- Ders Alma Zamanı

Adsense kodları


Ders Alma Zamanı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sat 15 October 2011, 04:49 am GMT +0200
Dünya Hali


Eylül 2006 93.SAYI


Halil AKGÜN
kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı.


Ders Alma Zamanı


Londra’daki uçak kaçırma planlarına kimse inanmadı ama Amerikan yönetimi istediğini elde etti. Yeni bir korku furyası Atlantik okyanusunun iki tarafını da sardı. İngiltere’deki tutuklamalardan sonra Bush yönetimine verilen destek oranı yeniden arttı. İsrail’in Lübnan saldırılarına ahlâksızca ve yüzsüzce destek veren Amerikan yönetimi, Amerika dahil, dünyanın her yerinde büyük tepkiler aldı. Şimdi bunu örtbas edebilmek için yeni terör saldırılarına ihtiyaçları var.

CNN haber kanalının birkaç gün boyunca “Üsame yeni bir saldırıya hazırlanıyor!” diye haber vermesi de tesadüf değil. 11 Eylül’den sonra Amerikan kamuoyunu sindirmenin en kolay yolu terörden bahsetmek. Ekonomi, dış politika, sosyal güvenlik gibi pek çok konuda yönetimin kötü politikaları artık terör tehdidi ve korkusuyla bastırılıyor. Silah ve enerji şirketlerine aktarılan milyarlarca dolar da aynı gerekçelerle meşrulaştırılıyor.

Bu yüzden Amerika’nın Üsame bin Ladin’in yakalanmasını gerçekten istediğini düşünmek ancak safdillik olabilir. Üsame, Amerika’nın altın yumurtlayan tavuğu. Bu nimetten vazgeçmeyi hangi yönetim ister? Bundan sonra Üsame yakalansa bile yeni Üsameler mutlaka çıkacaktır. Çünkü sistem bu isimlere muhtaç. İç ve dış politikada istediği gibi hareket etmek için Üsamelerin hep var olması gerekiyor.

Amerikan yönetiminin burada küresel bir oyun oynadığını görmek zor değil. Bunu bir noktaya kadar anlamak da mümkün. Anlaşılması zor olan, Türkiye’deki basının ve belli çevrelerin bu hikâyeye bu kadar kolayca ve canı gönülden inanmış olması. 11 Eylül olaylarından bu yana 1 kişi dışında kimseyi mahkeme yani hukuk yoluyla mahkum edemedi Amerikalılar. O kişiyi de hukuk tarihinde görülmemiş ihlaller ve komikliklerle suçlu buldular, daha doğrusu buldurttular. Irak’ta kitle imha silahlarının olduğu söylendi. Bununla bir ülke işgal edildi. On binlerce insan öldü. Amerika yine kendini aklamayı başardı. İsrail Amerika’nın yaktığı yeşil ışıkla Lübnan’a girdi. Haftalar sonra gelen ateşkes yine İsrail tarafından ihlal edildi.

Bütün bunlara rağmen birileri hâlâ ABD’nin bölgede barış, huzur, kalkınma, istikrar vs. için planlar yaptığına, Amerika’nın Arap rejimleri karşısında bizim tek müttefikimiz olduğuna inanıyor. Bizlerin de inanmasını istiyor. İki yanlış bir doğru ediyormuş gibi ABD’nin yanında yer almamızın “gerici Arap rejimleriyle” iş birliği yapmaktan daha doğru olduğu söyleniyor. Sanki söz konusu Arap rejimleri Amerika’yla iş birliği yapmıyormuş gibi!

Londra’daki uçak kaçırma operasyonuyla ilgili Türk medyasında yapılan o heyecanlı yorumların arkasında bu algılama biçimi yatıyor. Türkiye’de kimse kendi kelimeleriyle konuşamaz hale geldi. Ankara ya da İstanbul’dan Türkiye’ye ve bölgeye bakanlar sanki Washington ve Londra’daki bir evin penceresinden bakıyorlar. Gönüllü kölelik dedikleri şey bu olsa gerek!

11 Eylül saldırılarının beşinci yıldönümünden ABD’nin, müttefiklerinin ve gönüllü kölelerinin iyi bir muhasebe yapması gerekiyor.

Türkiye'den Bir Kral Geçti


Geçtiğimiz ay Suud Kralı Abdullah Türkiye’ye resmi bir ziyaret yaptı. 40 yıl sonra Türkiye’ye gelen ilk Suud kralı bu. Kralın gelişinden önce yapılan hazırlıklar, nerede kalacağı, neyle gezeceği, korumaları, ne yiyip ne içeceği, kiminle görüşeceği vs. en ince ayrıntısına kadar yazılı ve görsel medyamız tarafından incelendi, tartışıldı. Kimileri “kral dediğin böyle olur” derken, kimileri kralın servetini, lüksünü, eşlerini, oğullarını vs. ballandıra ballandıra anlattı. Tabii “sonradan görme petrol zengini” yakıştırmalarına da sıkça rastladık.

Peki, sonuçta ne oldu? Türk okuyucusu bu resmi ziyaret hakkında bilmesi gerekenleri öğrendi mi? Yoksa medyanın ürettiği şehir efsanelerinden başka bir şey konuşulmadı mı?

Bazı şeylere öylesine takıyoruz ki, ondan sonra birbirimize eğlence olsun diye anlattığımız şeylere dahi inanmaya başlıyoruz. Suud kralının ziyaretiyle ilgili yazılıp çizilenleri, mesela Putin ya da Bush’un ziyareti için de yazabilirsiniz. Hatta Bush’un geliş ve gidişinin daha şatafatlı olduğunu bile söylemek mümkün. Çünkü Amerikalılar başkanları bir ülkeye gittiğinde güvenlikten nerede kalacağına, ne yiyip içeceğinden hangi araca bineceğine kadar her şeye kendileri karar veriyorlar. Ev sahibi ülkeye ellerindeki listeyi uygulamak kalıyor.

En azından Suud kralının böyle bir talebi olmadı. Fakat işin özü yine kaçırıldı. Oysa bu ziyaret iki ülke tarihinde bir dönüm noktasına işaret ediyor. Suud tarafının ziyarete verdiği önem gelen heyetten belliydi. İmzalanan anlaşmalar hayata geçirilirse önemli sonuçlar alınabilir. Bundan sonraki gelişmeleri biraz daha ciddiyetle izlemek gerekiyor.

Medeniyet Geri mi Geliyor?


Letonya Sağlık Bakanlığı okullarda Coca Cola ve Pepsi Cola satışını yasakladı. İşte son yıllarda alınan en medeni kararlardan biri!.. Colanın ekonomik ve siyasi anlamı malum. Bu ürünler buram buram Amerikan emperyalizmi kokuyor. Bütün emperyalist ürünler gibi onun da cazibesine direnmek kolay değil. Zaten kimse kimseye colayı zorla içirmiyor. İşin püf noktası da burada. Bu kadar cazibesi olan bir şeye direnmek asıl nefs terbiyesi değil mi?

Fakat işin sadece ürünün tadı yahut kalitesiyle ilgili olduğunu zannetmeyin. Bu şirketler mallarını satmak için her yıl milyarlarca dolarlık reklam veriyorlar. Colanın bir kültür, hava, tutum haline gelmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Maalesef bunda başarılı da oluyorlar. Bu ürünlere karşı mücadele etmek için geriye bir tek sağlık gerekçesi kalıyor.

Uzmanına sorduğunuzda “azı karar çoğu zarar” diyenler çok ama colanın içerdiği maddelerin genellikle sağlığa bir faydasının olmadığı biliniyor. Özellikle gençler arasında yaygınlaşması ve bağımlılık yapması büyük bir sağlık riski. İşte Letonya Sağlık Bakanlığı tam bu noktada önemli bir adım attı ve okullarda cola satışını yasakladı.

Kimse şimdi Letonya’yı anti-amerikancı olmakla suçlayamaz, çünkü ortada gençlerin sağlığı var. Bu medeni tavra ancak alkış tutulur. Türkiye’de de sağlık bakanlığının derhal harekete geçmesi ve cola ve benzeri içeceklerin satışını yasaklaması gerekiyor. Bu konuda velilerin bir araya gelip kampanya başlatması bakanlığın işini kolaylaştırır. Derdimiz Amerikan karşıtlığı değil, çocuklarımızın sağlığı.

Türk Askeri Lübnan Yolcusu


Birleşmiş Milletler’in önerdiği ateşkes çerçevesinde Güney Lübnan’a 15 bin BM askeri yerleştirilecek. BM şimdi bu askerleri toplamaya çalışıyor. Bizim kapımız da çalındı ve Türkiye’den asker istendi. Kamuoyundan gelen muhalefete rağmen hükümet asker göndermeye sıcak bakıyor. Bu yazı kaleme alınırken konu henüz meclise gelmemişti.

Türkiye zor bir tercihle karşı karşıya. Sürecin içinde olmak ve bölgede etkin politika izlemek için Türkiye’nin Güney Lübnan’a asker göndermesine sıcak bakılabilir. Orada askerimizin olması demek, siyasi süreçte söz sahibi olmamız demek. Dahası asker gönderme talebi bize sadece BM’den değil, aynı zamanda Lübnan hükümetinden geldi. Bu zor dönemde onların güvenini de sarsmamak gerekiyor. Bölgedeki Arap ülkeleri de Türkiye’nin asker göndermesine sıcak bakıyor.

Fakat madalyonun bir de öbür yüzü var. Bu ateşkes İsrail’i korumak için ilan edildi. Şartlarından biri Hizbullah’ın silahsızlandırılması. Ateşkes sonucunda Lübnan’ın güvenliği için hiçbir güvence verilmedi. BM bayrağı altında Güney Lübnan’a gidecek askerler İsrail’i korumaya gidecekler, Lübnanlıları değil.

Bu açıdan bakıldığında ortada adil olmayan ve tek tarafı kayıran bir ateşkes var. O yüzden belki de bu oyunun içinde hiç yer almamak gerekiyor. Dahası, Türkiye’nin asker göndermesi siyasi süreçte söz sahibi olacağı anlamına gelmiyor. Bunun garantisi yok. Hükümetin Türkiye kamuoyunu da düşünmesi gerekiyor. Türk askerleriyle Hizbullah arasında bir çatışma çıksa ve Allah korusun birkaç askerimiz ölse ortaya nasıl bir durum çıkar, düşünebiliyor musunuz?

Uyuşturucu Belası

Türkiye sonunda modernleşmeye başladı! Artık biz de sanayileşmiş, ileri, modern ülkelerin sorunlarıyla başbaşayız. Yankesicilik, dolandırıcılık, kapkaççılık, fuhuş derken şimdi de uyuşturucu gündemimizde. Her yıl okul önlerinde, barlarda, gece kulüplerinde binlerce uyuşturucu satılıyor. 16-18 yaş grubu arasındaki gençler uyuşturucu mafyasının hedef kitlesi. Bazı durumlarda yaş oranı 11’e kadar düşüyor. Sınırda ele geçirilen uyuşturucunun yanı sıra, sokak satıcılarının elinde yakalanan uyuşturucu da ürperti verici bir düzeyde. Polis sadece geçen sene yaptığı operasyonlarda 10 binin üzerinde kişiyi gözaltına aldı. Peki ya yakalanamayanlar?

Tüketim kültürünün bu kadar özendirildiği, desteklendiği bir toplumda bunları görmek bizi şaşırtmamalı. Siyasetten uzak tutma adına yeni nesil gençlik lümpen, ilgisiz ve başıboş yetişiyor. TV, sinema ve müzik kültürü gençleri her tür suçu işlemeye heveslendiriyor. Bozulan dil, kaybolan aile değerleri, küçümsenen dinî inançlar, ahlâkî normlar... bütün bunların sonucunda 11-12 yaşında uyuşturucuya başlayan gençler çıkıyor karşımıza.

Bu sorunu sadece polisiye tedbirlerle çözemeyiz. Bunu herkes yakinen biliyor. Çözüm kendimize çizeceğimiz manevi rotada yatıyor. Fakat Türkiye devletiyle, medyasıyla, şirketleriyle buna hazır mı? Ahlâkî değerleri merkeze alan bir siyasi-sosyal sistem için kalben ve fikren hazır mıyız acaba?

Köşeye Sıkışan Kim?


İsrail, Filistinli milletvekillerini kaçırmaya devam ediyor. “Kaçırmaya” diyoruz, çünkü medya ısrarla “tutuklama” kelimesini kullanıyor. Oysa İsrail’in bir başka ülkenin resmi görevlisini tutuklama hakkı yok. Bunun adı açıkça adam kaçırma. Son kaçırma hadisesiyle beraber İsrail’in elinde bulunan Filistinli milletvekili sayısı 33’e çıktı. Bu Filistin meclisinin dörtte birine tekabül ediyor. Ayrıca İsrail pek çok Hamas yetkilisini de kaçırdı. İktidara gelmesinden beri Hamas hükümetini başarısız kılmak ve iktidardan düşürmek amaçlandı. Amerika ve İsrail seçimle iş başına gelen Hamas’ı güya demokratik yolla görevden uzaklaştıracak. Bu nasıl bir demokrasi anlayışı acaba?

ABD bir tarafta radikal örgütlerin sisteme dahil olması gerektiğini söylüyor. Öte tarafta seçimle iş başına gelen partilere karşı her tür operasyonu yapıyor. Oysa Hamas’ı iktidardan uzaklaştırmak, Hamas’ı bitirmek, direnişi sona erdirmek anlamına gelmiyor. Hizbullah İsrail’in saldırılarından sonra daha güçlü ve popüler hale geldi. Aynı şey Hamas için de geçerli. Kaçırılan her Filistinli Hamaslı milletvekili ve bakan Hamas’a verilen desteğin artmasını sağlıyor.

ABD ve İsrail köşeye sıkışmış durumda. Bunun için öfkeyle hareket ediyorlar. Rasyonel hiçbir söze kulak vermiyorlar. Kaybetme psikozuna yakalandıkları için işleri oldukça zor. Bölge ülkelerinin tam da bu zamanda hareket geçmesi ve Hamas’a destek vermesi gerekiyor. Bu bölgedeki işlerin normale dönmesi bizim atacağımız somut ve yapıcı adımlara bağlı.

    Kısa Kısa Dünya Turu


    Erzincan’ın Uluköy beldesinde ayılar karpuz tarlalarını basarak intikam almış. Olaydan 10 gün kadar önce belde belediye başkanı bir ayıyı silahıyla öldürür. Başkana pek çok tepki gelir. Para cezasına çarptırılır. Birkaç gün sonra da 10 kadar ayı beldeye inerek karpuz tarlalarını talan eder. Maddi hasar 15 bin ytl civarında. Vatandaş ayılara ne desin? Kimin suçlu olduğu ortada.

    ***

    Lübnan savaşını Hizbul-lah’ın kazandığı söyle-niyor. Moral açıdan baktığınızda bu doğru. Ama ortada muazzam bir yıkım var. Maddi zarar 6 milyar doların üzerinde.Hizbullah’ın moral bir zafer kazandığını söylerken, Lübnan halkının ne büyük bir kayıp verdiğini de unutmayalım. Şimdi bölge ülkelerinin yapması gereken basit bir şey var; Lübnan’daki maddi hasarı Amerika ve İsrail’e ödetmek. Bu gerçekleştiği gün Hizbullah gerçekten kazanmış olacak.