- Ashabın Kahramanlığı

Adsense kodları


Ashabın Kahramanlığı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
YBNGL
Tue 7 September 2010, 04:52 am GMT +0200
Hz. Ebubekir’in Kahramanlığı

- Bir gün Hz. Ali,
“Ey insanlar! İnsanların en kahramanı kimdir, biliyor musunuz?” dedi. Arkadaşları,
“Ey Müminlerin Emiri! Sensin” diye cevap verince Hz. Ali,
“Ben kiminle savaş meydanlarında karşı karşıya gelmişsem, tam bir şekilde hakkımı ondan almışımdır. Fakat siz bana insanların en kahramanını haber veriniz?” dedi. Onlar,
“O halde insanların en kahramanı kimdir? Biz bilmiyoruz, sen bize haber ver!” dediler. Hz. Ali,
“Ebubekir’dir. Çünkü Bedir gününde, biz peygambere bir gölgelik inşa ettik. Peygamberle beraber kim kalacak ki, peygambere müşriklerden birisi hücum etmesin?” dedik. Andolsun, Ebubekir müstesna, bizden hiç bir kimse bu ağır göreve, cesaret edip, yanaşmadı. O, kılıcını kınından çekerek peygamberin yanıbaşında durdu. Peygambere gelen birisi olursa mutlaka onu karşılar ve defederdi. İşte bu, insanların en korkusuzu, en kahramanıdır” dedi.[1]



[1] Mecma,’ IX/46
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/5


Hz. Ömer’in Kahramanlığı

- Hicret eden hiç kimseyi bilmiyorum ki, gizlice hicret etmesin. Ancak Ömer müstesnadır. O hicret etmek istediği zaman kılıcını boynuna astı, yayını da omuzuna, elinde bir çok ok bulunduğu halde Kâbe’ye vardı. Kureyş’in ileri gelenleri de Kâbe’nin önünde oturuyorlardı. Yedi defa tavaf ettikten sonra makamın yanında iki rekât namaz kıldı. Sonra Kureyş’in halkalarına teker teker vararak, “Burunları kırılasıcalar! Kim ki, annesi matemini tutsun, çocuğu yetim kalsın, hanımı dul kalsın istiyorsa, şu vadinin ötesinde benim karşıma çıksın!” dedi. Onun bu meydan okuyuşuna rağmen hiç kimse onun yoluna çıkmadı.[1]



[1] Kenzü’l-Ummal, IV/387 (İbn Asakir, Hz. Ali’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/5


Hz. Ali’nin Kahramanlığı: Uhud Savaşından Sonraki Şiiri

- Uhud günü, Hz. Ali, Hz. Fatıma’nın yanına giderek:
“Ey Fatıma! Al kılıcı, fakat kınanmamış olarak. Ben korkak değilim ve **** bir kimse de değilim. Hayatımla yemin ederim. Ahmed’in yardımında çeşitli musibetlere düçar oldum. Kullarını bilen rabbim rızasını kazanmak için” anlamında bir şiir okudu. Hz. Peygamber,
“Eğer sen güzel savaşmış isen, Sehl b. Huneyf ve İbnü’s-Simme de güzel savaştı” buyurdu. Cebrail,
“Ey Muhammed! Babanın hayatıyla yemin ederim bu, Ali’nin hakkını başkalarıyla paylaştırmaktan başka bir şey değildir” dedi. Hz. Peygamber,
“Ey Cebrail! O bendendir” deyince Cebrail,
“Ben de ikinizdenim” dedi.[1]
- Ali b. Ebî Talib, Fatıma’nın yanına varıp,
“Şu kılıcı yerilmeksizin al! Çünkü bu kılıç sahibini utandırmaz” dedi. Hz. Peygamber,
“Ey Ali! Savaşta hüner gösteren yalnız sen değilsin. Sehl b. Huneyf ile Ebu Dücâne Simak b. Harere de senin kadar hüner gösterdiler” dedi.[2]



[1] Heysemi, IV/122 (Bezzar’dan), Mualla b. Abdurrahman el-Vasıti bu hadisin ravilerindendir. Bu zat gerçekten zayıftır.
[2] Heysemi, IV/123 (Tabarani’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/5-6


Hz. Ali’nin Amr b. Abdîvedd’i Öldürmesi

- Hendek günü Amr b. Abdivedd tanınması için bir nişan takarak süvarileriyle savaşa geldi. Hz. Ali ona,
“Ey Amr! Sen daha önce Kureyş’e şöyle ahid veriyordun: Seni iki haslete davet eden bir kişinin mutlaka bir teklifini kabul edeceksin”. Amr,
“Evet, ben böyle söyledim” dedi. Hz. Ali,
“Seni evvela ALLAH’a, ALLAH’ın Resûlü’ne ve İslâm’a davet ediyorum” dedi. Amr,
“Benim buna ihtiyacım yoktur” deyince Hz. Ali,
“O halde seni savaşa davet ediyorum” dedi. Amr,
“Ey kardeşimin oğlu, yemin ederim ki, ben seni öldürmeyi istemiyorum” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali,
“Fakat yemin ederim ki ben, seni öldürmek istiyorum” deyince Amr öfkelendi. Hz. Ali’ye doğru yöneldi. İkisi birbirlerine saldırdılar ve Hz. Ali onu öldürdü.[1]



[1] Kenzü’l-Ummal, V/281
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/6


Hz. Ali’nin Amr b. Abdivedd’i Öldürdüğü Zaman Şiirler Söylemesi

- Amr b. Abdivedd zırhlara bürünmüş bir şekilde meydana çıktı.
“Kim benimle savaşacak?” diye meydan okudu. Hz. Ali kalktı ve Hz. Peygamber’e,
“Ey ALLAH’ın peygamberi! Ben onun karşısına çıkacağım” dedi. Hz. Peygamber,
“Bu Amr’dır, otur” dedi. Sonra Amr,
“Karşıma çıkacak bir erkek yok mudur?” diye bağırdı. Durmadan Amr, Müslümanlar’ı yeriyordu ve “İddianıza göre sizden birisi öldürüldüğü zaman gideceği cennetiniz nerede? Niçin karşıma biriniz çıkmıyor?” dedi. Yine Hz. Ali ayağa kalkarak,
“Ey ALLAH’ın Resûlü! Ben çıkayım” dedi. Hz. Peygamber yine
“Otur” dedi. Üçüncü kez, Amr bağırdı ve bir takım şiirler okudu. Yine Hz. Ali kalkarak,
“Ey ALLAH’ın Resûlü! Ona ben karşı çıkacağım” dedi. Hz. Peygamber yine,
“O Amr’dır!” deyince, Hz. Ali,
“Amr dahi olsa!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye izin verdi. Hz. Ali, Amr’a doğru gitti. Ona varırken şu şiirleri okuyordu:
“Sakın acele etme! Aciz olmadığı halde senin sesini duyan ve icabet eden birisi geldi. Niyet ve basiret içerisinde! Doğruluk her kurtulmuşun kurtuluş vesilesidir. Ben umarım ki, senin üzerinde cenazelerin matemini yapan bir durum meydana getiririm. Geniş bir darbe ki, o darbenin anılması her savaşta olacaktır”. Amr, Hz. Ali’ye,
“Sen kimsin?” diye sordu. Hz. Ali,
“Ben Ali’yim” dedi. Amr,
“Abdi Menâf’ın oğlu Ali mi?” dedi. Hz. Ali,
“Ben Ebu Talib’in oğlu Ali’yim” dedi. Amr,
“Ey kardeşimin oğlu! Amcaların arasında senden daha yaşlıları vardır. Senin kanının akmasını istemiyorum” deyince, Hz. Ali,
“Lâkin ben, ALLAH’a yemin ederim ki, senin kanını akıtmaktan zerre kadar çekinmem!” dedi. Bunun üzerine Amr öfkelendi ve indi. Kılıcını çekti. Sanki kılıcı bir ateş parçasıydı. Sonra Hz. Ali’ye doğru yürüdü. Amr, Hz. Ali’nin miğferine vurdu. Onu parçaladı. Kılıç migferin içinde kaldı. Ve Hz. Ali’nin başına değecek şekilde onu yardı. Hz. Ali, Amr’ın tam omuz damarına vurdu ve onu düşürdü. Ve toz dumana karıştı. Hz. Peygamber tekbir sesi işitti ve bildi ki Ali, Amr b. Abdivedd’i öldürdü. İşte orada Hz. Ali şu şiiri okudu:
“Acaba yiğitlik iddiasında bulunanlar benim karşıma mı çıkıyor? Arkadaşlar, siz beni ve onları başbaşa bırakın. Bugün beni kaçmaktan alıkoyan katlanmak bilmeyen bir kılıcın başıma indirilip de değmeyişi ve savaş anında sinirlenmemdir.”
Hz. Ali sonunda şunları söyledi:
“O, hamakatından taşa taptı. Ben de doğruluğumdan Muhammed’in rabbine! Onu kum dağları arasında yatan bir hurma ağacı gibi toprak içerisinde düşmüş olarak bıraktığım zaman döndüm. Onun elbiselerini almaktan iffet ettim, namusuma yedirmedim. Eğer ben düşmüş olsaydım mutlaka o benim elbisemi soyup götürürdü. Ey hizibler cemaati! Sakın ALLAH’ın dinini ve peygamberini mahrum edeceğini sanmayın”.
Sonra Hz. Ali, Hz. Peygamber’e yöneldi. Mübarek yüzü pırıl pırıl parlıyordu. Hz. Ömer,
“Niçin onun zırhını sırtından çıkarmadın? O zırhtan daha kuvvetlisi Araplarda yoktu!” deyince, Hz. Ali,
“Ona vurdum. O, avret mahallerini bana gösterdi. Ey amcamın oğlu! Onun elbisesini soymaktan artık haya ettim” dedi.[1]




