" adlı eserinde Muhammed b. İshak, şöyle demişti: Rasû­lullah (s.a.v.), Safiye ile Hayber´de veya yolun bir yerinde zifafa girdi.

Safiye´yi Rasûlullah (s.a.v.) için süsleyip bezeyen ve saçını tarayıp işi­ni düzelten, Ümmü Süleym binti Milhan idi (Bu kadın, Enes b. Ma-lik´in annesidir). Rasûlullah (s.a.v.), kendisinin bir çadırında Safiye ile geceyi geçirdi. Ebu Eyyüp Halid b. Zeyd de (ki bu Beni Neccar´ın kardeşidir.) kılıcım kuşanmış, Rasûlullah (s.a.v.)´a bekçilik yapmıştı. Çadırın etrafını dolaşarak geceyi geçirmişti. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.) sabahladığı zaman onu çadırın etrafında görüp şöyle demişti:

- Ey Eba Eyyüp sana ne oldu

- Ya Rasulallâh, senin için işte bu kadından korktum. Çünkü o Öyle bir kadındır ki, babasını, kocasını ve kavmini öldürmüşsün. Ve kendisi de küfürden henüz yeni ayrılmıştır. Kendisinden korktum.

Anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), onun için şöyle dua etmişti: "Allah´ım! O beni koruyarak geceyi geçirdiği gibi sen de Ebu Eyyüb´ü koru."

Zührî, bana Saidb. Müseyyeb´in şöyle dediğini nakletti: "Rasûlul­lah ve arkadaşları, Hayber dönüşünde geceleyin uykuda kalarak sa­bah namazını kılmadılar. Aralarında ilk uyanan, Rasûlullah oldu ve şöyle dedi:

- Ey Bilal, bize ne yaptın

- Ya Rasûlallah, senin nefsini tutan (uykuda bırakan), benim de nefsimi tuttu. (Beni de uykuda bıraktı.)

- Doğru söyledin.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), binek devesini az bir miktar eliyle gö­türdü. Sonra inip abdest aldı. Ve daha önce kıldığı gibi namaz kıldı."

Ebu Davud, Ahmed b. Salih kanalı ile Ebu Hüreyre´nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Hayber gazvesinden döner­ken bir gece boyunca yol yürüdü. Kery mıntıkasına vardığımızda Sa­fiye ile gerdeğe girdi. Ve Bilal´e de: "Bu gece bizi bekle." dedi.

Ebu Hüreyre dedi ki: Bilal´in gözlerini uyku bürüdü. Sırtını yükü­ne dayamıştı. Sabahleyin ne Bilal, ne Rasûlullah, ne de ashabtan hiç­biri uyanmadılar. Güneş doğduktan ve üzerlerine vurduktan sonra ilk olarak Rasûlullah uyandı. (Sabah namazını kılamadığından): "Ey Bilal..." dedi. Bilal:

- Senin nefsini tutan zat (Allah), benim de nefsimi tuttu (beni uy­kuda bıraktı). Anam babam sana feda olsun Ya Rasûlallah, dedi.

Rasûlullah ve arkadaşları, bineklerini biraz ileriye götürdüler. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) abdest aldı. Bilal´e emir verdi. Bilal de ka­met getirdi. Rasûlullah da onlara sabah namazım kıldırdı. Namazı tamamladığında şöyle buyurdu:

- Bir namazı unutan kişi onu hatırladığında kılsın. Zira yüce Al­lah: "Beni anmak için namaz kıl." diye buyurmuştur:

Ravi Yunus dedi ki: İbn Şihab bunu böyle okurdu:

Hafız Beyhakî dedi ki: Bu hadisenin iki kez vuku bulmuş olması muhtemeldir. İmran b. Husayn ile Ebu Katade´nin rivayet ettikleri hadiste Rasûlullah ve sahabelerin uykuda kalıp namaz kılmadıkları anlatılmıştır. Bu rivayette abdest ibriğinden de bahsedilmektedir. Şu halde bu, iki hadiseden birinde meydana gelmiş veya üçüncü kez meydana gelmiş olabilir.

Hafız Beyhakî´nin ifadesine göre Vakidî, Ebu Katade´nin hadisin­den bahsederken bu hadisenin, Tebük gazvesi dönüşünde vuku bul­duğunu söylemiştir.

Sonra Beyhakî, İmran b. Husayn´dan rivayette bulunarak Hz. Peygamber ve sahabelerin uykuda kahp namaz kıl anlayışlarını, iki dağarcığı bulunan kadının hikayesini, ondan nasıl su aldıklarını, o su ile bütün orduyu suya kandırdıklarını ve dağarcıktaki suyun eksilme-diğini nakletmiştir.

Buharî, Musa b. İsmail kanalı ile Ebu Musa el-Eş´ârî´nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Hayber´e gidip gazve yap­tı. Hayber´e yöneldiğinde insanlar bir vadinin üzerine çıktıklarında yüksek sesle tekbir getirerek Allahu Ekber, Lâ ilahe illallah dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ´Yavaş olun. Siz bir sağırı ve gayıpta olanı çağırmıyorsunuz. Siz işiten ve yakın olan, si­zinle beraber olan birine sesleniyorsunuz." Ben de Rasûlullah´m bine­ğinin arkasında idim. Ben Lâ havle velâ kuvvete illa billah, derken beni işitti ve şöyle dedi:

- Ey Abdullah b. Kays!

- Buyur ya Rasûlallah!

- Sana Cennet hazinelerinden bir kelimeyi söyleyeyim mi

- Evet söyle ya Rasûlallah, anam babam sana feda olsun.

- "La havle velâ kuvvete´dir."

Doğrusu şu ki, bu hadise, Rasûlullah ve sahabelerin Hayber´den dönüşleri esnasında vuku bulmuştur. Çünkü Ebu Musa el-Eş´arî, Hayber fethinden sonra Medine´ye gelip Müslüman olmuştur. Nite­kim bu, önceki sayfalarda da belirtilmiştir.

İbn Ishak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) -bana gelen habere göre- İbn Lukaym el-Absî´ye, Hayber´i fethettiği zaman orada bulunan tavuk veya evlerde beslenen diğer yenilir hayvanlardan birşeyler verdi. Hayber´in fethi safer ayında oldu. Bunun üzerine İbn Lukaym el-Ab-sî, Hayber hakkında şöyle bir şiir söyledi:

"Natat kalesi, Rasûlullah tarafından silahı çok şiddetli bir askeri birlikle dövüldü.

Eşlem ve Gifar kabilesinin adamları, oranın ortasına dağıldıkları zaman kesin olarak oranın boyun eğdiğini gördüm.

Onlar Beni Amr b. Zur´a´ya sabah erkenden vardılar. Şak kalesi­nin ahalisi ise, gündüz şiddetli ve kötü durumlara düştüler.

Onlar, oranın çukurlarına malları çektiler ve seherlerde Öten ev­cil hayvanlardan başka birşey bırakmadılar.

Her bir kale için Abdüleşhel´in veya Beni Neccar´dan onların atlı­larından bir işgalci vardır.

Ve Muhacirlerden ki, simaları miğferlerin üstünden biliniyor.

Onlar kaçmaya niyetli değildir.

Kesin olarak anladım ki, elbette Muhammed galip gelecektir ve orada safer aylarına kadar ikamet edecektir.

