- Firavun Ve Askerlerinin Mahvoluşu

Adsense kodları


Firavun Ve Askerlerinin Mahvoluşu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
Esila
Thu 3 February 2011, 01:30 pm GMT +0200
Firavun Ve Askerlerinin Mahvoluşu.


Firavun´un Boğulmasından Sonra Îsrailoğullarî

İsrailoğullarının Tih Çölüne Girmeleri Ve Orada Başlarına Gelen Garip Haller.

Allah´ı Görme İsteği

Hz. Musa´nın Gıyabında Kavminin Buzağıya Tapması

İsrailoğullarının İneği

Musa Île Hızır´ın Kıssası

Musa´nın Kıssasını Baştan Sona İçeren Fitneler Hadisi



Firavun Ve Askerlerinin Mahvoluşu


Mısır Kıptîleri, kralları Firavun´a uyup Allah´ın peygamberi ve Al­lah ile konuşma şerefine nail olmuş İmran oğlu Musa´ya muhalefet ede­rek, kafirlik, azgınlık ve inatlarını sürdürünce, Cenâb-ı Allah onlara, bâtılı ezen çok büyük hüccetler ve deliller gönderdi. Gözleri kamaştırıp akılları hayrette bırakan harikulade halleri onlara gösterdi. Bütün bunlara rağmen küfürden dönmediler. Sapıklık, inat ve azgınlıklarına son vermediler. Pek azı müstesna, onlardan iman eden olmadı. Rivayete göre, iman edenler üç kişiydi. Bunlardan biri, Firavun´un karısı (Asiye) idi. Ehl-i Kitabın bu kadınla ilgili haberlerden bilgisi yoktur. Diğeri, Fi­ravun´un akrabasından olan mü´min adamdır ki onun kafirlere karşı delil ileri sürmüş, onlara öğüt vermiş olduğunu ve onunla ilgili bilgileri daha önce anlatmıştık. İnananların üçüncüsü ise, şehrin öbür ucundan koşarak gelip Musa´ya öğüt veren (ve Mısır´dan çıkıp gitmesini tavsiye eden) öğütçü adamdır. O, Hz. Musa´ya demişti ki: «Ey Musa! İleri gelen­ler seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen uzaklaş. Doğrusu, ben sana öğüt veriyorum.» (ci-Kasas, 20.)

İbn Abbas´ın dediğine göre, nasihatçının "ileri gelenler" dediği kim­seler, büyücülerden başkalarıdır. Çünkü onlar Kıptîlerdendiler.

Başka bir rivayete göre Musa´ya, Firavun´un milleti olan Kıptîler-den bir grup ile büyücülerin ve İsrailoğullannın tümü iman etmişlerdir. Şu ayet-i kerime de bu rivayeti doğrulamaktadır:

«Firavun ve erkanının kendilerine fenalık yapmasından korktukla­rından milletinin bir kısım gençleri dışında kimse, Musa´ya inanma­mıştı. Firavun, o yerde-hakim di. O gerçekten aşırı gidenlerdendi.»{Yûnus, 83.)

Bu ayette geçen "milletinin" kelimesinden kasıt, Firavun´un mille­tidir. Çünkü ayetin akışı buna delâlet etmektedir. Bu kelime, cümle içinde "Musa" kelimesine yakın olduğundan dolayı, milletinin kelime­siyle, Musa´nın milletinin kastedildiğini söyleyenler de olmuştur. Ama İbn Kesir Tefsiri´nde de açıkladığımız gibi, birinci görüş kuvvetlidir. Musa´ya inanan gençler, Firavun´dan, onun gücünden, satvetinden, zorbalığından ve adamlarının onu kendilerine karşı kışkırtıp dinlerinden zorla döndürmesinden korktukları için, imanlarını gizlemişlerdi. Şahid olarak kafi olan Cenâb-ı Allah, Firavun hakkında şöyle demekte­dir. «Firavun, yeryüzünde çok ululanan ve çok aşırı gidenlerdendi.» Ya­ni bütün işlerinde ve durumlarında aşırı giderdi. Ama o, sonu gelmiş olan bir mikrop, devşirilme zamanı yaklaşan murdar bir ürün, telef edilmesi kaçınılmaz olan lanetli ve köhne bir adam olmuştu. İşte o sıra­larda Musa, kavmine şöyle demişti: «Ey milletim! Allah´a inanıyorsanız ye teslim olmuşsanız Ona güvenin." Dediler ki: "Allah´a güvendik; Ey, Rabbimiz! zalim bir millet ile bizi sınama, rahmetinle bizi kafirlerden kurtar."» (Yûnus, 84-86.)

Hz. Musa (a.s.), Allah´a dayanıp ondan yardım dilemelerini ve ona iltica etmelerini kavmine tavsiye etti. Onlar bu tavsiyeye uyunca Cenâb-ı Allahda onları, içinde bulundukları sıkıntıdan çıkardı.

«Musa´ya ve kardeşine: "Kavminiz için Mısır´da evler hazırlayın ve evlerinizi karşı karşıya kurun, namaz kılın ve mü´minleri müjdeleyin." diye vahyettik.» (Yûnus, 87.)

Cenâb-ı Allah, Musa´ya ve kardeşi Harun´a, İsrailoğulları için Kıptîlerinkinden ayrı bir yerde evler yapmalarını vahyetti, birbirleri­nin evlerini tanısınlar ve göç emrini alınca da göçmeye hazır vaziyette bulunsunlar diye.

"Evlerinizi karşı karşıya kurun." Bazıları, bu ayetin şu manaya gel­diğini söylemişlerdir: "Evlerinizi mescidler edin." "Evlerinizi kıble edin." yani evlerinizde çok namaz lalın. Çok namaz kılarak, yaşamakta olduğunuz zorluk ve sıkıntılara karşı Allah´tan yardım dileyin. Mücahid, Ebu Malik, İbrahim en-Nehaî, Rabî´, Dahhak, Zeyd b. Eşlem ve oğlu Abdurrahman ile diğer bazı müfessirler ayetin bu manaya geldi­ğini söylemişlerdir. Nitekim namazın ilahî yardım aracı olduğu, şu ayetle de bildirilmiştir:

«Sabır ve namazla (Allah´dan) yardım isteyin.» (el-Bakara, 153.) Pey­gamber (s.a.v.) Efendimiz de birşeyden dolayı üzüldüğünde namaz kı-larmış.

Bazı müfessirler ise bu ayetin şu anlama geldiğini söylemişlerdir: Firavun zamanında İsrailoğulları, toplantı yerlerinde ve mabedlerinde açıkça ibadet edemiyorlarrmş. Bu sebeple de namazlarını kendi evlerin­de kılmaları emrolunmuş. Daha önce dini vecibelerini yerine getireme­yişlerinin zararını telafi etmek için, hiç değilse evlerinde namaz kılma­ları kendilerine emrolunmuştu. Firavun ve adamlarından korktukları için, evlerinde kılmaları gerekiyordu. Mezkur ayet-i kerimede "mü´min­leri müjdele" cümlesi de mevcud olduğu için, - her ne kadar ikinci mana­ya aykırı değilse de - birinci mana daha kuvvetlidir. Doğrusunu Allah bi­lir.

Said b. Cübeyr ise ayetinin, "Evlerinizi karşılıklı yapın."

manasına geldiğini söylemiştir.

«Musa: "Rabbimiz! Sen Firavun ve adamlarına dünya hayatında süs (ler) ve nice mallar verdin. Rabbimiz, (insanları) senin yolundan saptırsınlar diye mi Rabbimiz, onların mallarını yok et. Kalblerini sık ki, acı azabı görünceye kadar inanmasınlar!" dedi. (Allah): "Duanız ka­bul olundu. Doğru olun, bilmezlerin yoluna asla uymayın!" dedi.» (Yûnus, 88-89.)