[1] Bidaye, IV/106 (Beyhaki yoluyla İbn İshak’dan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/6-8


Hz. Ali’nin Hayber Günündeki Kahramanlıkları ve Yahudi Mirhab’ı Öldürmesi

- Seleme b. Ekva şöyle anlatıyor: Benî Fezâre gazvesinden döndüğümüzde Medine’de ancak üç gün kaldık ve sonra da Hayber’e çıktık. Amcam Âmir de bizimle birlikte olup şu şiiri okuyordu:
“ALLAH’a yemin ederim ki, eğer sen olmasaydın biz hidâyete eremediğimiz gibi, ne namaz kılardık ve ne de zekat verirdik. Biz senin fazl ve kereminle zengin olduk. Rabb’imiz! Üzerimize bir sekînet indir; düşmanla karşılaştığımızda, ayaklarımızı kaydırma ve bize sebat ihsan eyle!..” Bunları işiten Hz. Peygamber,
“Bu şiirleri okuyan kimdir?” diye sordular.
“Âmir’dir ey ALLAH’ın Rasûlü!” dediler. Hz. Peygamber de ona,
“Rabb’in seni bağışlasın!” diye dua etti. Hz. Peygamber bu duayı kimin için etmişse o kesinlikle şehid düşüyordu. Devesinin üstünde gitmekte olan Hz. Ömer,
“O bize lazımdı; ey ALLAH’ım! Keşke Âmir’i bize bağışlasaydın!” dedi.
Hayber’e vardığımızda onların kahramanı Mirhab bizi karşıladı. Kılıcını yerlerde sürüyerek şöyle diyordu:
“Ben bütün Hayber’in tanıdığı Mirhab’ım. Silahlarımı kuşanıp savaş alanına atıldığımda alevlenen bir kahramanım”. Bunun üzerine amcam Âmir onun karşısına çıkarak şöyle dedi:
“Bütün bir Hayber biliyor ki ben de Âmir’im. Silahlandığımda bütün tehlikelere ve hatta ölüme bile gözümü kırpmadan atılan bir kahramanım”. Sonra Mirhab’la amcam birbirlerine saldırdılar. Mirhab kılıcıyla vurduysa da miğferine değdiğinden amcama bir şey yapamadı. Amcam Âmir de ona vuruyordu. Sonunda Mirhab’a vurmak istediği bir sırada kendi kılıcı ters dönerek onun şah damarını kesti ve böylece amcamın kan kaybından ölümüne neden oldu.
Bu olaydan sonra bazı kimseler,
“Âmir’in yaptıkları boşa gitmiştir; çünkü o kendi kendisini öldürdü!” dediler. Onları duydum ve ağlayarak Hz. Peygamber’e geldim. Hz. Peygamberbana niçin ağladığımı sordu. Ben de,
“Amcam Âmir’in yaptıkları boşa gitmiştir” dedim. Hz. Peygamber,
“Bunu kim çıkarıyor?” dediler. Ben,
“Ashabından bazı kişiler böyle söylüyorlar” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Onlar yalan söylüyorlar; bilakis Âmir için iki sevap vardır” buyurdular.
O gün Hz. Peygamber şöyle buyurdular:
“Bu savaşta sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki o hem ALLAH’ı ve hem de peygamberini seviyor”. Sonra Hz. Peygamber gözlerinden rahatsız olan Hz. Ali’yi çağırmam için beni yolladı. Gittim, Hz. Ali’nin elinden tutarak onu Hz. Peygamber’in yanına getirdim. Hz. Peygamber mübarek tükrüklerini onun gözlerine sürdü ve onlar iyileşti. Hz. Peygamber sancağı ona verdiler.
Sonra Mirhab yeniden çıktı ve yine,
“Ben bütün bir Hayber’in tanıdığı Mirhab’ım. Silahlarımı kuşanıp savaş alanına atıldığımda alevlenen bir kahramanım” şiirini okudu. Bu kez onun karşısına Hz. Ali çıktı ve o da şu şiiri okudu: “Ben, annesinin kendisine Haydar (Arslan) ismini verdiği kişiyim. Ben düşmanlarını dehşet içerisinde bırakan ormanların arslanı gibiyim. Sizleri kılıcımla biçip geçeceğim” Bu şiirlerin okunduğundan sonra birbirlerine saldırdılar. Hz. Ali, Mirhab’ın kafasına bir kılıç indirdi ve onu ikiye biçti. Böylece Hayber’in fethi de gerçekleşmiş oldu.[1]
- Ebu Râfi şöyle anlatıyor: “Hz. Ali ile birlikte Hayber’e gittik. Hz. Peygamber sancağını ona vermişti. Kaleye yaklaştığımızda içerdekiler çıkarak bizimle savaşa tutuştular. Bu sırada yahudilerden biri Hz. Ali’ye vurarak onun kalkanını düşürdü. Bunun üzerine Hz. Ali kalenin kapısını yerinden söküp kendine kalkan yaptı ve kale fethedilinceye kadar da onu elinden bırakmadı. Daha sonra ben yedi kişiyle birlikte onu yerden kaldırmaya çalıştıysam da beceremedim.[2]
- Hayber’in fethi günü Hz. Ali kalenin kapısını havaya kaldırdı. Müslümanlar da onun üzerine çıkarak kaleyi fethettiler. Fetihten sonra kırk kişi onu kaldırmak istedilerse de güçleri yetmedi.[3]
- Hayber’in fethi sırasında Hz. Ali kalenin kapısını havaya kaldırdı. Fetih de onun üstüne çıkan Müslümanlar’la gerçekleşti. Olaydan sonra kaldırılmak istendiyse de ancak kırk kişi kaldırabildi.[4]



[1] Bidaye, IV/187 (Müslim ve Beyhaki’den. Bu metin Beyhaki’ye aittir; İmam Ahmed’in Hz. Ali’den rivayetine göre o “Mihrab’ı öldümdüğünde başını Hz. Peygamber’e getirdim” demektedir; Musa b. Ukbe’nin Zühri’den rivayet ettiğine göreyse Mihrab’ı öldüren Muhammed b. Mesleme’dir. Muhammed b. İshak ve Vakidi’nin Cabir’den ve başkalarından yaptıkları rivayet de Mihrab’ı Muhammed b. Mesleme’nin öldürdüğü şeklindedir).
[2] Bidaye, IV/189 (İbn İshak’dan, o da akrabaları aracılığıyla Hz. Peygamber’in azatlısı Ebu Rafi’den. Bu rivayette bilinmeyen bir ravi ve açık bir de ınkıta’ vardır).
[3] Bidaye, IV/189 (Beyhaki ve Hakim, Ebu Ca’fer el-Bakır tarikiyle Hz. Cabir’den. Bu hadiste zayıflık vardır. Bunun gibi yine Cabir’den gelen zayıf hadis de şöyledir: “Kapı yerine takılmak istendiğinde yerden kaldırılması için yetmiş kişi gerekti”).
[4] Kenz, V/44 (Hasendir denilerek İbn Ebi Şeybe’den, o da Cabir b. Semüre’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/8-10


Talhâ b. Ubeydullah’ın Kahramanlıkları

- Talhâ (r.a.) Uhud günü şu şiiri okumuştur: “Biz Gâlib ve Mâlik kabilelerinin koruyucuları ve ALLAH’ın mübarek Rasûlü’nün savunucularıyız. Bunun için de ağıllarda beslenen şişman develerin yere vuruşları gibi savaş meydanlarında biz de düşmanlara vuruyorduk”. O gün Uhud’dan ayrılınmazdan önce Hz. Peygamber Hassân b. Sâbit’ten, Talhâ’yı öven bir şiir söylemesini istedi. Bunun üzerine Hassân şu şiiri söyledi:
“Talhâ kendisine çok zor ve sıkıntılı gelen vâdi (Uhud) gününde Muhammed’e yardım edeceğine dair söz vermişti. İki elini mızrak ve kılıçlara karşı siper yaptı ve bütün parmakları kan içerisinde kaldı. O, Muhammed hâriç, diğerlerinin hepsinden daha ilerdeydi. İslâmiyet’in devam edebilmesi için var kuvvetiyle çalıştı. Nihayet İslâmiyet güçlenip yeryüzüne hâkim oldu.”
Onun hakkında Hz. Ebubekir de şunları söylemiştir:
“O, süvarilerin peşinde oldukları hidâyet peygamberini korumayı üstlendi. Düşmanlarla karşı karşıya geldiğinde İslâm’ı bütün kuvvetiyle müdâfaa etti. İnsanlardan bir çoğu fitneye düşerek onu bırakıp kaçarlarken, o mızrak ıe kılıç darbelerine karşı koydu ve direndi. Ey Ubeydullah’ın oğlu Talhâ! Cennet senin için vacip olmuştur ve sen oradaki elâ gözlü, geniş yüzlü hurileri hakettin!...”
Hz. Ömer’se şunları söylemiştir:
“Herkes kaçıp peygamberi savaş alanında yapayalnız bıraktıklarında o, orada kalıp hidâyet peygamberini yalın kılıcıyla korumuştur”. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Ey Ömer! Çok doğru söyledin!” buyurdular.[1]



[1] Müntahabü’l-Kenz V/68 (İbn Asakir, Talha’dan); el-Lisan, III/77 (İbn Hibban’dan). Bu hadis daha önce de Talha’nın Uhud günündeki savaşlarının anlatıldığı kısımda da geçmişti.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/10



Zubeyr b. Avvam’ın Kahramanlıkları, Zübeyr’in Hicretten önce Hz. Peygamber’i Korumak İçin Kılıç Çekmesi


