- Güçsüz Müslümanlara Yapılan Eziyetler

Adsense kodları


Güçsüz Müslümanlara Yapılan Eziyetler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Esila
Wed 2 February 2011, 02:49 am GMT +0200
Güçsüz Müslümanlara Yapılan Eziyetler.

Rasûlullah (S.A.V.)´In, Risaletî Tebliğ Etmekle Emrolunması

İraşî´nın Hikayesi

Fasıl

Fasıl

Güçsüz Müslümanlara Yapılan Eziyetler.

Fasıl

Fasıl

Müşriklerin Rasûlullah´la Tartışmaları, O´nun Da Onlara Karşı Kuvvetli Deliller İleri Sürmesi

Habeşistan´a Giden Sahabelerin Hicreti




Rasûlullah (S.A.V.)´In, Risaletî Tebliğ Etmekle Emrolunması


Cenâb-ı Allah, rasûlüne, risaleti herkese tebliğ etmesini, eziyetlere karşı sabırla göğüs germesini, inatçı cahillere ve yalanlayıcılara delille­ri gösterip açıkladıktan sonra aldırış etmemesini emretti. Ona ve ashabına, müşriklerden gördüğü eza ve cefalara katlanmasını tavsiye etti. Yüce Allah buyurdu ki:

"Önce en yakın hısımlarını uyar. Sana uyan mü´minleri kanatları­nın altına al. Sana başkaldırırlarsa: ´Taptıklarınızdan uzağım" de. Ey Muhammed! Senin kalkıp namaz kılanlar arasında bulunduğunu gören, güçlü ve merhametli olan Allah´a güven. Doğrusu O işitir ve bilir.

(eş-Şuarâ, 214-220.)

"Doğrusu bu Kur´ân sana ve ümmetine bir öğüttür. Ondan sorumlu tutulacaksınız." (ez-Zuhmf, 44.)

"Kur´ân´a uymayı sana farz kılan Allah, seni döneceğin yere döndü­recektir." (el-Kasas, 85.)

Yani Kur´ân´ı tebliğ etmeni sana farz ve vacip kılan Allah, seni dönü­lecek yer olan ahiret yurduna döndürecektir. Ve Kur´ân´ı tebliğ edip et­mediğini de sana soracaktır.

"Rabbin hakkı için biz onların hepsine mutlaka soracağız, yaptıkları şeylerden." (ei-Hicr, 92.93.)

Gerçekten de bu konuda pek çok ayet ve hadis bulunmaktadır. Bu konuyu tefsirimizde geniş bir şekilde anlattık. eş-Şuarâ sûresinin 214. ayetini tefsir ederken bu konuda uzun uzadıya açıklamalarda bulun­muş ve bununla ilgili birçok hadis nakletmisizdir.

Nitekim İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Numeyr vasıtasıyla îbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cenâb-ı Allah, "Önce en ya­kın akrabanı uyar." mealindeki ayet-i kerimeyi inzal buyurduğu zaman Peygamber (s.a.v.), Safa tepesinin yanına geldi.Tepeye çıkıp halka: "İm­dat!... imdat!" diye seslendi. Bunun üzerine insanların kimi bizzat kendi gelerek, kimi de elçilerini göndererek orada toplandılar. Rasûlullah (s.a.v.) onlara şöyle hitap etti; "Ey Abdülmuttalib oğulları! Ey Fihr oğul­ları! Ey Ka´b oğulları! Şu tepenin arkasında size saldırmak üzere bekle­mekte olan atlıların bulunduğunu söylersem bana inanır mısınız " On­lar, evet, deyince şöyle buyurdu: "Öyleyse, şiddetli bir azap ile karşı kar­şıya olduğunuzu söyleyerek sizi uyarıyorum!"

Orada bulunan lanetli Ebu Leheb de: "Yok olası adam. Günümüzü zehir ettin. Bizi bunun için mi buraya çağırdın " demiş, bunun üzerine yüce Allah, Tebbet sûresini inzal buyurmuştu.

"Ebu Leheb´in iki eli kurusun (yok olsun o.), zaten yok oldu ya."

Ahmed b. Hanbel, Muaviye b. Amr tarikiyle Ebu Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet eder: "Önce en yakın akrabanı uyar." ayeti nazil olunca Rasûlullah (s.a.v.), Kureyşlilerden yakın uzak herkesi toplantıya çağırdı.Toplandıklannda onlara şöyle hitab etti: "Ey Kureyş topluluğu! Canınızı ateşten kurtarın. Ey Ka´b oğulları topluluğu! Kendinizi ateş­ten koruyun. Ey Haşim oğulları topluluğu! Kendinizi ateşten kurtarın. Ey Abdülmuttalib oğulları topluluğu! Canınızı ateşten kurtarın. Ey Mu­hammed kızı Patıma! Kendini ateşten koru. Allah´a yemin ederim ki, onun azabına karşı size yardımcı olamam. Ama sizin için bir akrabalık bağı aramızda vardır. Bunun (rahmet) ıslaklığı ile sizi ıslatabilirim."

Yine Ahmed b. Hanbel, Veki´ b. Hişam tarikiyle Hz. Aişe´nin şöyle-dediğini rivayet eder: "Önce en yakın akrabanı uyar." ayeti nazil oldu­ğunda, Rasûlullah (s.a.v.) kalkıp şöyle dedi: "Ey Muhammed ki2i Fatıma, Ey Abdülmuttalib kızı Safiyye, Ey Abdülmuttalib oğulları! Al­lah´ın azabına karşı size bir yardımım olamaz.Ama malımdan dilediği­nizi benden isteyin."

Bunu, Müslim de rivayet etmiştir.

Hafız Ebu Bekir el-Beyhakî, "Delail" adlı eserde, Ebu Talib oğlu Ali´nin şöyle dediğini rivayet eder: "Önce en yakın akrabanı uyar ve mü´-minlerden sana uyanlara kanadım indir." ayetleri nazil olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Bu tebligatı önce kavmime yaptığım takdirde, onlardan hoşuma gitmeyecek davranışlar göreceğimi bildiğim için sustum, tebligatta bu­lunmadım. Ama Cebrail (a.s.), bana gelip şöyle dedi: "Ya Muhammed, eğer Rabbinin sana emrettiğim yerine getirmezsen seni ateş ile azap-landırır!"

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), beni çağırarak şöyle dedi: "Ey Ali! Doğrusu Cenâb-ı Allah, önce en yakın akraba mı uyarmamı bana emretti. Bunun için de bir koyunla bir Ölçek buğdaydan yemek yap. Bir büyük bardak süt de hazırla. Sonra da Abdülmuttalib oğullarını bana çağır."

Bana emredileni yaptım. Abdülmuttalib oğulları o gün toplandılar. Tam kırk kişi kadardılar. Aralarında Rasûlullah´ın amcaları Ebu Talib, Hamza, Abbas ve lanetli Ebu Leheb de vardı. Yemek tabağını önce Rasûlullah´a takdim ettim. Kendileri o tabaktan bir parça et alıp dişle­riyle parçaladı. Sonra tabağın etrafına bıraktı ve: "Allah´ın adıyla ye-yin." dedi. Oradakiler doyuncaya kadar yemek yedikleri halde bitireme-diler. Onların sadece parmak izlerini görebiliyorduk. Oradakilerden ba­zıları bir koyunu tek başına yese dahi doymazdı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) bana: "Süt içir." dedi. Ben de o büyük bardak içindeki sütü kendi­lerine sundum. Kana kana içtiler, yine tüketemediler. Allah´a andolsun ki, kişi ancak o kadar içebilirdi.

Yemekten sonra Rasûlullah (s.a.v.), onlara hitap etmek isteyince la­netli Ebu Leheb önce söze girişerek: "Hayret!... Şimdiye kadar bunun gi­bi bir sihir görmedik. Adamınız sizi büyülemesin." dedi. Oradakiler bu söz üzerine dağılıp gittiler. Rasûlullah (s.a.v.), onlarla konuşamadı.

Ertesi gün Rasûlullah (s.a.v.) bana şöyle emir verdi: "Ey Ali, dünkü gibi yine bize yiyecek ve içecek hazırla. O adam, ben söze başlamadan önce söze girişti ve sözümü kesti." dedi.

Ben de verilen"emri yerine getirdim, onları topladım. Rasûlullah (s.a.v.), bir önceki gün gibi yaptı. Yemeğe başladılar. Doyuncaya kadar yedikleri halde bitiremediler. Allah´a and olsun ki, kişi ancak o kadar yi­yebilirdi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) bana: "Ey Ali, onlara içir." dedi. Ben de o süt kabını getirerek ikram ettim. Doyasıya, kana kana içtiler. Al­lah´a andolsun ki kişi ancak o kadar içebilirdi.

Rasûlullah (s.a.v.), onlara hitap etmek isteyince lanetli Ebu Leheb ondan önce söze girişerek: "Hayret!.. Şimdiye kadar bunun gibi bir sihir görmedik. Adamınız sizi büyülemesin." dedi. Oradakiler de Rasûlul-lah´m konuşmasına fırsat vermeden dağılıp gittiler.

Ertesi gün yine Rasûlullah (s.a.v.), bana şu talimatı verdi: "Ey Ali, dünkü gibi bize yiyecek ve içecek hazırla. Çünkü o adam benim halka hi-tab etmemden önce söze girişerek sözümü kesti." dedi.

Verilen emri yerine getirdim. Sonra onları topladım. Rasûlullah (s.a.v.)´da daha önce yaptığı gibi yaptı. Yemeğe başladılar. Doyuncaya kadar yediler. Sonra o büyük kaptan kendilerine süt içirdim. Allah´a an­dolsun ki kişi, ancak o kadar yiyebilir, o kadar içebilirdi.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.) onlara şöyle hitab etti: "Ey Abdülmuttalib oğulları! Allah´a andolsun ki ben, Araplar arasında benim size getirdi­ğim hususlardan daha kıymetli şeyler getiren bir genç bilmiyorum. Ben size dünya ve ahiret işini getirdim."

Ebu Cafer b. Cerir´in, Muhammed b. Humeyd er-Razî tarikiyle îbn Abbas´tan yaptığı rivayette şu ilaveler vardır: "Ben size dünya ve ahiret hayrını getirdim. Sizi, buna davet etmemi Allah bana emretti. Bu hu­susta bana kim yardımcı olmak, bana kim kardeş olmak ister " dedi.

Oradakilerden hiçbiri, bu teklifi kabul etmedi. Oradakiler arasında yaşı en küçük, gözü en fazla çapaklıların en fazla büyük, bacakları da­ha çok yaralı, bereli olan ben olduğum halde şöyle dedim: "Ey Allah´ın peygamberi! Ben senin yardımcın olacağım." Boynumdan tuttu ve: "îşte bu, benim kardeşimdir. İşte bu böyledir,, işte bu şöyledir. Onu dinleyin ve ona itaat edin." dedi. Orada bulunanlar bu manzara karşısında gülüp Ebu Talib´e şöyle dediler. "Görüyor musun, Muhammed, oğlun Ali´yi dinlemeni ve ona itaat etmeni sana emrediyor!"

îbn Eb^ Hatim, tefsirinde babası tarikiyle Hz. Ali´nin şöyle dediğini rivayet eder : "Önce en yakın akrabam uyar." ayet-i kerimesi nazil oldu­ğunda Rasûlullah (s.a.v.), bana: "Bir koyun budu et ve bir ölçek buğday­dan yemek yap. Büyük bir kap süt hazırla. Sonra da Haşimoğullanm evime davet et." dedi. Ben de onları davet ettim. O gün onlar otuz dokuz veya kırk bir kişi idiler. Yemek sonrasında Rasûlullah (s.a.v.) söze baş­layarak şöyle buyurdu: "Benim borcumu hanginiz öder ve benden sonra ailemin idaresini kim yürütür "

Hepsi sustular. Abbas, bunun kendi malına dokunacağından kork­tuğu için sesini çıkarmadı. Ben de Abbas´m yaşından dolayı ses çıkar­madım. Bir kez daha bu soruyu tekrarladı. Abbas yine sustu. Ben bu durumu görünce; "Ben, ya Rasülallah!" dedim. O da: Sen mi diye sordu.

Çünkü o gün ben onların içinde durumu en kötü olan, görünüşü beğenil­meyen, gözleri çapaklı, karnı şişkin, bacakları da bereli bir kimse idim.

Hz. Peygamber´in; "Benim borcumu kim öder ve ailemin benden sonra idaresini kim yürütür " diye sorması, onun ölümünden sonraki zaman içindi. Güya o, risaleti Arap müşriklerine tebliğ ettiği takdirde kendisini öldürmelerinden korkmuştu. Bu sebeple ölümünden sonra borcunu ödeyecek ve ailesinin idaresini üstlenecek birine güvenmek is­tiyordu. Ama Cenâb-ı Allah, ona bu güveni vermişti:

"Ey elçi, Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O´nun mesajını duyurmarmş olursun. Allah seni insanlardan korur." (el-Mâide, 67.)

Özetle söylemek gerekirse Rasûlullah (s.a.v.), gece gündüz deme­den gizli, açık her şekilde insanları Allah´a imana davete devam ediyor­du. Onu, bu işinden hiç kimse alıkoyamıyor ve geri çeviremiyordu. İn­sanların meclislerine, toplantı ve merasim yerlerine , alış veriş yerleri­ne, hac duraklarına uğruyor, karşılaştığı hür, köle, zayıf, güçlü, zengin, yoksul herkesi imana davet ediyordu. Bu hususta, onun nazarında bü­tün halk eşit idi. Ama ona ve kendisine tâbi olan güçsüz fertlere, güçlü ve kuvvetli Kureyş müşrikleri sözlü ve fiilî saldırılarda bulunup musallat oluyorlardı. İnsanlar içinde ona en çok eziyet eden, amcası Ebu Le-heb´di. Onun adı Abdüluzza b. Abdülmuttalib´ti. Karısı da Ümmü Cemil Erva binti Harb b. Ümeyye´de Hz. Peygamber´e karşı en azılı düşman­lardandı. Bu kadın, Ebu Süfyan´m kız kardeşidir. Bu hususta Ebu Le-heb´e, Hz. Peygamberin amcası Ebu Talib b. Abdülmuttalib muhalefet etmişti.Tabiatıyla insanlar içinde Ebu Talib´in en çok sevdiği kimse, Rasûlullah (s.a.v.)´dı. Ebu Talib ona iyi davranır, şefkat gösterir, müda­faa eder, koruması altına alır, daveti hususunda kendi kavmine muha­lefet ederdi. Ama yine de onların dinlerinde ve yollarında idi. Yalnız Cenâb-ı Allah şer´î değil de, tabii bakımdan onun kalbini Rasûlullah sevgisiyle imtihan etmişti.

Ebu Talib´in kendi kavminin dini üzere kalmakta devam etmesi, Cenâb-ı Allah´ın hikmetindendi. Böylece Rasûlünü korumuş oluyordu. Çünkü Ebu Talib İslâm´a girseydi, Kureyş müşrikleri nezdinde onun itibarı kalmaz, söz hakkı da olmazdı. Onlar da kendisinden çekinmez, saygı göstermez, aksine ona karşı cüretkar olurlardı. Ellerini ve dilleri­ni kötülükle uzatırlardı. Rabbin dilediğini ve beğendiğini yaratır.1 Allah, yaratıklarını çeşitli tür ve cinslere ayırmıştır.

İşte şu iki amca, ikisi de kafir. Birinin adı Ebu Talib, diğerinin ki Ebu Leheb. Ama Ebu Talib kıyamette hafif bir ateş içinde bulunacak, di­ğeri Cehennem´in en alt tabakasında yanacaktır. Onun hakkında (1) Hayır, şayet Ebu Talib Müslüman olsaydı bu, Kureyş´in diğer önde gelenlerinin islâm´a girmelerine sebep olurdu. Yazarın sözlerinden öyle anlaşılıyor ki yüce Allah, Rasûlünü himaye etmek için Ebu Talib´in küfürde kalmasına hükmetmiştir. Bu, uy­gun olmayan ve geçerliliği bulunmayan bir sebeptir.

Cenâb-ı Allah, kitabında bir sûre indirmiştir. Bu sûre, minberlerde, va­az ve hutbelerde okunur. Bu sûrede anlatıldığına göre Ebu Leheb, alevli bir ateşe atılacaktır. Odun hammalı katısı da onunla birlikte ateşte ya­nacaktır.

îmam Ahmed b, Hanbel, daha önce cahiliye hayatını yaşamakta iken bilahare Müslüman olan ve Beni Diyl kabilesinden olup Rebia b. İbad ismi ile çağrılan bir adamın şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)´ı cahiliye devrinde Zü´1-Mecaz panayırında şöyle derken gördüm: "Ey insanlar! Lâ ilahe illallah, deyin, kurtuluşa erin.´1 O böyle derken in­sanlar çevresinde toplanmışlardı. Arkasında da parlak yüzlü, şaşı ve iki saç örgüsü bulunan bir adam da: "O dinden çıkmıştır. O yalancıdır." di­yor ve gittiği her yere o da gidiyordu. Bu adamın kim olduğunu sordu­ğumda bana, amcası Ebu Leheb olduğunu söylediler.

Beyhakî, Rebia ed-Dilî´nin şöyle dediğini de rivayet eder: Rasûlul­lah (s.a.v.)´ı Zü´1-Mecaz panayırında insanların menzillerine giderek on­ları Allah´a davet ederken gördüm. Arkasında, şaşı bir adam vardı. Da­marları şişip şöyle diyordu: "Ey insanlar, bu sizi aldatıp dininizden ve atalarınızın dininden ayırmasın!"

Bu kimdir diye sordum, Ebu Leheb olduğunu söylediler.

Sonra Beyhakî, bu hadiseyi Şube tariki ile Kinaneli bir adamdan, naklederek o adamın şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)´ı Zü´1-Mecaz panayırında gördüm. O, şöyle diyordu: "Ey insanlar, Lâ ilahe illallah deyin, kurtuluşa erin." Bir de baktım ki arkasında bir adam, onun üzerine toprak saçıyor. Gördüm ki o, Ebu Cehil´dir. O da şöyle di­yordu: "Ey insanlar, bu adam sizi aldatıp da dininizden etmesin! Bu, Lat ve Uzza´ya ibadeti bırakmanızı istiyor."

Ravi, burada Hz, Peygamber´i yalanlayanın, Ebu Cehil olduğunu söylüyor. Daha kuvvetli kavillere göre o, Ebu Leheb´ti. Onun hayatının geri kalan kısmını, Bedir muharebesinden sonra ölümünden bahseder­ken inşaallah anlatacağız.

Ebu Talib´e gelince, o, tabii bir şekilde Hz. Peygamber´e son derece sevgi ve şefkat gösterirdi. Nitekim onun bu durumu, yaptığı işlerden ve karekterinden belli oluyordu. Rasûlullah ve ashabını korurken, uygula­dığı yöntemlerden de anlaşılıyordu.

Yunus b. Bükeyr, Talha b. Yahya tarikiyle Ukeyl b. Ebi Talib´in şöy­le dediğini rivayet eder: Kureyşliler, Ebu Talib´e gelerek: "Kardeşin oğlu Muhammed, meclisimizde ve mescidimizde bize eza verdi. Ona, bundan vazgeçmesini söyle. Artık bize ilişmesin." dediler. Ebu Talib de: "Ey Ukayl! Koşarak git ve bana Muhammed´i getir." dedi. Ben de koşarak gi­dip Muhammed´in evine gittim. Kendisini öğle sıcağında babamın yanı­na getirdim. Yanma geldiğimizde Rasûlullah´a şöyle dedi: "Amcam oğulları olan şu Kureyşliler, meclis ve mescidlerinde kendilerine ceza verdiğini iddia ediyorlar. Onlara eza vermekten vazgeç."

Rasûlullah (s.a.v.), gözlerini semaya dikip: "Şu güneşi görüyor mu­sunuz " diye sordu. Onlar da evet, deyince şöyle buyurdu: "Vallahi be­nim için, gönderilmiş olduğum vazifeyi yerine getirmek, herhangi biri­nizin şu güneşten bir ateş parçasını koparmasından daha kolay değil­dir!"

Ebu Talib de şöyle dedi: "Vallahi, kardeşim oğlu asla yalan söyleme­di. Haydi gidin bakalım."

Sonra Beyhakî, Yunus tariki ile İbn İshak´tan rivayet etti ki, Kureyşliler, Ebu Talib´e böyle dedikleri zaman o, Rasûlullah (s.a.v.)´a haber göndererek yanına getirtti. Ve ona şöyle dedi: "Ey kardeşim oğlu! Kavmin bana geldi. Şöyle şöyle dediler. Gerek bana ve gerek kendin için bir çıkış yolu bırak ve taşıyamayacağım yükü sırtıma koyma. Kavminin hoşlanmadığı sözleri söylemekten vazgeç."

Rasûlullah (s.a.v.), amcasının İslâm daveti konusunda fikir değiş­tirdiğini, kendisini artık destekleyemiyeceğini, onu düşman eline bıra­kacağını ve kendisiyle beraber olamayacağını zannederek şöyle dedi:

"Ey Amca! Eğer güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysan, yine de bu işi -Allah onu galip kılmadan yahud onun uğrunda ölmeden- bırakma­yacağım." Böyle dedikten sonra gözlerinden yaş akarak ağladı.

Rasûlullah (s.a.v.), oradan ayrılıp çıkmak üzere iken Ebu Talib, du­rumun hangi noktaya geldiğini ve Rasûlullah (s.a.v.)´ı ne kadar etkiledi­ğini müşahede ettiği için; ey kardeşim oğlu, diye seslendi. Rasûlullah ona dönüp baktı. Ebu Talib şöyle konuştu: "İşine devam et. Dilediğini yap. Allah´a andolsun ki seni hiçbir kimseye asla teslim etmeyeceğim!"

îbn İshak der ki: Bundan sonra Ebu Talib bu hususta şu şiiri okudu:

"Allah´a andolsun ki, ben toprağa gömülünceye dek,

Onların tamamı sana zarar veremez.

Sen var işine devam et, sana engel yok.

Müjdeler olsun ve gözlerin de bununla aydın olsun.

Beni davet ettin, bana öğüt verdiğini biliyorum,

Doğru söyledin, zaten eskiden beri eminsin.

Bana Öyle bir din teklif ettin ki,

Onun, halkın en hayırlı dini olduğunu biliyorum,

Kmanmasaydım veya küfre dilmekten çekinmeseydim,

Buna açıkça yakınlık gösterirdim."

Bu rivayetler de gösteriyor ki Cenâb-ı Allah, raşûlünü ayrı dinden olmakla birlikte amcası Ebu Talib vasıtasıyla korumuştur. Amcası ol­madığı zamanda da Cenâb-ı Allah, dilediği gibi onu muhafaza etmiştir. Onun hükmünü engelleyecek hiçbîrşey yoktur!Yunus b, Bükeyr, îbn İshak´m Mısır halkmdan birinin kırk şu kadar yıl önce kendisine İkrime vasıtasıyla şöyle bir rivayettte bulunduğunu söyler: Mekke müşrikleriyle Rasûlullah arasında cereyan eden bir hadi­seyi uzun uzadıya anlatan îbn Abbas´m şöyle dediğini nakleder: Rasûlullah (s.a.v.), ayağa kalktığında Ebü Cehil b. Hişam şöyle dedi: "Ey Kureyş topluluğu! Şüphesiz Muhammed, bizim dinimizi ayıpla­maktan, atalarımıza küfretmekten, tanrılarımıza dil uzatmaktan ve aklımızı hafife almaktan vazgeçmeyecektir. Ben, Allah´a söz veriyorum ki, yarın bir taş alıp onu bekleyeceğim. Namazda secdeye vardığında, o taşla kafasını ezeceğim. Bundan sonra Abdumenaf oğulları ne isterlerse bana yapsınlar."

Ertesi sabah lanetli Ebu Cehil, eline bir taş alıp oturdu. Rasûlullah´ı beklemeye başladı. Rasûlullah da her sabah olduğu gibi o gün gelip Kudüs´e yönelerek namaza durdu. Namaz kılarken hacer-i esved ile Rükn-ü Yemanî arasında dururdu. Ka´be´yi, kendisi ile Kudüs arasına alırdı. Yine öyle yaptı. Namaza durdu. Kureyşliler de meclislerinde, olup bitenleri seyrediyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), secdeye vardığında Ebu Cehil taşı alıp ona doğru gitti. Yanma vardığında şaşkın, ürkek ve rengi sararmış halde geri döndü. Taş elinde dona kalmıştı. Nihayet taşı fırlatıp attı. Kureyşlilerden bazıları yanma gidip: "Ey Eba Hakem! Sana ne oldu " diye sordular. O da şöyle dedi: "Dün söylediğimi yapmaya git­tim. Yanma yaklaştığımda bana damızlık bir deve göründü. Allah´a an­dolsun ki onun gibi iri başlı, uzun boyunlu ve büyük dişli bir deve daha görmüş değilim. Beni yemeğe kasdetti!"

İbn îshak der ki: Bu durum, Rasûlullah (s.a.v.)´a anlatıldığında o şöyle demişti: "O Cebrail´di. Eğer Ebu Cehil ona yaklaşsaydı yakalanır­dı."

Beyhakî, Abt)as b. Abdülmuttalib´in şöyle dediğini rivayet eder: Bîr gün Mescid-i Haram da idim. Lanetli Ebu Cehil gelip şöyle dedi: "Allah´a borcum olsun. Eğer Muhammed´i secde halinde görürsem boynuna ba­sacağım!" Oradan ayrılıp Rasûlullah´m yanma vardım. Ebu Cehil´in söylediklerini kendisine bildirdim. O da öfkelenerek evden çıkıp Mes­cid-i Haram´a geldi. Kapıya gitmeden acele ile duvardan içeriye atladı. Bugün kavga günüdür, deyip peştemalimin ucunu (eteğimi) bağladım. Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i Haram´a girip: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O ki, inşam kan pıhtısından yaratmıştır." ayetlerini okumaya baş­ladı. Ebu Cehille ilgili: "Hayır, insan azar, kendini zengin gördüğü için." mealindeki ayete geldiğinde oradakilerden biri, Ebu Cehil´e: "Ey Eba Hakim! işte bu Muhammed´dir." dedi. Ebu Cehil de: "Benim gördükleri­mi görmüyor musunuz Allah´a andolsun ki semanın ufukları benim üzerime kapandı!" dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da okumakta olduğu Alâk sûresinin sonuna vardığında secdeye kapandı.

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdürrezzak vasıtasıyla İbn Abbas´ın şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Cehil; "Muhammed´i KaTse yanında namaz kılarken görürsem, mutlaka boynuna basarım!" demişti. Onun bu sözle­ri Rasûlullah´a ulaşınca O: "Eğer böyle yaparsa melekler onu, göz göre göre yakalarlar." dedi.

Davud b. Ebi Hind, îkrime tarikiyle İbn Abbas´m şöyle dediğini riva­yet eder: Ebu Cehil, namaz kılmakta olan Peygamber (s.a.v.)´in yamna varıp: "Ey Muhammed! Seni namaz kılmaktan menetmemiş miydim Cemaatı benden daha kalabalık bir kimse bulunmadığını bilmiyor mu­sun " demişti de, Peygamber (s.a.v.) onu kovmuştu. Cebrail vahiy geti­rerek şöyle dedi: "O gidip meclisini (adamlarım) çağırsın. Biz de zebani­leri çağırırız!" Vallahi eğer o, kendi meclisindeki adamlarını çağırsaydı, azap zebanileri de onu yakalardı!" Bunu, Ahmed ve Tirmizî rivayet et­miştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, İsmail b. Yezid vasıtasıyla İbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Cehil: "Muhammed´i Ka"be yanında na­maz kılarken görürsem, gidip boynuna basarım." dedi.Rasûlullah da buyurdu ki: "Eğer böyle yaparsa, azap zebanileri de onu göz göre göre ya­kalarlar."

Ebu Cafer b. Cerir, îbn Humeyd tarikiyle ibn Abbas´m şöyle dediği­ni rivayet eder: "Ebu Cehil; "Eğer Muhammed, Makam-ı ibrahim yanın­da tekrar namaz kılarsa onu öldürürüm." dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayetleri inzal buyurdu:

´Yaratan Rabbinin adıyla oku......Hayır, eğer bundan vazgeçmezse

onu perçeminden yakalarız. O yalana, günahkar perçemden! O zaman gitsin de meclisini (adamlarını) çağırsın. Biz de zebanileri çağırırız." Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Kabe´ye gelip namaz kıldı. Ebu Cehil ona iliş­medi. "Niye ona ilişmedin " diye sorduklarında: "Onunla benim aramda kalabalık askerler vardı." dedi. îbn Abbas dedi ki; "Vallahi, eğer yerin­den kımıldasaydı melekler, insanların gözleri gönünde onu yaka­layacaklardı."

İbn Cerir, Ebu Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Cehil: "Muhammed sizin aranızda yüzünü yere sürer mi (namaz kılar mı) " diye sorduğunda, yanındakiler, evet, diye cevap verdiler. O da şöy­le dedi: "Lat ve Uzza´ya y