- Döngü

Adsense kodları


Döngü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Wed 6 June 2012, 07:16 pm GMT +0200
Tencere


Serhat Albamya |
Nisan 2012 | TENCERE   


Döngü

Bindiğim minibüs Ümraniye’nin tek şeritli yolunda ilerliyordu. Arka koltuğun bir önünde oturan, okulu astıkları her halinden belli olan iki kız çocuğu, ellerindeki telefonlardan birbirlerine bir şeyler gösterip yüksek sesle yorumlar yapıyorlardı. Ben ise arka dörtlüde oturmuş, işe en fazla kaç dakika gecikebileceğimi hesaplıyordum.

Geç kalma psikolojisi böyledir. İlk zamanlar iş yerine öyle erken gidersiniz ki, dükkânın anahtarını size teslim etseler, her sabah kapıyı siz açsanız yeridir. Ama işe alıştıkça giriş saatini beş on dakika esnetmeye başlarsınız. Sonra bu esnettiğiniz saat sizin gerçek giriş saatiniz olur. Artık o saat üzerinden geç kalmaya başlarsınız ve zaman geçtikçe üzerine birer ikişer dakika daha ekleyerek en fazla ne kadar geç kalabileceğinizi hesaplarsınız.

Neyse… Ben kafamda küçük hesaplarla uğraşırken, arka dörtlünün en solunda oturan bir kadın öndeki kız çocuklarına laf atmış olacak ki, başladılar konuşmaya. Kadın çocuklardan birine şunları söylüyordu:

– İdeallerin var… Sen farklı olduğuna inanıyorsun!

Kızcağız, tanımadığı kadının kendisi hakkında yaptığı bu değerlendirmeye şaşırıyor. Kadın devam ediyor:

– Haksızlığa gelemiyorsun, insanlar seni anlamıyor… Çok iyi niyetlisin.

Kız hayretle; “Öyleyim, vallahi de öyleyim!” diye cevaplayıp arkadaşına döndü:

– Baksana kız, sanki beni tanıyo! Nasıl anlatıyo bir bir…

Kadın insanları şaşırtmaktan keyif alan biri olacak ki devam ediyor konuşmaya:

– Sen gerçekten farklısın ve umutların var. Bir şeyler yapmak istiyorsun ama engellerin var…

İşte bu noktada çocuk dayanamayıp bölüyor kadının sözünü:

– Sorma abla, bir kazansam şu sınavı… Evdekiler görür o zaman! Hiç çalışmıyorum diye kızıyorlar bana ama ben hissediyorum, kazanacağım sanki. Yani inşallah… Çalışmak da lazım tabi de ama olsun inanıyorum ben yani…

İçten içe bir şeylerin olacağına inanmakla, kendini kandırmak arasındaki çizgiyi henüz keşfedememiş kız, daha çocuktu en nihayetinde. Kadın da zaten onların bu cahil hallerini sezmişti ki oltayı atmıştı. Herkesin “Vallahi beni anlatıyo, vallahi…” diyeceği tespitler yapmaya devam etti. Sonra da kartvizitini çıkartıp verdi:

– Büroma gelin, falınıza bakayım. Size indirim de yaparım, diyerek.

E, zaten kim olursa olsun “Sen farklısın, çok iyi niyetlisin, kimse seni anlamıyor!” dendiğinde aşağı yukarı aynı tepkileri verir. Sosyal psikolojide bunun bir adı bile var, “Barnum etkisi” deniliyor. Falcıların, astrologların hep kullandığı yöntem. O yaşlarda, hayata başlamaya çalışan bir çocuk farklı olduğunu bilmeyi, diğer insanların da bunu fark etmesini ister. Büyüyüp dünyayı değiştireceğine falan inanır.

Peki sonra ne olur? Büyür, hayatı anlamaya başlar, ne yaparsa yapsın sıradan bir birey olduğunu kabullenir. Sonra alır çantasını, başlar yeni bulduğu işe koşa koşa gitmeye. Biraz zaman geçince de bir dolmuşun arka koltuğunda işe en fazla kaç dakika geç kalabileceğini hesaplamaya başlar.

Kayda Değer Diyaloglar


Adam dalgınlığından, içine kapanıklığından şikayet ettiği oğluna kızıyor:

– Aklın başka yerlerde, bize ayak uydurduğun yok! Kendi dünyanda yaşıyorsun!

Çocuğun cevabı garip:

– N’apsaydım? Orhan Amcamın dünyasında mı yaşasaydım?

Bence çocuk haklı.

***

Çocukken bizim oralarda mahalleyi sahiplenmek, yabancıyı sık sık kendi sokağımızdan geçirmemek gibi Deli Dumrulvâri bir durum söz konusuydu. Tabi biz yapmazdık ama yapanları çok görürdük. Tanık olduğum bir olayda, beş altı yaşlarında bir çocuk kendinden ufak olan başka bir çocuğu tutmuş sorguluyor. Maksat o sokakların sahipsiz olmadığını bildirmek:

– Neden geçiyon bizim mahalleden?

– Babamın yanına gidiyom, dükkana.

– Geçme burdan, arka sokaktan geç, seni döverim!

Böyle diyor ama ufaklık da saf değil. Hemen çözüm yolu öneriyor:

– Bak ben buradan bazen geçiyom ama benim bir arkadaşım var, o her gün geçiyor. Ben sana onu gösteririm sen onu döv.

***

Konu çocuklardan açılmışken, tuhaf bir çocuktan bahsedeyim. Bizim mahallede oturan sinirli bir adamın üçüncü oğluydu. Abileri kimi zaman Kur’an kursuna yüzlerinde tokat iziyle gelirlerdi. Artık nasıl şiddetli tokatlar yiyorlarsa bütün gün izleri kalırdı.

Bir gün bu ufaklığın evden söylenerek çıktığını gördüm. Kollar açık, minyatür kabadayı. Arkadaşı soruyor:

– N’oldu?

Bir kabadayı edasıyla verdiği cevap şu:

– Ya, babamla tartıştım!

Beş yaşında bir çocuktan, hele ki bir yanağı tokat yemekten kızarmış bir çocuktan bunu duymak komik oluyor. Tartışmış yavrucak belli. Ama babası beden diliyle konuşmuş.