- ALLAH yolunda kılıcını ilk çeken zat Zübeyr b. Avvam’dır. O Mekke’de bir öğle vaktinde uyumakta iken, “ALLAH’ın Rasûlü öldürüldü!” diye bağıran birinin sesiyle uyandı. Fırladı, kılıcını çekip dışarıya çıktı! Sonra yolda Hz. Peygamber’le karşılaştı. O,
“Ey Zübeyr! Böyle yalın kılıç nereye gidiyorsun?” diye sordu. Zübeyr,
“Senin öldürüldüğünü işittim ey ALLAH’ın Rasûlü” dedi. Hz. Peygamber,
“Peki böyle bir durumda ne yapardın?” diye sordu. Zübeyr de,
“Yemin ederim ki çıkıp Mekkelilerden hangisini yakalarsam onu kılıcımla doğrardım” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Zübeyr b. Avvam’a dua etti. Esedî de onun hakkında şu şiiri söylemişti:
“ALLAH yolunda çekilen ilk kılıç yine ALLAH için öfkelenen alnı açık Zübeyr’in kılıcıdır. Bu onda görülen ilk gayrettir. Yeri ve zamanı geldiğinde ondan daha nice gayretler göreceğiz.”[1]
- Zübeyr b. Avvam Müslüman olmuştu ve o sıralarda on iki yaşlarındaydı. Bir gün şeytandan gelen bir ses ona,
“Muhammed yakalandı!” dedi. Bunun üzerine Zübeyr kılıcını çekerek sokağa fırladı. Mekke’nin yukarı mahallelerinde oturmakta olan Hz. Peygamber’in evine kadar koştu. Bu arada da kılıcı hep elindeydi. Onu gören Hz. Peygamber,
“Nedir bu halin? Sana ne oldu?” diye sordu. O da,
“Seni yakaladıklarını duydum” dedi. Hz. Peygamber bu kez,
“Şayet öyle olmuş olsaydı ne yapacaktın?” diye sordu. Zübeyr,
“Seni yakalayan kimseyi bulup öldürecektim” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber hem ona ve hem de kılıcına duada bulundu. Zübeyr’e de evine gitmesini emretti. İşte ALLAH yolunda çekilen ilk kılıç budur.[2]



[1] Kenz, V/69 (İbn Asakir, Said b. el-Müseyyeb’den)
[2] Müntahabü’l- Kenzü’l-Ummal, V/69 ve Hilye, I/89 (İbn Asakir, Urve’den); İsabe, I/545 (Zübeyr b. Bekkar’ın da rivayet ettiği zikredilir); Ebu Nuaym, Delail s. 226 (Said b. el-Müseyyeb’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/10-11


Hz. Zübeyr’in Uhud Günü Talhâ b. Talhâ el Abderî’yi Öldürmesi

- Uhud gününde Kureyş müşriklerinin sancağını Talhâ b. Talhâ el-Abderî diye birisi taşıyordu. Bu adam çıktı ve müslümanlara meydan okudu. Halk ondan çok korkardı, bu yüzden de karşısına hiç kimse çıkamadı. Sonunda Hz. Zübeyr meydana atıldı ve onu devesinden alaşağı ederek göğsüne oturup kılıcıyla kesti. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Her peygamberin bir havarisi (yardımcısı) vardır; benim havarim ise Zübeyr’dir” buyurup sonra da şöyle eklediler:
“Eğer Zübeyr de çıkmamış olsaydı Talhâ b. Talhâ el Abderî’nin karşısına ben çıkacaktım. Çünkü hiç kimse ona karşı çıkmaya cesaret edemiyordu.”[1]



[1] Bidaye, IV/20 (Yunus, İbn İshak’tan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/11


Hz. Zübeyr’in Hendek Savaşında Nevfel b. Abdullah el-Mahzûmî’yi ve Bir Başka Kişiyi Öldürmesi

- Hendek gününde Nevfel b. Abdullah b. Mugîre el-Mahzûmî çıkıp Müslümanları mübârezeye davet etti. Onun karşısına Hz. Zübeyr çıktı ve bir vuruşta onu ikiye böldü. Bu darbe o kadar sert olmuştu ki, Zübeyr’in kılıcında çatlaklar ve kırıklar meydana geldi. Onu öldürüp dönerken, Hz. Zübeyr şu şiiri okuyordu: “Ben, kendini ümmî ve seçkin bir peygamberin korunmasına adamış bir kişiyim.”[1]
- Müşriklerden bir kişi silahlarını kuşanıp bir tepeye çıkarak,
“İçinizden benimle kim vuruşacak?” diye Müslümanlar’a meydan okudu. Hz. Peygamber müslümanlardan birine dönerek,
“Ona karşı çıkar mısın’?” diye sordu. O kişi de.
“Ey ALLAH’ın Rasûlü! Eğer istersen çıkarım” dedi. Bu arada Zübeyr de gözlerini dikerek ısrarla Hz. Peygamber’e bakıyordu. Sonunda Hz. Peygamber ona dönüp,
“Ey Safiyye’nin oğlu! Kalk, git!” deyince Zübeyr yerinden fırladı. Silahlarını kuşanıp o adamın karşısına dikildi. Sonra ikisi birbirine sarılarak yerde yuvarlanmaya başladılar. Hz. Peygamber,
“Hendeğe ilk düşen öldürülecektir” buyurdu ve Zübeyr için dua etti; sahabiler de onunla birlikte dua ettiler. Nihayet hendeğe ilk düşen müşrik oldu. Hz. Zübeyr de üzerine atılarak onu öldürdü.[2]



[1] Bidaye, IV/107 (Yunus, İbn İshak’tan).
[2] Müntahabü’l-Kenz V/69 (İbn Cerir, Esma binti Ebibekir’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/12


Hz. Zübeyr’in Hendek ve Yermük Savaşlarındaki Kahramanlıkları

- Abdullah b. Zübeyr şöyle anlatıyor: Hendek günü kadınlar ve çocuklarla birlikte kaledeydim. Yanımda Ömer b. Ebî Seleme de vardı. Ben arasıra onun sırtına çıkarak devam etmekte olan savaşa bakıyordum. Bir ara babamı gördüm. Bir o tarafa, bir bu tarafa koşup duruyor; nerede bir kıpırdanma olsa orada bitiveriyordu. Akşam üzeri babam kaleye döndü. Koşup onu karşıladım ve
“Babacığım! Bugün seni ve yaptıklarını seyrettim” dedim. Bana,
“Demek beni seyrettin öyle mi oğlum?” diye sordu. Ben,
“Evet!” deyince de,
“Anam, babam sana feda olsun!” dedi.[1]
- Yermük gününde Hz. Peygamber’in sahabileri Zübeyr’e,
“Ey Zübeyr! Düşmana önce sen saldır; biz de arkandan, gelelim” dediler. Zübeyr de onlara,
“Eğer düşmana önden hücum edecek olursam beni takip etmeyip yalnız bırakırsınız” dedi. Onlarsa,
“Hayır, böyle bir şeyi asla yapmayız; biz daima seninle olacağız” dediler. Bunun üzerine Zübeyr düşmanın üzerine hücum etti. Düşman saflarını yararak onların arkalarına geçti; fakat Müslümanlar’dan hiç kimse kendisini takip etmedi. Bunun üzerine kendisi düşman saflarını ikinci kez yararak Müslümanların yanına döndü. İkinci saldırıda atının gemini tutup omuzlarına iki kılıç darbesi vurdular. Bu iki kılıç yarasının ortasında bir de Uhud gününde aldığı üçüncü bir yara vardı. Zübeyr’in oğlu Urve şöyle diyor:
“Küçüklüğümde babamın o kılıç yaralarıyla oynardım. Yermük günü o sırada on yaşlarında olan kardeşim Abdullah da babamın yanında bulunuyordu. Düşmana hücum etmeden önce onu bir ata bindirip arkadaşlarından birisine teslim etmişti.”[2]



[1] Bidaye, IV/107 (Beyhaki’den)
[2] Buhari, Urve’den (Bu hadis mana itibariyle Bidaye, VII/11’de de zikredilmektedir. Ayrıca burada şöyle bir de ek vardır: “Ashab bu teklifi bir kez daha yaptılar ve yine onu takip etmediler”).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/12-13


Sa’d b. Ebî Vakkas’ın Gösterdiği Kahramanlıklar Sa’d’ın ALLAH Yolunda Ok Atanların İlki Olması


- Hz. Peygamber içlerinde Sa’d b. Ebî Vakkas’ın da bulunduğu bir askerî birliği Hicaz’ın Râbığ denilen bölgesine gönderdi. Bu birlik müşriklerin saldırısına uğradı. O gün Sa’d b. Ebi Vakkas bütün oklarını onlara attı. ALLAH yolunda atılan ilk ok Sa’d’ın bu savaşta atmış olduğu oklardır. Bu savaş da Müslümanlar’ın yaptığı ilk savaştır. Sa’d ok atarken şu şiiri okuyordu: “Acaba ALLAH Rasûlü benim oklarımla arkadaşlarımı koruduğunuzu biliyor mu? İster ovada, isterse de dağlık bölgelerde olsun, ön saflarda yer alan arkadaşlarımın karşılaştıkları tehlikeleri ve düşmanları oklarımla defediyorum. Ey ALLAH’ın Rasûlü! Müslümanlardan, ALLAH yolunda benden önce ok atan kimse olmadığını biliyorsun. Ben O’nun yolunda ok atanlara ilkiyim.”[1]



[1] Müntehab, V/72 (İbn Asakir, Zühri’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/13