Yahudiler, işte o günde savaşta gözleri kör eden tozların altında kaçtılar." [2]



Hayber´de Şehid Olan Sahabeler


Muhacirlerin seçkinlerinden Rebia b. Ekseni b. Sahbere el-Esedî (Beni Ümeyye´nin azadlısıdır.), Sakif b. Amr, Rifaa b. Mesruh (Bun­lar, Beni Ümeyye´nin müttefikleri idiler.), Abdullah b. Hubeyb b. Uheyb b. Suhaym b. Gire (Beni Sa´d b. Leys kabilesinden olup Beni Esed´in müttefiki ve kız kardeşlerinin oğludur.) şehit olmuşlardır.

Ensâr´m şehitleri şunlardır: Bişr b. Bera b. Marur (Rasûlullah´la birlikte zehirli koyundan yiyen kişidir.), Fudayl b. Numan es-Selmi-yan, Mesud b. Sa´d b. Kays b. Halid b. Amir b. Zürayk ez-Zerkî, Mah-mud b. Mesleme el-Eşhelî, Ebu Davyah Harise b. Sabit b. Numan el-Amrî, Haris b. Hatib, Urve b. Mürre b. Süraka, Evs b. Fadl, Üneyf b. Habib, Sabit b. Eşlem, Talha, Ummare b. Ukbe (Bir ok darbesiyle öl­dürülmüştür.), Amir b. Ekva, Seleme b. Arar b. Ekva, (Kılıcının ucu dizine isabet ettiğinden şehid olmuştur. Allah ona rahmet etsin), Es-ved er-Raî.

ibn Ishak, bu zatın kıssanmı müstakil olarak anlatmıştır. Biz bu kıssayı, Hayber gazvesinin baş kısımlarında anlattık. Hamd ve min­net Allah´adır.

Ibn Ishak dedi ki: İbn Hişam´m anlattığına göre Beni Zühre kabi­lesinden Mesud b. Rebia da Hayber gazvesinde şehid olmuştur. Bu, Kare´den olup onların müttefiki idi. Ensâr´dan da Beni Amr b. Avf kabilesinden Evs b. Katade, Hayber gazvesinde şehid olmuştur. Allah onların tamamından razı olsun. [3]



Haccac B. İlât El-Behzî Olayı


İbn Ishak dedi ki: "Hayber fethedildiği zaman Haccac b. İlât es-Sülemi el-Behzî, Rasûlullah (s.a.v.) ile konuştu ve şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, Mekke´de benim hanımım Ümmü Şeybe binti Ebi Talha´mn yanında malım var (O kadından olma oğlu Müriz b. Haccac vardı.). Mekke tüccarlarının yanında da çeşitli mallarım var. Ya Rasûlallah, bana izin ver.

Rasûlullah, ona izin verince o da şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, söylemem gerekecek bazı şeyler (yalanlar) ola­cak.

- Söyle dedi.

Böyle diyerek Rasûlullah ona ruhsat verdi. Daha sonra Haccac da ona şöyle dedi:

- Çıkıp Mekke´ye geldiğim zaman Seniyetül-Beyza´da Kureyş´ten bir takım adamlarla karşılaştım. Haberleri araştırıyorlardı. Rasûlul-lah´m durumunu soruyorlardı. Onun Hayber´e gittiği haberi onlara ulaşmıştı. Onlar, Hayber´in ziraat, nüfus ve savunma bakımından Hi­caz´ın bir köyü olduğunu biliyorlardı. Bunun için haberleri araştırı­yorlardı. Gelen kafilelere soruyorlardı. Beni gördükleri zaman: "Bu Haccac b. Ilât´tır." dediler. Benim Müslüman olduğumu bilmiyorlardı. "Vallahi onda haberler vardır." diyerek bana: "Ey Ebu Muhammed, bize haber ver, çünkü bize haber ulaştı ki, o yol kesici (Muhammed) Hayber´e saldırmış. Halbuki orası Yahudi şehridir. Hicaz´ın verimli topraklarıdır." dediler.

Dedim ki: Bu haber bana da geldi. Fakat bende sizin bilmediğiniz bir haber vardır.

Ben böyle deyince devemin iki yanım aldılar. Şöyle diyorlardı:

- Ey Haccac, söyle bakalım. Dedim ki:

- Öyle bir hezimet oldu ki, onun benzerini şimdiye kadar hiç işit­mediniz. Onun ashabı öyle bir şekilde öldürüldüler ki, şimdiye kadar onun mislini duymuş değilsiniz. Muhammed de öyle bir esir edildi ki sormayın gitsin! Onu esir edenler şöyle dediler:

- Biz onu Öldürmeyeceğiz. Onu Mekke halkına götüreceğiz ki, on­lar onu kendi aralarında, onların adamlarından öldürdüklerinin kar­şılığında öldürsünler.

Bunun üzerine kalktılar ve Mekke´de bağırmaya başlayarak şöyle dediler:

- Muhammed´i bekleyin. O size getirilecek ve içinizde öldürüle­cektir.

Sonra şöyle dedim:

- Mekke´de malımı toplamam ve alacaklarımı tahsil etmem için bana yardım ediniz. Çünkü ben Hayber´e gitmek istiyorum ki, Mu-hammed´in ve ashabının yenilmesinden sonra tüccarlar benden önce oraya gitmeden gidip birşeyler elde edeyim.

Kalktılar ve süratli bir şekilde benim için malımı topladılar. mmima geldim ve: "Benim senin yanında kalmış mallarım vardı. Bel­ki ben Hayber´e kavuşurum ve tüccarlar benden Önce oraya gitmeden alış-veriş fırsatlarından bir şeylere kavuşurum." dedim.

Abbas b. Abdülmuttalib, haberi duyduğu zaman yanıma geldi. O sırada tüccar çadırlarından bir çadırda idim. Bana şöyle dedi:

- Ey Haccac, senin getirdiğin bu haber nedir

- Sana söylersem kimseye söylemeden durur musun

- Evet.

- Buradan git ki seninle yalnız olarak buluşalım. Çünkü gördü­ğün gibi ben malımı toplamaktayım.

O da ben işimi tamamlayıncaya kadar yanımdan ayrıldı. Mekke´de benim için olan herşeyi toplamayı bitirdiğim ve çıkma­ya yöneldiğim zaman Abbas´la buluştum ve ona şöyle dedim:

- Ey Ebu Fadl, benim vereceğim haberi sakla. Çünkü üçgün için de yakalanmaktan korkuyorum. Sonra dilediğin zaman söyle.

Abbas:

- Olur, yaparım, dedi.

Ona şöyle dedim: "Vallahi ben senin kardeşinin oğlunu (Rasûlul-lah´ı), Hayber hükümdarlarının kızma güveyi olarak gördüm. Yani Safiye ile evlendi. O Hayber´i fethetti ve oradakileri çıkarttı. Orası şimdi onunla ashabının oldu.

- Sen neler söylüyorsun ey Haccac

- Evet vallahi durum böyledir. Duyduğun bu haberi sakla. Ben Müslüman oldum ve sadece malımı almak için buraya geldim. Başka­larının eline geçmelerinden korkuyordum. Üç gün geçtiği zaman du­rumu açıkla. Durum senin arzu ettiğin gibidir.

Nihayet üçüncü gün olunca Abbas, süslü bir elbiseyi giyindi ve haluk denen güzel bir koku süründü. Bastonunu eline aldı. Sonra çı­kıp Ka´be´ye geldi, tavaf etti. Kureyşliler, onu gördükleri zaman şöyle dediler:

- Ey Ebu Fadl, vallahi senin bu yaptığın musibetin sıcaklığının verdiği bir sertlik ve yiğitliktir senin bu yaptığın.

