- En Büyük Toplumsal Hastalığımız

Adsense kodları


En Büyük Toplumsal Hastalığımız

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
reyyan
Thu 8 September 2011, 10:59 am GMT +0200
Dün Bugün Yarın



Kasım 2008 119.SAYI
 

Sadık ILGAZ kaleme aldı, DÜN BUGÜN YARIN bölümünde yayınlandı.

En Büyük Toplumsal Hastalığımız


1876-1963 yılları arasında yaşayan Tüccarzâde İbrahim Hilmi (Çığıraçan), yaşadığı dönemde ‘Bâbıâli’nin en kıdemli yayıncısı’ olarak anılmıştır. Altmış yılı aşan yayıncılık hayatına, yayınladığı binden fazla eseri sığdıran Tüccarzâde, tarih, ilk ve ortaöğretim için din dersi kitapları da başta olmak yirmi beş kitap yazmıştır. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra resimli ilk günlük gazete olan ‘Millet’i çıkartan Tüccarzâde, ayrıca bir mizah gazetesi olan ‘Boşboğaz ile Güllabi’ ve döneme damgasını vuran ‘Ordu ve Donanma’ isimli dergiyi de çıkartmıştır. Oldukça üretken bir yazar yayıncı olan Tüccarzâde, 1916 yılında kaleme aldığı ‘Avrupalılaşmak’ isimli tarih kitabında, en büyük toplumsal hastalığımızın ne olduğuna dair şu tespitlerde bulunmuştur:

“Hareketsizlik. İşte en büyük toplumsal hastalığımız. ‘Hayat harekettir’ derler. Hareket etmeyen hayat çürür, yok olur. En muntazam ve en kuvvetli makineler ancak işlediği zaman uzun müddet dayanabilir, faydalı olur. Durağanlığa mahkum bir makine paslanır, işlemez olur. İşte biz doğuluların ve müslümanların en derin hastalığı, işleyememek, hareket edememektir.

Bizi çürüten, bünyemizi yiyip kemiren hastalık, hareketsizliktir. Hareket eden bir hayat canlanır. Önceki şeyleri kendine yeterli görmez, yeni yeni buluşlara, değişikliklere ihtiyaç duyar. Değişmek, değiştirmek ister. Her şeyde mükemmel ve tam olmaya çalışır. Hareketsizlik ise daima yeni yapılan şeylere karşı olur. Eski yapılan şeylerle, atalarının yapıp bıraktıklarıyla yetinir. Kendilerine yenilikten bahsedildiği zaman halden hale değil, mazinin mazisine geçmek ister. Eski adet ve gelenekleri daha iyi bulur.

Çünkü hareketsizlik fikri, canlılığa engel olduğu için eski zamanın geçim şartlarını, kanaatkâr hayatını daha doğru bulur. O ister ki, ne dünü, ne bugünü ne de yarını düşünsün; bu yalancı dünyanın yarın endişesi ile zihnini asla yormasın!

‘Hareketten bereket doğar’ derler. Şu şartla ki; durmaksızın çalışmak, uğraşmak ister. Çalışan kazanır. Kazançlar birikince yeni bir hayat, yeni bir yaşam tarzı gerekir. Bu hal ise değişmeyi, değiştirmeyi beraberinde getirir. Bundan sonra mükemmelliğe doğru yürümek arzuları doğar. İnsanların bu toplumsal, zihinsel ve bilimsel inkılâp ve gelişmelerinden de medeniyet meydana gelir…”

Tüccarzâde İbrahim Hilmi, Avrupalılaşmak, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1997, s. 28-29. (Yayına Hazırlayanlar: Osman Kafadar - Faruk Öztürk)


Tarihin Derinliklerinden Gelen Dost Ses


Alman asıllı Avusturyalı siyasetçi ve diplomat Klemens von Metternich (1773-1859), Osmanlı Devleti hakkında yaptığı bir değerlendirmede, Devlet-i Aliyye’nin zayıflamasına neden olarak Avrupalılaşma ve ithal malı ıslahatları göstermiştir. Cemil Meriç’in ‘Umrandan Uygarlığa’ isimli kitabında “tarihin derinliklerinden gelen bir dost sesi” ifadesiyle yer verdiği Metternich’in tavsiyesi şu şekildedir: 

“Devlet-i Aliyye günden güne zayıflamaktadır. Niçin saklamalı, onu bu hale getiren sebeplerin başında Avrupalılaşma gelir. Temellerini III. Selim’in attığı bu zihniyeti, derin cehaleti ve sonsuz hayalperestliği yüzünden II. Mahmut son haddine vardırır. Bâbıâli’ye tavsiyemiz şu: Hükümetinizi dinî kanunlarınıza saygı esası üzerine kurun. Zamana uyun, çağın ihtiyaçlarını dikkate alın. İdarenizi düzene sokun, ıslah edin. Ama yerine, size hiç de uymayacak olan müesseseleri koymak için eskileri yıkmayın. Batı kanunlarının temeli Hıristiyanlıktır. Türk kalınız. Avrupa’nın şartları başkadır, Türkiye’nin başka. Avrupa’nın temel kanunları, Doğu’nun örf ve âdetlerine taban tabana zıttır. İthal malı ıslahattan kaçının. Bu gibi ıslahat müslüman memleketlerini ancak felakete sürükler.”

Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, s. 31.


Attila İlhan’dan Batılılaşma Yorumu


Cemil Meriç, merhum şair Attila İlhan’ın ‘Hangi Batı’ kitabından yola çıkarak, Tanzimat ve sonrası batılılaşma serüvenimiz hakkında şu yorumlarda bulunmuştur:

“Sevimli şair, felaketlerimizin kaynağını araştırırken ‘Tanzimat ve sonrası, bize, Batılıların önerdiği ve denetlediği bir batılılaşma düzenidir.’ diyor... ‘Bu düzen imparatorluğu batırmıştır, çünkü endüstrileşmeyi sağlayan değil, engelleyen bir tutum içermektedir.’ Şüphe mi var? Dört kıtayı sömürerek palazlanan kapitalizm canavarı, bindiği dalı kesecek değildi ya!

Sonra, hatalarımızın altını çiziyor İlhan: ‘Bir kere yaptığımız batılılaşmak değildi, ikincisi Batı bizim sandığımız gibi değildi, üçüncüsü Batı’nın ulaştığı yer özenilecek bir yer değildi.’ Bu şahane tespitlere bazı müdahaleler yapalım: Yaptığımız batılılaşmak değildi, çünkü batılılaşamazdık. Bir medeniyetin başka medeniyete istihale edemeyeceği (dönüşemeyeceği), Danilevski’den beri bir kaziye-i muhkeme (kesin hüküm). Batı bizim sandığımız gibi değildi, iddiasına gelince hem doğru hem yanlış. Biz kimiz? Âtıf Efendi mi, Sadullah Paşa mı, Fuat Paşa mı... Emin Bülent mi, Celal Nuri mi, Abdullah Cevdet mi? Üçüncü cümle, ‘Batılıperestler’e ithaf olunur, mahza hakikattir.”

Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, Sayfa 26.


Tanzimat Öncesi ve Sonrası Türk Aydını


“Genç Osmanlılardan, genç sosyalistlere kadar bütün Türk aydınları bir hıyanet psikozu içindedir. Bu bir alınyazısı mı? Yani, haşin ve kaçınılmaz bir muayyeniyet mi (belirginlik) söz konusudur? Elbette. İmparatorluğun yükseliş devrinde aydın, toplumun herhangi bir ferdidir, zevkleri ile, zilletleri ile, mukaddesleri ile, acıları ile... Kadıdır, müftüdür, tahrirat kâtibidir vs. Toplumun herhangi bir ferdiyle aynı camide namaz kılar, aynı kahvede dinlenir, aynı sofrada yemek yer. Ne imtiyazı vardır, ne imtiyaz peşindedir. Tanzimat’tan sonra durum değişir. Aydın, kendi tarihinden koptuğu ölçüde aydındır; kendi tarihinden, kendi insanından. Batı’nın temsilcisi olduğu ölçüde aydın. Batı medeniyetine bağlanmak, deri değiştirmekle olmaz. Daha köklü, daha uzvî bir istihale (dönüşüm) gerek. Aydın, bu istihaleyi başardığı, yani ihanette başarılı olduğu ölçüde benimsenir Batı tarafından. Padişah halktır. Gerçi, o da hastalığa yakalanmıştır, ‘frengi hastalığı’na, ama yine de halk. Bâbıâli, Reşit Paşa’dan itibaren Avrupa’yı temsil eder. Saraydan da, halktan da kopmuş bir bürokrasi. Aydın da bir bürokrattır; o da mütevazi bir temsilcisi bulunduğu içtimaî zümre gibi şöhret ve itibarını yeni efendilerine, yani Avrupa’ya borçludur.”

Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, Sayfa 27.


Bir Soru

Rus tarih ve toplum felsefecilerinden Nikolay Danilevs-ki’nin (1822-1885) en önemli ve unutulmayacak tespitlerinden biri de, “Biz (Doğu toplumları) herhangi bir Avrupa görüşünü ne kadar içtenlik ve özgecilikle kabul etmişsek, Avrupa bizden o kadar derinliğine nefret etmiştir.” tespitidir. Bu tespit ve analiz tüm kültürel, hukuksal, sosyo-politik ve ekonomik düzlemde Avrupa’ya benzemeye çalışan Türkiye için son derece anlamlı ve düşündürücüdür.

Zira bilinmelidir ki hiçbir birey, hiçbir toplum, hiçbir devlet kendine benzemeye çalışan, aşağılık kompleksinde kıvranan taklitçi birey ve toplumları asla sevmez. Hatta Danilevski’nin bir çeyrek asır önce vukûfiyetle belirttiği gibi onların bu şahsiyetsizliklerinden dolayı kendilerinden daha da nefret duyar, onları küçük görür, aşağılar, ciddiye almaz, güdülecek koyun sürüleri gibi algılar. Gerçekten bizim en az iki asırdır Avrupalı olmaya çalışma maceramız Danilevski’nin tespitlerini haklı çıkarmadı mı?

Dr. Lütfü Özşahin, “Nikolay Danilevski ve Batı” isimli makalesinden alıntı.



saniyenur
Mon 14 May 2012, 09:07 pm GMT +0200
Hareketsizlik. İşte en büyük toplumsal hastalığımız. ‘Hayat harekettir’ derler. Hareket etmeyen hayat çürür, yok olur. En muntazam ve en kuvvetli makineler ancak işlediği zaman uzun müddet dayanabilir, faydalı olur. Durağanlığa mahkum bir makine paslanır, işlemez olur. İşte biz doğuluların ve müslümanların en derin hastalığı, işleyememek, hareket edememektir.
'İşleyen demir pas tutmaz.'
'Hareket berekettir'..
'Zahmetsiz rahmet olmaz'

Her an bir adım daha ilerlemek için hareket etmek lazım Efendimiz ne güzel de ifade etmiş aslında bunu: ' İki günü eşit olan bizden değildir diyerek'