Sa’d b. Ebi Vakkas’ın Uhud Gününde Bir Okla Üç Kişiyi Öldürmesi


- Sa’d b. Ebî Vakkas Uhud gününde bir okla üç düşman öldürdü. Bu şöyle oldu: Sa’d bir ok atarak müşriklerden birini öldürdü. Onlar da onu atarak Müslümanların bulunduğu tarafa attılar. Sa’d onu bulup, yine attı ve bu kez de onlardan birini öldürdü. Onlar da oku tekrar attılar. Aynı oku üçüncü kez eline geçiren Sa’d, onunla bir üçüncüsünü daha öldürdü. Halk Sa’d’ın bu yaptığına çok şaştılar. O da,
“Bu oku bana Hz. Peygamber vermişti” dedi. Gerçekten de bu oku ona Hz. Peygamber vermiş ve verirken de, “At ey Sa’d, Anam babam sana feda olsun!” buyurmuştu.[1]
- Sa’d, b. Ebî Vakkas, Bedir savaşında hem bir süvarî ve hem de bir piyade gibi savaştı.[2]



[1] Müntahabü’l-Kenz V/72 (İbn Asakir, İbn Şihap’tan)
[2] Heysemi, VI/82 (Bezzar, İbn Mes’ud’dan. Heysemi “Hadisi Bezzar iki senetle rivayet etmiştir; bunların birinin senedi muttasıl, diğerininki ise mürseldir. Her iki senedin ravileri sikadırlar” der).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/13-14


Hamza b. Abdulmuttalib’in Kahramanlıkları, Hz. Hamza’nın Bedir Gününde Yaptıkları ve Ümeyye b. Halef’in Onun Hakkında Söyledikleri

- Hamza b. Abdulmuttalib Bedir gününde başına bir devekuşu tüyü sokmuştu. Karşı tarafta bulunan müşriklerden biri,
“O başında devekuşu tüyü bulunan kişi kimdir?” diye sordu. Bunun üzerine,
“O kişi Hamza b. Abdulmuttalib’dir!” denildi. Müşriklerden önceki soruyu soran kişi,
“Bizim başımıza bu felaketleri getiren de hep odur” dedi.[1]
- Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor: Bedir gününde Ümeyye b. Halef bana,
“Ey Abdu’l-İlah!.[2] O, içinizde göğsünü devekuşu tüyleriyle donatmış olan kimdir?” diye sordu. Ben de,
“O, ALLAH Rasûlü’nün amcası, Abdulmuttalib’in oğlu Hamza’dır” dedim. bunun üzerine Ümeyye,
“Başımıza bütün bu felaketleri getiren hep odur” dedi.[3]



[1] Heysemi, VI/81 (Tabarani, Haris et-Teymi’den. Heysemi bu hadisin senedinin münkatı’ olduğunu söylemektedir).
[2] Buradaki Abdu’l-İlah’tan kasıt Abdurrahman b. Avf’tır. Bu zat cahiliyedeki ismi Abd-u Amr idi; daha sonra Hz. Peygamber ona Abdurrahman ismini verdi. Ümeyye b. Halef ilk anda ona cahiliye ismi olan Abd-u Amr ile hitap etmişse de Abdurrahman ona karşılık vermemiştir; bunun üzerine Ümeyye Hz. Peygamber’in koyduğu isimle çağırmaktan kaçınarak bu kez de ona Abdu’l-İlah diye hitap etmiş, o da karşılık vermişti. Bu olay Ümeyye b. Halef’in Bedir’de Abdurrahman b. Avf’ tarafından esir edilip Bilal tarafından öldürülmesinden önce geçmektedir.
[3] Heysemi, VI/81 (Bezzar’dan. Heysemi “Bunu iki yoldan nakletmiştir. Birisinde onun şeyhi (hocası) Ali b. Fadl el-Kerabisi vardır ki ben bunu tanımıyorum, fakat diğerleri sahihin ravileridir. İkinci senetse zayıftır” der).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/14


Hz. Peygamber’in Şehit Düşen Amcası Hamza’yı Gördüğünde Ağlaması

- Hz. Peygamber Uhud günü amcası Hamza’yı bulamamış ve onu arıyordu. Çevresindekilere sordu; bunun üzerine onlardan biri, “Ben onu falan yerdeki ağacın altında görmüştüm. Şöyle diyordu: “Ben ALLAH’ın ve O’nun Rasûlü’nün arslanıyım. Ey Rabb’im! Ebu Süfyan ve arkadaşlarının yaptıklarını sana şikayet ediyor; sahabilerin davranışlarından dolayı da senden özür diliyorum”. Hz. Peygamber doğruca o kişinin söylediği yere gitti. Hz. Hamza’nın halini görünce ağladılar ve vücudunun kesilip biçilmesinden dolayı da sesli bir şekilde feryat ettiler. Sonra, “Bir kefen yok mudur?” buyurdular. Ensar’dan bir kişi üzerindeki elbisesini çıkararak, Hz. Hamza’nın cesedi üzerine örttü. Hz. Peygamber onun için şöyle buyurdular: “Kıyamet günü ALLAH indinde şehitlerin efendisi Hamza’dır.”[1]



[1] Hakim, III/199 (Hakim “Bu hadis, isnadı sahih olmasına rağmen Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmemiştir” demektedir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/14-15


Hz. Hamza’nın Öldürülmesi ve Daha Sonra da Cesedinin Kesilip Biçilmesi

- Ca’fer b. Amr b. Ümeyye ed-Damrî şöyle anlatıyor: Muâviye devrinde Abdullah b. Adiyy b. el-Hıyâr ile birlikte Vahşî’nin yanına gitmek üzere Humus’a doğru yola çıktık. Oraya vardığımızda Vahşî’yi bularak ona,
“Biz uzak yerlerden Hz. Hamza’yı nasıl öldürdüğünü öğrenmek için geldik. Bize anlatır mısın?” dedik. O da,
“Hadiseyi benden soran Hz. Peygamber’e nasıl anlatmışsam size de aynen anlatacağım” dedi ve şunları söyledi:
“Ben o zamanlar Cübeyr b. Mut’ım’ın kölesiydim. Onun amcası Tuayme b. Adiyy, Bedir’de öldürülenler arasındaydı. Kureyşliler Uhud’a çıkarlarken efendim Cübeyr bana,
“Bu savaşta amcam Tuayme b. Adiyy’e karşılık olmak üzere Muhammed’in amcası Hamza’yı öldürecek olursan seni azat edeceğim” dedi. Bunun üzerine ben de orduyla birlikte yola çıktım. Habeşli olduğum için her Habeşli gibi çok iyi mızrak kullanırdım. Attığım mızrak hemen hemen hiç şaşmazdı. Kureyşlilerle Müslümanlar savaşa tutuştuklarında ben de Hamza’yı bulmak için dolaşmaya başladım. Nihayet onu savaşın tam orta yerinde buldum. Önünde hiç kimse duramıyordu. Sanki kükremiş bir deveydi. Kılıcıyla önüne geleni biçip geçiyordu. ALLAH’a yemin ederim ki, o sırada ben onu öldürmek için fırsat kolluyordum. Bir taşın arkasına gizlenmiş, gözlerimi ondan ayırmıyordum. Bu şekilde hem kendimi ondan korumuş oluyor ve hem de bana yaklaşmasını bekliyordum.
“Bu sırada onun karşısına ben davranmadan önce Siba b. Abdi’l-Uzzâ çıktı. Hz. Hamza onu gördüğünde,
“Ey kadın sünnetçisinin oğlu! Gel bakalım” dedi. Sonra ona öyle bir darbe indirdi ki onun başının gövdesinden ayrıldığını farkedemedim bile. Ben de daha fazla beklemeksizin elimdeki mızrağı fırlattım. Mızrak hedefini bulmuş, Hz. Hamza’nın göbek ile avret mahalli arasından girerek uylukları arasından çıkmıştı. Bu haliyle bile bana doğru atılmak istediyse de başaramadı, düştü. Ölünceye kadar da yanına varmaya cesaret edemedim. Sonra da vardım, mızrağımı saplandığı yerden çıkararak Kureyş’in ordugahına döndüm. Zaten benim Hamza’yı öldürmekten başka bir gayem de yoktu. Onu da azat edilebilmek için öldürmüştüm.
“Mekke’ye döndüğümde efendim beni serbest bıraktı. Hz. Peygamber’in Mekke’yi fethedişine kadar da orada oturdum. Mekke’nin fethi sırasında Taif’e kaçtım ve bir müddet de orada kaldım. Nihayet Taif heyeti Müslüman olmak üzere Hz. Peygamber’e gittiklerinde benim için her şeyin bitmiş olduğunu düşündüm. Yeryüzü bana dar gelmeye başlamıştı. Kendi kendime,
“Şam’a veya Yemen’e, ya da başka bir memlekete mi kaçsam? Ne yapsam?” diye düşünüyordum. Benim bu üzüntülü halimi gören birisi,
“Azap olunasıca! Düşündüğün şeye bak! Nedir bu telaş! ALLAH’a yemin ederim ki Muhammed şehâdet getirip dinine giren hiç kimseyi öldürmez” dedi. Adamın bu sözlerini işittiğimde hemen yola çıkarak Medine’ye vardım ve Hz. Peygamber’in huzuruna çıktım. Onun tam karşısında ayakta durarak şehadet getirdim. Bunun üzerine bana,
“Sen Vahşî misin?” dediler. Ben de,
“Evet, ey ALLAH’ın Resûlü! Ben Vahşi’yim” dedim.
“Şöyle otur da Hamza’yı nasıl öldürdüğünü bana anlat bakalım” buyurdular.
“Oturup, şu size anlattıklarımı Hz. Peygamber’e de anlattım. Bunun üzerine,
“Azap olunasıca! Git, elinden geldiğince bana görünmemeye çalış! Seni görmek istemiyorum” buyurdular. Bundan sonra vefatına kadar nerede olursa olsun beni görmemesi için hep Hz. Peygamber’in arkasında dururdum. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanlarla birlikte, Yemâme emiri olup da peygamberliğini ilan etmiş olan Müseylemetü’l-Kezzab’la yapılan savaşa katıldım. Çıkarken Hz. Hamza’yı öldürdüğüm mızrağı da beraberime aldım. Onlarla karşılaştığımızda Müseyleme’nin elinde kılıç ayakta durmakta olduğunu gördüm. Kendisini tanımıyordum. Mızrağımı ona fırlatmak için hazırlandım. Bu sırada Ensar’dan birisi de onu öldürmeye çalışıyordu. Ben bir fırsatını bulup mızrağımı ona doğru fırlattım. Mızrak hedefini bulmuş, onun vücuduna saplanmıştı. Bunun üzerine Ensar’dan olan o kişi de saldırarak kılıcıyla onun kafasına bir darbe indirdi. Onu hangimizin öldürdüğünü ancak Rabb’im bilir. Eğer onu ben öldürmüşsem Hz. Peygamber’den sonra insanların en hayırlısını öldürmüş olduğum gibi, onların en şerlisini de ben öldürmüş olurum.”[1]
- Uhud gününde Müslümanlarla Kureyşliler karşı karşıya geldiklerinde Siba’ b. Abdi’l-Uzzâ çıkarak,
“İçinizden kim benimle çarpışacak?” diye meydan okudu. Onun karşısına Hamza b. Abdulmuttalib dikilerek,
“Ey Siba! Ey kadın sünnetçisi Ümmü Enmâr’ın oğlu! Sen ALLAH ve Rasûlü’ne karşı mı geliyorsun?” dedi ve ona öyle bir hamle yaptı ki, Siba sanki dünyaya hiç gelmemiş gibi oldu.[2]



[1] Bidaye, IV/18 (İbn İshak’tan)
[2] Bir önceki hadisi Buhari de benzer şekilde Ca’fer b. Amr’dan rivayet etmiştir. Yukarıdaki kısım bu rivayetteki ektir.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/15-17


Hz. Abbas’ın Kahramanlıkları, Hz. Peygamber’in Amcası, Hz. Abbas’ın Hanzale’yi Müşriklerin Elinden Kurtarması

- Taif gününde Hz. Peygamber Hanzale b. Rabî’i Taifliler’e elçi olarak gönderdi. Onlarsa Hanzale’yi yakalayarak kalelerine götürmek istediler. Bunu gören Hz. Peygamber,
“Hanzale’yi onların elinden kurtaracak kimse yok mudur? Onun için bütün bu mücahitlerin sevabı kadar sevap vardır” buyurdular. Buna Abbas b. Abdulmuttalib’den (Hz. Peygamber’in amcası) başkası cesaret edemedi. Koşarak gitti ve Hanzale’yi kaleye sokmak isteyen Taifliler’e yetişti. Kendisi güçlü, kuvvetli birisiydi. Onu kucaklayarak müşriklerin elinden kurtardı. Taifliler kaleden onların üzerine taş yağdırdılar. Hz. Peygamber de gidip Hanzale’yi getirinceye kadar Hz. Abbas’a dua etti.[1]



[1] Kenz, V/307 (İbn Asakir, Cabir’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/17


Muaz b. Amr b. Cemuh ile Muaz b. Afra’nın Kahramanlıkları ve Bu İkisinin Bedir Gününde Ebu Cehil’i Öldürmeleri

- Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor: Bedir gününde diğer Müslümanlarla birlikte saflarda yerimi almış, etrafıma bakınıyordum. Bu esnada gözüme Ensar’dan iki genç ilişti. Ben içimden,
“Keşke bu iki gençten daha kuvvetli olabilseydim” diye temenni ederken, onlardan biri bana dönüp,
“Ey amca! Sen Ebu Cehil’i tanıyor musun?” diye sordu. Ben de,
“Evet, tanıyorum. Ne yapacaksın?” dedim. Bunun üzerine o genç,
“Duyduğuma göre o herif Hz. Peygamber’e küfrediyormuş. Nefsimi kudret elinde tutan ALLAH’a yemin ederim ki, bulduğum takdirde ikimizden biri ölmedikçe onu bırakmayacağım” diye cevap verdi. Ben bu gencin sözlerine ve cesaretine şaşıyorken, ikincisi de onun söylediklerini tekrarladı. Biraz sonra Kureyş safları arasında gidip gelmekte olan Eba Cehil’i gördüm ve o iki gence dönüp onu göstererek,
“Şu adamı görüyor musunuz? Bana sormuş olduğunuz kişi işte odur!” dedim.
Sonra bu ikisi Ebu Cehil’e doğru koştular. Kılıçlarını çekip öldürünceye dek ona vurdular Daha sonra da dönüp bu yaptıklarını Hz. Peygamber’e haber verdiler. Hz. Peygamber,
“Onu hanginiz öldürdü?” buyurunca ikisi de,
“Ben öldürdüm” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Peki, kılıçlarınızı sildiniz mi?” diye sordu. Onlar da,
“Hayır” dediler. Böylece Hz. Peygamber her iki kılıcı da muayene ederek,
“Onu ikiniz birden öldürmüşsünüz!” buyurdu. Hz. Peygamber, Ebu Cehil’in ele geçirilen silahlarını, atını ve malzemelerini bu iki gence verdi. Bunlar Muaz b. Amr b. Cemuh ile Muaz b. Afra idiler.[1]
- Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor: Bedir günü savaş saflarında iki genç arasına düşmüştüm. Bu yüzden de kendimi emniyette hissedemiyordum. Ben bu duygular içerisindeyken onlardan biri:
“Ey amca! Bana Ebu Cehil’i gösterebilir misin?” dedi. Ona,
“Yeğenim!.. Ebu Cehil’i ne yapacaksın?” diye sordum. O da,
“ALLAH’a söz verdim; yakaladığım yerde onu öldüreceğim ya da o beni öldürür” dedi. diğer tarafımdaki genç de aynı şeyleri söyledi. Bunun üzerine böyle iki genç arasında yer almak beni o kadar sevindirdi ki tarif edemem. Onlara Ebu Cehil’i gösterdim. Birer şahin gibi üzerine çullanarak onu öldürdüler. Bu iki kişi Afra’nın oğulları idiler.[2]
- Benî Selime’den Muaz b. Amr b. Cemuh şöyle anlatıyor: Bedir günü Ebu Cehil adeta bir insan ormanıyla çevrilmişti. Bu yüzden de halk,
“Kimse Ebu’l-Hakem’e (Ebu Cehil’e) ulaşamaz!” diyorlardı. Bunu duyduktan sonra her ne pahasına olursa olsun onu öldürmeyi kafama koydum. Ona doğru ilerlemeye başladım ve bulduğum ilk fırsatta saldırdım. Bir darbede bacağıyla birlikte ayağını koparıverdim. ALLAH’a yemin ederim ki kopup fırlayan ayağı kırmataşı altından kayıp sıçrayan hurma çekirdeğine benziyordu. O sırada onun oğlu İkrime de bana saldırarak omuzuma bir darbe indirdi. Kılıç, kolumu omuzlarımdan ayırdı ve o ince bir deri parçasıyla asılı kaldı. Ben bu halimle bile akşama kadar savaşmaya devam ettim. Bu arada da beni çok rahatsız eden kolumu, ayağımla elimin üzerine basmak suretiyle kopardım.[3]



[1] Buhari ve Müslim; Hakim, III/425 ve Beyhaki, VI/305’de yine Abdurrahman’dan benzer bir şekilde rivayet etmişlerdir.
[2] Buhari
[3] Bidaye, III/287 (İbn İshak; İbn Abbas ve Abdullah b. Ebibekir’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/17-18


Ebu Dücâne’nin Kahramanlıkları ve Uhud Gününde Hz. Peygamber’in Kılıcını Alarak Onun Hakkını Vermesi

- Hz. Peygamber Uhud günü ellerine bir kılıç alarak,
“Bu kılıcı kim almak ister?” diye sordular. Hiç kimse ses çıkarmadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber bu kez,
“Kim bu kılıcı, hakkını vermek suretiyle alır?” buyurdular. Halktan hiç kimse buna yanaşmadı. Nihayet Ebu Dücâne Simak b. Hureşe el-Ensârî çıkıp,
“Onu ben alır ve hakkını da veririm” dedi. Ebu Dücâne o gün onunla bir çok müşriğin kafasını kopardı.[1]
- Uhud gününde Hz. Peygamber bir kılıç göstererek,
“Hakkını ödemek şartıyla kim bu kılıcı benden almak ister?” buyurdular. Ebu Dücâne Simak b. Hareşe el-Ensârî kalkarak,
“Ey ALLAH’ın Rasûlü! Onu senden bu şartlarla alırım; fakat hakkı nedir?” diye sordu. Daha sonra Ebu Dücâne kılıcı alarak çıktı. Onunla fırtına gibi esiyor, ortalığı kasıp kavuruyordu. Böylece dağın eteklerinde duran ve içlerinde Hind’in de bulunduğu Kureyş kadınlarının yanına kadar vardı. Hind şu şiiri okuyordu:
“Biz tânk yıldızının kızlarıyız. Halılar üzerinde yürürüz. Bizim saçlarımızdan etrafa misk kokuları saçılır. Bize yönelenlerin boyunlarına sarılır; sırt çevirenlere de sevgimizi vermeyiz:’
Ebu Dücâne, Hind’e hücum etti. Ancak onun imdat çağrılarına kimse cevap vermeyince onu öldürmekten vazgeçti. Zübeyr b. Avvam ona,
“Bugün yaptıkların çok hoşuma gitti; hepsi de çok güzel hareketlerdi. Fakat o kadını niçin öldürmedin?” dedi. O da,
“Ona saldırdım; ama hiç kimse imdadına koşmadı. Ben de ALLAH Rasûlü’nün kılıcıyla, çaresiz bir kadını öldürmek istemedim” diye cevap verdi.[2]
- Zübeyr (r.a.) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber Uhud’da bir kılıç çıkararak,
“Kim hakkını vermek şanıyla bu kılıcı benden almak ister?” buyurdular. Ben,
“Ey ALLAH’ın Resûlü! Ben alırım” dedim. Fakat Hz. Peygamber bana vermeyip,
“Kim hakkını vermek şartıyla bu kılıcı benden almak ister?” diyerek çağrılarını tekrarladılar. Ben yine,
“Ey ALLAH’ın Resûlü! Ben alırım” dedim. Ama Hz. Peygamber bu kez de bana vermeyerek, üçüncü defa,
“Kim hakkını vermek şartıyla bu kılıcı benden almak ister?” buyurdular. Bunun üzerine Ebu Dücâne Simâk b. Hareşe kalkarak,
“Ey ALLAH’ın Resûlü! Onu dediğiniz şekilde alırım, ancak hakkı nedir?” diye sordu. Hz. Peygamber de şöyle buyurdular:
“Onunla hiç bir Müslümanı öldürmeyecek ve elinde bulunduğu sürece hiç bir kâfirden de kaçmayacaksın!” Böylece Hz. Peygamber kılıcı ona verdi. Ebu Dücâne kılıçla çıktı. Ben de onu takip etmeye karar verdim. O savaşırken başına bir sargı sarardı. ALLAH’a yemin ederim ki o gün Ebu Dücâne önüne çıkan her şeyi paramparça ediyor ve ekin gibi biçiyordu.[3]
- Zübeyr b. Avvam şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber Uhud günü istediğim halde bana vermeyip de kılıcı Ebu Dücâne’ye verince kalben kırılmıştım. Kendi kendime şöyle dedim:
“Ben onun teyzesi Safiye’nin oğlu olup, Kureyş kabilesindenim. Ondan önce istemiş olmama rağmen bana değil de Ebu Dücâne’ye verdi. ALLAH’a yemin ederim ki, ben bugün onu takip edip bu kılıçla ne yapacağına bakacağım”. Bu karardan sonra kılıcı alıp çıkmış olan Ebu Dücâne’nin peşine takıldım. O, cebinden kırmızı bir bez parçası çıkardı ve başına bağladı. Bunun üzerine Ensar,
“Ebu Dücâne yine ölüm sarığını sardı” dediler. O bu bez parçasını ne zaman başına bağlayacak olsa hep böyle derlerdi.
Ebu Dücâne bir yandan da şu şiiri okuyordu:
“Ben, dağın eteğinde bulunan hurmalıktaki dostunun, kendisinden savaşta hiç bir zaman safların gerisinde kalmamak, ALLAH ve Resûlu’nun kılıcıyla müşriklere devamlı vurmak üzere söz aldığı kimseyim”. Bu şekilde Ebu Dücâne önüne çıkanı öldürüyordu. Müşriklerin arasında biri vardı ki savaş alanını dolaşır ve nerede bir yaralı Müslüman görse hemen onu öldürürdü. Ben ALLAH’tan bu ikisini karşı karşıya getirmesini istiyordum. Çok geçmeden bu arzum gerçekleşti ve Ebu Dücâne o kişiyle karşı karşıya geldi. İlk saldırıyı bu kişi yaptı ve Ebu Dücâne’ye bir kılıç savurdu. Ebu Dücâne bunu kalkanıyla savuşturup hiç vakit kaybetmeden bir vuruşta onu öldürdü. Daha sonra onu Hind binti Utbe’nin başucunda gördüm. Vurmak üzere kılıcını onun başı üzerine kaldırdığı halde vurmaktan vazgeçerek geri döndü. Onun bu hareketini gördüğümde kendi kendime,
“Şüphesiz ALLAH ve Rasûlü benden çok daha iyi bilir. Bu yüzden de kılıç ona verilmiştir” dedim.[4]
- Hz. Peygamber kılıcı Müslümanlara teklif ettiğinde ilk önce Hz. Ömer tâlip oldu; ancak Hz. Peygamber ona vermedi. İkincisinde Zübeyr istedi, fakat ona da vermedi. Üçüncüsünde ise Ebu Dücâne istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber kılıcı ona verdi. O da bu kılıcın hakkını yerine getirdi.
- Bu konuda Ka’b b. Mâlik şunları anlatmıştır: Ben Uhud’a katılan Müslümanlar arasında bulunuyordum. O gün Kureyş müşriklerinin; ölen Müslümanların cesetlerini parçaladıklarını gördüm. Ben müşrik saflarına yakın bir yerde bulunuyordum. O sırada onlardan, silahlarını kuşanmış bir kişi çıkarak,
“Kesimlik koyunların bir arada toplanışları gibi siz de bir araya toplanın!” diye bağırmaya başladı. O anda gördüm ki Müslümanlardan bir kişi de silahlarını kuşanmış onu bekliyor. Ben de gidip onun arkasında durdum. Sonra bu ikisini gözlerimle tartmaya başladım. Kureyşli müşrik, silah bakımından daha zengin olup, kıyafeti de Müslümana göre çok daha düzgündü. Müslümanınsa yüzünde bir örtü vardı ve kim olduğu belli olmuyordu. Oradan ayrılmayarak onları bekledim. Sonunda çarpışmaya başladılar. Müslüman olan, müşriğe öyle bir vuruş vurdu ki adam boynundan kasıklarına kadar boydanboya ikiye bölündü. Geriye dönen Müslüman yüzünü açarak bana,
“Ey Ka’b onu nasıl öldürdüğümü gördün mü? Ben Ebu Dücâne’yim!” dedi.[5]



[1] Bidaye, IV/15 (İmam Ahmed, Enes’ten); İbn Sa’d, III/101 (O da Enes’ten)
[2] Heysemi, VI/109 (Bezzar, Zübeyr b. Avvam’dan)
[3] Hakim, III/230 (Hakim “Bu isnad sahih olmasına rağmen Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmemiştir” der).
[4] Bidaye, IV/16 (İbn Hişam’dan)
[5] Bidaye, IV/17 (Musa b. Ukbe’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/18-21


Katâde b. Numan’ın Kahramanlıkları ve Uhud Gününde Hz. Peygamber’i Yüzüyle Koruması

- Katâde b. Nu’man şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber’e bir yay hediye edilmişti. O da Uhud günü bu yayı bana verdi. Ben Hz. Peygamber’in yanında işe yaramaz hale gelinceye kadar onunla ok attım. Sonra da gün boyunca kendimi Hz. Peygamber’e gelecek olan oklara karşı siper yaptım. Ona atılan ok daha yerini bulmadan karşısında beni buluyordu. Ok atacak bir yay da bulamamıştım. Nihayet bir ok gelerek gözlerimden birini çıkardı. Ben onu da alarak Hz. Peygamber’in yanına koştum ve ona gösterdim. Benim bu halimi gören Hz. Peygamber yaşlı gözlerle bana şöyle dua etti:
“Ey Rabb’im! Katâde bu gözünü senin peygamberini korumak uğrunda kaybetti. Sen onun bu gözünü iyileştir; eskisinden daha güzel ve sağlam yap!” Sonra gözümü tekrar yerine oturttu. O günden sonra onunla diğerinden daha iyi görebiliyordum.[1]
- Katâde b. Nu’man şöyle anlatıyor: Uhud gününde Hz. Peygamber’in yüzünü ben kendi yüzümle, sırtını ise Ebu Dücâne Simâk b. Hareşe el-Ensârî kendi sırtıyla koruyordu. O gün Ebu Dücâne’nin sırtına bir çok ok saplanmıştı.[2]



[1] Heysemi, VI/113 (Tabarani’den. Heysemi “Bu hadisin senedinde tanımadığım bir ravi var” der).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/21
[2] Heysemi, VI/113 (Heysemi, bunun ravilerinden birini de tanımadığını söyler).


Seleme b. Ekvâ’ın Kahramanlıkları

- Seleme b. Ekvâ şöyle anlatıyor: Hudeybiye barışı zamanında Hz. Peygamber’le birlikte Medine’ye döndüm. Orada Hz. Peygamber’in hizmetçisi Rebah ganimet develerini otlatmak üzere Medine dışına çıktı. Ben de Talhâ b. Ubeydullah’ın atını otlatmak ve sulamak üzere onunla beraber gittim. Geceyi kırda geçirdik. Sabaha karşı Abdullah b. Uyeyne adlı kâfir adamlarıyla birlikte hücum ederek Hz. Peygamber’in çobanını öldürdüler. Ve sonra da develeri önlerine katarak alıp götürdüler. Bunun üzerine ben, Talhâ’nın atını Rebah’a vererek ona,
“Ey Rebah!.. Şu atı al; Medine’ye giderek Talhâ’ya ver. Sonra da Hz. Peygamber’e giderek develerinin götürüldüğünü söyle!” dedim. Bu arada ben de bir dağın tepesine çıkıp Medine tarafına doğru dönerek üç kere, ‘İmdat!’ diye bağırdım. Sonra da develeri götürmekte olanların peşine düştüm. Kılıcım ve oklarım da yanımdaydı. Onlara ok atıp binek hayvanlarını yaralıyor; ya da öldürüyordum. Fakat bunu ancak ağaçlı bir yere gelindiğinde yapabiliyordum. Şöyle ki, içlerinden bir atlı bana doğru gelecek olursa bir ağacın arkasına gizlenip onu ok yağmuruna tutuyor ve bu şekilde o daha bana ulaşmadan önce ben onun hayvanını öldürmüş oluyordum. Ok atarken bir yandan da, “Ben Ekvâ’ın oğluyum! İşte size bir ok; bugün bazı alçakların helak günüdür” diye bağırıyordum.
Hatta bir defasında attığım bir okla içlerinden birini omuzları arasından vurmuştum. Bunu yaparken de yine, “Ben Ekvâ’ın oğluyum! İşte size bir ok; bugün bazı alçakların helak günüdür!” şiirini okudum. Ağaçlı bölgelere geldikçe onların canlarını fena halde yakıyordum. Hele dere ve vadi yatağı gibi sarp yerlerden geçerken dağların üzerine çıkarak tepelerine taş yuvarlıyordum. Onlar önde ben arkada epey müddet gittik. Ben hiç durmaksızın onları tâciz ediyor; bu arada arkada bıraktıkları Hz. Peygamber’e ait develeri de topluyordum. Sonunda onların hepsini ele geçirdim. Ben bununla da yetinmeyerek peşlerini bırakmadım. Bunun da semeresini aldım; çünkü onlar daha hızlı kaçabilmek için bazı eşyalarını ve silahlarını atmaya başlamışlardı. Bu şekilde otuzdan fazla mızrak ele geçirdim. Bulduğum mızrağı veya diğer eşyayı Hz. Peygamber’in geleceği yol üzerine koyuyor ve yerlerini belirtmek üzere de bir taş dikiyordum. Bu durum kuşluk vaktine dek böyle devam etti. Kuşluk vakti olduğundaysa Üyeyne b. Bedr el-Fezârî onlara imdâda geldi. O sırada onlar dar bir vadide sıkışıp kalmışlar, ben ise bir dağın tepesine çıkmıştım. Bulunduğum yerden onları görebiliyordum. Üyeyne onlara,
“O, dağın tepesinde gördüğüm kişi de kim? Ne oluyor?” diye sordu. Ona,
“Bu heriften neler çektik bir bilsen; seherden bu yana peşimizi hiç bırakmadı. Elimizdeki her şeyi aldı ve arkada bir yerlere gizledi” dediler. Bunun üzerine Üyeyne onlara,
“Eğer bu kişi arkasından birilerinin geleceğini bilmeseydi peşinizi bırakırdı. Haydi bir kaç kişi giderek onu yakalasın” dedi. İçlerinden dört kişi kalkarak bulunduğum yere doğru tırmanmaya başladılar. Bekledim; sesimi işitebilecekleri bir yere gelince de onlara,
“Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?” dedim. Onlar,
“Sen kimsin?” deyince de,
“Ben Ekvâ’ın oğluyum! Muhammed’in yüzünü ak çıkarıp onu şereflendiren kimseyim. Siz benim peşime düşseniz bile beni yakalayamazsınız. Ama ben sizin peşinize düşecek olursam elimden kurtulamazsınız!” dedim. İçlerinden biri,
“Vallâhi doğru söylüyor” dedi. O zaman tırmanmaktan vazgeçip geri döndüler. Ben de bulunduğum yerden ayrılmadım.
Sonunda, Hz. Peygamber’in atlılarının ağaçlar arasından gelmekte olduklarını gördüm. Başlarında Ahrem el-Esedî bulunuyordu. Onun arkasında Hz. Peygamber’in süvarisi olan Ebu Katâde, onun da arkasında Mikdad b. Esved el-Kindî vardı. Onları gören müşrikler kaçmaya başladılar. Ben de dağdan indim; Ahrem’in atının dizginine yapışarak,
“Ey Ahrem! Sakın onları takip etme; çünkü seni yakalayıp öldürebilirler. Hz. Peygamber ve ashabı gelinceye kadar bekle!” dedim. Ahrem ise,
“Ey Seleme! Eğer ALLAH’a ve âhiret gününe iman etmiş, cennet ve cehennemin hak olduğuna inanmışsan şehidlikle arama girme” dedi.
Onun bu sözleri üzerine atının dizginini bıraktım. O da atını hızla sürerek Abdurrahman b. Üyeyne’ye yetişti. Sonra dövüşmeye başladılar. Ahrem, Abdurrahman’ın atını, Abdurrahman ise Ahrem’in kendisini öldürdü. Atsız kaldığı için de Ahrem’in atını aldı. Bunu gören Ebu Katâde de Abdurrahman’ın peşinden gitmeye başladı. Nihayet onu yakaladı ve öldürdü. Abdurrahman da Ebu Katâde’nin atını öldürmüştü. Bunun için Ebu Katâde, Abdurrahman’ın Ahrem’den aldığı ata bindi.
Bunun üzerine ben de arkalarından koşmaya başladım. O sırada da uzaktan sahabe atlarının kaldırdığı büyük bir toz bulutu görünmeye başlamıştı. Düşman ise güneş batmadan önce içinden Zîkared suyunun akmakta olduğu vadiye sığınmak için acele ediyordu. Nihayet oraya ulaştılar ve içmek üzere suya koştular. Ancak benim arkalarından gelmekte olduğumu görünce içmekten vazgeçip atlarını Zîbi’r geçidine doğru sürmeye başladılar. Ben takipten vazgeçmedim; en arkada bulunan kişiye yetişip onu bir okla vurdum. Bunu yaparken de yine,
“Ben Ekvâ’ın oğluyum. İşte size bir ok; bugün bazı alçakların helak günüdür” şiirini okuyordum. Oku yiyen adam dönüp,
“Annen Ekva yasını tutsun! Bu da öldürücü bir darbe midir?” diye alay etti. Bunun üzerine ben,
“Ey nefsinin düşmanı! O attığım gerçekten de öldürücü bir darbeydi” dedim. Zaten onu öldürmek amacıyla atmıştım. Sonra ikinci bir ok daha fırlattım ve onu öldürdüm. Müşriklerin arkalarında bırakmış oldukları iki atı da alarak Hz. Peygamber ve ashâbının yanına döndüm.
Hz. Peygamber’le ashabı gelmiş Zîkared suyu başında konaklamışlardı. Beş yüz kişi kadar varlardı. Bilal düşmandan aldığım develerden birisini kesmiş, onun ciğerini ve boynundan bazı parçaları Hz. Peygamber için kızartıyordu. Ben Hz. Peygamber’in yanına giderek,
“Ey ALLAH’ın Rasûlü! Yanıma arkadaşlarından yüz kişi ver de yatsıya kadar şu kâfirleri yakalayayım ve bir tane bile bırakmamak üzere hepsini öldüreyim!” dedim. Hz. Peygamber,
“Ey Seleme! Bunu yapabilir misin?” buyurdular. Ben de,
“Evet Ey ALLAH’ın Rasûlü! Seni şereflendiren ALLAH’a yemin ederim ki yapabilirim” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber mübârek kesici dişleri ateşin ışığında görülecek kadar güldü ve sonra da,
“Onlar şu anda Gatafan topraklarında kendilerine ziyafet çekiyorlar” buyurdular.
Bu sırada Gatafan taraflarından birisi geldi ve
“Sizin takip etmekte olduğunuz kişiler Gatafan kabilesinden falan şahsa misafir oldular. O da onlar için bir deve kesti. Fakat henüz devenin derisi yüzülmekte iken, bir toz bulutu görüldü. Bunun üzerine onlar deveyi bırakıp kaçtılar.” dedi. Sabah olduğunda Hz. Peygamber.
“Bizim süvarilerimizin en iyisi Ebu Katâde, yayalarımızın en iyisi ise Seleme’dir.” buyurdular. Sonra da bana ganimetten hem süvari ve hem de yaya hissesi verdiler.
Orada biraz daha eğleştikten sonra Medine’ye doğru yola koyulduk. Hz. Peygamber beni Adba isimli devesinin terkisine bindirdi. Yanımızda Ensar’dan bir kişi vardı ki hiç kimse onu geçemezdi. Yola çıktığımızda,
“Benimle Medine’ye kadar yarışabilecek birisi var mı?” diye meydan okudu. Hiç kimse çıkmayınca bunu birkaç kere tekrarladı. Bunun üzerine ona,
“Sen büyük-küçük herkesle yarışır ve hiç bir rakipten çekinmez misin?” dedim.
“Hz. Peygamber hariç, hiç kimseden çekinmem” dedi. Onun bu sözleri üzerine Hz. Peygamber’e dönerek,
“Anam, babam sana fedâ olsun! Bana izin ver de bu adamla yarışayım” deyince Hz. Peygamber,
“İstersen yarışabilirsin” buyurdular. Bunun üzerine o adama,
“İn de koşmaya başla!” dedim. Devesinden atladı, ben de Hz. Peygamber’in terkisinden indim. Ona az da olsa fırsat verebilmek için biraz bekledim. Sonra da bütün gücümle koşarak kendisine yetiştim. Sırtına vurarak,
“ALLAH’a yemin ederim ki seni geçtim” dedim. O da gülerek,
“Ben de öyle zannediyorum!” dedi ve böylece Medine’ye vardık.[1]



[1] Bidaye, IV/152 (İmam Ahmed ve Müslim’den. Ayrıca Müslim’de şöyle bir ek daha vardır: “Onu geçtim ve Mediye’ye daha önce vardım. Orada üç gün kaldıktan sonra Hayber’e çıktık”).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/22-25


Ebu Hadred veya Abdullah b. Ebî Hadred’in Kahramanlıkları ve Onun iki Kişiyle Savaşarak Onları Yenmesi