- Sizin kendisine yemin ettiğiniz Allah´a yemin ederim ki, Mu-hammed Hayber´i fethetmiştir. Onların hükümdarlarının kızı ile ev­lenmiştir. Mallarını ve orada olan herşeyi almıştır. Orası, onunla as­habının olmuştur.

- Bu haberi sana kim getirdi

- Size haberi veren kimse getirdi. Sizin yanınıza Müslüman ola­rak girdi. Malını aldı. Muhammed´e ve onun ashabına kavuşmak için gitti ki, onunla birlikte olsun.

- Ey Allah´ın kulları! Allah düşmanı kaçıp kurtuldu. Ama vallahi eğer bilseydik, elbette bizim elimizden çekeceği vardı. Ravi diyor ki: Çok geçmeden onlara bu haber ulaştı." İmam Ahmed b. Hanbel, bu hadisenin senedini şöyle nakletmiş-tir: Abdürrezzak, Sabit kanalı ile Enes´in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Rasûlullah (s.a.v.), Hayber´i fethedince Haccac b. İlât ona şöyle

dedi:

- Ya Rasûlallah, Mekke´de malım ve ailem var. Onların yanına gitmek istiyorum. Orada senin aleyhinde sözler veya başka birşey söyleyebilir miyim

Rasûlullah (s.a.v.), ona dilediği gibi konuşma iznini verdi. O da yola çıktı. Karısının yanma geldi. Eve vardığında ona:

- Yanındaki mallarımı topla. Çünkü ben Muhammed´den ve asha­bından elde edilen ganimetleri satın almak istiyorum. Muhammed ve ashabının malları ganimet olarak ele geçirilmiştir, dedi.

Bu haber Mekke´de yayıldı. Müslümanlar kendi köşelerine çekilip üzüldüler. Müşrikler de sevinç ve ferahlarını açığa vurdular. Bu ha­ber, Abbas´a da ulaştı. Evine çöktü. Yerinden kalkamaz oldu. Mamer dedi ki: Osman el-Hazrecî, bana Miksam´m şöyle dediğini nakletti: Kuşem adındaki oğlunu aldı. Sırt üstü uzandı. Başını göğsünün üze­rine koyup şöyle dedi:

"Ey sevgili Kuşem, sen burnu iyi koku alana benzersin. Davar sa­hibi oğlum.

İddia edenlerin sözlerine rağmen sen benim sevgili oğlumsun."

Sabit, Enes´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Abbas, daha sonra kölelerinden birini Haccac b. İlât´a gönderip şu haberi iletti:

"Yazıklar olsun sana ne haber getirdin Sen neler diyorsun Al­lah´ın vaad ettiği, senin getirdiğin haberden daha hayırlıdır."

Haccac b. İlât, Abbas´m kölesine şöyle cevap verdi.

"Ebu´l-Fadl´a (Abbas´a) selam söyle ve ona de ki, kendisiyle başba-şa görüşebilmem için odalarından birini bana tahsis etsin. Çünkü ve­receğim haber onu sevindirecektir."

Köle, Abbas´ın yanma döndü. Eve varınca ona:

- Ey Eba Fadl! Sana müjdeler olsun! dedi.

Abbas da sevincinden dolayı yerinden fırlayıp kölenin gözlerinin arasını öptü. Köle, Haccac´m söylediklerini ona nakletti. Bunun üze­rine Abbas, köleyi azad etti. Sonra Haccac, Abbas´ın yanma gelip, Ra­sûlullah (s.a.v.)´ın Hayber´i fethettiğini ve Hayberli Yahudilerin mal­larını ganimet olarak aldığını haber verdi. Allah´ın bildirdiği sehim üzerine mallarını taksim ettiğini, Hüyey kızı Safîye´yi kendisi için seçtiğini, onunla evlendiğini, Safîye´yi serbest bıraktığını dilerse onu azad edip evleneceğini, dilerse ailesine göndereceğini söylemesi üzeri­ne Safiye´nin azad olup Rasûlullah (s.a.v.)´m zevcesi olmayı yeğlediğini haber verdi ve şöyle dedi:

"Ama ben buradaki mallarımı toplamak ve tekrar geri dönmek için buraya geldim. Rasûlullah (s.a.v.)´dan yalan haber vermek için izin istedim. O da bana izin verdi. Şimdi sen üç gün benim bu duru­mumu gizle, sonra dilediğin gibi açıkla."

Haccac´m karısı, yanındaki ziynetleri ve eşyaları toplayıp Hac-cac´a verdi. Haccac da bu malları alıp götürdü. Üç gün sonra Abbas, Haccac´m karısının yanma gelip:

- Kocan ne yaptı diye sordu. O da kocasının falan günde çekip gittiğini haber verip şöyle dedi:

- Ey Eba Fadl, Allah seni hüz ünlendirme sin. Sana ulaşan haber bizim de zorumuza gitti.

- Evet. Allah beni hüzünlendirmesin. Ama Allah´a hamdederim ki, bizim sevineceğimiz haberi aldık. Allah, Rasûlüne, Hayber´in fet­hini nasib etti. Oradaki Yahudilerin malları Allah´ın belirlediği paya göre taksim edildi. Rasûlullah (s.a.v.) da Safîye´yi kendine ayırdı. Eğer kocana ihtiyacın varsa çabuk ona ulaş.

- Vallahi doğru söylediğini sanıyorum. Öyle değil mi

- Ben doğru sözlüyüm. Durum, sana haber verdiğim şekildedir. Sonra Abbas, oradan çekip gitti ve Kureyşlilerin meclisine vardı.

Abbas oradan geçerken onlar:

- Ey Eba Fadl, hayırdan başka birşeyle karşılaşma emi

- Allah´a hamd olsun. Ben hayırdan başka birşeyle karşılaşmam. Haccac b. İlât, Allah´ın Hayber fethini Rasûlüne nasib ettiğini ve ora­daki Yahudilerin mallarının, Allah´ın belirttiği paya göre taksim edil­diğini ve Rasûlullah´m Safiye´yi kendisi için ayırdığını bana haber verdi. Bu haberi üç gün süre ile gizlememi benden istedi. O malını ve buradaki eşyalarını toplamak için buraya gelmişti. Sonra çekip gitti.

Ravi diyor ki: Cenâb-ı Allah, Müslümanlarda bulunan üzüntü ve kederi müşriklere döndürdü. Üzüntülü olarak evlerine kapanmış olan Müslümanlar çıkıp Abbas´m yanına geldiler. O da onlara bu ha­beri olduğu gibi anlattı. Müslümanlar sevindiler ve içlerindeki öfke ve üzüntüyü müşriklere döndürdüler.

Musa b. Ukbe de, "Megazi" adlı eserinde bu olayı şöyle anlatır: "Kureyşliler, bu hususta kendi aralarında karşılıklı bahse girmiş­ler; bir kısmı: "Muhammed ve ashabı galip gelecektir." diyor, bir kıs­mı da: "İki müttefik ile Hayber Yahudileri galip geleceklerdir." diyor­lardı. Haccac b. İlât es-Sülemi el-Behzî Müslüman olmuş, Rasûlullah (s.a.v.)´la birlikte Hayber fethinde hazır bulunmuştu. Ümmü Şeybe (Abdüddar b. Kusayy´ın kız kardeşi) adındaki kadınla evli idi. Hac-cac´ın çok malı ve serveti vardı. Beni Süleym arazisindeki madenler ona aittir. Rasûlullah (s.a.v.), Hayber´i hakimiyeti altına alınca Haccac, Mekke´deki mallarını toplamak ve getirmek üzere Mekke´ye git­mek için Rasûlullah´tan izin istedi. Rasûlullah da ona gereken izni verdi.

Süheylî dedi ki: Haccac b. Ilât´m İslâm´a girişine sebeb olarak, onunla cinler arasında geçen tuhaf bir hadiseyi nakletmiştik. Haccac, Nasr´ın babasıdır. Ömer b. Hattab, Nasr´ı -Medine cariyelerinden ba­zılarını baştan çıkarmasından dolayı- Medine´den sürgün etmişti. Fe-ria binti Hümam (Haccac b. Yusuf es-Sakafî´nin annesi), onun hak­kında şöyle demiştir:

"Nasıl olsa Nasr b. Haccac´a ulaşamıyorum.

Bari içki içmeye yol yok mu ki gidip içeyim."

Sürgüne gönderilen Nasr, Şam´a gittiğinde Ebu Esved es-Süîe-mî´nin karısına aşık oldu ve kara sevdaya tutulup hastalandı. Bu yüzden öldü.

İbn İshak dedi ki: Hayber gazvesi hakkında söylenen şiirlerden biri de Hassan´ın şu şiiridir:

"Hayber halkı, topladıkları ekinlerini ve hurmalarını savunmasız bıraktılar.

Ne kötü savaştılar. Ölümden hoşlanmadılar. Korulukları ele geçi­rildi. Ellerinden alındı ve yaramaz kötü huylu bir kimsenin zelil, ha­kir kimsenin fiilini kendileri işlemeyi kabullendiler.

Ölümden mi kaçarlar Halbuki cılızların ölümü güzel bir ölüm değildir."

İbn Hişam´ın, Ebu Zeyd el-Ensârî´den naklettiğine göre Ka´b b. Malik de bu hususta şöyle bir şiir söylemiştir:

"Biz Hayber´e ve onun nehirlerinden su içilen mevkilerine avucu-nun tüysüz, damarları yiğit bir koruyucu ile geldik.

Hedeflere ulaşmakta süratle koşan, güçlü, her buluşma yerinde düşmanların üzerine atılan atlarla geldik.

Biz, her kış gününde çömleklerinin altında yanan ateşin külü bü­yük olan, Hind demirinden yapılmış Meşref köyüne ait kılıç ağızlarıy­la çok vurucu kimseleriz.

Eğer şahadete isabet ederse, öldürmeyi bir övgü olarak gören;

Şehidliği Allah´tan bekleyen ve Ahmed ile muzaffer olmayı, kur­tuluşa ermeyi de Allah´tan uman kimseleriz.

Muhammed´i, korunması gereken şeyleri, dili ve eli ile koruyup savunan kimseleriz.

Ve ona şüphelendiği her işten dolayı yardım eden, Muhammed´in canı önünde bir canı harcayan kimseleriz.

İhlaslı olarak gayb ile olan haberleri tasdik eden, bununla yarın üstünlük ve kurtuluşu, feyz ve necat bulmayı dileyen kimseleriz." [4]



Peygamber (S.A.V.)´İn Vadi´l-Kura´ya Uğraması Ve Oradaki Yahudi Bir Kavmi Kuşatıp Onlarla Antlaşma Yapması


Vakidî, Abdurrahman b. Abdülaziz kanalı ile Ebu Hüreyre´nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)´la birlikte Hay­ber1 den çıkıp Vadi´l-Kura´ya gittik. Rüfaa b. Zeyd b. Vehb el-Cüzamî, Rasûlullah (s.a.v.)´a Mid´am adında siyahi bir köle hediye etmişti. Bu köle, Rasûlullah (s.a.v.)´m bineğini hazırlıyordu. Vadi´l-Kura´ya indi­ğimizde Yahudilerin yanma yaklaştık. Araplardan bazı kimseler ora­ya geldiler. Bir ara Mid´am, Rasûlullah´m bineğini çöktürmekte idi. Yahudiler, ok atarak bizi karşıladılar. Biz henüz yerleşmemiş ve ta­biye yapmış değildik (mevzilere girmemiştik). Onlar, kalelerinden bi­ze nara atıyorlardı. Bu esnada hedefini kaybetmiş, şaşkın bir ok gelip Mid´am´a isabet etti ve onu öldürdü. Bunun üzerine insanlar: "Mid´-am´a Cennet mübarek olsun." dediler. Rasûlullah (s.a.v.) da onlara şu karşılığı verdi:

"Hayır! Nefsim kudret elinde bulunan Zat´a yemin ederim ki, Hayber gününde paylaşılmaya tabi tutulmamış ganimetlerden bunun aldığı mallar kendisinin üzerinde ateş olarak yanacaktır." İnsanlar bu sözleri duyunca adamın biri, Rasûlullah (s.a.v.)´a bir veya iki ayakkabı bağı getirdi. Bu bağlan gören Rasûlullah (s.a.v.), getiren adama şöyle dedi:

"Ateşten bir veya iki ayakkabı bağı."

Vakidî dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), ashabını savaş için mevzilen-dirdi. Ve onları sıraya koydu. Bayrağını Sa´d b. Ubade´ye, bir sancağı Habbab b. Münzir´e, bir sancağı Sehi b. Hanif e, bir sancağı da Abbad b. Bişr´e verdi. Sonra düşmanı İslâm´a davet ederek onlara dedi ki: Eğer Müslüman olursanız canlarınızı, mallarınızı korursunuz. Hesa­bınız da Allah´a kalır.

Düşmandan bir adam ortaya çıktı. Mübareze için adam istedi. Karşısına Zübeyr b. Avvam çıktı ve onu öldürdü. Sonra düşmandan başka bir adam ortaya çıktı. Mübareze yapmak istedi. Karşısına Hz. Ali çıktı ve onu Öldürdü. Nihayet Hz. Ali, düşmandan onbir kişiyi öl­dürdü. Onlardan her birini öldürdüğünde geride kalanları İslâm´a da­vet ediyordu.

O gün namaz vakti geldiğinde Rasûlullah (s.a.v.), ashabına na­maz kıldırıyor, sonra dönüp düşmanı İslâm´a, Aziz ve Celil olan Al­lah´a ve Rasûlüne davet ediyordu. Akşama dek onlarla savaştı. Ertesi gün, güneş bir mızrak boyu yükseldiğinde teslim oldular. Rasûlullah, orayı zorla (kuvvet kullanarak) fethetti. Malları ganimet olarak Ce-nâb-ı Allah, Müslümanlara nasib etti. Müslümanlar, çok miktarda mal ve eşya ele geçirdiler.

Rasûlullah (s.a.v.), Vadi´l-Kura´da dört gün ikamet etti. Ele geçir­diği ganimetleri ashabına taksim etti. Arazi ve hurmalıkları Yahudi­lerin ellerinde bıraktı. Yarıcılık usulü ile onlara teslim etti. Rasûlul­lah (s.a.v.)´m Hayber, Fedek ve Vadi´l-Kura´yı ele geçirdiğini haber alan Teyma Yahudileri cizye vermek üzere Rasûlullah´la sulh antlaş­ması yaptılar. Böylece mallarını ellerinde tutmayı başardılar.

Hz. Ömer, Hayber ve Fedek Yahudilerini memleketlerinden çı­kardığında Teyma ve Vadi´1-Kura Yahudilerini memleketlerinden çı­karmadı. Çünkü onlar Şam diyarına dahil idiler. Hz. Ömer, Vadi´l-Kura ile Medine arasını Hicaz´dan sayıyordu. Öte taralını ise Şam´­dan sayıyordu.

Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra Hayber ve Vadi´1-Kura işini ta­mamlayınca Medine´ye döndü. Allah, oraların mallarını ona ganimet olarak verdi.

Vakidî, Yakub b. Muhammed kanalı ile Ümmü Ammare´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cüruf te Rasûlullah (s.a.v.)´m şöyle dediğini işittim:

"Yatsı namazından sonra kadınlarınızın yanma aniden girme­yin." Kabileden bir adam sefere çıkmıştı. Aniden karısının yanma geldi ve hoşlanmadığı durumlarla karşılaştı. Onu serbest bıraktı, ama ayrılmadı. Karısından boşanmaya gönlü razı olmadı. Çünkü on­dan çocukları vardı, karısını da seviyordu. Rasûlullah (s.a.v.)´m mez­kur emrine muhalefet etti ve hoşlanmadığı durumlarla karşılaştı. [5]



Fasıl


Buharî ve Müslim´in sahihlerinde belirtildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), Hayber´i fethettiğinde oranın Yahudileri ile yarıcılık antlaş­ması yaptı. Yani oradan elde edilecek hurma ve ekinlerin yarısını on­lara vermek üzere Hayber arazileri ve hurmalıkları üzerinde çalışma­larına müsaade etti. Bu hadisin bazı lafızlarında varid olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), onların kendi malları üzerinde çalışmalarını ka­bul etmiştir. Bazı rivayetlerde ise Rasûlullah (s.a.v.), onlara şöyle de­miştir: "Dilediğimiz müddetçe sizi bunların üzerinde bırakırız."

Sünen´de anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), ürünlerin olgunlaşması esnasında Abdullah b. Revaha´yı Hayber´e gönderir, o da ü-rünlerin miktarını takdir eder ve Müslümanların payına düşeni on­lardan alırdı. Abdullah b. Revaha, Mu´te savaşında öldürülüp şehid e-dildiğinde, Rasûlullah (s.a.v.), Cabbar b. Sahr´ı oraya gönderdi.

Muhammed b. İshak dedi ki: İbn Şihab´a sordum: «Rasûlullah (s.a.v.), Hayber hurmalıklarını oranın Yahudilerine nasıl verdi

Bana şu cevabı verdi: Rasûlullah (s.a.v.), savaştan sonra Hayber´i zorla aldı. Hayber, Allah´ın ona ganimet olarak verdiği bir yerdi. Ra­sûlullah da orayı beşe ayırdı ve Müslümanlar arasında taksim etti. Savaştan sonra Hayberlilerden sürgüne razı olanları Rasûlullah çağı­rıp şöyle dedi:

"Eğer dilerseniz bu mallan, üzerinde çalışmanız şartı ile size ve­ririm. Ürünleri, bizimle sizin aranızda yarı yarıya olsun. Allah´ın sizi tutacağı bir müddetle sizi burada bırakayım."

Onlar da kabul ettiler ve bu şart üzere Hayber arazilerinde ve hurmalıklarında çalıştılar. Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Revaha´yı oraya gönderiyor, o da oranın ürünlerini taksim ediyor ve miktarını tahmin etmede onlara adaletli davranıyordu.

Cenâb-ı Allah, Peygamber (s.a.v.)´i vefat ettirince, Ebu Bekir, Ra­sûlullah vefat edinceye kadar ora üzerine onlarla yapmış olduğu mu­amele üzerine orayı onların elinde bıraktı. Sonra Hz. Ömer´in halifeli­ğinin ilk zamanında Ömer de öylece bıraktı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)´m ruhunu Allah´ın kabzetmiş olduğu hastalığında: "Arap yarı­madasında iki din bir arada bulunmamalıdır." hadisi Ömer´e ulaştı. Bunun üzerine Ömer, bu meseleyi araştırdı. Nihayet bu hadisin ger­çek olduğunun delilleri kendisine vardı. Bunun üzerine Yahudilere haber gönderip şöyle dedi:

"Şüphesiz yüce Allah, sizin sürgün edilmenize izin vermiştir. Ba­na şöyle bir hadis gelmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir ara şöyle demiştir: "Elbette Arap yarımadasında iki din bir arada bulunmamalıdır. O halde Yahudilerden kimin yanında Rasûlullah (s.a.v.)´dan bir ahid varsa onu bana getirsin. Onun için o ahdi infaz edeyim. Yahudiler­den, kendisinde Rasûlullah (s.a.v.)´dan bir ahid bulunmayan kimseler ise buraları tahliye etmeye hazırlansınlar."

Böylece Hz. Ömer, onlardan, yanında Rasûlullah (s.a.v.)´dan bir ahid bulunmayan kimseleri sürgün etti.»

Ben derim ki: Hicri 300. seneden sonra son dönemlerde Hayber Yahudileri, Rasûlullah tarafından kendilerine verilmiş bir yazı bu­lunduğunu ve bu yazıda kendilerine cizye tarh edilmiş olduğunu id­dia etmişlerdir. Bazı âlimler bu yazıya aldanmışlar, hatta cizyenin kendilerinden düşürülmesi gerektiğini söylemişlerdir. Mesela, Şafî-îlerden Şeyh Ebu Ali b. Hayrun bu görüştedir. Aslında bu asılsız bir yazıdır, uydurmadır. Ben çeşitli vecihlerden bunun asılsızlığını açık­ladım. Buna dair müstakil bir eser yazdım.

"Mesâil" adlı eserinde İbn Sabbağ, "Talik" adlı eserinde Şeyh Ebu Hamid gibi Şafiî ashabından bazı âlimler, kendi kitaplarında bu yazı­ya değinmişler ve asılsız olduğunu söylemişlerdir. İbn Mesleme de bunu reddetmek için müstakil bir cüz tasnif etmiştir. Hicri 700. sene­den sonra Yahudiler, tekrar bu konuda harekete geçmişler ve asha­bın kendi kitaplarında işaret ettikleri yazının bir nüshasını ortaya çı­karmışlardır. Ben bunu ele aldığımda yalan ve uydurma olduğunu gördüm. Güya bu yazının Rasûlullah tarafından kendilerine verilmiş olduğuna dair Sa´d b. Muaz´m şahitliği varmış. Oysa Sa´d, Hayber fet­hinden önce vefat etmiş bir sahabedir. Yine bu yazının Muaviye b. Ebu Süfyan tarafından da doğruluğuna dair şahadet varmış. Oysa Ebu Süfyan oğlu Muaviye, o sıralarda henüz Müslüman olmuş değil­di. Bu yazının son kısmında da şöyle bir ifade vardır: "Bunu Ebu Ta-lib oğlu Ali yazdı." Bu da hata ve yanlıştır. Bu yazıda cizye tarhından bahsedilmektedir. Oysa o zamanlar cizye henüz meşru kılınmış değil­di. Cizye, ilk olarak Necranlılar hakkında meşru kılınmış ve onlardan alınmıştır. Ve yine anlatıldığına göre bunlar, hicri dokuzuncu sene­nin başlarında bir heyet olarak Rasûlullah´a gelmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak, Nafî kanalı ile İbn Ömer´in şöyle dediğini rivayet et­miştir: Ben, Zübeyr ve Mikdad b. Esved, Hayber´deki mallarımızın yanına gittik ki, onların bakımını yapalım. Geldiğimiz zaman malla­rımızın başına dağıldık.

Gecenin karanlığında yatağımda uyumakta iken bana saldırıldı. Kollarım (nerdeyse) dirseklerden itibaren ayrılıyordu. Bağırdığım za­man iki arkadaşım benim yanıma geldiler. Bağırmaya başladılar. "Bunu sana kim yaptı " diye sordular. Ben de bilmiyorum, dedim. El­lerime gereken bakımı yaptılar ve beni Hz. Ömer´in yanma getirdiler. O da dedi ki:

"İşte bu, Hayber Yahudilerinin yaptığıdır." Sonra halk içinde kalktı, onlara şöyle bir hitapta bulundu:

- Ey insanlar! Rasûlullah (s.a.v.), Hayber Yahudileriyle, dilediği­miz zaman onları sürebileceğimiz şartı üzerine muamele yapmıştı. Abdullah b. Ömer´in üzerine saldırmışlar ve onun ellerini yarmışlar-dır. Sizin de bundan haberiniz olmuştur. Bundan Önce de Ensârî´nin üzerine saldırmışlardı. Onların bunu yaptıklarından şüphemiz yok. Orada bizim onlardan başka bir düşmanımız yoktur. Şu halde Hay-ber´de kimin malı varsa malmm başına gitsin. Çünkü ben, Yahudileri sürgün edeceğim.

Böyle dedi ve Yahudileri Hayber´den çıkarıp sürdü.

Ben derim ki: Ömer b. Hattab´m Hayber de payı vardı ve bu payı­nı Allah yoluna vakfetmişti. Vakfiyesinde Rasûlullah´ın işaret ettiği şekilde bir şart ileri sürmüştü. Nitekim bu, Buharî ve Müslim´in sa­hihlerinde sabittir. Vakfiyesinde, bu vakıf mallarım kendi oğulların­dan ve kızlarından en çok hangisi doğru yolda ise, onun yönetmesini şart koşmuştu. [6]



Ebu Bekir Es-Sıddık´ın, Beni Fezara Seriyyesi


İmam Ahmed b. Hanbel, Behz ve İkrime b. Ammar kanalı ile Se-leme´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Bekir İbn Kuhafe ile birlikte sefere çıktık. Rasûlullah (s.a.v.), onu başımıza emir tayin et­mişti. Beni Fezara kabilesine gazve yaptık. Onların sularına yaklaştı­ğımızda Ebu Bekir bize emir verdi. Biz de emir üzerine mola verip konakladık. Sabah namazını kıldığımızda Ebu Bekir bize yağma için emir verdi. Bize doğru gelen kimseleri öldürdük. Sonra baktım ki in­sanlardan aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu bir grup da­ğa doğru koşuyor. Ben de peşlerine düştüm. Benden önce dağa ulaş­malarından korktum. Onlara ok attım. Attığım oklar onlarla dağın arasına düştü. Onları önüme katıp Ebu Bekir´in yanma, su başına ge­tirdim. Aralarında FeZaralılardan bir kadın vardı. Üzerinde deriden mamul eski bir kürk vardı. Yanında da bir kızı vardı ki, Arapların en güz eli erinden di. Ebu Bekir, onun kızını bana ganimet olarak verdi. Ben de Medine´ye gelinceye kadar onun peçesini açmadım. Yine peçe­sini açmadan geceledim. Rasûlullah (s.a.v.) ertesi gün çarşıda benim­le karşılaştı ve bana: "Ey Seleme! Kadını bana hibe et." dedi. Ben de: "Allah´a yemin ederim ki ya Rasûlallah, onu çok beğendim. Ama üze­rinden hiçbir elbisesini indirmedim. Peçesini açmadım." dedim. Rasû­lullah (s.a.v.) sustu. Ve beni bıraktı. Ertesi gün yine Rasûlullah, pa­zarda benimle karşılaştı ve bana: "Ey Seleme, o kadım bana hibe et." dedi. Ben de: "Ya Rasûlallah! Allah´a yemin ederim ki o kadın çok ho­şuma gitti, ama peçesini henüz açmadım." dedim. Rasûlullah sustu ve beni bıraktı. Yine ertesi gün çarşıda Rasûlullah, benimle karşılaştı ve bana; "Ey Seleme! Allah için, baban için o kadını bana hibe et." de­di. Ben de: "Ya Rasûlallah! Allah´a yemin ederim ki, ben onun peçesi­ni henüz açmış değilim. O senin olsun." dedim. Rasûlullah (s.a.v.), Mekkelilere haber gönderdi. Onların ellerinde Müslümanlardan bazı esirler vardı. Bu kadını onlara vererek, Müslüman esirleri onlardan kurtardı."

Bunu, Müslim ve Beyhakî rivayet etmişlerdir. [7]



Hz. Ömer´in, Mekke´ye Dört Mil Mesafedeki Hevazin Toprağına Düzenlediği Seriyye


Beyhakî, Vakidî kanalıyla yaptığı bir rivayette şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Beni Hilal´den bir kılavuz ve otuz süvari ile Hz. Ömer b. Hattab´ı, Hevazin taraflarına gönderdi. Bunlar geceleyin yürüyor, gündüzün gizleniyorlardı. Hevazin beldesine yaklaştıkların­da Hevazinliler onlardan kaçtılar. Hz. Ömer de Medine´ye geri döndü. Ona: "Has´aralılarla savaşmaya var mısm " diye soruldu. O da şu ce­vabı verdi:

- Rasûlullah (s.a.v.) bana, sadece Hevazinlilerle kendi diyarların­da savaşmamı emretti." [8]



Abdullah B. Revaha´nın, Yesir B. Rizzam El-Yahudiye Seriyyesi


Beyhakî, Zührî´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), aralarında Abdullah b. Revaha´nın da bulunduğu otuz kişilik atlı bir birlik başında Abdullah b. Revaha´yı, Yesir b. Rizzam el-Ya-hudiye gönderdi. Bunlar Hayber´de onun yanma geldiler. Rasûlullah (s.a.v.), Yesir b. Rizzam´m kendisine karşı savaşmak için Gatafanlıla-rı topladığı haberini almıştı. Seriyye onun yanma geldi ve ona şöyle dediler: Rasûlullah (s.a.v.), seni Hayber´e vali yapmak için bizi sana gönderdi.

Bu sözlerim sürekli söylediler. Nihayet Yesir b. Rizzam, otuz ada­mıyla birlikte bu seriyyenin peşine takıldı. Beraberce yola çıktılar. Yesir´in her adamının arkasına Müslümanlardan bir adam takıldı. Yola koyuldular, Karkaretü Niyara (Burası Hayber´e altı mil mesafe­deki bir yerdir.) vardıklarında Yesir b. Rizzam, bunlarla birlikte yola çıktığına pişman oldu. Elini Abdullah b. Revaha´nın kılıcına uzattı. Abdullah b. Revaha durumu farketti. Devesini ondan uzaklaştırdı. Sonra adamlarını öne sürdü. Nihayet bir fırsatını bulup Yesir´in aya­ğına bir darbe vurdu ve ayağını kopardı. Yesir de Neb ağacından ya­pılma bir bastonu elinde tutuyordu. Bastonu ile Abdullah b. Reva­ha´nın yüzüne vurdu ve başım yardı. Müslümanlardan da her biri önündeki Yahudiye saldırdı. Ve Yahudileri öldürdüler. Sadece bir Ya­hudi onlara zorluk çıkardı. Müslümanlardan herhangi biri isabet al­madı. Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Revaha´nın yarasına tükürdü. Yarası iyileşti. İltihaplanmadı. Abdullah, vefat edinceye kadar bu ya­rasından eziyet görmedi. [9]



Beşir B. Sa´d Seriyyesi


Beyhakî, Vakidî kanalıyla rivayet etti ki Rasûlullah (s.a.v.), otuz kadar süvari ile birlikte Beşir b. Sa´d´ı Fedek diyarındaki Beni Mürre kabilesinin üzerine gönderdi. Beşir, onların davarlarını önlerine kat­tı. Beni Mürre, Beşir b. Sa´d´la savaştı. Yanındaki adamların bir ço­ğunu öldürdüler. O gün Beşir, büyük bir sabır gösterdi ve şiddetle sa­vaştı. Sonra Fedek diyarına sığındı. Orada Yahudilerden bir adamın yanında geceledi. Sonra Medine´ye geri döndü.

Vakidî dedi ki: Sonra Rasûlullah (s.a.v.), sahabelerin büyüklerin­den bir cemaatle birlikte onlara Galip b. Abdullah´ı gönderdi. Bu se-riyyede Üsame b. Zeyd, Ebu Mesud el-Bedrî ve Ka´b b. Ucre de vardı.

Daha sonra Vakidî, Üsame b. Zeyd´in Mirdas b. Nuheyk´i -Beni Mürre´nin müttefiki- öldürüşünü ve kılıcıyla onun üzerinde dururken Lâ ilahe illlâh deyişini, bu hareketinden ötürü sahabelerin onu kına­yışlarım ve onun da bu hareketinden dolayı pişman olduğunu anlatır.

Bu kıssayı, Yunus b. Bükeyr de Beni Seleme kabilesinden bir ih­tiyar kanalıyla Seleme oğullarından bazı kimselerin anlattıklarım nakletmiştir. Buna göre Rasûlullah (s.a.v.), Galip b. Abdullah el-Kel­bî´yi, Beni Mürre diyarına göndermiş, o da Mirdas b. Nuheyk´i gör­müş, Üsame de Mirdas´ı öldürmüştür.

Ibn Ishak, Muhammed b. Üsame kanalı ile Üsame b. Zeyd´in şöy­le dediğini rivayet etmiştir: "Ben ve Ensâr´dan bir adam, Mirdas b. Nuheyk´i yakaladık. Kılıcımızı çektiğimizde adam: "Eşhedü en lâ ila­he illallah" dedi. Biz de ondan vazgeçmedik ve nihayet onu öldürdük. Rasûlullah (s.a.v.)´m "yanına vardığımızda durumu ona anlattık. O da şöyle dedi:

- Ey Üsame! Lâ ilahe illallah diyen adama ne yaptın

- Ya Rasûlallah, o ölümden kurtulmak için böyle dedi. - Ey Üsame! Lâ ilahe illallah diyen adama ne yaptın

Kendisini hak peygamber olarak gönderen Allah´a yemin ederim ki, Rasûlullah bu sözünü defalarca tekrarladı. Nihayet ben; "Keşke o güne kadar Müslüman olmamış olsaydım da sadece o gün Müslüman olmuş olsaydım ve o adamı da öldürmüş olmasaydım." diye içimden geçirdim ve dedim ki:

- Lâ ilahe illallah diyen bir adamı artık öldürmeyeceğime dair Al­lah´a söz veriyorum.

Rasûlullah:

- Benden sonra ya Üsame, dedi. Ben de:

- Senden sonra, dedim."

imam Ahmed b. Hanbel, Hüşeym b. Beşir kanalı ile Üsame b.Zeyd´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), bizi Cüheyne´den Harekeye gönderdi. Sabah­leyin onlara hücum ettik. Onlardan Öyle bir adam vardı ki, kavim üzerimize geldiğinde onlar arasında bize karşı en şiddetli savaşan o idi. Halk arkasını dönüp bizden uzaklaşırken onları korur idi. Ben ve Ensâr´dan bir adam onu yakaladık. Üzerine vardığımızda, "Lâ ilahe illallah" dedi. Ensâr´dan olan adam ondan uzaklaştı. Ama ben onu Öl­dürdüm. Bu haber Rasûhıllah´a ulaşınca bana şöyle dedi:

- Ey Üsame! Lâ ilahe illallah dedikten sonra mı onu öldürdün

- Ya Rasûlallah, o ölümden kurtulmak için böyle dedi. Rasûlullah, bu sözünü defalarca tekrarladı. Öyle ki ben, "O güne

kadar Müslüman olmamış olsaydım, keşke o gün Müslüman olsay­dım." diye içimden geçirdim."

Bu hadisi Buharı ve Müslim de rivayet etmişlerdir.

İbn İshak, Yakub b. Utbe kanalı ile Cündüb b. Mekis el-Cühenî1-nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Galib b. Ab­dullah el-Kelbî´yi Kedid mıntıkasındaki Beni Mülevvih´e gönderdi ve onlara hücum etmesini emretti. Ben de onun seriyyesinde bulunuyor­dum. Yola koyulduk. Kudeyd´e (Kadid ) vardığımızda Haris b. Malik b. Bersa el-Leysî ile karşılaştık. Onu yakaladık. Bize şöyle dedi: "Ben Müslüman olmak için geldim."

Galip b. Abdullah ona şöyle dedi:

- Eğer Müslüman olmak için geldiysen bir gün ve bir gece müd­detle bağlı kalman sana zarar vermez. Ama başka bir niyetle gelmiş isen, seni bağlamakla senin şerrinden kurtulmuş oluruz.

Galip b. Abdullah, onu bağladı. Başına nöbetçi olarak beraberi-mizdeki siyahi bir adamı koyarak ona şu talimatı verdi:

- Biz sana dönünceye kadar bunun yanında bekle. Eğer seninle çekişecek olursa başını kopar.

Yola devam ettik. Nihayet Batn-ı Kedid´e ulaştık. Vakit ikindiyi geçmiş, akşama yaklaşmıştı. Arkadaşlarım beni ileri gönderdiler. Ben de bir tepeye tırmandım. İleriyi gözetleyecektim. Yüzü koyun tır­mandım. Vakit, güneşin batmasından önce idi. Onlardan bir adam or­taya çıktı. Etrafı gözetledi. Benim tepeye yüzüstü tırmanmakta oldu­ğumu gördü. Ve karısına şöyle dedi:

- Şu tepenin üzerinde bir karartı görmekteyim. Bu sabah böyle birşey yoktu. Birşey görmemiştim. Hele bak köpekler, bizim kapları­mızdan bazısını götürmüş olmasın.

Karısı kaplara baktı ve: "Vallahi kaplarımızdan herhangi biri ka­yıp olmuş değildir." dedi. Adam, karısına şöyle dedi: "Bana yayımı ve oklarımdan ikisini ver." Karısı ona okunu ve yaylarını verdi. Adam bana bir ok fırlattı. Alnıma ya da böğrüme isabet etti. Ben de oku çekip yanıma koydum ama kımıldamadım. Sonra bana bir başka ok at­tı. Onu da omuz başıma isabet ettirdi. Onu da çekip yanıma koydum. Ama yine de kımıldamadım. Adam karısına şöyle dedi: "Allah´a ye­min ederim ki iki okum da ona saplandı. Eğer gözcü biri olsaydı mut­laka kımıldardı. Sabah olunca sen oklarımı bulup getir ki köpekler onları çiğnemesinler."

Onlara mühlet verdik. Nihayet sükûnete erdikleri ve uyudukları zaman seher vakti idi ki, onların üzerine dört bir yandan saldıran at­lılarımızı saldık; savaştık, develerini önümüze katıp sürdük, dönüp Medine yoluna koyulduk. Kavmin borazanı bizim yakınımızda çaldı. Biz de süratle yola koyularak Haris b. Malik b. Bersa ve arkadaşına uğradık. Onları da beraberimizde götürdük. Kavmin borazanı tekrar çaldı. Bize geldiler. Onlara güç yetirecek durumda değildik. Bizimle onların arasında sadece Kudeyd vadisi kaldı. Allah, vadiye kendi di­lediği yerden bir su gönderdi. Oysaki ondan önce yağmur veya bulut görmüş değildik. O suyu geçip bize gelebilecek kimse yoktu. Suyu ge­çemediler. Böylece bize bakar oldukları halde durdular. Biz ise, onla­rın develerini önümüze katıp sürüyorduk. Onlardan hiçbir adam bize doğru gelemiyordu. Biz ise onları süratlice sürüyorduk. Nihayet on­lardan kurtulduk. Onlar da bizi takip etmeye güç yetiremediler.»

Vakidî, bu kıssayı başka bir senedle anlatmış ve şöyle demiştir: "Seriyye kumandanı Galip b. Abdullah´ın beraberinde 130 sahabe vardı."

Beyhakî, daha sonra Vakidî tariki ile Beşir b. Sa´d´m Hayber´e gi­den seriyyesini de anlatırken şöyle demiştir: "Bir Arap topluluğuyla karşılaştılar. Çok miktarda davarı ganimet olarak ellerine geçirdiler. Beşir b. Sa´d´m bu seriyyeye gönderilmesi, Ebu Bekir ve Ömer´in tav­siyesi üzerine olmuştu. Bu seriyyede Beşir ile birlikte 300 Müslüman vardı. Kılavuzu da Hüseyl b. Nüveyre idi. O Hayber´e giderken Rasû-lullah´a da kılavuzluk yapmıştı."[10]



Ebu Hadred´in, Gâbe (Orman) Seriyyesi


Yunus, Muhammed b. İshak´m şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Hadred´in kıssası ve ormanlığa müteveccih gazvesi hakkında Ca­fer b. Abdullah b. Eşlem, Ebu Hadred´in şöyle dediğini nakletmiştir:

"Kavmimden bir kadınla evlendim ve ona 200 dirhem mehir vere­ceğimi söyledim. Evlenmeme yardım etmesi için Rasûlullah (s.a.v.)´ın yanma geldim. Bana şöyle sordu:

- Ne kadar mehir vermeye söz verdin

- 200 dirhem....

- Sübhanallah! Eğer dirhemleri bir vadinin kumluğundan da toplamış olsanız yine de mehri fazlalaştırmayın. Vallahi benim yanımda sana yardım edecek bir şeyim yok.

Bunun üzerine birkaç gün bekledim. Beni Cüşem b. Muaviye´den bir adam yola çıktı. Ona Rifaa b. Kays (Kays b. Rifaa ) denilir. Beni Cüşem´den büyükçe bir batındandır. Nihayet kavmi ile ve kendisiyle beraber gelen kimselerle birlikte ormanlıkta konakladı. Rasûlullah (s.a.v.) ile savaşmak için Kays kabilesini toplamaya çalışıyordu. Çü-şem kabilesi için de isim ve şeref sahibi idi. Rasûlullah (s.a.v.), beni ve Müslümanlardan iki adamı yanma çağırdı ve bize şöyle dedi:

"İşte o adama doğru çıkınız. Ve ondan bilgi ve haber getiriniz."

Bize zayıfça bir deve gönderdi. İçimizden birini ona bindirdi. Val­lahi zayıflıktan dolayı deve ayağa kalkamadı. Adamlar arkadan elle­riyle destekleyerek zorlukla kaldırdılar. Nerede ise kalkamayacak halde idik. Rasûlullah (s.a.v.): "İşte bunun üzerinde haber toplayın ve nöbetleşe binin." dedi.

Biz yola çıktık. Beraberimizde ok ve kılıçlardan ibaret silahları­mız vardı. Akşam üzeri güneşin batinasıyla birlikte ordugahlarına yakın bir yere geldik. Bir tarafta ben gizlendim. Diğer tarafta da ar­kadaşlarıma gizlenmelerini emrettim. Onlar da öte yanda gizlendiler. Onlara: "Ben onların askerlerinin bir tarafında tekbir getirip koşar­ken sesimi duyduğunuz zaman siz de benimle birlikte koşup tekbir getirin." dedim.

Vallahi biz işte böylelikle onların gafletini veya onlardan birşey-ler ele geçirmeyi bekliyorduk. Nihayet gecenin ilk karanlığı geçti. On­ların bir çobanı vardı. O beldede hayvanlarını otlatıyordu. Onlara dönmekte gecikti. Onlar da onun için korkmaya başladılar. Bunun üzerine onların adamı Rifaa b. Kays ayağa kalktı. Kılıcım alıp boynu­na taktı. Sonra şöyle dedi:

- Vallahi bizim bu çobanımızı aramaya gidecek ve durumunu öğ­reneceğim. Mutlaka başına bir fenalık gelmiştir.

Yanındakilerden bazıları ona şöyle dediler:

- Vallahi sen gitme. Biz senin yerine gideriz.

- Vallahi benden başkası gitmeyecektir.

- O halde biz de seninle beraber gelelim.

- Vallahi sizden hiç kimse benim peşimden gelmesin.

Sonra evden çıktı. Bana rastladı. Okumla ona vurma imkanı bul­duğum zaman okumu ciğerine sapladım. Ses çıkartamadan düşüp öl­dü. Yanma gittim, başını kopardım. Ordugahın yanında tekbir getire­rek koştum. İki arkadaşım da tekbir getirerek koşmaya başladılar. Vallahi oradakiler kaçtılar. "Haydi, haydi kadın, çocuk ve hafif mal­lardan ne alabilirseniz süratle alıp kaçın." dediler. Biz de büyük bir deve sürüsünü ve kalabalık bir koyun sürüsünü önümüze katıp Rasûlullah (s.a.v.)´a getirdik. Yanımda Rifaa b. Kaysın başı da vardı. Ra-sûlullah (s.a.v.), o develerden onüçünü mehrime katkı olsun diye ba­na verdi. Ben de ailemi yanıma getirdim." [11]



Muhallîm B. Cessame Amir B. Azbat´ın Öldürüldüğü Serîyye


İbn İshak, Yezid b. Abdullah b. Kuseyt kanalı ile Ebu Hadred´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bizi Müslümanlardan bir topluluk içinde İdem´e gönderdi. O topluluk için de Ebu Katade el-Haris b. Rib´i ve Muhallim b. Cessame b. Kays vardı. Biz yola çıktık ve İdem batnına vardığımız zaman bize Amir b. Azbat el-Eşcaî her işte kullandığı bir devesinin üzerinde rastladı. Onun az bir eşyası ve bir süt kabı vardı. Bize rastladığı zaman İslâm selamıyla selam verdi. Biz de kendimize hakim olup ona dokunmadık. Fakat Muhallim b. Cessame, onun üze­rine saldırdı. Daha önce ikisi arasında geçen bir hadiseden ötürü onu öldürdü, devesini ve eşyasını aldı.

Rasûlullah (s.a.v.)´ın yanına gelip durumu ona haber verdiğimiz zaman bizim hakkımızda şu ayet nazil oldu: