- Enderunlu Hafız İlyas Ağa’nın Hatıraları

Adsense kodları


Enderunlu Hafız İlyas Ağa’nın Hatıraları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
reyyan
Fri 8 June 2012, 05:39 pm GMT +0200
Dün Bugün Yarın


Sadık Ilgaz | Mayıs 2012 | DÜN BUGÜN YARIN   


Enderunlu Hafız İlyas Ağa’nın Hatıraları


Tarihin doğru anlaşılmasında, yaşadığı dönemde devlet hizmetinde bulunmuş isimlerin kaleme aldıkları hatıratların önemi büyüktür. Bu anlamda, geride bıraktığımız Ocak ayında Yitik Hazine Yayınları tarafından yayımlanan ve Osmanlı padişahı Sultan II. Mahmut dönemine ışık tutan “Enderunlu Hafız İlyas Ağa’nın Hatıraları: Saray Günlüğüm” isimli kitap, tarih ve kültür yayıncılığımız için kayda değer bir çalışma olarak dikkat çekiyor.

Dr. Ramazan Balcı tarafından özenle yayına hazırlanan çalışma, sahibi Enderunlu Hafız İlyas Ağa tarafından şu sözlerle anlatılıyor: “…Cihanda her şahıs bir işle meşgul olur. Bu aciz de II. Mahmud cennetmekânın zamanında saraya dâhil oldum. 1227’den 1246 [Miladi 1812-1831] senesi Ramazanına kadar Hazine-i Hümayun’da hizmet ettim. Bu zaman içinde nail olduğum sayısız nimetleri unutmamak için kaleme almaya gayret ettim. 19 sene Enderun’da yaşanan olayları kaydettim. Abdülmecid Han’ın tahta geçişinden sonra sade bir üslup ile yeniden düzenleyip tamamladım…”

Hafız İlyas Efendi’nin bilinen tek eseri olan Târih-i Enderun (Letâif-i Enderun)’u içeren çalışma, aynı dönemde Enderun’da yaşamış Ata Bey’in “Ata Bey Tarihi”nden de faydalanılarak hazırlanmış. II. Mahmut döneminde saray hayatı, oynanan oyunlar, eğlenceler, doğumlar, ölümler, düğünler, aziller, merasimler, saray insanlarının birbirleriyle münasebetlerini ilk ağızdan, net ve sıcak bir anlatımla aktaran kitap, bilimsel bir yaklaşımın ürünü. Kitabı tarih severlere tavsiye ederek, kitaptan biri oldukça çarpıcı, diğeri eğlenceli iki anekdotu burada nakledelim.

Cirit’i Yasaklatan Düşmanlık


Cihan padişahı [II. Mahmut] cirit oyununu sever, seyrine düşkün görünürdü.

Dairelerine müretteb [bağlı] 80 adet cündîleri [atla gösteri yapan binici] vardı. Bunların 40 adedi Harem ağaları, diğer yarısı iç ağaları arasındaydı. (…)

Harem ağaları lahana, iç ağaları bamya alayı isimlerini aldılar. Cihan şahı Çinili Köşk’e geldiğinde cündîler küheylanları üzerinde hazır bekliyorlardı.

Kaidesi üzerine oyun başlatıldığında Harem ağaları kara bulut gibi, iç ağaları üzerine hamle yaptılar. ‘Hem cins çeker birbirinin gayretini’ diyen iç ağaları, birbirlerine yardım edip karşı hamleye giriştiler. Onların bu karşılığı Harem ağalarını kızdırmış, hiddetli saldırılara sebep olmuştu. Oyun kızışmış, ağaların birbiri ile kavga edecekleri korkusu seyircileri sarmıştı. Herkes oyunun bitmesini istiyordu.

“Aman kavga çıkmasın.” diye gizli ve açık dualar, temenniler yapıldığı sırada iki taraf arasında atılan ciritler dost ve düşmana korku vermekteydi. Bir saat kadar devam eden oyun, düşmanlık hissini tahrik edeceği endişesinin hünkârca öğrenilmesi üzerine tatil edildi.

Meğer Çopur Hasan’ın meşhur Şuayb Ağa’ya gizli düşmanlığı varmış. Ağa habersiz iken keskin dizgin at koparıp Şuayb Ağa’ya ansızın çarpmış. Biçare yere düşmekle dizinin biri hurda olmuş. 6 ay kadar yatağa mahkûm kaldıktan sonra Çopur’un kurbanı olarak vefat etti. (18 Mayıs 1816, Salı)

Enderun ağalarının da çok sevip saydığı Şuayb Ağa’nın ölümüne üzülen Sultan Mahmud, o günden sonra bir daha atlı cirit oynatmayıp kendisi de ok atmaya başladı. Ekim 1826’da cirit oyununu tamamen kaldırıp yalnız menzil ciridi, lâbud attırmakla yetinilmesi emri verildi. (s. 61-62)

Mısır’dan Gelen Zürafa

Siyah Habeş kıtasında vücud, Rum diyarında ismi mevcut zürafa isimli mübarek hayvanlardan birini Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa, cihan hünkârına hediye göndermişti. Kutlu Osmanlı ülkesinde şimdiye kadar görülmemiş, bir benzeri bulunmayan bu hayvanı görmek vaciptir diye bir kanaat uyanmış; halk iskele meydanına yığılmıştı. Pazar günü İstanbul’a getirilen hayvan hünkârın emri ile Çinili Köşk meydanına götürüldü. Cümle Enderun ağaları hünkârın huzurunda seyre daldılar. Bir azim temaşa oldu. Hayret dolu bakışlarla seyredilen zürafanın heyet ve kıyafeti onu böylece tasvir eden Allah’ın kudret ve hikmetini tefekkür için ibretli bir eser oldu. (…)

Hünkâr bu hayvanın gelişini uğur saymış, huzurunda bulunan musahipler zürafaya ‘Zeyd u Amr’ ismini takmışlardı. Zürafa ile ilgili teşbih ve temsiller hünkârın hoşuna gider zannıyla esassız sözler uzayınca ehl-i akıl şöyle dediler:

‘Şevk-i dilberle sözün vezni bulunmazsa n’ola
Arzu-yı leb-i yâr âdeme çok bal yedirir.’

[Yare kavuşma heyecanı yüzünden ölçüsüz laflar edilse ne çıkar? Yarin dudağı arzusu kişiye çok bal yedirir.] (…)

‘Gülhane Meydanı’nda ağalar tomak vuruşuyorlardı. Bir süre pehlivanları seyreden hünkâr sıkılmıştı. Eğlence olsun diye düşündü. Küpeli Abdi Bey’in İstanbul’un yeni misafiri zürafadan pek korktuğunu işitmişti. Has ahır hademesine zürafa nam mübarek hayvanın huzura getirilmesini emretti. Abdi Bey başına gelecekleri anlamıştı, huzurda titremeye başladı ‘Aman padişahım bu hayvan tek durmaz, pek yaramazdır.’ diye yalvardıysa da faydası olmadı.

Musahipler söz birliği etmişlerdi. Seferli Odası’ndan Cin Ahmed söze girdi. ‘Zürafa mübarek bir hayvandır. Onu eliyle meydanda bir kere gezdiren müslüman dünyada zarar ziyan görmezmiş, şunu bugün birer birer elimizle gezdirelim hünkârım!’ Hünkâr ‘öyle olsun’ buyurunca, Abdi Bey “Aziz başınız için inanmayın hünkârım. Kulunuz her adımına bir hac sevabı yazılsa, yine rızam ile gezdiremem’ Zürafa gibi vahşi bir hayvanın yanına hiç gidemem! Gerçi ecri varsa da, ‘şimdi sevaptan kaç ki günaha girmeyesin’ vaktidir.”

Cin Ahmed temkinli: ‘Bre kezzab herif sözleşmedik mi, şimdi niçin inkâr edersin?’ diye Abdi Bey’in yüzüne sayha etti. Abdi Bey ‘şikâyetim Allah’a, bu cin bana musallat oldu’ derken zürafa huzura getirilmişti bile. Cin Ahmed’in Abdi Bey’e ‘Sen bin, ben yularından çekeyim.’ demesine fırsat kalmadan, has ahır hademeleri Abdi Bey’i kaptıkları gibi zürafanın üzerine atmaları bir oldu. Zürafa aynı zamanda İshakiye Köşkü’ne doğru koşmaya başladı.

Abdi Bey feryat ediyordu. ‘Artık yalan tükendi. Ahiret hakkını helal edin efendim. İlk menzilimiz ecel beşiği olsun!’ Fakat bu feryatlar ağaların kahkahalarını ateşlemekten başka bir işe yaramıyordu. (…) Hünkâr gülüyordu. İşte can sıkıntısını atmış, üç maskaraya ihsanlarda bulunmuştu. Elde edilen bunca ihsandan sonra zürafanın mübarek bir hayvan olduğu konusunda hiç kimsenin şüphesi kalmadı.

Zürafa sıcak iklimlere göre yaratılmıştı. Her yerde yaşamayacağı herkes tarafından biliniyordu. Bu yüzden has ahır hademeleri ona çok ilgi gösteriyorlardı. Buna rağmen kış günlerinde hastalandı ve bir iki gün içinde fevt oldu. Kimse bu güzel hayvanın bütün bütün kaybolup gitmesini istemiyordu. Hemen hekimler çağrıldı. İçerisi tıbbi cihazlarla temizlendi. Derisine pamuk doldurup Enderun hazinesine teslim edildi. (18 Şubat 1824) (s. 120-122)

mevlüde06
Tue 10 November 2015, 05:28 pm GMT +0200
Osmanli padisahlari hakkinda okudugum her yeni bilgide onlara daha da hayran oluyorum.bu hassasiyetleri,zekalari ,basarilari takdire sayan gervekten.Rabbim onlardan razi olsun insallah.

ikranur 7d
Tue 10 November 2015, 05:50 pm GMT +0200
bu konuları bilmiyordum. gerçekten osmanlı ile ilgili birçok şey öğrendim. Allah (c.c.) razı olsun.