- Ebu Hadred (r.a.) şöyle anlatıyor: Kendi kavmimden bir kadınla evlenip ona iki yüz dirhem mehir verdim. Sonra da bana bu konuda yardımcı olması için Hz. Peygamber’in yanına gittim. Ne kadar mehir verdiğimi sorunca,
“İki yüz dirhem!” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Sübhanallah! ALLAH’a yemin ederim ki, eğer siz bu parayı bir vadiden veya dere kenarından toplamış olsaydınız bundan fazlasını vermezdiniz. Vallahi, şu anda yanımda sana verebilecek hiçbir şey yoktur” buyurdular. Bundan bir kaç gün sonra Cüşem b. Muaviye kabilesinden Rifâa b. Kays veya Kays b. Rifâa ismindeki bir şahıs beraberinde büyük bir kalabalık olduğu halde gelip Medine ile Şam arasında bulunan Gâbe isimli yerde konakladı. Maksatları Kays kabilesinden asker toplayarak Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara savaş açmaktı. Bu kişi kendi kabilesi içinde hatırı sayılır ve çok tanınmış bir kişiydi.
Hz. Peygamber bir gün beni ve Müslümanlardan iki kişiyi daha çağırtarak bize çok zayıf, yaşlı bir deve verip, “Şu adama giderek bana bir haber getiriniz!” buyurdular. Deve zayıflıktan dolayı ayağa kalkamıyordu. Sağdan-soldan yardım ederek hayvanı zorla ayağa kaldırabildik. Bundan sonra oklarımızı ve kılıçlarımızı da yanımıza alarak Hz. Peygamber’in emrini yerine getirmek üzere yola çıktık. Akşam üzeri, güneş batarken oraya ulaştık. Ben pusuya yattım. diğer iki arkadaşıma da ayrı ayrı yerlerde pusuya yatmalarını söyledim ve şöyle tenbihledim.
“Tekbir getirip düşmanın üzerine saldırdığımı gördüğünüzde siz de tekbir getirerek benimle birlikte hücuma kalkınız:’
Böylece pusuya yatarak uygun bir fırsat kollamaya başladık. Bu şekilde gecenin başlangıcına kadar bekledik. Bu arada kalabalıkta da bir telaş ve heyecan göze çarpıyordu. Çünkü hayvanlarını otlatmaya götüren çoban dönmemiş ve onlar da onun başına bir şey gelmiş olmasından korkuyorlardı. Sonunda önderleri Rifâa b. Kays (Veya Kays b. Rifâa) ayağa kalkarak kılıcını kuşandı ve
“Gidip şu çobanı arayayım; gelmediğine göre mutlaka başına bir şey gelmiştir” dedi. Adamları ise,
“Biz de seninle birlikte geleceğiz” dediler; kabul etmedi. O kadar ısrar ettiler ki sonunda,
“Yemin ederim ki ben yalnız gideceğim ve sizden hiç kimse de benimle birlikte gelmeyecektir” dedi.
Daha sonra adamlarından ayrılarak benim bulunduğum tarafa doğru gelmeye başladı. Yanımdan geçip gittikten sonra, tam sırasıdır deyip bir ok fırlattım. Ok tam kalbini bulmuştu, gık bile diyemeden olduğu yere yığılıverdi. Hemen koşup kılıcımla başını kestim. Sonra onu alıp arkadaşlarımın bulunduğu tarafa doğru seğirttim. Onlara yaklaştığımda tekbir getirdim. Onlar da karşılık vererek yanıma geldiler. Böylece üçümüz birden saldırıya geçtik. Kalabalık, büyük bir paniğe kapıldı ve kurtuluşu kaçmakta buldular. Giderken de ancak kadın ve çocuklarını ve bir de hafif eşyalarını götürebilmişlerdi. Bunun üzerine iki arkadaşımla ben büyük bir deve ve koyun sürüsünü önümüze katıp elimizde de Kays. b. Rifâa’nın başı olduğu halde Medine’ye döndük. Hz. Peygamber, mihrimi verebilmem için bu getirdiklerimizden bana on üç deve verdi. Ben de mihrini vermek suretiyle karımı yanıma alabildim.[1]



[1] Bidaye, IV/223 (İbn İshak’tan); İsabe, II/295 (İmam Ahmed’den. Ancak bu rivayette Ebu Hadred yerine Abdullah b. Ebi Hadred geçmektedir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/25-26

Halid b. Velid’in Kahramanlıkları, Hz. Halid’in Mûte Gününde Dokuz Kılıcı Kırması:

- Halid b. Velid şöyle anlatıyor: Mûte gününde elimde dokuz kılıç parçalandı. Elimde sadece Yemen’de imal edilmiş enli bir kılıç kalmıştı.[1]




[1] İstiab, I/408 (Buhari ve İbn Ebi Şeybe’den,); Hakim, III/42; İbn Sa’d, IV/2
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/26


Hz. Halid’in Hürmüz’ü Öldürmesi

- Evs b. Hârise b. Lâm şöyle anlatıyor: Araplara, İran hudutlarının başkumandanı Hürmüz’den daha düşman birisi yoktu. Biz Müseylemetü’l-Kezzab’ın işini bitirdikten sonra Basra’ya yöneldik. Kâzıme denilen yere vardığımızda Hürmüz komutasındaki büyük bir ordu ile karşılaştık. Hz. Halid meydana çıkarak Hürmüz’ü mübârezeye davet etti. O da bunu kabul etti ve silahlanarak ortaya çıktı. Mübâreze sonunda Halid b. Velid onu öldürdü. Sonra bu haberi Halife Hz. Ebubekir’e yazdığında o, Hürmüz’ün silahını, şapkasını ve elbiselerini kendisine verdi. Hürmüz’ün Hz. Halid’e verilen şapkası yüz bin dirhem ediyordu. Çünkü Farslılar büyük rütbe sahibi kimselere yüz bin dirhem değerinde bir şapka giydirirlerdi.[1]



[1] Hakim, III/299
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/26


Hz. Halid’in Yatakta Öldüğü İçin Ağlaması


- Hz. Halid ölümü yaklaştığında ağlayarak şöyle dedi: “Ömrüm boyunca şu kadar savaşta bulundum. Bedenimde kılıç, mızrak ve ok yarası bulunmayan bir karış yer yoktur. Gördüğünüz gibi işte ben bugün yatağımın üzerinde tıpkı develerin ölümü gibi ecelimle ölüyorum. O halde korkakların gözüne uyku girmesin.”[1]



[1] Bidaye, VII/114 (Vakidi tarikiyle Ebu Zinad’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/27


Berâ b. Mâlik’in Kahramanlıkları, Berâ’dan Yemâme Savaşında Kılıcı Parçalanana Dek Savaşması ve İnsanları Cihada Teşvik Etmesi

- Yemâme gününde Halid b. Velid, Bera b. Mâlik’e seslenerek,
“Ey Berâ! Kalk!” dedi. Bunun üzerine Berâ kalkarak atına binip ALLAH’a hamd u senâ ettikten sonra şunları söyledi:
“Ey Medineliler! Bugünden sonra sizin için Medine diye bir şehir yoktur. İşte bunun içindir ki oraya hiç dönmeyecekmişsiniz gibi çarpışınız. Sizin bir tek hedefiniz olmalıdır; o da ALLAH’ın rızası ve cennetidir”. Bu sözleri müteakip Berâ hücuma geçti; halk da onu takip etti. Yemâme ordusu büyük bir bozguna uğradı ve kaçmaya başladılar. Bu arada Berâ da Müselyemetü’l-Kezzab’ın başkumandanı Muhakkem el-Yemâme’yi yakaladı ve vurup yere düşürdü. Kendi kılıcını bırakarak onunkini aldı ve ona bir kaç kez vurdu, kılıç paramparça oluverdi.[1]
- Berâ b. Mâlik şöyle anlatıyor: Müseyleme ile yapılan savaşta onlardan Yemâme eşeği denilen iri yarı bir kişiyle karşılaştım. Elinde bembeyaz bir kılıç vardı. Ben onun ayaklarına doğru bir hamle yaptım. Ancak bana sanki kılıcım boşa gitmiş gibi geldi. Sonra bir de baktım ki ayakları kesilmiş, yerde sırt üstü yatıyor. Bunun üzerine kendi kılıcımı kınına koydum ve onunkini alarak paramparça oluncaya kadar ona vurdum. Zaten bir kaç vuruştan sonra kılıç parçalanıvermişti.[2]



[1] İsabe, I/143 (Serrac, Tarih’inde Enes’ten)
[2] İsabe, I/143 (Begavi’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/27


Berâ’nın Bahçe Duvarından Atlayarak Yemamelilerle Savaşması

- Yemame savaşında Müslümanlar müşriklere hücumda bulundu. Onları Müseylemetü’l-Kezzab’ın bostanına girmeye mecbur ettiler. Bostanda ALLAH’ın düşmanı Müseyleme de vardı. Berâ,
“Ey Müslüman cemaati! Beni onların üzerine atınız” dedi. Böylece Berâ eller üzerine alındı, duvarın üstüne çıkarıldı. Duvardan bahçeye atladı. Ve bahçede onlarla kılıçla savaştı. Ta ki kapıyı açıncaya kadar. Müslümanlar böylece bahçeye girdiler. Müseyleme’yi öldürdüler.[1]
- Müslümanlar bahçe duvarlarına geldiler. Kapı kapalıydı. Müşrikler bahçedeydiler. Berâ b. Malik bir kalkanın üzerine oturdu ve
“Beni mızraklarınızla kaldırınız ve onların üzerine atınız” dedi. Onlar onu mızraklarıyla kaldırdılar. Ve duvarın öbür tarafına attılar. Onlar Berâ’ya yetişti. Berâ onlardan on dört kişi öldürdü.[2]
- Ömer b. Hattab, “Herhangi bir orduya, herhangi bir askerî birliğe Berâ b. Malik’i kumandan yapmayınız. Çünkü o, kendisini tehlikeye atar. Böylece Müslümanları da herhangi bir tehlikeye maruz bırakabilir.[3]



[1] İstiab, IX/44 (İbn İshak’tan)
[2] Beyhaki, IX/42 (Muhammed b. Sirin’den)
[3] Kenzü’l-Ummal, V/144 (İbn Sa’d, Muhammed b. Sirin’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/27-28



Bilal2009
Wed 9 January 2019, 05:57 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm Rabbim bizleri doğruların yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun

ceren
Sun 13 January 2019, 02:49 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Binler rahmet binler selam islama hizmet etmiş islam yolunda Allah yolunda cihad etmiş olan sahabelere olsun inşallah.Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim...