- Ebu Dülame’nin Köpeği

Adsense kodları


Ebu Dülame’nin Köpeği

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sun 3 June 2012, 11:15 am GMT +0200
Binbir Damla


Yusuf Yavuz
| Şubat 2012 | BİNBİR DAMLA


Ebu Dülame’nin Köpeği


Ünlü Arap mizah şairi Ebu Dülame (ö.161/777), ilk Abbasî halifelerinden Mansur ve Mehdi dönemlerinde şaka ve nüktelerle karışık zekice sohbetleriyle meşhur olmuştur. Hicivci ve alaylı bir dili, garip huyları olan bu şair, halifelerin sarayında ilginç fıkra ve hikâyeleriyle tanınmıştır. Ebu Dülame bir gün halife Mehdi’nin yanında onu öven bir kaside okumuştu. Halife de ona ihtiyacı neyse kendisinden istemesini söyledi. O ise kendisine bir köpek verilmesini istedi. Halife bu isteğe kızarak: “Ben sana benden ihtiyacını istemeni söylüyorum, sen ise benden bir köpek hediye etmemi istiyorsun,” dedi.

Ebu Dülame de buna karşılık: “Ey halife! İhtiyaç benim için mi yoksa senin için mi,” dedi. “Elbette senin için!” cevabını alınca, “Ben de sadece bana bir av köpeği vermeni istiyorum işte!” dedi. Halife de ona bir köpek verilmesini emretti. Ebu Dülame dedi ki: “Ey halife! Bana bir hediye daha ver. Avlanmaya çıkacağım ama av hayvanını yaya olarak mı kovalayacağım?”

Bu söz üzerine bir binek hayvanı verildi. O yine: “Ey halife! O hayvana kim bakacak,” dedi. Halife de onun için genç bir seyis verilmesini emretti. Adam yine dedi ki: “Ey müminlerin halifesi! Bana bir hediye daha vermelisin. Ava çıkıp avladığımı eve getirdiğim zaman, onu bana kim pişirecek?”

Bu söz üzerine de bir cariye verilmesi emredildi. Adam tekrar dedi ki: “Ey müminlerin halifesi! Bunlar çöl ortasında mı konaklayacaklar?” Bu defa halife bir ev verilmesini emretti. Adam bu kez: “Ey müminlerin halifesi! Sen benim boynuma çoluk çocuk yükünü yükleyiverdin. Ben bunların yeme içme ihtiyacını nereden karşılayacağım?”

– Sana bin dönüm bakımlı, bin dönüm de harap ve imarsız yer verdim.

– Ben de halifeye çöl arazisinden yüz bin dönüm veriyorum. Fakat bin dönüm bakımsız yere karşılık hazine arazisinden bakımlı bir dönüm (yani binde bir) yer istiyorum!

– Peki, başka bir ihtiyacın kaldı mı?

– Evet, izin verirsen elini öpmek istiyorum.

– Hayır, buna izin yok!

– Vallahi verdiklerinden mahrum kalmak, bana göre elini öpememekten hafif kalır.

İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-A’yân (Beyrut 1997), 2/320-21.

Farabî’nin Çalgı Ustalığı


Yüzden fazla eseri olan ünlü Türk filozofu Farabî’nin (ö.339/950) önemli bir musıkisinaş olduğu da bilinmektedir. Aşağıdaki meşhur musıki menkıbesi mübalağalı görünse de, bilgilerini güvenilir rivayetlerle yazdığı bilinen İbn Hallikân’ın (ö.681/1282) “Vefeyâtü’l-A’yân” isimli muteber eserinde yer almaktadır.

Anlatıldığına göre Farabî bir gün, Handanîler’in Halep emiri Seyfüddevle’nin sarayına kendisini tanıtmadan, devamlı giydiği Türk kıyafetiyle ilk defa girer. Sarayda birçok ilim ve devlet adamı toplanmış bulunuyordu. Emir ona oturmasını söyleyince Farabî: “Benim yerime mi senin yerine mi?” der. Emir de kendisine layık yere oturmasını söyler. Bunun üzerine Farabî kalabalığın arasından geçerek Seyfüddevle’nin yanıbaşına oturuverir. Hatta onu biraz sıkıştırıp kenara doğru kaydırır. Bunu gören emir yanındaki ileri gelenlere yalnız onların anladığı bir dilde, saygısızca davranan bu yaşlı adama bazı şeyler soracağını ve cevap veremezse onu dışarı atmalarını söyler. Pek çok dil bildiği için Seyfüddevle’nin konuştuklarını anlayan Farabî, onun diliyle sabırlı olmasını ve işin sonunu beklemesini tavsiye eder. Seyfüddevle hayretle: “Sen bu dili biliyor musun?” deyince bunun gibi birçok dil bildiğini söyler. Sonra oradaki bilginler çeşitli konularda Farabî ile müzakereye girişirler. Farabî hepsine üstün gelince susup onu dinlemeye başlarlar. Daha sonra anlattıklarını defterlerine not etmeye çalışırlar. Nihayet çeşitli fenlerde yapılan bu ilmî sohbetin ardından ilim heyeti oradan ayrılır.

Seyfüddevle başbaşa kaldıktan sonra Farabî’ye yeme içme teklifinde bulunur. O “Hayır” deyince Seyfüddevle: “Musıki dinlemek ister misin?” der. Bu teklife evet cevabını alınca, oradaki musıki ustalarının her biri çalgı icraatlarıyla maharetlerini gösterirler. Farabî bunların hepsinin kusurlu olduğunu söyler. Seyfüddevle’nin teklifi üzerine kendisi, yanında taşıdığı çalgı aletine bir düzen vererek neşeli bir eda ile çalmaya başlayınca, herkesi gülmekten kırıp geçirir. Sonra hüzünlü bir düzenle çalmaya başlayınca herkesi ağlatır. Daha sonra da ağır bir düzenle çalmaya başlayınca herkes uykuya dalar, kendisi de saraydan çıkar gider.

Seksen yaşlarında ölen Farabi’nin mezarı Şam’dadır.

Vefeyâtü’l-A’yân, 5/155-56.


İbn Sina’nın Aşık Tedavisi


Buhara’da doğan ve elli yedi yaşlarında Hemedan’da vefat eden, başta “el-Kanûn fi’t-Tıb” olmak üzere yüz elliden fazla eser bırakan, İslâm tarihinin en büyük tıp bilgini ve meşhur filozof İbn Sina’nın (ö.428/1037), hasta bir genci nasıl teşhis ve tedavi ettiğine dair garip ve ilginç bir hikâyesi vardır.

İbn Sina, Horasan veya Cürcan’a geldiği zaman hükümdarın yeğeni hastalanıyor. Hastalık amansız ve korkulu. Saray hekimleri bu hastalığın teşhis ve tedavisinde çaresiz kalıyorlar. Bu sebepten ötürü son ümit olarak İbn Sina her yerde aranır, nihayet bulunur. Sararıp solmuş, gücünü kuvvetini kaybetmiş, bünyesi zayıflamış ve yatağa düşmüş bu gencin tedavisi için İbn Sina’yı davet ederler. İbn Sina gelir ve daha gence elini sürmeden onun hasta olmadığını, sadece aşık olduğunu, kara sevdaya yakalandığını fark eder. Sonra hastanın nabzını tutar ve: “Bana Cürcan civarını tanıyan bir adam getirin.” der. Adamı getirirler.

İbn Sina adamdan komşu şehirlerin isimlerini saymasını ister. Bir şehrin ismini duyunca hastanın nabzı hızlanır, yüreği hoplar. İbn Sina bu sefer adamdan hastanın nabzını zıplatan o şehrin mahallelerinin ismini saymasını ister. Bir mahallenin ismini duyunca hastanın nabzı yine hızlanır. İbn Sina bu defa adama: “Sokakların da adını say.” der. Adam bir sokağın adını söylediği zaman hastanın nabzı tekrar yükselir. Bundan sonra İbn Sina: “Bu sokaktaki evlerde yaşayanların isimlerini bilen birisini getirin.” der. Getirirler. Birer birer evdekilerin isimleri sayılırken bir isme gelince hastanın nabzı değişir. O zaman İbn Sina: “Bu mesele halledildi.” der; “Bu genç filan şehirdeki, filan mahalledeki, filan sokaktaki, filan evdeki, filan kıza aşıktır. Çaresi ve devası, o kıza kavuşmasıdır.” diye ilave eder.

Aşık delikanlı İbn Sina’nın söylediklerini işitince utanır ve başını yorganın içine çeker. Mesele aynen İbn Sina’nın söylediği ve teşhis ettiği gibidir. Bu olaydan sonra İbn Sina’yı Cürcan hükümdarına götürürler. Hükümdar onun ilmine hürmet göstererek “Ey yüce filozof! Bu tedavinin sırrını bana söyle!” der. İbn Sina da: “Bunun tedavisi aşık ile maşukun bir araya gelmesidir.” diye cevap verir. Neticede Allah’ın emriyle kız istenir ve nikâhları kıyılarak aşıklar şifaya kavuşurlar.

Mehmet Naci Bolay, İbn-i Sinâ (Ankara 1998), s.80-81.