Bu, All´ah ile konuşma şerefine nail olan Musa´nın, Allah düşmanı Firavun´a yaptığı büyük bir bedduadır. Musa, Allah için ona öfkelen­mişti. Hakka uymaya karşı büyüklendiği, insanları Allah yolundan geri çevirdiği, inatçılık edip azdığı, bâtıl davasını sürdürdüğü, maddeten ve manen apaçık olan hakla ve kesin burhanı kabule yanaşmayıp büyük­lük tasladığı için Musa (a.s.), ona kızmış ve beddua etmişti. Demişti ki: «Rabbimiz! Sen, Firavun ve adamlarına (milleti olan Kıptîlere, dinin­den olanlara) dünya hayatında süs (ler) ve nice mallar verdin. Rabbi­miz, (insanları) senin yolundan saptırsınlar diye mi »

Tabiî ya.. Dünyayı ve dünyalığı her şeyden üstün tutanlar, bunların servet ye zinet sahibi oluşlarına aldanırlar. Cahil kimseler, bunların haklı olduklarını sanırlar. Ama güzel bineklerle şık elbiselerin, şahane binalarla sarayların, iştah çekici yiyeceklerle göz alıcı manzaraların, yüksek hükümranlıkla itibar ve maddi imkanların dinî değil de, dün­yevî olduğunu bilemezler.

Rabi´ b. Enes ile Dahhak ve Ebu´l- Aliye, "Rabbimiz! Onların malla­rını yok et!" ayetinin şu manaya geldiğini söylemişlerdir: Rabbimiz! On­ların mallarım, olduğu gibi nakışlı taşlara döndür. Katade dedi ki: Aldı­ğımız haberlere göre onların ekinleri taşa dönmüştür. Muhammed b. Ka´b ise şöyle demiştir: Şekerleri, hatta bütün malları taşa döndü. Bu mesele Ömer b. Abdülaziz´e anlatılırken bir hizmetçisini çağırarak, "Bana bir torba getir." demiş. Hizmetçi torbayı getirmiş. Bir de bakmış­lar ki, torbanın içinde taşa dönüşmüş olan nohut ve yumurtalar var!.. Bunu İbn Ebu Hatîm rivayet etmiştir.

Rabbimiz! «Kalblerini sık ki, acı azabı görünceye kadar inanmasın­lar!» Kalblerini mühürle ki, iman etmesinler. Musa, onlara; Allah´a, di­nine, burhanlarına öfkelendiklerinden dolayı böyle bir bedduada bu­lunmuştu, Cenâb-ı Allah da, onun isteğini kabul edip yerine getirmişti. Nitekim Nuh´un da bedduasını kabul etmişti. Nuh, inançsızlara şöyle beddua etmişti:

«Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden tek kişi bırakma. Çünkü sen on­ları bırakırsan, kullarını saptırırlar ve yalnız ahlaksız, nankör (insan­lar) doğururlar,» (Nüh, 26-27.)

Bu nedenle Cenâb-ı Allah, kendisi, Firavun ve adamlarına bedduda bulunup kardeşi Harun´un amin dediği ve dolayısıyla beddua etmiş gibi sayıldığı bir esnada Musa´yla Harun´a hitaben şöyle demiştir:

(Allah): "Duanız kabul olundu. Doğru olun, bilmezlerin yoluna uy­mayın." dedi.

Tefsirciler ve diğer kitabîler dediler ki: İsrailoğulları, kendi bay­ramlarını kutlamak maksadıyla şehir dışına çıkmak için Firavun´dan izin istediler. Firavun, gönülsüz olarak izin verdi. Ancak İsrailoğul-larmm bu izni almaktaki amaçları, kurtuluşu elde etsinler diye, Fira­vun ve adamlarına karşı baş kaldırmaları ve bu iş için gerekli olan ha­zırlığı yapmaktı.

Ehl-i Kitap kaynaklarında anlatıldığına göre Cenâb-ı Allah, Fira-vun´un adamlarından iğreti olarak zinet istemelerini îsrailoğullarma emretti. Firavun´un adamları da onlara bol miktarda zinet eşyasını iğ­reti olarak verdiler. İsrailoğulları da geceleyin şehirden çıkıp hemen Şanı beldelerine yöneldiler.

Gittiklerini haber alan Firavun çok öfkelenerek peşlerine düşüp ya­kalamak ve yok etmek için, asker toplamaya başladı. Bu konudan Kur´ân-ı Kerîm´de şöyle bahsedilmektedir: «Musa´ya: "Kullarımı gece­leyin (Mısır´dan çıkar), yürüt; siz takip edileceksiniz." diye vahyettik. Firavun, (îsrailoğullarının gittiğini duyunca) şehirlere (asker) toplayı­cılar gönderdi, (onlara şöyle dedi): "Şunlar, az bir topluluktur. Ve onlar bizi kızdırmaktadırlar. Biz, ihtiyatlı (koca) bir cemaatiz." Böylece biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden, çeşmelerden çıkardık. Hazi­nelerden ve şerefli makamdan (çıkardık). Böylece, bunları İsrailoğul-lanna miras yaptık. (Firavun ve adamları), Güneş doğarken onların r ~-dına düştüler. İki topluluk (yaklaşıp) birbirini görünce Musa´nın adam­ları: "İşte yakalandık." dediler. (Musa): "Hayır, doğrusu Rabbim benim­le beraberdir. Bana yol gösterecektir." dedi. Musa´ya: "Değneğinle deni­ze vur!" diye vahyettik. (Vurunca deniz) yarıldı. (On iki yol açıldı.) Her bölüm, kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. (Musa ve adamlarının ardından, düşmanları da bu denizde açılan yolla­ra girdiler.) Musa´yı ve beraberinde olanları tamamen kurtardık; Sonra ötekilerini boğduk. Şüphesiz bunda (kudretimize) bir işaret vardır, ama çokları inanmazlar. Ve şüphesiz Rabbin, işte üstün O´dur, merhamet eden O´dur.» {eş-Şuarâ, 52-68.)

Tefsir âlimleri dediler ki: îsrailoğullarmı yakalamak maksadıyla Firavun, çok sayıdaki askerle takibe çıktı. Denildiğine göre atları ara-smdalOO.000 doru at vardı. Askerleri de 1.600.000 kadardı. Doğrusunu Allah bilir. Rivayete göre îsrailoğullanmn çocuklar dışındaki sayısı 600.000 savaşçı idi. İsrailoğullarının Yakub (a.s.) liderliğinde Mısır´a girişleriyle, Musa (a.s.) liderliğinde Mısır´dan çıkışları arasında geçen zaman, 426 yıldır.

Askerleriyle birlikte İsrailoğullarım takibe çıkan Firavun, sabah gün doğarken onlara ulaşmıştı. İki topluluk birbirini gördü. Birbirlerini gördüklerinden şüpheleri kalmamıştı. Birbirlerini ayan beyan görmüş­lerdi. Vuruşup mücadele etmekten başka yapacak bir işleri kalmamıştı. Musa´nın arkadaşları, korku içinde: "Yakalandık." dediler. Önlerinde deniz vardı. Gidecek yolları da kalmamıştı. Denize girmekten başka ça­releri yoktu. Bunu da yapabilecek bir kimse yoktu. Dağa da tırmana-mazlardı. Çünkü dağlar çok yüksek olup geçit vermiyorlardı. Firavun, bütün yollan tutmuş, onlan kıskaca almıştı. Onu, silahlan ve askerleri . arasında görüyorlardı, idaresi altındayken hile ve desisesiyle karşılaş­mış olduldanndan dolayı ondan çok korkuyorlardı. Gördükleri manza­ranın ürküntüsünden dolayı, Allah´ın peygamberi Musa´ya durumları­nı anlatarak şikayetçi oldular. Doğru konuşan ve sözü doğrulanan Mu­sa, onlaı*a şöyle teminat verdi: "Hayır, şüphesiz Rabbim benimle bera­berdir. O, bana yol gösterecektir!" Arka taraflarda durmakta olan Mu­sa, Öne geçip kıyıya geldi, denize baktı. Denizin dalgalan, kıyıyı âdeta tokatlıyordu. Köpükleri git gide fazlalaşıyordu. "İşte buradan geçmekle emrolundum." dedi. Yanında kardeşi Harun ile Nun oğlu Yuşa´da vardı. Yuşa´, İsrailoğullanmn büyüklerinden olup çokça ibadet eden bilgin bir kimseydi. Nasib olursa, ileride de anlatacağımız gibi Musa ve Ha­run´dan sonra Cenâb-ı Allah ona da vahiy göndererek onu peygamber kılmıştır. İsrailoğullannm beraberinde, Firavun ailesinden olup îman etmiş olan adam da vardı. Hepsi durup beklemekteydiler. İsrailoğul-larının da tamamı onlara bağlıydılar. O imanlı adam, atını denize defa­larca sürmüş; denizden geçmenin mümkün olup olmadığını öğrenmek istemiş, ama mümkün olmadığını görmüştü. Musa´ya: Ey Allah´ın pey­gamberi! Sana buradan mı geçmen emredildi diye sormuş, Musa da, "Evet"., diye cevap vermişti. İş büyüyüp durum zorlaşmca; Firavun ve askerleri kin, gazap ve öfkeyle onlara yaklaşınca; gözler yuvalarından fırlayıp yürekler ağıza gelince Halım, Azîm,, ve Kadîr olan yüce Arş´m Rabbi Allah, kendisiyle konuşma şerefine ermiş olan Musa´ya: "Değne­ğinle denize vur!" diye vahyetti. Mu^a değneğini vurunca, Allah´ın iz­niyle deniz yarıldı. Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Mû-sa´ya: "Değneğinle denize vur!" diye vahyettik. (vurunca deniz) yarıldı. (On iki yol açıldı). Her bölüm, kocaman bir dağ gibi oldu.» (eş-Şuarâ, 63.)

Denildiğine´ göre denizde on iki yol açılmış. İsrailoğullannın her bir boyu, bir yoldan yürümeye başlamış. Hatta koridorumsu bu deniz yolla­rı arasında, yolculann birbirlerini görmelerine imkan sağlayan pençe­ler varmış. Bu rivayet üzerinde tartışılabilir. Çünkü su, pencereye ihti­yaç bırakmayacak olan saydam bir cisimdir.

Dalgalar, deniz sularını dağlar gibi yükseltiyordu. "Ol" dediği şeyin hemen oluverdiği yüce kudretin sahibi sulara hükmediyordu. Batı rüzganna emir verdi. Rüzgar, denizi yalayıp geçti. Deniz kurudu, öyle ki içinden geçen atlann ve diğer bineklerin toynaklan dahi ıslanmadı. Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Andolsun biz Musa´ya: "Kullarımı (İsrailoğullannı) geceleyin (Mısır´dan çıkarıp) yürüt; (değneğinle suya) vur, denizde onlar, için kuru bir yol (aç). (Firavun un sana) yetişme (sin) den korkma. (Boğulmaktan) endişe etme." diye vahyetmiştik. Firavun, askerleriyle onlaıın ardına düştü. Denizden onlan örten Örttü. (Yani de­niz onlan içine alıp boğdu). Firavun, toplumunu saptır (di. Helake dü-şür)dü, (onlan) doğru yola iletmedi.» (Tâ-Hâ, 77-79.)

Sonsuz gücün sahibi yüce Rabbin emriyle deniz yol verip bu hale ge­lince Musa, denizden geçmeleri için İsrailoğullanna emir verdi. Onlar da sevinç içinde alelacele deniz yoluna koyuldular. Seyredenleri şaşkı­na çeviren, müzminlerin kalplerini doğru yola ileten büyük bir olaya ta­nık olmuşlardı. Musa deniz yolundan geçti. Ardındaki İsrailoğullan da geçtiler. Karşı kıyıya vardılar. Tam bu şurada Firavun ordusunun ön ta­rafı da deniz yoluna giriyordu. Musa, Firavun askerleri tarafından ya­kalanmamak için, değneğiyle vurarak denizi eski haline döndürmek is­tedi. Yüce kudretin sahibi, denizi kendi haline bırakmasını ona emretti ve şöyle buyurdu: «Andolsun, onlardan önce Firavun toplumunu da sı­nadık. Onlara şerefli bir elçi geldi, (şöyle diyerek): "Allah´ın kullarını ba­na teslim edin; çünkü ben size (Allah´ın gönderdiği) güvenilir bir elçi­yim. Allah´a karşı ululanmayın. Ben size apaçık bir delil getiriyorum. Ben, beni taşla (yıp Öldür) menizden, benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan (Allah)a sığındım. Eğer bana inanmadınız s a, bari ben (im yolum) dan çekilin." Sonra (Musa): "Bunlar,suç işleyen bir toplumdur!" diye Rabbine dua etti. (Allah): "O halde kullarımı geceleyin yürüt. Çünkü ta­kibe aileceksiniz" (dedi). Denizi (yaııp toplumunu geçirdikten sonra ol­duğu gibi) açık bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur." Onlar geride neler bırakmışlardı. Nice bahçeler, çeşmeler, ekinler, güzel makamlar ve zevk-ü sefa sürecekleri nice nimetler! (Evet) böyle oldu. Ve biz onlan başka bir topluluğa miras verdik. Onlara gök ve yer ağlamadı. (Kötü in­sanlar olduklanndan onlara hiç acıyan olmadı) ve (başka bir vakte de) ertelenmediler. (Musa´nın ardısıra denize girip boğuldular). Andolsun biz, İsrailoğullannı o küçültücü azabdan kurtardık; Firavun´dan. Çün­kü o, (insanları ezip) yücelen, haddi aşanlardan biri idi. Andolsun biz, onlan, bilerek âlemlere üstün kıldık. Onlara, içinde açık bir imtihan bu­lunan ayetler verdik.» (ed-Duhân, 17-33.)

"Denizi kendi halinde açık ve sakin olarak bırak." Denizi kendi ha­linde, olduğu gibi bıraktı. Nihayet Firavun da kıyıya geldi. Denizde yol­lar açıldığını, o dehşetli ve hayret verici manzarayı gözüyle gördü. Bunun, yüce Arş´in Rabbi olan ulu Allah´ın bir eseri olduğunu iyice anla­dı. Çekindi, ilerleyeni e di. İsrailoğullannı takibe çıktığına bin pişman oldu. Ama pişmanlığı, kendi´ ´.ne yarar sağlamadı. Askerlerine karşı metanetli görünmek zorunda kaldı. Mütecaviz ve saldırgan pozlar ta­kındı. Ahlaksız ve inkarcı karekteri, küçümseyip itaati altına aldığı, bâtıl davasının peşinden koşturduğu kavmine şöyle dedi: "Bana baş kal­dırıp ülkemden firar eden kaçak kölelerimi yakalayabilmem için, deniz bile bana yol veriyor, gördünüz mü " Böyle derken de içinden, geride ka­lıp askerlerin ardından yürümeyi ve kurtulmanın bir yolunu bulmayı düşünüyordu. .Ama ne gezer! Bir ileri, bir geri gidiyordu. Rivayete göre Cebrail dişi bir kısrak üzerinde oraya gelip Firavun´un erkek atının önüne geçmiş, atını ileri doğru sürmeye başlayınca, lanetli Firavun´un atı, Cebrail´in kısrağının peşine düşmeye başlamış. Cebrail, kısrağını süratlendirerek deniz yoluna girmiş. Firavun´un atı da koşarak deniz yoluna girmiş. Firavun, artık bir şey yapacak durumda değildi. Askerle­ri, onun denize girdiğini görünce, peşisıra kendileri de hızla deniz yolu­na koyuldular. Artık hepsi denize girmişlerdi. İlk başta girmiş olanları, karşı kıyıya çıkmak üzereyken Cenâb-ı Allah, kendisiyle konuşma şere­fine ermiş olan Musa´ya, değneğiyle denize vurmasını emretmişti. Vu­runca da deniz, Firavun ve askerlerini içine çekip boğdu. Aralarında kurtulan bir tek kişi bile olmadı. Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Musa´yı ve beraberinde olanları tamamen kurtardık. Sonra ötekilerini boğduk. Şüphesiz bunda (kudretimize) bir işaret vardır. Ama çokları inanmaz­lar. Ve şüphesiz Rabbin, işte üstün O´dur, merhamet eden O´dur.» (eş- Şuarâ, 65-68.)

Dostlarım kurtarması, hiç birini suda boğmaması; düşmanlarım boğması ve hiç birini boğulmaktan kurtarmamasında; O´nun kudreti­nin yüceliğine, peygamberinin getirdiği nizam ve hükümlerde doğru ol­duğunu ispatlayan kafi bir delil ve büyük bir işaret vardır. Yüce Allah buyurdu ki: "İsrailoğullarım denizden geçirdik. Firavun ve askerleri de zulmetmek ve saldırmak için onların arkalarına düştü. Nihayet boğul­ma kendisini yakalayınca (Firavun): "Gerçekten îsrailoğullarmın inan­dığından başka tanrı olmadığına inandım, ben de Müslümanlardamm!" dedi. "Şimdi mi Oysa daha Önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuş­tun." (Denildi). "Bu gün senin (canından ayırdığımız) bedenini, (denizin dibinden) kurtarıp (sahilde) bir tepeye atacağız ki, senden sonra gelen­lere ibret olsun. Ama insanlardan çoğu bizim ayetlerimizden habersiz­dir.» (Yûnus, 90-92.)

Cenâb-ı Allah, inançsız Kıptîlerin lideri Firavun´un denizde ne şe­kilde boğulduğunu, dalgaların onu nasıl kaldırıp indirdiğini haber veri­yor. O bu halde iken İsrailoğulları, onu ve askerlerini seyrediyorlardı. Cenâb-ı Allah´ın, ona ve adamlarına indirdiği azabı temaşa ediyorlardı ki, gözleri aydınlanıp gönülleri rahatlasın.

Firavun, ölümü çıplak gözle görüp Azrail´in kuşatması altında bu­lunduğunu anlayınca can çekişmeye başladı ve o esnada tevbe edip Allah´a yöneldi. İmanın fayda vermeyeceği bir zamanda iman etti. Nite­kim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki: «Üzerlerine Rabbinin kelimesi hak olanlar inanmazlar. (Çünkü onların kafir olarak ölecekleri ve ateşte ka­lacakları, Allah´ın takdiri ile sabit olmuştur.) Onlara bütün ayetler gel­miş olsa bile, acı azabı görünceye kadar (inanmazlar.)» (Yûnus, 96-97.)

«Ne zaman ki hışmımızı gördüler: "Tek Allah´a inandık ve O*na or­tak koştuğumuz şeyleri inkar ettik." dediler. Fakat hışmımızı gördükle­ri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. (Bu), Allah´ın, kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan kanunudur. İşte o zaman kafirler ziyana uğramışlardır.» (cl-Mü´min, 84-85.)

İşte böyle.. Musa, Firavun ve adamlarına beddua ederek Cenâb-ı Allah´dan; mallarını batırmasını, can yakıcı azabı görünceye kadar iman etmesinler diye kalblerini sıkmasını diledi. Zaten o zaman edecek­leri imanın kendilerine bir faydası da olmaz ve bundan ötürü, hasret çe­kip pişmanlık duyarlar. Bu şekilde beddua ettiklerinde, Musa ile Ha­run´a Cenâb-ı Allah: "Duanız kabul olundu." diye cevap vermişti. Aşağı­da nakledeceğimiz hadiste de Musa´nın durumuna değinilmektedir:

Süleyman b. Harb, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu İbn Ab-bas´tan rivayet etti: «Firavun: "Gerçekten îsrailoğullarmın inandığın­dan başka tanrı olmadığına inandım." dediği zaman, Cebrail bana dedi ki: "Ya Muhammed! O zaman beni görmeliydin. Cenâb-ı Allah´ın kendi-sine acıyıp kurtarmasından korktuğum için bir an Önce boğulsun, diye denizin çamurunu alıp Firavun´un ağzına boşaltıyordum!"»[1]

Ebu Said el-Eşece, İbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Cenâb-ı Allah, Firavun´u suda boğarken o, parmağıyla işaret ederek yüksek sesle şöyle diyordu: «Gerçekten îsrailoğullarının inandığından başka tanrı bulunmadığına inandım.» Cebrail, Cenâb-ı Allah´ın onun hakkındaki rahmetinin gazabını geçip geride bırakmasından korktu­ğundan dolayı (bir an önce ölmesi için), her iki kanadıyla çamuru alıp onun yüzüne çarpıyor ve denizin dibine batırıyordu.

Ebu Hazim, Rasûlullah (s.a.v.)´m şöyle buyurduğunu Ebu Hüreyre´den rivayet etmiştir:

«Cebrail (a.s.) bana dedi ki: "Ya Muhammed, beni görmeliydin. Al­lah´ın rahmetine nail olur da affedilir, diye korktuğumdan dolayı (bir an önce olması için) onu (Firavun´u) denizin dibine doğru bastırıyor ve ağ­zına çamur dolduruyordum.»[2]

Bazı rivayetlerde anlatıldığına göre Cebrail şöyle demiştir: «"Ben sizin en yüce Rabbinizim" dediği zaman Firavun´a kızdığım kadar hiç kimseye kızmış değildim. İnandığını söylerken ben de ağzına çamur dol-duruyordum."»[3]

Cenâb-ı Allah buyurdu İd: «Şimdi mi Oysa daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun.» Bu, inkar manasını taşıyan bir sorudur. Ayrıca Firavun´un son andaki imanının kabul edilmediğim göstermek­tedir. Çünkü o - Allah bilir ya - dünyaya geri döndürüldüğü takdirde yi­ne eski haline dönecekti. Nitekim Cenâb-ı Allah´ın bildirdiğine göre ka­firler, Cehennem ateşini gördüklerinde şöyle diyeceklerdir:

«Keşke biz (dünyaya) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini ya-lanlamasaydık ve inananlardan olsaydık.» dediklerini bir görsen. Ha­yır, daha önce gizlemekte oldukları, onlara göründü. Geri gönderilseler-di, yine menolundukları şeyi yapmağa dönerlerdi. Çünkü onlar yalancı­lardır.» (el-En´âm, 27-28.)

«Bu gün senin (canından ayırdığımız) bedenim, (denizin dibinden) kurtarıp bir tepeye atacağız ki senden sonra gelenlere ibret olasın.» ayeti hakkında İbn Abbas ve daha başkaları dediler İd: İsrailoğullarımn bir kısmı, Firavun´un ölümünden şüphe ettiler. Öyle ki bazıları, onun ölmediğini söylediler. Cenâb-ı Allah, denize emir verdi. Deniz, onun be­denini yükseltti. Kimine göre suyun üstünde, tümsekte kaldı; kimine göre de kıyıdaki yüksek bir yere atıldı. Zırhı da üzerindeydi. Onu zırhın­dan tanırlardı. Öldüğünden şüpheleri kalmasın ve Allah´ın kudretinin üstünlüğünü anlasınlar diye cesedi onlara gösterildi. Helak eden Al­lah´ın kudretini gösteren bir delil olsun, senden sonra gelecek İsrailoğullarına ibret olsun diye bugün seni, üzerindeki zırhınla kurta­racağız. Firavun ile askerleri, aşure gününde denizde boğulmuşlardır.

Muhammed b. Bişar, İbn Abbas´m şöyle dediğim rivayet etmiştir; «Peygamber (s.a.v.) Medine´ye geldiğinde Yahudiler, aşure günü oruç tutarlardı. Onlara: "Bu tutuğunuz oruç nedir " diye sordu. Onlar da, ´Bu, Musa´nın Firavun´aüstün geldiği gündür." dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, ashabına şu buyruğu verdi: "Siz, Mu­sa´ya Yahudilerden daha yalansınız. Siz de bugün oruç tutun."»[4]



Firavun´un Boğulmasından Sonra Îsrailoğullarî


Cenâb-ı Allah buyurdu ki: "Biz de onlardan öc aldık. Onları denizde boğduk! Çünkü onlar, ayetlerimizi yalanlamışlardı ve onları umursa­maz olmuşlardı. Hor görülüp ezilmekte olan o milleti de içini bereketler­le donattığımız yerin doğularına ve batılarına mirasçı, kıldık. Rabbinin İsrailoğull arına verdiği güzel söz, sabretmeleri yüzünden tam yerine geldi. Firavun´un ve kavminin yapageldiği şeyleri ve yükseltmekte ol­dukları sarayları (ve bahçeleri) de yıktık. İsrailoğullarmı denizden ge­çirdik. Kendilerine mahsus bir takım putlara tapan bir kavme rastladı­lar. "Ey Musa! (Bak) bunların nasıl tanrıları var, bize de öyle bir tanrı yap!" dediler. (Musa) dedi: "Siz gerçekten cahil bir kavimsiniz. Şunlarm içinde bulundukları (din) yıkılmıştır ve yaptıkları şeyler boşa çıkmıştır. Allah sizi âlemlere üstün yapmış iken ben size Allah´tan başka bir tanrı mı arayayım " dedi. (Ey îsrailoğulları), hatırlayın o´zamanı ki biz sizi Fi­ravun ailesinden kurtarmıştık. Onlar size azabın en kötüsünü yapıyor­lardı: Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda, size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı. (el-A´râf, 136-141.)

Cenâb-ı Allah, Firavun ile askerlerinin suda boğuluşlarını, şerefle­rinden, canlarından ve mallarından koparılışlarını; İsrailoğullarının, onların tüm mallarıyla mülklerini ele geçirişlerini yukarıda ki ayet-i ke­rimelerde anlatıyor. Nitekim yüce Allah buyuruyor ki: «Böylece, bunla­rı îsrailoğullarına miras yaptık.» (eş-Şuarâ, 59.)

«Biz de istiyorduk ki o yerde zayıflatılanlara lütfedelim. Onları ön­derler yapalım, onları (Kıptîlerin mülküne) mirasçı yapalım.» (el-Kasas, 5.)

«Hor görülüp ezilmekte olan o milleti de, içini bereketlerle donattı­ğımız yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailo-ğullarına verdiği güzel söz, sabretmeleri yüzünden tam yerine geldi. Fi­ravun´un ve kavminin yapageldiği şeyleri ve yükseltmekte oldukları sa­rayları (ve bahçeleri) de yıktık.» (el-A´râf, 137.)

Cenâb-ı Allah, onların tümünü mahvetti. Dünyaya saldıkları şan ve şerefi ellerinden aldı. Firavun´u, maiyyetini, kumandan ve askerlerini yok etti. Mısır´da ayak takımından ve kendi halindeki vatandaşlardan başka kimse kalmamıştı.

"Mısır Tarihi" adlı eserde İbn Abdülhakîm, şunları anlatır: O zama­nın Mısırlı kadınları, erkeklere hakim oldular. Şundan ki: Mısır´ın Fira­vunla birlikte denizde boğulan erkan ve ümerasının kadınları, dul kal­dıkları için, kendilerinden aşağı seviyedeki halk tabakasına mensup er­keklerle evlendiklerinden ötürü, yeni kocalarına hükmeder olmuşlardı. Mısırlı kadınların o zamandan itibaren başlamış olan kocalarına karşı hakimiyetleri bu güne kadar devam etmiştir!

Ehl-i Kitap kaynaklarında anlatıldığına göre İsrailoğulları, Mı­sır´dan çıkmakla emrolunduklannda Cenâb-ı Allah o ayı, kendileri için yılbaşı yaptı. Her evin bir kuzu kesmesini emretti. Kendisine bir kuzu çok gelen ev, komşusu ile ortaklaşa bir kuzu kesecekti. Kuzuyu kesince de kanım, birbirlerinin evlerini tanıtıcı bir işaret olsun diye kapılarının eşiğine süreceklerdi. Kızartılmış olarak değil de; başı, karnı ve ayakla­rıyla birlikte kazanda haşlayarak yiyeceklerdi. Kuzunun artığını bı­rakmayacak, kemiklerini kırmayacak, az bir parçasını bile ev dışına çı­karmayacaklardı. Yedi gün süreyle ekmek yerine peksimet yiyecekler­di. Buna da senelerinin ilk ayının on dördünde başlayacaklardı. Bu da bahar mevsimindeydi, yemek yerken de kuşakları bellerinde bağlı du­racak, mestleriyle çarıkları ayaklarında; bastonları da ellerinde olacak­tı. Yemeklerini ayaktayken çabucak yiyeceklerdi. Akşamleyin yedikle­rinden artan kalmtılarıysa ertesi sabah ateşle yakacaklardı. Bu, onlar­dan sonraki nesiller için de bir bayram olarak meşru kılınmıştı. Tev­rat´a göre yaşadıkları sürece bu bayramı kutlarlardı. Tevrat nesholunca bu bayram da ortadan kalktı.

"Anlatıldığına göre o gecede Cenâb-ı Allah, Kıptîlerin hayvanlarıy­la kızların bakire olanlarını öldürdü ki, İsrailoğullarını unutup kendi dertleriyle meşgul olsunlar. Gün yarılanınca İsrailoğulları Mısır´dan çıktı. Mısırlılar ölen bakire kızlarıyla hayvanları için feryad-ü figan et­mekteydiler. Her evden bir vaveyla yükselmekteydi.

Musa´ya vahiy gelir gelmez hemen yola koyuldular. Hamurlarım mayalanmadan alıp şehirden çıktılar. Azıklarım omuzlarına sardıkları bezlere koyup sırtlandılar. Mısırlılardan çok miktarda mücevheri iğreti almışlardı. Çoluk çocuk ve hayvanlarından ayrı olarak 600.000 kişi ka­dardılar. Mısırda 430 sene kadar yaşamışlardı.

Onların bu sene başı bayramlarına, fesih bayramı denir. Bundan başka fitır (oruç açma) ve kurban bayramları da vardır. Kitaplarında yer alan en kuvvetli ve en başta gelen bayramları bunlardır.

Mısır´dan çıkarken Yusuf un tabutunu da beraberlerinde götür­müşlerdi. Kızıldeniz´in üzerinden geçip gitmişlerdi. Gündüzleri yol ah-yorken önleri sıra bir bulut ve bulutun içinde de nurdan bir sütun gidi­yordu. Geceleyin yol alıyorken önlerinde ateşten bir sütun gidiyordu. Deniz kıyısına vardıklarında mola verdiler. Orada beklemekteyken arkadan Firavun ile askerleri onlara yetiştiler. Çokları paniğe kapıldılar. Sözcüleri: "Mısır´da kalsaydık, bu çölde kalmamızdan daha iyi olurdu." dedi. Bu sözcüye ve diğerlerine hitaben Musa (a.s.) şöyle cevap verdi: "Korkmayın! Firavun ile askerleri memleketlerine artık geri döneme­yeceklerdir!"

Anlatıldığına göre Cenâb-ı Allah, Musa´ya değneğiyle denize vur­masını emretti. Suyun ikiye ayrılarak kara yolu gibi kupkuru bir yol ve­receğini ona vahyetti. Gerçekten de deniz, iki dağ parçası gibi birbirin­den ayrılıp ortadan geçit verdi. Çünkü Cenâb-ı Allah, denize cenup ve sam rüzgarım gönderip üzerinden estirmiş, ikiye ayırmıştı. Açılan kup­kuru yoldan İsrailoğulları geçtiler. Peşlerinden Firavun ve askerleri de aynı deniz yoluna girdiler. Yolun ortasına geldiklerinde, Musa, değne­ğiyle denize vurdu. Deniz, yine eski haline döndü, yol kapandı. Firavun ve askerleri boğuldular.

Fakat Ehl-i Kitap kaynaklarına göre bu olay geceleyin cereyan et­miştir. Halbuki deniz,sabahleyin onları içine çekip boğmuştur. Bu da onların yanlışlıklarından ve metinlerdeki ifadeleri doğru anlıyamama-larındandır.

Cenâb-ı Allah, Firavun ile askerlerini boğduğunda, Musa ve İsrailoğulları, Rabblerine şöyle tesbihatta bulunmuşlardı: "Üstün olan Rabbı teşbih ederiz. O Rabb ki Firavunun ordusunu kahretti. Övgüye layık olan o Rabb ki, Firavunun süvarilerini geçit vermez denize attı."

Rivayete göre Harun´un kızkardeşi peygamber Meryem, eline bir def alıp, ellerinde def ve davullar olan kadınları peşine takmış onlara şu duayı okumuş ve okutmuştur: «Kahhar olan Rabb! Sen, noksanlıklar­dan münezzeh ve yücesin. Firavunun atlarıyla süvarilerini denize atıp boğarak kahrettin!»

Ehl-i kitap kaynaklarında bu ifadelere rastladım. Muhammed b. Ka´b-el-Kurazî de bu ifadelere dayandığından dolayıdır ki İsa´nın anası İmran kızı Meryem´in, Harun´un bacısı olduğunu söylemiştir. Bu görü­şünün doğruluğuna, şu ayetin delâlet ettiğini de söylemiştir. İsrailoğulları, babasız bir çocuğu dünyaya getirdiğinde Meryem anamı-za-hitaben şöyle demişlerdi: «Ey Harun´un kız kardeşi! Baban kötü bir adam değildi. Anan da fahişe değildi...» (Meryem, 28.)

Harun´un bacısının peygamber olduğunu söylemenin doğru olmadı­ğını daha önce açıklamıştık. Böyle bir şeyi söylemek mümkün değildir. Bu iddiada bulunan Muhammed b. Ka´b el-Kurazî´ye muvafakat eden olmamıştır. Aksine, bu görüşünde herkes ona muhalefet etmiştir. Fara­za Ehl-i Kitap kaynaklarından Harun´un bacısı Meryem için "peygam­ber" unvanı kullanılmış da olsa, bu Meryem, Musa ile Harun´un baası-dır. İsa´nın anası Meryem ile olan alakası, sadece isim, baba ve kardeş adlarındaki benzerliktir. Bu iki Meryem´in durumu kendisine sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.), Muğii´e b. Şu´be´ye şu cevabı vermiştir: «Bilmez misin ki onlar (yani İsrailoğullan) kendi peygamberlerinin isimle­riyle adlanır lar di »

Şimdi de Harun´un bacısı Meryem´e, ´peygamber Meryem´ denmesi­nin sebebine gelelim. Kraliyet ailesine mensup bir kadına - her ne kadar kendisi kral değilse de - Melike (kraliçe) deniyorsa veya emîr ailesine mensup bir kadına - her ne kadar kendisi emîr değilse de - emîre deni­yorsa; aynı şekilde peygamber ailesine mensup bir kadına da her ne ka­dar kendisi peygamber değilse de Nebiyye yani peygamber denilebilir. Harun´un bacısı Meryem´e de bu anlamda ´peygamber Meryem´ denmiş­tir. Bu bir istiaredir.Yoksa gerçek anlamda vahye mazhar olan bir pey­gamber olduğu kastedilmemiştir.

Öylesine büyük bir bayram gününde def çalmasına gelince, bu da bizden önceki ümmetlerin şeriatlarına göre bayramlarda def çalmanın meşruluğunu göstermektedir. Bizim dinimizde de kadınların bayram ve sevinç günlerinde def çalmaları meşrudur. Rivayete göre Hz. Aişe´nin yanındaki iki cariye mina (kurban bayramı) günlerinde def çahyorlar-mış. Rasûlullah (s.a.v.) da evde olup sırtını onlara döndürerek uzanmış, yüzünü de duvardan yana çevirmiş. Rasûlullah (s.a.v.)´m evine gelen Ebu Bekir hazretleri, cariyelerin def çalmakta olduklarını görünce, "Rasûlullah´m evinde şeytan çalgıları ha!." diyerek onları azarlamıştı. Öfkelendiğini görünce Hz. Peygamber şöyle demişti: "Bırak onları ey Ebu Bekir! Her milletin bir bayramı vardır. Bu (gün) de bizim bayramı­mızdır." İslam´a göre bayramlarda olduğu gibi düğünlerde ve gurbette­ki kimselerin sılaya gelişlerinde aynı şekilde def çalıp eğlenmek meşrudur.

Anlatıldığına göre İsrailoğullan denizi geçince Şam taraflarına gi­dip orada üç gün kaldılar. Su bulamadılar, bu nedenle aralarından bazı­ları söylenmeye başladılar. İçilemeyecek kadar tuzlu ve öldürücü bir su buldularsa da onu içemediler. Cenâb-ı Allah, Musa´ya vahiy gönderip, bir ağaç parçası alarak o suyun içine atmasını emretti. Ağaç parçasını içine atınca su tatlılaştı ve kolayca içilebilir hale geldi. Orada Rabbi, Musa´ya, bazı farzlar ile sünnetleri öğretti; ona bir çok tavsiyelerde bu­lundu.

Diğer kitaplarını kollayan Kur´ân-ı Kerîminde Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: «İsrailoğullanm denizden geçirdik. Kendilerine mahsus bir takım putlara tapan bir kavme rastladılar: «. .."Ey Musa! (Bak) bun­ların nasıl tanrıları var, bize de öyle bir tanrı yap!" dediler. (Musa) dedi: "Siz, hakikaten câhil bir toplumsunuz! Şunlarm içinde bulundukları (din) yıkılmıştır ve yaptıkları şeyler boşa çıkmıştır."» (ei-AW, 138-139.)

Onur ve üsünlük sahibi Allah elçisinin kendilerine getirdiği dinin hak olduğunu ispatlayıcı ilahî alametleri ve kudreti ayan-beyan görmüş oldukları halde, yine de bu sapıkça ve cahilce sözleri sarfetmişlerdi. Bu bâtıl sözleri, putlara tapan bir topluluğa uğradıklarında söylemiş­lerdi. Denildiğine göre o topluluğun tapmakta oldukları put, inek şek-lindeymiş. İsrailoğullan güya o topluluğa: «Buna niçin tapıyorsunuz » diye sormuşlar. Onlar da putlanmn kendilerine yerine göre fayda ve za­rar verdiğini, darlık zamanında ondan nzık taleb ettiklerini söylemiş­ler. İsrailoğullarının bazı bilgisizleri de onlan doğrular gibi olmuşlar. Allah ile konuşma şerefine ermiş olan şanlı ve yüce peygamberlerinden, bu topluluğun putu gibi kendileri için de put getirmesini istemişlerdi. Peygamberleri Musa da, onlara aklı ermeyen ve doğru yolda olmayan kimseler olduklanm bildirmişti: «Şunlarm içinde bulunduklan (din) yı­kılmıştır ve yaptıklan şeyler boşa çıkmıştır.»

Bundan sonra Musa onlara, Cenâb-ı Allah´ın kendilerini zamanla-nnın diğer milletlerine ilim ve şeriatça üstün kılarak, aralanndaki pey-gamberleriyle diğer ümmetlere tercih ederek; inatçı ve zorba Fira­vunun pençesinden kurtanp, göz göre göre Firavun´u helak ederek ken­dilerine iyilik ve ihsanda bulunarak; onlan Firavun ile adamlarının mülküne varis kılıp yerlerine geçirerek, mallarıyla mutluluklanna ve saraylarına sahip kılarak nimetlere mazhar kıldığım anlattı. Tek ve or-taksız olan Allah´tan başkasına ibadet etmenin doğru olmayacağını on­lara açıkladı. Çünkü O; yaratıcı, nzık verici ve aynı zamanda inançsız zorbalan kahredicidir.

İsrailoğullannm hepsi o kavimde gördükleri putlardan istemiş de­ğillerdi. Aksine şu ayetteki zamir cins ifade etmektedir: «İsrailoğul­lanm denizden geçirdik. Kendilerine mahsus bir takım putlara tapan bir kavme rastladılar: "Ey Musa! (Bak) bunlann nasıl tannlan var, bize de öyle bir tann yap." dediler.

Yani bir kısmı böyle dediler. Tıpkı şu ayet-i kerimede olduğu gibi: «.. .Onlan (hep bir yere) toplamışız, hiç birini bırakmamışızdır. Ve hepsi sıra sıra senin Rabbine sunulmuşlardır. "Andolsun, sizi ilk defa yarattı­ğımız gibi bize geldiniz (o zamanki gibi ne malınız, ne evladınız var). Oy­sa siz, sizin için (yaptığımız) va´di yerine getirecek bir zaman tayin et­mediğimizi sanmıştınız değil mi "» (el-Kchf, 47-48.)

Evet.. Cenâb-ı Allah´ın yapmış olduğu va´di, yerine getirecek bir za­man tayin etmediğini sananlar, insanlann hepsi değil de bir kısmıdır. İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Vakid el-Leysî´nin şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah´la birlikte Huneyn seferine çıkmıştık. Bir sedir ağacı­nın yanından geçiyorduk. "Ya Rasûlallah, bu ağacı bizim için askı yap. Nitekim kafirlerin de askılık ağaçlan vardır." Kafirler, silahlarını sedir ağacına asar, etrafında oturup ibadet ederlerdi. Bu teklifimiz üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

«Allahü ekber! Bu, tıpkı îsrailoğullannın Musa´ya: "Bunların nasıl tanrıları var, bize de Öyle bir tanrı yap." demelerine benziyor. Doğrusu siz, sizden öncekilerin yollarından gitmektesiniz!»[5]

İbn Cerir et-Taberî,Ebu Vakid el-Leysî´den rivayet etmiştir: Ebu Vakidî´nin anlattığına göre onlar, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte Huneyn gazasına gitmişler. Gitmekte oldukları yolun üzerinde, kafirlerin silah­larını asıp etrafında ibadet ettikleri ve "Zatü´l-Envat" (askılık) denen bir ağaç varmış. (Ebu Vakidî diyor ki): Büyük bir sedir ağacının yanın­dan geçiyorduk. "Ya Rasûlallah! Kafirlerinki gibi bize de askılık bir ağaç yap." dedik. Böyle dememize o, şu karşılığı verdi: "Nefsim kudret elinde bulunan Allah´a andolsun ki, kavminin Musa´ya söyledikleri gibi söyle­diniz. (Onlar şöyle demişlerdi): "Bunların nasıl tanrıları var, bize de öy­le bir tanrı yap." Musa dedi ki: "Siz hakikaten cahil bir toplumsunuz! Şunlann içinde bulundukları (din) yıkılmıştır ve yaptıkları şeyler boşa çıkmıştır."»

Musa peygamber, Mısır´dan çıkıp Kudüs taraflarına gittiğinde ora­larda Hisanîler, Fezarîler, Kenanîler ve diğerleri gibi bazı zorba toplu­luklar gördü. Milleti olan İsrailoğullarına, Kudüs´e girip bu zorbalarla savaşmalarını, onları Kudüs´ten kovmalarını emretti. Bunu, Cenâb-ı Allah kendilerine emir buyurmuştu. Bunu başarabileceklerini ve orala­ra hakim olacaklarını İbrahim Halil ve Musa Kelim gibi büyük peygam­berler vasıtasıyla onlara bildirip vaadde bulunmuştu. Fakat İsrailoğul-ları, Musa´nın o zorbalarla savaşmaları yolunda verdiği emre uymadı­lar. Cihaddan geri durdular. Bu sebeple de Cenâb-ı Allah, onlara korku­yu musallat eyledi. Onları Tih sahrasına bıraktı. Uzun seneler (kırk yıl süreyle) o çölde gidip geldiler, göçüp konakladılar. Nitekim yüce Allah bunu şöyle anlatır:

«Musa, kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Allah´ın size olan nimetini hatırlayın; zira (O), aranızda peygamberler var etti. Sizi krallar yaptı ve size dünyalarda hiç kimseye vermediğini verdi. Ey kavmim! Allah´ın si­ze yazdığı (nasib ettiği) kutsal toprağa girin, arkanıza dönmeyin. Yoksa kaybedersiniz!" Dediler ki: "Ey Musa! Orada zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya girmeyiz. Eğer çıkarlarsa, o zaman oraya gireriz." (Allah´tan) korkanlardan, Allah´ın nimet verdiği iki adam dedi ki: "Onların üzerine kapıdan girin, eğer kapıdan girerseniz, muhakkak ki siz galib gelirsiniz. Haydi eğer inanıyorsanız Allah´a da­yanın!" Dediler ki: "Ey Musa! Onlar orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz. Sen ve Rabbin, gidin, savaşın, biz burada oturuyoruz!"

(Musa): ´Ta Rabbi, ben kendimden ve kardeşimden başkasına ma­lik değilim. Bizimle, o yoldan çıkmış toplumun arasını ayır." dedi. (Al­lah) buyurdu ki: "Orası onlara kırk yıl yasaklandı. Yerde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen yoldan çıkmış olanlar için üzülme."» (ei-Mâide, 20-26.)

Allah´ın peygamberi, Allah´ın onlara dinî ve dünyevî nimetlerle ih­sanda bulunduğunu hatırlatıyor; Allah yolunda cihad etmelerini, Allah düşmanlarıyla savaşmalarını emrediyor ve şöyle diyordu:

«Ey Kavmim! Allah´ın size yazdığı (nasib ettiği) kutsal toprağa gi­rin, arkanıza dönmeyin (düşmanla savaşmaktan kaçınmayın), yoksa kaybedersiniz.» Kazançtan sonra zarara, mükemmellikten sonra eksik­liğe uğrarsınız. Dediler ki: «Ey Musa! Orada zorba (inatçı ve kafir) bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya girmeyiz. Eğer çı­karlarsa, o zaman oraya gireriz.» O zorba milletten korktular. Halbuki onlardan daha zorba ve daha güçlü, askerleri onlardan daha çok olan Fi-ravun´un helak edildiğini görmüşlerdi. Bu da onların bu sözü söylemek­le kınandıklarını ve bu tutumu sergilemekle de yeril diki erini göster­mektedir. Düşmanlarına saldıramayıp, inatçı eşkiyaya direnemeyip al-çaldıklarım göstermektedir.

Bu mevzuyla ilgili olarak ekseri tefsirciler, uydurma bazı nakiller yapmışlardır ki bunların asılsızlıklarına hem akü, hem de din delâlet etmektedir. Güya Kudüs1 de bulunan o zorba milletin insanları korkunç şekilde ve müthiş irilikteki devasa bir yapıya sahip imişler! Anlatıldığı­na göre İsrailoğullarının elçileri onların yamna giderken, zorba milletin elçilerinden biri onları karşılamış. Onları birer birer alıp yenine ve pan­tolonunun cebine sokmuş. Topladığı bu on iki elçiyi, zorbaların hüküm­darının önünde yerlere saçıp savurmuş. Hükümdar "Bunlar da ne " di­ye sormuş. Kendisine tanıtılmadan önce bunların insan olduklarını bi­lememiş!..

Bütün bunlar aslı olmayan saçmalık ve hurafelerdir. Yine anlatıl­dığına göre hükümdar, onlara üzüm göndermiş. Üzümün her tanesi, bir adama yetiyormuş. Biraz da meyve göndermiş. Her bir tanesi bir adamı doyuruyormuş. Bunları göndermekle, İsrailoğullarının, kendilerinin ne kadar iri cüsseli insanlar olduklarını anlamalarını istemişler.

Bu da doğru değildir.

Güya orada Uc b. Unuk adında bir adam varmış. Bu adam İsrailoğullarım yok etmek için, zorbaların hükümdarının yanından gel­miş. Boyu 3333,3 zira1 uzunluğundaymış!..

Beğavî ve diğerleri böyle nakletmişlerse de bu doğru değildi. Nite­kim bunun doğru olmadığım, şu aşağıdaki hadis-i şeriften söz ederken açıklamıştık. Rasûlullah (s.a.v.) buyurmuş ki:

«Doğrusu Cenâb-ı Allah, Adem´i altmış zira1 uzunluğunda yarattı. Yaratıklar (m boyu) şu ana kadar kısılmaya devam etmektedir!"»

Anlatıldığına göre Uc b. Unuk,bir dağın tepesine el atarak dağı yerinden sökmüş, eline alarak Musa´nın askerlerinin üzerine atmak is­temiş. Tam o sırada bir kuş gelerek dağı gagalayarak ortadan delmiş. Delince de dağ,bir tasma gibi Uc´un boynuna geçivermiş. Sonra da boyu on zira olan Musa, sıçrayarak on zira1 kadar yükselmiş; on zira´ uzunlu­ğundaki değneğiyle, Uc´un ancak ayağındaki topuk kemiğine vurabil­miş, böylece onu Öldürmüş!..

Bunu Nevfel Bekalî rivayet etmiştir. Taberî de İbn Abbas´tan nak-letmiştir. Fakat bunun isnadı üzerinde tartışılabilir. Maamafih bütün bu rivayetler, israiliyattandır. Bütün bunlar, îsrailoğullannm cahilleri tarafından uydurulmuş hikayelerdir. Bunlar, çokça yalan haber riva­yet etmişlerdir. Haberlerin yalan olanlarıyla doğru olanlarını birbirin­den ayırdetmemişlerdir. Sonra bu rivayet doğru olsa bile İsrailoğulları, o zorba kavimle savaşmaktan kaçınmakta mazur sayılmazlardı.

Savaştan kaçındıkları için Allah, onları yermiştir. Cihadı terkettik-leri ve peygamberleri Musa´ya muhalefet ettikleri için Cenâb-ı Allah, onları Tih çölünde yaşamaya mahkum etmekle cezalandırmıştır. Ara­larında bulunan iki mü´min ve salih adam, düşmana karşı atılgan olma­larım onlara tavsiye etmiş; cihattan geri durmaktan onları men´ etmiş­lerdi. Rivayete göre o iki inanmış adam, Yuşa´ b. Nun ile Kalib b. Yufan-na idi. Bazıları, «Allah´ın kendilerine nimet verdiği,... (Allah´tan) kor­kanlardan iki adam dediler ki:...» ayetindeki ( o>lü« ) fiili-ni( Dy´ûJ ) şeklinde bina-i meçhul olarak okumuşlardır. Buna gö­re ayetin manası şöyle olur: "Allah´ın kendilerine (iman, İslam, taat ve şecaatle) nimet verdiği heybetli iki adam dediler ki: "Onların üzerine kapıdan girin, eğer kapıdan girerseniz, muhakkak ki siz galip gelirsi­niz. Haydi eğer, inanıyorsanız Allah´a dayanın." Yani Allah´a dayanır, O´ndan yardım diler ve Ona sığınırsanız; düşmanlarınıza karşı size yardım eder, sizi onlara karşı destekler ve onların üzerinde muzaffer kı­lar. Dediler ki:

«Ey Musa! Onlar orada olduğu sürece biz oraya asla gir­meyiz. Sen ve Rabbin, gidin, savaşın, biz burada oturuyoruz!»

İsrailoğullarının çoğu, cihaddan geri durmakta direttiler. Büyük bir gevşeme ve önemli bir olay meydana gelmişti. Denildiğine göre Yuşa´ ile Kalib, İsrailoğullarımn böyle konuştuklarını duyunca, Allah´ın onla­ra gazaplanıp azab vermesinden korkarak üzerlerindeki elbiseleri pa­raladılar; Musa ile Harun da korkudan secdeye kapandılar.

«(Musa) dedi ki: "Ya Rabbi! Ben kendimden ve kardeşimden başka­sına malik değilim. Bizimle o yoldan çıkmış toplumun arasını ayır. (Ara­mızda hüküm ver)."

(Allah) buyurdu ki: "Orası onlara kırk yıl yasaklandı. Yerde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış olanlar için üzülme.»

Savaştan kaçındıklarından dolayı, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaş­makla cezalandırıldılar. Herhangi bir hedefleri olmaksızın başıboş ola­rak dolaşıyorlardı. Gece-gündüz, sabah-akşam avare avare gezinip du­ruyorlardı. Denildiğine göre Tih sahrasına giren İsrailoğull arından hiç biri oradan sağ çıkmadı. Oraya girmiş olanların hepsi kırk sene içinde

öldü. Yuşa ve Kalib ile çoluk çocukl

8c nazlı
Thu 9 October 2014, 02:48 pm GMT +0200
İlim dünyasına kaydolduğum için çok mutluyum önceden bir konu
arastırırdım ve konu harici saçma şeylerde oluyor ama burası çok
güzel burda konu harici saçma seyler yazmıyor burayı söyleyen
Ögretmenlerime teşşekkür ediyorum.