- Eşarîler İle Yemen Halkının Gelişi

Adsense kodları


Eşarîler İle Yemen Halkının Gelişi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Esila
Fri 28 January 2011, 01:48 pm GMT +0200
Eşarîler İle Yemen Halkının Gelişi


Beni Amir Kabilesinin Elçilik Heyeti Ve Amir B. Tufeyl İle Erbed B. Kays´ın Kıssaları

Dimam B. Salebe´nin Kendi Kavmi Beni Sa´d B. Bekir Kabilesi Adına Elçi Olarak Gelişi

Zeyd El-Haylın Tay Kabilesinin Elçilik Heyetiyle Gelişi

Adiyy B. Hatim Et-Taî´nin Kıssası

Devs Kabilesi Ve Tufeyl B. Amr Kıssası

Eşarîler İle Yemen Halkının Gelişi

Umman Ve Bahreyn Hadisesi

Ferve B. Müseykel-Muradî´nin Rasûlullah (S.A.V.)´A Gelişi

Amr B. Madi Kerib´in Beni Zebîd Kabilesinden Bir Grupla Gelişi

Kinde Heyetiyle Birlikte Eş´as B. Kays´ın Gelişi

Kendi Kavminden Bir Heyetle Süred B. Abdullah El-Ezdî İle Cüreş Halkı Heyetinin Gelişi

Himyer Melikleri Elçilerinin Rasûlullah´a Gelişleri

Cerirb. Abdullah El-Becelî´ninpeygamber (S.A.V.)´E Gelişi Ve Müslüman Oluşu.

Yemen Meliklerinden Vail B. Hucr B. Rebia B. Vail B.Yamer El-Hadremî B. Huneyde´nin Rasûlullah (S.A.V.)´A Gelişi

Lakit B. Amir B. Müntefîk Ebu Rezin El-Akilinin Rasûlullah (S.A.V)´A Elçi Olarak Gelişi

Ziyad B. Haris Es-Südaî´nin Elçi Olarak Gelişi

Haris B. Hassan El-Bekrînîn Rasûlullah (S.A.V.)´A Gelişi

Abdurrahman B. Ebi Akil´in Kavmi İle Birlikte Rasûlullah´a Elçi Olarak Gelişi

Tarık B. Abdullah Ve Arkadaşlarının Gelişi

Ferve B. Amr El-Cüzamî´nin Elçisinin Rasûlullah´a Gelişi

Temim Ed-Darî´nin Rasûlullah´a Gelişi Ve Ona Cessase´nin Durumunu Haber Vermesi

Beni Esed Kabilesinden Gelen Heyet

Beni Abs Kabilesi Heyeti

Beni Fezare Kabilesi Heyeti



Beni Amir Kabilesinin Elçilik Heyeti Ve Amir B. Tufeyl İle Erbed B. Kays´ın Kıssaları


İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)´a Beni Amir kabilesinin elçi­lik heyeti geldi. Bunların arasında Amir b. Tufeyl, Erbed b. Kays b. Cez´ b. Halid b. Cafer ve Hayyan b. Selma b. Malik b. Cafer de vardı. Bu üç kişi, kendi kavimlerinin reisleri ve şeytanları idiler.

Allah düşmanı Amir b. Tufeyl, Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma geldi. Ona suikast ve hıyanet yapmayı amaçlıyordu. Kavmi ona şöyle de­mişti:

- Ey Amir, İnsanlar Müslüman oldu. Sen de Müslüman ol.

Dedi ki:

- Vallahi bütün Arapları kendime bağlayıncaya kadar durmaya­cağıma yemin etmiştim. Ben mi bu Kureyşli gence bağlanacağım

Böyle dedikten sonra dönüp Erbed´e şöyle dedi:

- Adamın yanma geldiğimiz zaman ben onun yüzünü senden baş­ka tarafa çeviririm. Bunu yaptığım zaman onu kılıç ile öldür.

- Ey Muhammed, gel seninle yalnızca konuşalım. Hz. Muhammed (s.a.v.), ona şöyle dedi:

- Hayır, vallahi Allah´ın birliğine iman etmedikçe seninle yalnızca konuşmam.

- Ya Muhammed, gel seninle yalnızca konuşalım.

Onunla konuşmaya ve Erbed´den, ona söylediği şeyi yapmasını beklemeye başladı. Erbed, birşey tercih edemedi. Amir, Erbed´in yap­tığı şeyi görünce Rasûlullah´a hitaben şöyle dedi:

- Ey Muhammed, gel seninle yalnızca konuşalım.

- Hayır, Allah´ın hiçbir ortağının olmadığına iman edinceye kadar seninle yalnızca konuşmam.

Rasûlullah (s.a.v.)in, onun isteğine muvafakat etmediğini görün­ce şöyle dedi:

- İşte vallahi elbette buraları sana karşı süvari ve piyadelerle dol­duracağım!

Geriye döndüğü zaman Rasûlullah (s.a.v.):

- Ey Allahım, beni, Amir b. Tufeyl´e karşı koru, diye dua eti. Rasûlullah (s.a.v.)in yanından çıktıklarında Amir, Erbed´e şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana ey Erbed! Sana söylediğim şeyi niye yapma­dın Vallahi yeryüzünde bana göre senden daha korkunç bir adam yoktu. Yemin ederim ki, bu günden sonra artık asla senden korkma­yacağım!

Erbed´de şöyle cevab verdi:

- Sana hiç aldırış etmem. Beni sıkboğaz etme, yemin ederim ki, yapmamı söylediğin şeyi yapmaya her yöneldiğimde sen benimle onun arasına giriyordun. Aramızda sendan başka birşey göremiyor-dum. Seni mi kılıçla vurup öldürseydim yani!

Beldelerine dönmek üzere yola çıktılar. Yolda iken Aziz ve Celil o-lan Allah, Amir b. Tufeylin boğazına veba hastalığını musallat etti ve Allah onu, Beni Selül kabilesinden bir kadının evinde misafir iken öl­dürdü. O ölürken şöyle demeye başladı:

- Ey Beni Amir! Beni Selül´den bir kadının evinde genç deveye isabet eden gudde gibi Öldürücü bir hastalıkla mı öleceksin

İbn Hişam´m ifadesine göre o, şöyle demişti: "Deveye isabet eden ve öldürücü olan bir hastalıkla mı ve Selüllü bir kadının evinde bir ölümle mi öleceksin "

Hafız el-Beyhakî, Zübeyr b. Bekkar kanalı ile Mevile b. Humeyl´-in şöyle dediğini rivayet eder:

"Amir b. Tufeyl, Rasûlullah (s.a.v.)´rn yanma geldi. Rasûlullah ona şöyle dedi:

- Ey Amir, Müslüman ol.

- Müslüman olursam ovalıklar benim, dağlıklar senin olsun... Olur mu

- Hayır.

- Müslüman ol.

- Müslüman olursam ovalıklar benim, dağlıklar senin... Olur mu

- Hayır.

Rasûlullah´m teklifini kabul etmedi. Dönüp gitti. Giderken şöyle diyordu:

- Allah´a yemin ederim ki Ey Muhammedi Sana karşı hızlı koşan atlar ve tüysüz delikanlılarla buraları doldururum. Her hurma ağacı­na da bir at bağlarım.

Rasûlullah (s.a.v.) da:

- Allahım, beni, Amir´e karşı koru ve kavmine hidayet nasib et, diye dua etti.

Oradan çıktı. Nihayet Medine sırtına vardığı zaman, kendi kav­minden Selüliye denen bir kadına rastladı. Atından inip ona misafir oldu. Evinde uyudu. Orada iken boğazında bir gudde meydana geldi. Hastalandı, atının sırtına atladı, mızrağını eline alıp atını dörtnala koşturmaya başladı. Giderken şöyle diyordu: "Genç deveye isabet e-den gudde hastalığı ve Selüliyeli bir kadının evindeki bir ölümle mi öleceğim!" Böyle diyerek bir süre gitti. Sonra ölüp atından yere düş­tü."

Hanz Ebu Ömer b. Abdi´1-Ber, "el-İstiab" adlı eserinde sahabele­rin isimlerinden bahsederken bu Mevile´den şöyle söz etmiştir: "Bu, Mevile b. Küseyf ed-Debabi el-Kilabi el-Arnirî olup, Beni Amir b. Sa-saa kabilesindendir. Yirmi yaşında iken Rasûlullah (s.a.v.)´ın yanma gelip Müslüman olmuş ve Müslüman olarak 100 sene daha yaşamış­tır. Fesahatli bir kimse olduğu için kendisine iki dil sahibi denirdi. Kendisinden, oğlu Abdülaziz rivayette bulunmuştur. Abdülaziz, Amir b. Tufeyl´in kıssasını rivayet etmiş ve şöyle dediğini nakletmiştir: "Devenin boğazında meydana gelen gudde hastalığıyla mı Selüliyeli bir kadının evinde Öleceğim "

Zübeyr b. Bekkar, Zamya binti Abdülaziz b. Mevile´den rivayet etti ki, Mevile, Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma yirmi yaşında iken gelip Müslüman olmuş, onunla bey´atleşmiş, develerini Rasûlullah´a geti­rip sadaka olarak vermiştir. Sonra Ebu Hüreyre ile arkadaşlık yap­mış ve Müslüman olarak 100 sene daha yaşamıştır. Fesahetli bir kimse olduğu için kendisine iki dil sahibi denirdi.

Ben derim ki: Açıkça anlaşılan şudur ki, Amir b. Tufeylin kıssası, Mekke fethinden önce cereyan etmiştir. Her ne kadar İbn İshak ile Beyhakî bunu Mekke fethinden sonraki bir hadise olarak nakletmiş-lerse de hakikatte fetihten önce cereyan etmiştir.

Hanz el-Beyhakî, el-Hakim kanalı ile Enes´ten Bir-i Maune kıssa­sını, Amir b. Tufeyl´in Haram b. Milhan´ı (Enes b. Malik´in dayısını) öldürüşünü ve Bir-i Maune ashabına hıyanet edişini, Anır b. Ümeyye dışında tamamının Öldürülüşünü anlatmıştır. Nitekim bu, önceki sayfalarda da geçmişti.

Evzaî, Yahya´nın şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), otuz sabah boyunca Amir b. Tufeyl´e beddua etti ve şöyle dedi:

"Allahım, sen dilediğin şekilde beni, Amir b. Tufeyl´den koru ve onun hakkından gel. Onu öldürecek birşeyi ona gönder."

Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, Amir´e taun hastalığım musallat

etmişti."

Hemmam, İshak b. Abdullah kanalı ile Haram b. Milhan´m kıssa-sıyla ilgili olarak Enes´in şöyle dediğini rivayet eder:

"Amir b. Tufeyl, Rasûlullah (s.a.v.)´a gelip şöyle dedi: "Sana üç se­çenek tanıyorum: Ova sakinleri sana, dağlıklarda yaşayanlar bana ait olsunlar ve senden sonra halifen de ben olayım. Eğer bunları ka­bul etmezsen Gatafan´dan 1.000 erkek, 1.000 de dişi doru at ile senin üzerine gelip, seninle savaşırım."

Ravi diyor ki: Amir, bir kadının evinde taun hastalığına yakalan­dı, ölürken şöyle dedi: "Devenin boğazına isabet eden gudde hastalı­ğıyla mı falan oğullarından bir kadının evinde öleceğim! Bana atımı getirin." Böyle dedi, atma bindi ve atının sırtında öldü.

İbn İshak dedi ki: Sonra arkadaşları onu gömüp gizledikleri za­man yola çıktılar ve dağınık vaziyette Beni Amirin yurduna geldiler. Geldikleri zaman kavimleri onlara gelip şöyle dediler:

- Ey Erbed, arkanda ne haberler var

- Vallahi hiçbir şey yapmadım. Bizi birşeye ibadet etmeye çağırdı. Şimdi onun benim yanımda olmasını ve ona ok atıp onu Öldürmeyi çok isterdim.

Böyle dedikten bir veya iki gün sonra devesine binip yola çıktı. Cenâb-ı Allah, bir yıldırım gönderdi ve devesiyle birlikte onu yaktı.

Erbed b. Kays, Lebid b. Rebia´nın ana bir kardeşi idi. Lebid, Erbed´in üzerine ağlayarak şu şiiri okudu:

"Zaman hiçbir kimseden vazgeçmez. Ne müşfik bir ana, babadan, ne de bir yavrudan.

Erbed´in ölümünden korkarım. Ne balık burcunun ne de aslan burcunun yıldızlarının dökülmesinden korkmam.

Ey benim gözüm, Erbed´e ağlamaz mısın Biz ve kadınlar hüzün içinde kalktığımız zaman,

Eğer şerri üzerlerine tahrik ederlerse, onların bu tahrikine aldı­rış etmez veya hükümlerde adalet ederlerse adalet eder.

Tatlıdır, akıllıdır, dahidir, tatlılığında bir acılık vardır.

Bağırsakları ve ciğeri latiftir, incedir.

Ey benim gözüm, Erbed´e ağlamaz mısın Şu zamanda ki, kış rüz­garları ağaçları eğer ve yapraklarım döker.

Sütü olmayan, sağılır bir deve oldu. Hatta müddetlerinin kalan­ları açılıncaya kadar.

Meşeliğin aslanından daha yiğittir, etlidir, tavlıdır, gözlerini yu­karılara dikerek bakan biridir, işleri iyi görüp bilendir.

İyi koşan atlar, sırımlar gibi olduğu gecede göz bütün gayelerine varmaz.

Ağlayan kadınlar topluluğunda ağlamaya sebebtir. Tıpkı bitkisiz kırdaki genç geyikler gibidir.

Yıldırım şecaatli bir süvariye hoşa gitmeyen bir günde aniden ba­na musibet eriştirdi.

Musibete ermiş olarak geldiği zaman soyulmuşu cebren soyan so-yucuya, eğer geri dönerse döner.

Bahşişi çok olur ve gayret ve meşakkat zamanı artar.

Nitekim az ot veren bahar yağmurunun bitirmesi gibi.

Beni Hurre´nin hepsinin varacağı yer azdır. Her ne kadar sayıca çok iselerde bu böyledir.

Eğer durumlar iyileşirse, bu geçici halleri değişir.

Eğer bir gün çoğahrîarsa kökleri kesilir."

İbn Ishak, Lebid´in, kardeşi Erbed b. Kays üzerine ağıt dökerek söylediği birçok şiirleri nakletmiştir. Ancak biz burada konuyu kısa kesmek için o şiirleri nakletmedik. Bizi doğruya eriştirecek olan yüce Allah´tır.

İbn Hişam, Zeyd b. Eşlem kanalı ile îbn Abbas´ın şöyle dediğini rivayet eder:

"Yüce Allah, Amir ile Erbed hakkında şu ayetleri inzal buyurdu: "Allah, her dişinin rahminde taşıdığını, rahimlerin düşürdüğünü

ve alıkoyduğunu bilir. Onun katında her şey bir ölçüye göredir.

Görüleni de görülmeyeni de bilen, yücelerin yücesi büyük Allah´a göre, aranızdan sözü gizleyen ile, açığa vuran ve geceye bürünerek gizlenip gündüzün ortaya çıkan arasında fark yoktur.

Ardında ve Önünde insanoğlunu takip edenler vardır. Allah´ın emriyle onu gözetirler." (er-Ra´d, 8-11.)

Burada korunan kimse sözü ile, Muhammed (s.a.v.) kastedilmiş­tir."

İbn Hişam, daha sonra Erbed´ten ve öldürülüşünden bahsetmiş­tir. Bu konuda yüce Allah, şu ayetleri inzal buyurmuştur:

"Allah bir milletin fenalığını dileyince artık onun önüne geçilmez. Onlar için Allah´tan başka hami de bulunmaz.

Korku ve ümide düşürmek için size şimşeği gösteren, yağmurla yüklü bulutları meydana getiren O´dur.

Onu, gök gürlemesi hamd ile, melekler de korkularından teşbih ederler. Onlar pek kuvvetli olan Allah hakkında çekişirken, O, yıldı­rımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar." (er-Ra´d, 11-13.)

Ben derim ki: Bu ayet-i kerimeler hakkında er-Ra´d sûresinde ge­rekli açıklamaları yapmışızdır. Hamd ve minnet Allah´a mahsustur.

Biz de Hafız Ebu´l-Kasım Süleyman b. Ahmed et-Taberanî tariki ile İbn Abbas´ın. şöyle dediğini rivayet ettik:

Erbed b. Kays b. Gez´ b. Halid b. Cafer b. Kilab ile Amir b. Tufeyl b. Malik Medine´ye, Rasûlullah (s.a.v.)´ı görmek üzere geldiler. Yanı­na girdikleri zaman Rasûlullah oturmaktaydı. Onlar da geçip karşısı­na oturdular. Amir b. Tufeyl:

- Ya Muhammedi Müslüman olursam bana ne verirsin diye sor­du.

Rasûlullah:

- Müslüman olursan, sen de diğer Müslümanların kar ve zararına ortak olursun. Onlarla aynı haklara sahip olur, aynı yükümlülüklere tabi olursun, dedi.

Amir b. Tufeyl:

- Müslüman olursam, senden sonra yerine geçmem için bana söz

verir misin diye sordu.

Rasûlullah:

- Bu iş, ne senin, ne de kavminin yapabileceği bir iş değildir. Sen

ancak göçebe Arapları idare edebilirsin, diye cevap verdi.

O da:

- Zaten şimdilik ben Necid´in göçebe.Araplarma hakim bulunuyo­rum. Sen bana bütün göçebe Arapların idaresini ver. Şehirlerin idare­si sana kalsın, dedi.

Rasûlullah:

- Böyle şey olmaz, dedi.

Amir b. Tufeyl ile Erbed b. Kays, Rasûlullah´m yanından ayrılır­larken Amir b. Tufeyl:

- Allah´a yemin ederim ki ben, Medine´yi piyade ve süvarilerle dolduracağım, dedi.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Allah sana o fırsatı vermez, dedi.

Amir ile Erbed çıktıktan sonra Amir, Erbed´e:

- Ey Erbed! Gel, şunun yanına bir daha girelim. Ben onu konuş­turup oyahyayım, sen de onu arkadan kılıçla vur. Eğer biz onu öldü-rürsek arkadaşları bizimle savaşmayı göze alamaz ve bizden onun kan bedelini almaktan başka birşey yapamazlar, dedi.

Erbed de:

- Peki, dedi ve geri döndüler. Amir, Rasûlullah (s.a.v.)´a:

- Ya Muhammedi Kalk, seninle birkaç söz konuşacağım, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da ayağa kalktı. İkisi duvara dayalı vaziyette

konuşmaya başladılar. Erbed, bu sırada kılıcını çekmek için kabzası­na elini koyunca, eli oraya yapışıp kaldı. Kılıcı bir türlü çekemedi. Amir ise sabırsızca çekmesini bekliyordu. Rasûlullah (s.a.v.) arkasını dönüp Erbed´in kılıcını çekmek için uğraştığını görünce, yanlarından ayrıldı. Erbed ile Amir de Medine´den çıkıp Harre´ye varınca atların­dan indiler. O sırada Sa´d b. Muaz ile Üseyd b. Hudayr yanlarına ge­lip onlara:

- Ey Allah´ın düşmanları! Buradan defolup gidin! Allah size lanet etsin, dediler.

Amir:

- Ey Sa´d! Bu kimdir diye yanındaki arkadaşını sordu. Sa´d da:

- Bu adam, orduları bozan Üseyd b. Hudayr´dır. dedi.

Bundan sonra Amir ile Erbed, atlarına binip oradan ayrıldılar. Medine´nin yakınında bulunan Rakam adlı yere vardıkları zaman, Erbed´e bir yıldırım çarptı ve kömür gibi oldu. Amir de Cerim´e vardı­ğı zaman, Allah ona bir çıban musallat etti. Akşam olunca Beni Selül kabilesinden bir kadının evine konuk oldu. Sabaha kadar parmağını boğazına sokup çıbanı sıkıyor ve:

- Bir deve çıbanından, Beni Selül kabilesinden bir kadının evinde Ölüyorum, diye hasret çekiyordu.

Sonra atma binip yola çıktıysa da, atın sırtında can vedi. Bu olay üzerine yüce Allah, şu ayet-i kerimeleri inzal buyurdu:

"Allah, her dişinin rahminde taşıdığını, rahimlerin düşürdüğünü ve alıkoyduğunu bilir. Onun katında herşey bir ölçüye göredir.

Görüleni de, görülmeyeni de bilen, yücelerin yücesi büyük Allah´a

göre, aranızdan sözü gizleyen ile açığa vuran ve geceye bürünerek

gizlenip gündüzün ortaya çıkan arasında fark yoktur.

Ardında ve önünde insanoğlunu takip edenler vardır. Allah´ın

eraril le onu (yani Rasûlullah´ı) gözetirler." (er-Ra´d, a-ıı.) Sonra ravi, Erbed´i ve ölümünü hatırlayıp şöyle dedi: "O, yıldırımları gönderirde onlarla dilediğim çarpar." Bu ifadelerden de anlaşıldığı gibi Amir ile Erbed´in hadisesi, Sa´d

b. Muaz´m da anlattığı gibi Mekke fethinden önce cereyan etmiştir.

Doğrusunu Allah bilir. [1]



Dimam B. Salebe´nin Kendi Kavmi Beni Sa´d B. Bekir Kabilesi Adına Elçi Olarak
Gelişi


İbn İshak, Muhamed b. Velid b. Nüveyfı kanalı ile İbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet eder:

"Beni Sa´d b, Bekir kabilesi, elçi olarak Dimam b. Salebe´yi Rasû­lullah (s.a.v.)´a gönderdiler. O, Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma geldi ve mescidin kapısı önünde bineğini çöktürüp bağladı. Sonra mescide gir­di. Rasûlullah (s.a.v.), ashabıyla birlikte oturuyordu. Dimam, kuvvet­li, saçı çift örgülü bir adam idi. İlerledi ve ashabın içinde bulunan Ra­sûlullah (s.a.v.)´m yanma gelip durdu ve:

- Abdülmuttalib´in oğlu hanginizdir diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) da:

- Abdülmuttalib´in oğlu benim, dedi.

- Mulıammed mi

- Evet.

- Ey Abdülmuttalib´in oğlu! Ben sana soru soracağım ve seni sı­kıştıracağım, kırılırsın.

- Hayır kırılmam. Aklına geleni sor.

- Senin ilâhın ve senden öncekilerin ilâhı ve senden sonra olacak­ların ilahı hakkı için Allah, seni bize elçi olarak mı gönderdi

- Allah hakkı için evet.

- İlâhın ve senden öncekilerin ilâhı ve senden sonra olacakların ilâhı hakkı için, Allah mı sana yalnızca kendisine ibadet etmemizi ve O´na hiçbir şeyi ortak koşmamamızı ve babalarımızın O´nunla birlik­te ibadet ettikleri işte bu ortakları (putları) tutup atmamızı bize em­retti

- Allah hakkı için evet.

- Senin ilâhın ve senden öncekilerin ilâhı ve senden sonra olacak­ların ilâhı hakkı için, şu beş vakit namazı kılmamızı Allah mı sana emretti

- Allah hakkı için evet.

Sonra İslâm´ın farzlarını birer birer saymaya başladı, zekat, oruç, hac ve İslâm´ın diğer ahkamını sordu. Her bir farzda ondan o yemini istiyordu. Nihayet konuşmasını bitirdiği zaman şöyle dedi:

- Ben şahadet ederim ki, Allah´tan başka ibadet edilmeye layık hiçbir mabud yoktur ve şahadet ederim ki; Muhammed, Allah´ın Ra-sûlüdür ve yakında işte bu farzları eda edeceğim. Beni yasakladığın şeylerden de kaçınacağım, sonra ne artırırım, ne de eksiltirim.

Böyle dedikten sonra binek devesine doğru yönelip oradan uzak­laştı. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

- Çift örgülü adam, eğer doğru ise Cennet´e girdi, demektir." Binek devesinin yanına gitti, bağını çözdü, çıktı ve kavminin ya­nına geldi. Onlar da onun yanına toplandılar. Onun ilk söylediği şey, şu oldu:

- Lat ve Uzza ne kötü şeylerdir! Kavmi dedi ki:

- Sus ey Dimam! Alacalık hastalığından kork ve sakın. Cüzzam-dan sakın. Cinnet getirmekten sakın!

Dedi ki:

- Yazıklar olsun size! Yemin ederim ki, onlar ne zarar verirler, ne de fayda verirler. Şüphesiz Allah, bir rasûl göndermiştir. Ona bir ki­tap indirmiştir ki, sizi içinde bulunduğunuz şeylerden kurtarsın. Ben şahadet ederim ki, Allah´tan başka ibadet edilmeye layık hiçbir ma­bud yoktur, yalnızca O vardır. Ortağı yoktur. Muhammed de O´nun kulu ve elçisidir. O´nun katından size emrettiği şeyi ve nehyettiği şeyi getirdim."

Ravi dedi ki: Vallahi işte o günden itibaren Dimam´m mahallesin­de Müslüman olmayan bir tek kadın ve erkek kalmadı. Hepsi Müslü­man oldular.

Abdullah b. Abbas şöyle diyordu: Dimam b. Salebe´den daha fazi­letli hiçbir elçi işitmedik.

Bu ifadelerden de anlaşıldığı gibi Dimam, Mekke fethinden önce kavmine dönmüştür. Çünkü Uzza´yı fetih günlerinde Halid b. Velid tahrip etmişti.

Vakidî, Ebu Bekr b. Abdullah b. Ebi Sabra kanalı ile İbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet eder:

"Beni Sa´d b. Bekir kabilesi, hicri beşinci senenin receb ayında Di­mam b. Salebe´yi elçi olarak Rasûlullah (s.a.v.)´a gönderdi. Dimam, güçlü ve saçı iki Örgülü bir adamdı. Geldi, Rasûlullah (s.a.v.)´m yanı başında durdu. Ona bazı sorular sordu. Sorularında Rasûlullah´ı sı­kıştırdı. Ona kendisini kimin elçi olarak gönderdiğini ve ne ile gön­derdiğini, İslâm ahkamını sordu. Rasûlullah da bütün bu soruları cevabladı. Bundan sonra Dimam, Müslüman olarak şirkden, şerikler­den sıyrılarak kavmine döndü, Rasûlullah´m kendisine emrettiği ve nehyettiği şeyleri kavmine bildirdi. O gün kavminden İslâm´a girme­dik bir tek kadın ve erkek kalmadı. Hepsi Müslüman oldular, Mescid-ler inşa ettiler, ezanlar okudular."

İmam Ahmed b. Hanbel, Haşim b. Kasım kanalı ile Enes b. Ma­likin şöyle dediğini rivayet eder:

"Biz, Rasûlullah (s.a.v.)´a birşey sormaktan yasaklanmıştık. Çöl­den akıllı bir adamın gelip ona soru sorması ve bizim de aralarında geçen konuşmayı dinlememiz hoşumuza gidiyordu. Badiyeden bir adam geldi ve Rasûlullah´la konuştu. Aralarında şöyle bir konuşma

geçti:

- Ya Muhammed! Senin elçin bize geldi. Allah´ın, seni rasûl ola­rak göndermiş olduğunu iddia etti. Bu doğru mudur

- Evet, doğru söylemiştir.

- Gökleri kim yarattı

- Allah.

- Yerleri kim yarattı

- Allah.

- Şu dağları kim yere dikti ve dağlardaki şeyleri kim var etti

- Allah.

- Göklerle yeri yaratan ve şu dağlan yeryüzüne diken hakkı için Allah mı seni rasûl olarak gönderdi

- Evet.

- Senin elçin bir gün ve bir gecede beş vakit namaz kılmakla yü­kümlü olduğumuzu iddia etti. Bu doğru mudur

- Evet, doğru söylemiştir.

- Seni rasûl olarak gönderen hakkı için, bütün bunları Allah mı sana emretti

- Evet.

- Göndermiş olduğun elçin, mallarımızın zekatım vermekle yü­kümlü olduğumuzu iddia etti, bu doğru mudur

- Evet, doğru söylemiştir.

- Seni rasûl olarak gönderen hakkı için, bütün bunları Allah mı sana emretti

- Evet.

- Göndermiş olduğun elçin, senenin bir ayında oruç tutmakla yü­kümlü olduğumuzu iddia etti, bu doğru mudur

- Evet, doğru söylemiştir.

- Seni rasûl olarak gönderen hakkı için, bunu sana Allah mı em­retti

- Evet.

- Göndermiş olduğun elçin, yoluna güç yetirebilen kimselerin Beyt´i haccetmekle yükümlü olduklarını iddia etti, bu doğru mudur

- Evet, doğru söylemiştir.

Bu konuşmadan sonra çıkıp gitti. Giderken de şöyle dedi:

- Seni hak peygamber olarak gönderen Allah´a yemin ederim ki, bundan ne fazlasını yaparım, ne de bunları eksiltirim.

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), şöyle dedi:

- Eğer doğru söylediyse mutlaka Cennet´e girecektir."

İmam Ahmed b. Hanbel, Haccac kanalı ile Enes b. Malik´in şöyle dediğini rivayet eder:

"Bir ara biz, Rasûlullah (s.a.v.)´ın yanında, Mescid-i Nebevide oturmakta idik. Deve üzerine binmiş bir adam geldi, devesini mesci­din önünde çöktürüp bağladı. Sonra:

- Muhammed hanginiz diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) da aramız­da oturmuş, sırtını duvara dayamıştı.

Biz de:

- İşte şu beyaz elbiseli ve sırtını duvara dayamış adamdır, dedik. Adam dedi ki:

- Ey Abdülmuttalib´in oğlu! Rasûlullah (s.a.v.):

- Evet, sana cevab veriyorum, dedi.

- Ya Muhammed! Ben sana bazı sorular yönelteceğim ve sorula­rımla seni sıkıştıracağım. Ama bana darılma.

- Aklına geleni sor.

- Senin Rabbin, senden öncekilerin Rabbi hakkı için Allah mı seni bütün insanlara rasûl olarak gönderdi

- Evet, Allah beni gönderdi.

- Allah hakkı için söyle bakalım, bir gün ve bir gecede beş vakit namaz kılmamızı Allah mı sana emretti

- Evet, Allah emretti.

- Allah hakkı için söyle bakalım, senenin şu (ramazan) ayında oruç tutmamızı Allah mı sana emretti

- Evet, Allah emretti.

- Allah hakkı için söyle bakalım, şu zekatı zenginlerimizden alıp fakirlerimize paylaştırmamızı Allah mı sana emretti

- Evet, Allah emretti.

- Senin Allah katından getirmiş olduğun şeye iman ettim ve ben arkamda kalan kavmimin elçisiyim. Ben, Beni Sa´d b. Bekir kabilesi­nin kardeşi Dimam b. Salebe´yim."

Önceki sayfalarda Dimad el-Ezdî´nin hicretten Önce Mekke´ye, Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma geldiğini, kendisinin ve kavminin İslâm´-a girdiklerini İbn Abbas´tan nakletmiştik. Bu konuyu detaylı olarak

büyük İslâm tarihî

165

mahallinde zikrettiğimiz için burada tekrarlamaya artık gerek kal­mamıştır.

Hamd ve minnet Allah´adır. [2]



Zeyd El-Haylın Tay Kabilesinin Elçilik Heyetiyle Gelişi


Zeyd el-Hayl´m asıl adı Zeyd b. Mühelhel b. Zeyd b. Menheb Ebu Müknif et-Tâî´dir. Arapların en güzeli, en uzun boylusu idi. Beş atı ol­duğu için kendisine Zeyd el-Hayl adı verilmiştir.

Süheylî dedi ki: Zeyd´in her atının ayrı bir adı vardı. Ancak şu an­da hatırlayamıyorum.

İbn İshak dedi ki: Tay kabilesi heyeti, Rasûlullah (s.a.v.)´ın yanı­na geldi. Onların arasında Zeyd el-Hayl da vardı. Bu onların efendisi idi. Rasûlullah´m yanma vardıklarında onunla konuştular. Rasûlul­lah (s.a.v.), onlara İslâmiyet´i teklif etti. Onlar da Müslüman oldular ve Müslümanlığı güzelce yaşadılar.

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

- Araplardan her kim bana faziletli olarak anlatılmış da bilahare onu gördüğümde onun anlatıldığından daha aşağı derecede olduğunu görmüşümdür. Ancak Zeyd el-Hayl bundan müstesnadır. Ondaki üs­tünlüklerin tamamı bana anlatılmamıştır.

Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra ona Zeyd el-Hayr adını verdi. Ona Feyd denen bir tarlayı ve bir takım arazileri tahsis etti. Bu konuda onun için bir yazı yazıp verdi. O da Rasûlullah (s.a.v.)´ın yanından çı­kıp kavmine döndü. Dönerken Rasûlullah (s.a.v.):

- Keşke Zeyd, Medine sıtmasından kurtulsa, dedi.

Rasûlullah (s.a.v.) sıtmayı, hummadan başka bir isimle isimlen­dirmiş ve Ümmü Meldem´den de ayrı bir isimle isimlendirmiştir. Fa­kat ne isim verdiğini hatırlayamıyorum.

Zeyd, Necid beldesindeki Ferde isimli suya vardığı zaman orada sıtmaya yakalandı ve öldü. Ölürken şöyle dedi:

"Kavmim doğu taraflarına erkenden yolculuk eder ki, Necid´de Ferde´de bir evde mi terkedilirim.

Bilmiş ol ki, çok günler vardır ki, eğer hastalansam elbette beni birçok ziyaretçi kadınlar ziyaret ederler ki, onlardan seferin zayıflat­madıkları kimseler güçlük çekerler."

Zeyd öldüğü zaman karısı, Rasûlullah (s.a.v.)´m tahsis ettiği yer ve araziler için ona vermiş olduğu o yazılan ateşte yaktı.

Ben derim, ki: Buharî ve Müslim´in sahihlerinde Ebu Said´in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ebu Talib oğlu Ali (r.a.) Yemen´den, üzerin­de toprak parçaları bulunan bir altın külçesini Rasûluilah (s.a.v.)´a gönderdi. Rasûluilah (s.a.v.) da onu Zeyd el-Hayl, Alkame b. Ulase, Akra´ b. Habis ve Uyeyne b. Bedir arasında paylaştırdı. [3]



Adiyy B. Hatim Et-Taî´nin Kıssası


Buharî, sahihinde Tay kabilesinin elçilik heyeti ile Adiyy b. Ha­tim bahsini anlatırken Musa b. İsmail kanalı ile Adiyy b. Hatim´in şöyle dediğini rivayet eder:

"Bir heyette birlikle Ömer b. Hattab´a geldim. Ona:

- Ey emirü´l muininin! Beni tanıyor musun diye sordum. O da şöyle cevab verdi:

- Evet, onlar inkar etikleri zaman sen Müslüman oldun. Onlar yüz çevirdikleri zaman, sen yöneldin. Onlar hıyanet ettikleri zaman sen vefa gösterdin. Onlar tanımazdan geldikleri zaman sen tamdın.

Bunun üzerine Adiyy şöyle dedi: Eh, madem öyle, artık hiçbir şey umurumda değildir."

İbn İshak dedi ki: Bana ulaşan bir habere göre Adiyy b. Hatim şöyle demiştir:

"Benim adımı duyduğu zaman Rasûluilah (s.a.v.)´a, Araplar ara­sında benim kadar iğrenç gelen bir kimse olmamıştı. Oysaki ben şe­refli bir kimse idim. Hristiyandım. Kavmim arasında ganimetlerin dörtte birini alıyordum. Kendimce bir din üzere idim. Kavmim bana, bir hükümdarmışım gibi davranıyordu. Rasûluilah (s.a.v.)´m adını i-şittiğim zaman ondan hoşlanmadım. Develerimi otlatan bir Arap uşa­ğıma dedim ki: Develerimden tavlı ve erkek olanları hazırla. Yanım­da, yakınımda beklet. Muhammed´in ordu birliklerinin bu beldelere ayak bastığını duyduğun zaman bana haber ver.

O da böyle yaptı. Sonra bir sabah yanıma gelip şöyle dedi:

- Ey Adiy! Muhammed´in süvarileri seni sardığı zaman ne yapa­caksan şimdi onu yap. Çünkü ben bir takım bayraklar gördüm ve on­ları sordum. Bana şu cevabı verdiler:

- Bunlar, Muhammed´in askerleridir.

Ben de dedim ki: Erkek develerimi yanıma getir.

O da onları yanıma getirdi. Ben hanımımı ve çocuklarımı onlara bindirdim. Sonra şöyle dedim: Şam´da Hristiyan olan dindaşlarıma kavuşurum. Böylece Cevşiye´nin yolunu tuttum. Hatim´in bir kızını kabilede bıraktım. Şam´a geldiğim zaman orada ikamet ettim.

Rasûluilah (s.a.v.)´m süvarileri benim ardıma düşerek ele geçir­dikleri kadınlarla birlikte Hatim´in kızım da ele geçirdiler. Onu, Tay kabilesinden olan diğer kadın esirlerle birlikte Rasûluilah (s.a.v.)´m yanma getirdiler. Benim Şam´a kaçışım, Rasûluilah (s.a.v.)´a duyu­rulmuştu.

Hatim´in kızı (yani benim kız kardeşim), esirelerm alıkonduğu mescidin kapısı önündeki etrafi çevrili bir arsaya konulmuştu. Rasû­luilah (s.a.v.), onun yanma vardı. O da kalkıp Rasûlullah´m yanma gitti. Akıllı, asil ve görüş sahibi bir kadındı. Rasûlullah´a şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, babam öldü. Yol arkadaşım kayboldu. Bana lüt­fet ki, Allah da sana lütfetsin.

- Yol arkadaşın kimdi

- Adiyy b. Hatim idi.

- Allah ve Rasûlünden kaçan mı

Kız kardeşim diyor ki: Rasûluilah (s.a.v.) geçip gitti, beni yalnız bıraktı, ertesi gün yine yanıma uğradı, yine ona aynı şeyleri söyle­dim. O da dün bana söylediklerini söyledi. Nihayet ertesi gün yine bana uğradı. Ben ondan ümidimi kesmiştim. Onun arkasında bir adam kalkıp kendisiyle konuşmam için bana işaret etti. Ben de kal­kıp yanma gittim ve şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah, babam öldü. Yol arkadaşım kayboldu. Artık bana lütfet ki, Allah da sana lütfetsin.

Rasûluilah şöyle buyurdu:

- Senin dediğini yapmışımdır. Senin kavminden sana itimatlı bir kimse buluncaya kadar buradan çıkıp gitmekte acele etme ki, o kişi seni beldene götürsün. Sonra bana bildir.

Onunla konuşmam için bana işaret eden adamın kim olduğunu sordum. Ali b. Ebi Talib (r.a.) olduğunu söylediler. Yerimde kaldım, nihayet Beli veya Kudaa kabilesinden bir kervan geldi. Yalnız ben Şam´da bulunan kardeşimin yanma gitmek istiyordum. Rasûluilah (s.a.v.)´m yanma gelip şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah, kavmimden bir topluluk geldi. Benim onlara iti­madım vardır.

Rasûluilah (s.a.v.) da beni giydirdi, bindirdi ve bana nafaka verdi. Ben de onlarla birlikte yola çıktım ve Şam´a geldim. Adiyy b. Hatim şöyle dedi:

- Vallahi ben ailemin içinde oturmaktaydım. Mahfe içindeki bir kadım gördüm ki, bize doğru geliyor. Bu Hatim´in kızıdır, dedim. Bir de baktım ki, gerçekten de o kadın benim yanımda durduğu zaman şöyle diyerek kınamaya başladı:

- Ey akrabalık bağlarını kesen zalim! Aileni ve çocuklarını bindir­din de babanın çocuğunu bıraktın!

Dedim ki:

- Ey kardeşim, iyilikten başka birşey söyleme. Vallahi dediğin şeyleri yaptım, söyleyecek bir mazeretim de yok.

Sonra kadın indi ve benim yanımda kaldı. O iyi görüşlü, hafızası sağlam, akıllı bir kadındı. Ona şöyle dedim:

- Bu adamın (Rasûhıllah´m) durumu hakkında ne dersin

- Senin hemen ona gitmeni uygun görüyorum. Eğer adam bir pey­gamber ise, ona önce giden için fazilet vardır. Eğer bir hükümdar ise, elbette Yemen´in izzeti içinde zillete düşmeyeceksin. Sakın ha sakın.

- Vallahi işte bu iyi bir görüştür, dedim.

Yola çıktım ve Medine´ye Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma geldim. Onun yanma girdim. Mescidde idi. Ona selam verdim. O da şöyle de­di:

- Bu adam kimdir

- Adiyy b. Hatim´dir, dedim.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), kalktı ve beni evine götürdü. Vallahi o beni evine götürmekte iken yaşlı ye zayıf bir kadın ona rast­ladı. O kadın, azıcık durmasını istedi. O da kadının bu isteği üzerine epey durup bekledi. Kadın da ona ihtiyaçlarını anlatıyordu, içimden: "Vallahi bu bir hükümdar değildir." dedim. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), beni götürdü. Beni evine götürdüğü zaman içi lifle dolu deriden bir minderi vardı. Onu aldı, önüme attı ve şöyle dedi:

- Otur bakalım şunun üzerine.

- Hayır, onun üzerine sen otur.

- Hayır, sen oturacaksın.

Ben de onun üzerine oturdum. Rasûlullah (s.a.v.) ise yere oturdu. İçimden: "Vallahi bu hükümdarın durumu değildir." dedim, sonra o, bana şöyle dedi:

- Ey Adiyy b. Hatim, hadi konuş bakalım. İşi tafsilatlı olarak an­lat. Sen (Hristiyanlıkla yıldızperestlik arasında bir din olan) Rekûsî dinine mensup değil misin

- Evet, Rekûsîyim.

- Sen kavmin içinde ganimetlerin dörtte birini alan değil misin

- Evet, alıyorum.

- İşte bu, senin dininde senin için helal değildir.

- Evet vallahi!

Bundan anladım ki, o, Allah katından gönderilen bir peygamber­dir. Bilinmeyen şeyleri biliyor. Sonra şöyle dedi:

- Ey Adiyy! Belki de Müslümanların ihtiyaç içinde bulunmaları seni bu dine girmekten menediyor. Vallahi umulur ki, yakında mal onların içinde çoğalır, dolup taşar. Hatta onu alacak kimse bulun­maz, olur. Belki de Müslümanların düşmanlarının çokluğu ve kendi sayılarının azlığını görmen seni İslâm´a girmekten alıkoyuyor. Valla­hi umulur ki, bir kadın Kadisiye´de devesine binip yola çıkar ve korkusuzca gelip şu Beyt´i ziyaret eder. Belki de seni ancak bu dine gir­mekten mülkü, saltanatı, idareyi Müslümanlardan başkasının elinde görmüş olman menediyor. Allah´a yemin ederim ki, Babil toprakların­dan beyaz sarayların fethedilmiş olduğunu işiteceğini ümid ediyo­rum."

Ben de bunun üzerine Müslüman oldum.

Rasûlullah´m söylediği şeylerin ikisi gerçekleşti. Üçüncüsü kaldı. Vallahi elbette o da gerçekleşecektir. Babil topraklarından beyaz köşklerin fethedilmiş olduklarını gördüm. Kadının da Kadisiye´de de­vesine binip yola çıktığını ve Beyt´i haccetmeye gelinceye kadar kork­madığını gördüm. Allah´a yemin ederim ki; elbette üçüncüsü de ola­caktır. Mal çoğalacak ve onu alacak kimse bulunmayacaktır."

İmam Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Cafer kanalı ile Adiyy b. Hatim´den bahseden Abbad b. Hubeyş´in şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.)´m süvarileri geldiler. Ben o sırada Akrep de­nen yerde idim. Benim halamı ve bizden birçok kimseleri esir alıp gö­türdüler. Hz. Peygamber, onları yanında sıraya dizdikleri zaman ha­lam, peygambere şöyle dedi:

- Bana bakan, benden uzak düştü. Çoluk çocuktan ayrılmış ol­dum. Oysaki ben, takattan düşmüş ihtiyar bir kadınım. Kendime hiz­met edemiyorum. Allah sana nasıl lütfetti ise, sen de bana acı ve lüt­fet, iyilikte bulun.

Hz. Peygamber :

- Sana bakan adam kimdi diye sordu. Halam da:

- Bana, Adiyy b. Hatim bakıyordu, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

- Ha o, Allah ve Rasûlünden kaçan adam mı diye sordu. Halam:

- Bana iyilik et, dedi.

Hz. Peygamber, oradan ayrılırken yanında bir adam vardı. Zan­nedersem o adam Ali idi. Hz. Ali, halama: "Peygamberden bir binek iste." demiş. Halam da Allah elçisinden binek isteyince peygamber ona binek verilmesini emretti. Halam geldiği zaman bana:

- Sen öyle birşey yaptın ki, baban yapmamıştır. Şu adama isteye­rek veya istemeyerek git. Kim yanma gitmişse ondan hayır ve fayda görmüştür. Falan kimse gitti. Ondan fayda gördü. Falanca adam git­ti. Ondan fayda gördü, dedi.

Bunun üzerine ben de kalkıp yola çıktım. Yanma vardığımda ya­nında bir kadınla birkaç çocuk gördüm. Kadın ile çocuklar onun yanı başında oturmuşlardı. O zaman onun Kisra ve Kayser gibi bir hü­kümdar olmadığını anladım. Bana dedi ki:

- Ey Adiyy b. Hatim! Neden kaçtın Allah´tan başka tanrı yoktur, dememek için mi kaçtın Allah´tan başka tanrı var mıdır ki Allah herşeyden büyüktür, denilmesin diye mi kaçtın Allah´tan büyük bir şey var mıdır ki

Bunun üzerine ben şahadet kelimesini getirip Müslüman oldum Hz. Peygamber´in yüzünün sevinçten parladığım gördüm ve o:

- Gazaba uğrayanlar Yahudilerdir. Sapıtanlar da Hristiyanlardır, dedi.

Sonra halk ona sormaya başladı. O da Allah´a hamd ü senada bu­lunduktan sonra şöyle dedi:

«Ey insanlar! Ne verirseniz hayırdır. Kişi ister bir ölçek, ister ya­rım ölçek, ister bir avuç, ister yarım avuç versin. Hangi biriniz Al­lah´a kavuştuğunda Allah ona: "Ben, sana kulak, göz vermedim mi Ben, seni mal ve çocuk sahibi yapmadım mı Sen bugün için ne hazır­ladın " der. O da önüne bakar, arkasına bakar, sağına bakar, soluna bakar ve hazırladığı hiçbir şeyi göremez. Ve neticede ateşe karşı an­cak yüzünü siper yapar. Öyleyse, bir hurmanın yarısıyla da olsa ken­dinizi ateşten koruyunuz. Eğer onu da bulamazsanız bari yumuşak bir sözle yapınız. Ben sizin için fakirlikten korkmam. Cenâb-ı Allah, size yardım edecek veyahut size birçok yerleri fethettirecekdir. Öyle olacak ki, yalnız bir kadın, Hire ile Medine arasında yalnız başına yolculuk yapabilecektir.»

Yine İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid kanalı ile Adiyy b. Hatim´in şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.)´m ortaya çıkıp her gün biraz daha kuvvetlen­diğini öğrendiğim zaman, canım çok sıkıldı ve buna dayanamadım. Bu sebeple Rumların diyarına gitmek üzere memleketimden çıktım. Oraya -bir rivayete göre de- Kayserin yanma gittim. Fakat orada ca­nım daha da çok sıkıldı ve şu adamın yanma niçin gitmiyorum Eğer yalancı ise, yalancılığının bana bir zararı olmaz ve eğer doğru ise ben bunu bileceğim, dedim ve geri döndüm. Geldiğim zaman halk:

- Adiyy b. Hatim geldi, Adiyy b. Hatim geldi, diye bağrıştı. Hz. Peygamber´in yanma geldiğimde bana üç defa:

- Müslüman ol ki, selamete eresin, dedi. Ben de:

- Benim dinim vardır, dedim. O:

- Ben senin dinini senden daha iyi bilirim, dedi. Ben:

- Benim dinimi benden daha iyi mi bilirsin dedim. O:

- Evet, senden daha iyi bilirim. Sen Rekûsiye dinine mensubsun.

Rekûsiye, Hristiyanhk ile yıldızperestlik arasında bir dindir. Kavmi­nin ele geçirdikleri ganimetlerin dörtte birini yersin, dedi. Ben:

- Evet doğrudur, dedim. O:

- Bu senin dininde sana helal değildir, dedi ve bundan fazla bir şey söylemedi.

Ben ses çıkarmadım. Sonra bana:

- İslâm dinine niçin girmek istemediğini de biliyorum. Bu adama sadece züğürt ve Arapların hor gördüğü kimseler tabi olmuştur, di­yorsun. Sen Hire şehrini biliyor musun diye sordu.

Ben:

- Bilmiyorum, fakat adını duydum, dedim. O:

- Nefsim kudret elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki, Allah bu işi başa götürecek ve öyle olacak ki, kadın, tek başına Hire şehrinden çıkıp Mekke´ye kadar gelecek, hiç kimsenin kendisini korumasına ih­tiyaç duymadan Ka´be´yi tavaf edecek ve Hürmüz oğlu Kisra´mn hazi­neleri de fethedilecektir, dedi.

Ben:

- Hürmüz oğlu Kisra´mn mı diye sordum. O:

- Evet, Hürmüz oğlu Kisra´mn, hem mal o kadar çoğalacak ki, kimse onu kabul etmeyecek, dedi.

Rivayete göre Adiyy b. Hatim şöyle demiştir:

- işte görüyorsunuz, bugün bir kadın, gerçekten tek başına Hire´-den ta Mekke´ye kadar gider ve kimsenin onu korumasına da ihtiyaç duymadan Beytullah´ı tavaf eder. Kisra´nm hazinelerini fethedenler arasında ben kendim de bulundum. Nefsim kudret elinde bulunan Al­lah´a yemin ederim ki, üçüncüsü de olacaktır. Zira Peygamber Efen­dimiz onu da söyledi."

Hafız Ebu Bekir el-Beyhakî, Ebu Âmr el-Edib kanalı ile Adiyy b. Hatim´in şöyle dediğini rivayet eder:

"Bir ara bizler Peygamber (s.a.v.)´in yanında iken adamın biri o-nun yanma geldi ve yoksulluktan şikayette bulundu. Bir başkası gel­di, o da yolkesicilikten şikayet etti. Peygamber (s.a.v.), bana sordu:

- Ey Adiyy b. Hatim; Hire´yi gördün mü sen

- Orayı görmedim. Ancak adını duymuşluğum vardır.

- Eğer ömrün yeterse bir kadının yalnız başına Hire´den yola çı­kıp Mekke´ye geldiğini ve Ka´be´yi tavaf ettiğini göreceksin. O kadın yalnız başına iken Aziz ve Celil olan Allah´tan başka hiç kimseden korkmayacaktır.

Ben kendi kendime o zaman şöyle demiştim:

- Nerede beldeleri ateşe veren Tay kabilesinin kötü adamları Rasûlullah (s.a.v.), sözüne devamla bana şöyle demişti:

- Eğer ömrün uzarsa Hürmüz oğlu Kisra´nın hazineleri de fethe­dilecektir.

- Hürmüz oğlu Kisra´nın mı diye sordum. O da:

- Evet Hürmüz oğlu Kisra´nın, diye cevap verdi. Ve sözünü şöyle sürdürdü:

- Eğer ömrün uzarsa, adamın avuç dolusu altın veya gümüş çı­kardığını, o altın veya gümüşü kabul edecek birini aradığını, fakat o altın ve gümüşü hiç kimsenin kabul etmediğini göreceksin. Huzuru ilâhiye vardığınızda sizden biri Allah´ın karşısında duracak, araların­da her hangi bir tercüman bulunmayacak, o insan sağına bakacak, Cehennem´den başka birşey görmeyecek; soluna bakacak, Cehen­nem´den başka birşey görmeyecektir. Onun için, bir hurmanın yansı ile de olsa ateşten korunun. Yarım hurma bulamazsanız bile hoş bir söz söyleyin.

Adiyy b. Hatim dedi ki: Bir kadının Küfe´den yola çıktığını, gelip Ka´be´yi tavaf ettiğini ve yolda yalnız iken Aziz ve Celil olan Allah´tan başka hiç kimseden korkmadığını gördüm. Hürmüz oğlu Kisra´nın hazinelerini fethedenler arasında ben kendim de bulundum. Eğer öm­rünüz uzarsa Ebu´l-Kasım (s.a.v.)´ın söylediği şeylerin gerçekleştiğini göreceksiniz."

Bu kıssayı Adiyy b. Hatim´den rivayet edenlerden biri de Amir b. Şurahbil eş-Şabî´dir ki, o kişi, rivayetinde aynı şeyleri söylemiş ve şu hususu ilave etmiştir:

"Yalnız başına yola çıkan kadın, sadece Allah´tan korkacak ve kurdun kendi koyunlarına saldırmasından korkacaktır. Başka hiçbir şeyden korkmayacaktır."

Sahih-i Buhari´de Şube´nin hadisinde belirtildiği gibi Adiyy b. Ha­tim´den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuş­tur: "Yarım hurma parçasıyla da olsa ateşten korunun."

Müslim´in lafzı ise şöyledir: "Sizden bir kimse, ateşten korunma­ya yarım hurma parçasıyla da olsa güç yetirebiliyorsa bunu yapsın."

Hafız el-Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hanz kanalı ile Ali b. Ebi Ta-lib´in şöyle dediğini rivayet eder:

"Fesübhanallah... İnsanların çoğu hayır yapma hususunda ne ka­dar da geri duruyorlar Hayret ediyorum o adama ki, Müslüman kar­deşi bir ihtiyaç için ona geliyor; o, kendini hayır yapmaya ehil görmü­yor. Sevab ümid etmese ve azaptan korkmasa bile onun ahlaki üstün­lükleri elde etmeye koşması gerekir. Ahlaki üstünlükler yoluna koş­mak ise, insanın başarı yolunda olduğunu gösterir."

Bunun üzerine adamın biri kalkıp Hz. Ali´nin yanına gitti ve ona şöyle dedi:

- Ey müminlerin emiri! Anam babam sana feda olsun. Sen bu sö­zü Rasûlullah (s.a.v.)´dan mı işittin

- Evet, bundan daha hayırlısı yoktur.

Tay kabilesine mensub esir kadınlar getirildiklerinde bir cariye durdu. Baktım ki, onun renginde siyahlık var. Burnu küçük ama bu­run kemeri düzgündü. Endamı hoş, kafasının yapısı güzel, topuk ke­mikleri etten ötürü görülemez hale gelmiş, bacakları da dolgun idi. Burnu yağlı, bacakları birbirine sarılmış gibi idi. Böğürleri kıvrak ve kavisli, kaburga kemikleri ile böğrünün arası etsiz, sırtı dümdüz idi. Onu görünce hoşuma gitti. Beğendim ve: "Ben Rasûlullah (s.a.v.)´dan bunu ganimet payı olarak bana vermesini isteyeceğim." dedim.

Kadın konuştuğu zaman o kadar fesahatli konuşuyordu ki, fesa­hati, güzelliğini bana unutturdu. Kadın şöyle dedi:

- Ya Muhammedi Uygun görürsen bizi serbest bırak. Arap kabile­lerini bize karşı sevindirme. Çünkü ben kavmimin efendisinin kızı­yım. Benim babam; ırz korur, esiri salıverir, aç kimseyi doyurur, çıp­lağı giydirir, misafiri ağırlar, yemek yedirir, selamı yaygınlaştırır, herhangi birşey isteyen bir kimseyi geri çevirmezdi. Ben, Hatim Tay-yi´nin kızıyım.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Ey cariye, bu saydığın vasıflar gerçek mu minlerin vasıflarıdır. Eğer baban Müslüman olsaydı, onun için Allah´tan merhamet diler­dik, dedi.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), esirleri muhafaza ile görevli kimselere şöyle dedi:

- Bunu serbest bırakın. Çünkü bunun babası ahlaki üstünlükleri severdi. Allah da ahlaki üstünlükleri sever.

Ebu Bürde b. Niyar kalktı ve şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, sen ahlaki üstünlükleri seviyor musun

- Nefsim kudret elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki, bir kim­se Cennet´e, ancak güzel ahlak sayesinde girer."

Bu, metni güzel, senedi garib bir hadistir.

Cahiliye döneminde yaşamış önde gelen meşhur şahısların tercü-me-i hallerini anlatırken Hatim Tayyi´nin de hayat hikayesini ve o-nun insanlara iyilik ve ihsanda bulunuşunu, güzel ahlaka sahip olu­şunu anlatmıştık. Ancak bütün bu iyi vasıfları ona fayda vermeyecek­tir. Çünkü imanı yoktu. O, hayatı boyunca bir gün dahi: "Ey Rabbim, kıyamet gününde günahımı bağışla." demiş değildi.

Vakidî´nin ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v.), hicri dokuzuncu se­nenin rebiyülahır ayında Hz. Ali´yi Tay kabilesinin yaşadığı şehre göndermiş idi. Hz. Ali de Medine´ye dönüşünde beraberinde o kabile­den bazı kadınları esir alıp getirmişti ki, aralarında Adiyy b. Ha-tim´in kız kardeşi de vardı. Putlar evindeki iki kılıcı da beraberinde getirmişti. Bunlardan birine Resûb, diğerine de Mihzem deniyordu. Haris b. Şimr, o iki kılıcı putlar evine vakfetmişti. [4]



Devs Kabilesi Ve Tufeyl B. Amr Kıssası


Ebu Nuaym, Süfyan vasıtasıyla Ebu Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Tufeyl b. Amr, Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma gelip şöyle dedi:

- Devs kabilesi helak oldu, asi oldu ve imana yaklaşmadı. Onlara beddua et.

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

- Allahım, Devslilere hidayet ver ve onları yola getir."

Buharî, Muhamed b. Ala vasıtasıyla Ebu Hüreyre´nin şöyle dedi­ğini rivayet eder:

«Peygamber (s.a.v.)´in yanma gelirken yolda şöyle demiştim:

"Bu ne uzun ve zahmetli bir gece Sanki küfür diyarından kurtul­muştur,"

Yolda iken bir kölem kaçmıştı. Peygamber (s.a.v.)´in yanma gelip bey´at ettiğimde baktım ki, kölem de onun yanındadır. Peygamber (s.a.v.) bana:

- Ey Ebu Hüreyre! Bu senin kölendir, dedi. Ben de:

- Bu, Aziz ve Celil olan Allah rızası için artık hürdür, dedim ve köleyi azad ettim.»

Buharî´nin, Tufeyl b. Amr´m Hz. Peygamber´in yanma gelişine dair anlattığı bu hadise, hicret öncesinde olmuştu. Onun hicretten sonra gelişi varsayılsa bile bu, mutlaka Mekke fethinden Önce olmuş­tur; Çünkü Devs kabilesi, Ebu Hüreyre ile birlikte Rasûlullah´m ya­nına gelmişlerdi. Ebu Hüreyre´nin gelişi de, Rasûlullah (s.a.v.)´m Hayber´i kuşatması anına rastlamıştır. Sonra Ebu Hüreyre, Hayber fethinden sonra yola koyulup Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma gelmiş, Ra­sûlullah onlara ganimetten pay vermişti. Bütün bunları ilgili kısımda uzun uzadıya anlattık. [5]


Eşarîler İle Yemen Halkının Gelişi


Buharî, daha sonra Şube kanalı ile Ebu Hüreyre´den rivayet etti ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Size Yemen halkı gelmiştir. Onların kalbleri yumuşak, gönülleri

yufkadır. İmanın menşei Yemen´dir. Hikmetin menşei Yemen´dir. Övünç ve kibir, deve sahiplerindedir. Ağırbaşlılık ve sekinet ise, ko­yun sahiplerindedir."

Sonra Buharî, İsmail kanalı ile Ebu Hüreyre´den rivayet etti ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İmanın menşei Yemen´dir. Fitne de oradadır. Şeytanın boynuzla­rı da oradan çıkacaktır."

Buharî, Şube kanalı ile Ebu Mesud´tan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İman oradadır. (Böyle derken eli ile Yemen´i gösterdi.) Kabalık ve katı kalblilik, deve kuyruklarının diplerinde (yani develeri güttük­leri esnada) şiddetli bir sese sahip olan kimselerin yanındadır. (Bun­lar din işleriyle ilgilenmeyip deve güderek katı kalbli olan kimseler­dir ki şeytanın boynuzları oradan çıkar.) Bilesiniz ki onlar, Rebia ve Mudar kabileleridir."

Buharî, Süfyan-ı Sevrî kanalı ile İmran b. Husayn´m şöyle dediği­ni rivayet eder:

"Beni Temim kabilesi, Rasûlullah (s.a.v.)´ın yanına geldiklerinde Rasûlullah (s.a.v.) onlara şöyle dedi:

- Size müjdeler olsun ey Temim oğuları! Onlar da dediler ki:

- Bizi müjdeledin. Bari bize birşeyler de ver.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)´m yüzünün rengi değişti. Ye­menlilerden bazı kimseler geldiler, bu defa Rasûlullah (s.a.v.), onlara şöyle dedi:

- Müjdeyi kabul edin. Çünkü Temim oğulları müjdeyi kabul etme­diler. Onlar da:

- Kabul ettik ya Rasûlallah, dediler."

Bütün bunlar, Yemenlilerin heyetinin faziletli kimselerden oluş­tuğuna ve üstün vasıflı bir heyet olduğuna delâlet etmektedir. Ancak bu ifadelerde, onların ne zaman geldiklerine değinilmemiştir. Bu ifa­delere göre Temim oğulları heyetinin gelişi, her ne kadar daha sonra olmuş ise de Eşârilerin (Yemenlilerin) heyetinden hemen sonra gel­miş olmasını zorunlu kılmamaktadır. Aksine Eşarîlerin heyeti daha önce gelmiştir. Onlar Ebu Musa el-Eşarî ve Ebu Talib oğlu Cafer ile beraberinde gelen diğer Habeşli Muhacirler refakatinde gelmişlerdi. Bütün bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)´m Hayber fethi esnasında olmuş ha­diselerdir. Nitekim bunu mahallinde detaylı olarak anlattık. Bunlar gelirken Peygamber (s.a.v.) şöyle demişti:

"Vallahi bilemiyorum. Bu iki şeyden hangisine sevineyim: Ca­fer´in gelişine mi, yoksa Hayber´in fethine mi sevineyim "

Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah doğruyu en iyi bilir. [6]



Umman Ve Bahreyn Hadisesi


Kuteybe b. Said, Süfyan kanalı ile Cabir b. Abdillah´tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:.

"(Ey Cabir), eğer Bahreyn malı gelirse sana şu kadar, şu kadar ve şu kadar veririm." Şu kadar sözünü Rasûlullah üç kez tekrarlamıştı. Ancak Rasûlullah´m vefatına kadar Bahreyn´den mal gelmemişti.

Hz. Ebu Bekir´in hilafeti zamanında bu mallar geldiğinde Hz. Ebu Bekir tellala emir verdi. O da şöyle bir duyuruda bulundu:

- Her kimin Peygamber (s.a.v.)´de alacağı varsa veya Peygamber (s.a.v.) ona bir vaadde bulunmuşsa yanıma gelsin.

Cabir dedi ki: Ben Ebu Bekir´(r.a.)´in yanma geldim. Rasûlullah (s.a.v.)´ın bana: "Eğer Bahreyn malı gelirse sana şu kadar, şu kadar ve şu kadar veririm." dediğini kendisine bildirdim. Ama o, benden yüz çevirdi. Bilahare yine Ebu Bekir´le karşılaştığımda kendisinden mal istedim, ama bana vermedi. Tekrar gittim, yine vermedi. Üçüncü kez gittiğimde yine vermedi. Ona şöyle dedim:

"Sana gelmiştim, bana vermedin. Sonra yine geldim, yine verme­din. Ya şimdi verirsin ya da cimrilik edersin bana karşı." Ebu Bekir bana şöyle sordu:

- Bana karşı cimrilik edersin mi dedin Cimrilikten daha ağır bir hastalık var mıdır (Ebu Bekir bu sözünü üç kez tekrarladı.) Ben sa­na mal vermediğim her defasında mutlaka sana vermek istiyordum."

Buharî, daha sonra Amr vasıtasiyle Cabir b. Abdullah´ın şöyle de­diğini rivayet eder:

"Yanma gittiğimde Ebu Bekir bana şöyle dedi:

- Şunları say bakalım.

Ben de saydım. 500 dirhem olduğunu gördüm. O da bana:

- Şunun iki mislini al bakalım, dedi."

Buharî, Ali b. el-Medinî kanalıyla Cabir´in şöyle dediğini rivayet eder:

"Ebu Bekir avucuyla dirhemleri önüme döktü ve saymamı söyle­di. Saydığımda 500 dirhem olduğunu gördüm. İki kat daha ekledi."

Böyle olunca Ebu Bekir ona toplam olarak 1.500 dirhem vermiş oluyor. [7]



Ferve B. Müseykel-Muradî´nin Rasûlullah (S.A.V.)´A Gelişi


İbn İshak dedi ki: Ferve b. Müseyk el-Muradî, Kinde meliklerin­den ayrılıp uzaklaşarak Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma geldi. Onun kav­mi olan Murad kabilesi ile Hemdanlılar arasında İslâm´dan az önce bir hadise meydana gelmişti. O hadisede Hemdanlılar onun kabilesi­ni vurmuş, âdeta bellerini kırmışlardı. O savaşa Redm savaşı deni­yordu. Onlara karşı Hemdanlılara