- Ankara-Washington Arası Uzun Bir Yol

Adsense kodları


Ankara-Washington Arası Uzun Bir Yol

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sat 5 November 2011, 08:25 pm GMT +0200
Dünya Hali


Temmuz 2005 79.SAYI


Halil AKGÜN
kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı.


Ankara-Washington Arası Uzun Bir Yol


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Washington'a yaptığı ziyarette ABD Başkanı Bush ile görüştü. Gündemde Türkiye-ABD ilişkileri, PKK'nın Kuzey Irak'taki faaliyetleri, Ermeni soykırım iddiaları, Türkiye'nin AB'yle üyelik müzakereleri ve son olarak da Kıbrıs meselesi vardı.

Bazılarına göre Türk-ABD ilişkileri son dönemde, yani AKP iktidarından sonra derin yaralar aldı. Hükümetin tavır ve politikaları Beyaz Saray'ı kızdırmış. Bu ise Türkiye'nin geleceği acısından büyük bir felaket olabilirmiş. Bu söylem Türk medyasında bir müddettir gündemde tutuluyor.

Oysa hadiseye biraz daha soğukkanlı baktığımızda durumun hiç de öyle olmadığını görüyoruz. Irak'ın işgalinden ve o ünlü Mart tezkeresinin TBMM'de reddedilmesinden sonra Türkiye'nin bölgedeki stratejik önemi daha da arttı. Türkiye şu anda İslâm Konferansı Teşkilatı'nı yeniden örgütleme işine soyunuyor. Arap ve İslâm dünyasıyla olan ekonomik ilişkilerini geliştiriyor. Bunların hiç biri Türkiye'nin ABD ile karşılıklı işbirliğine dayalı bir dostluk ilişkisi geliştirmesine engel değil. Üstelik Türkiye-ABD ilişkileri iddia edildiği gibi darbe aldıysa, bunun sorumlusu Türkiye değil.

Avrupa Birliği Krizde, Türkiye Ne Yapacak?


Geçtiğimiz ay yapılan iki ayrı referandumda Fransa ve Danimarka Avrupa Birliği anayasasına hayır dedi. Fransa'daki referandumun ikinci önemli konusu Türkiye'nin tam üyeliği idi. Fransızlar aynı oylamada bunu da reddettiler. Bu oylama Avrupa'nın siyasi elitleriyle Avrupa kamuoyunun farklı istikametlerde ilerlediğini gösteriyor.

Ardından Avrupalı idarecilerin Brüksel'deki zirvesi geldi. Burada da AB anayasası ve bütçesi konusunda büyük görüş ayrılıklarının olduğu ortaya çıktı. Üyeler, Avrupa kamuoyunun herkesi bağlayacak bir AB anayasasına henüz hazır olmadığına karar verdiler. Anayasa referandumlarının iki yıl ertelenmesine karar verildi.

Bu gelişmeler, AB'nin geleceğinin belirsizliklerle dolu olduğunu gösteriyor. AB konusuna mesafeli yaklaşanlar için bu sonuç bir sürpriz değil. Çünkü Avrupa hâlâ kendini tanımlamakta zorlanıyor. Coğrafî olarak kendini Rusya ile Atlantik arasında bir yer olarak görüyor ama Balkanlar ve Baltık ülkelerine sıcak bakıyor.

Kültürel açıdan kendini seküler olarak tanımlıyor ama Türkiye'nin üyeliği söz konusu olduğunda, birden Yahudi-Hıristiyan geleneğine bağlı olduğunu hatırlıyor. Çoğulculuktan bahsediyor ama Avrupa ülkelerindeki müslüman azınlıklara karşı hâlâ dışlayıcı davranıyor. Yani Avrupa'nın kafası karışık. Vicdanı ise bir ışık belirtisi göstermiyor.

Bu gelişmelerin Türkiye-AB ilişkilerini nasıl etkileyeceğini hep birlikte göreceğiz. Hükümet herhangi bir paniğe yol açmamak için işlerin plânlandığı gibi gittiğini söylüyor. Türkiye'nin önünde 3 Ekim tarihi var. Bu tarihte tam üyelik müzakereleri başlayacak. Bu sürece AB'nin kendi içindeki tartışmanın doğrudan bir etkisinin olmayacağı varsayılıyor.

Bu, kısa vadede anlamlı bir politika olabilir. Fakat Türkiye'nin orta ve uzun vadede stratejik alternatiflerini arttırması ve “ya AB ya Amerika” ikileminden kurtulması gerekiyor. Dar anlamda Ortadoğu, geniş anlamda İslâm dünyası Türk dış politikasının hâlâ çok kenar-köşe bir yerlerinde duruyor. Dünyanın büyük pazarlarından biri olan Körfez bölgesi, Türk ekonomisi ve bölge stratejisi için önemli bir kaynaktır. AB içinde yaşanan çalkantı, belki bu bölgenin yeniden keşfedilmesine vesile olabilir.

Yine bu süreçte Türkiye “köprü ülke” mi yoksa “merkez ülke” mi olduğuna karar vermek zorunda. Kendini Doğu ile Batı, Ortadoğu ile Avrupa arasında sıkışmış bir köprü olarak gören Türkiye'nin alternatifleri sınırlı olacaktır. Öte yandan merkez ülke olma iddiasının sağlam bir felsefi zemine ve stratejik çerçeveye oturtulması gerekiyor. Türk dış politikasını zorlu bir maraton bekliyor.

Gulag'dan Guantanamo'ya


Guantanamo'nun kapatılması için bir kampanya başlatıldı sanki. Bazı Amerikalı gazeteci ve yazarlardan sonra, eski başkan Bill Clinton da Küba'da bulunan Guantanamo hapishanesinin kapatılması için çağrıda bulundu. Guantanamo , yakın dönemin Gulag Yarımadası haline geldi. Soğuk savaş döneminde Amerika ve Batı, Rusya'daki zulmü anlatmak için Gulag Yarımadası'nı bir sembol haline getirmişti. Guantanamo şimdi Amerikan zulmünün sembolü haline geldi.

Fakat Guantanamo'yu kapatmak, yaşanan trajik gerçekliği değiştirmiyor. Amerikanın Guantanamo'nun dışında onlarca bilinen ve bilinmeyen hapishanesi var. Üstelik bunların bir kısmı işkencenin alenen yapıldığı bazı ülkelerde bulunuyor. Amerika işkenceyi başkasına yaptırıp bunun hukuki ve sosyal sonuçlarından kaçmak istiyor. Fakat Guantanamo'yu kapatmak, Amerikanın elindeki kan lekesini gizlemeye yetmiyor.

Ermeni Sorunu


Ermeni soykırım iddiaları tekrar gündemde. Bu iddiaları ortaya atanların amacı, Türkiye'ye uluslararası arenada baskı yapmak. Ermeni soykırım iddialarını ulusal meclislerinde kabul eden ülkeler de bu amaca hizmet ediyorlar. Fakat asıl ilginç olan Türkiye'deki bazı çevrelerde bu meselenin nasıl tartışıldığı.

Geçen ay bir üniversitede yapılması plânlanan ve gelen tenkitler üzerine ertelenen bir konferans bunun tipik örneklerinden biri. Üç üniversitenin katılımıyla plânlanan konferans, Ermeni meselesini ele alacaktı. Fakat gerek program başlıkları, gerekse katılımcılar, konferansın başka bir gündeminin olduğunu gösteriyor. Mesela konferansta “Ermeni Soykırımı ve Türkiye'de Demokrasi” başlıklı bir oturum var. Yani Ermeni soykırım iddialarını kabul etmenin, Türkiye'de demokrasinin bir önşartı olduğu ima ediliyor.

Burada durup bir “el-insaf!” demek gerekiyor. Siyasi amaçlarla ortaya atılmış bir iddia, demokrasinin bir şartı olabilir mi? Kısacası bazıları Ermeni soykırım iddiaları üzerinden başka şeyleri tartışmak istiyor. Bu yaklaşım değişmediği müddetçe Ermeni iddialarını sağlıklı bir şekilde tartışmak mümkün görünmüyor.

Ortadoğu'da Yeni Dönem

Geçen ay Ortadoğu'da iki önemli seçim vardı. Lübnan'daki seçimler, Suriye'nin askeri varlığının bu ülkede sona ermesinden sonra yapılan ilk seçimler. Seçim sonuçları mevcut siyasi dengelerin korunacağını gösteriyor. Önemli fark, iş başına gelen kadroların daha genç ve dinamik olması.

İran'da yapılan seçimler ise bir diğer önemli gelişmeydi. Bu yazı kaleme alındığında, seçimlerden reform yanlısı eski cumhurbaşkanı Rafsancanî'nin galip çıkacağı tahmin ediliyordu. Bu, İran'daki reform talebinin giderek ivme kazandığını gösteriyor. Hatemî'nin reform konusunda ağır ve çekimser davrandığını düşünenler, şimdi İran siyasetinin tecrübeli politikacılarından Rafsancanî'ye umut bağlamış durumdalar.

Bu iki seçim, Irak, Mısır ve Suudi Arabistan'daki gelişmeleri de göz önüne aldığımızda bölgenin çok dinamik bir süreçten geçtiğini gösteriyor. Bu süreçte dış dinamikler kadar iç dinamiklerin de merkezî bir rol oynadığını görüyoruz. Bir başka ifadeyle, Ortadoğu kendine gelmek için BOP'a yahut bir başka emperyal ( ist ) projeye muhtaç değil. Yeter ki birileri gölge etmesin!

Yine Başörtüsü


Erzurum Atatürk Üniversitesi‘ ndeki mezuniyet töreninde yeni bir başörtüsü hadisesi yaşandı. Rektör, kızının mezuniyet törenine gelen şehit annesi başörtülü hanımı törene almadı. Bu ülke için evladını feda etmiş bir annenin böyle bir uygulamaya maruz kalmasını akıl ve vicdan ölçülerine sığdırmak mümkün değil. Rektör, özrü kabahatinden büyük bir şekilde “ben görevimi yaptım“ diyor. Kamuoyu, başbakanından sokaktaki vatandaşına, gazetecesinden genelkurmay başkanına kadar bu küstahça uygulamaya tepki gösteriyor. Herkes fazla ileri gidildiğini söylüyor. Fakat sonuçta bir şey olmuyor. Rektörün yaptığı yanına kalıyor.

Peki bu neden böyle? Bunun basit ama çok temel bir sebebi var: Türkiye'de kendini devlet olarak tanımlayan kişiler, bu ülkenin gerçek sahiplerinin kendileri olduğuna inanıyorlar. Türkiyede neyin norm, neyin suç olduğuna onlar karar veriyorlar. Fakat onların unuttuğu hayatî bir gerçek var: Türkiyenin başörtülü şehit annesi artık bu ülkede bir yerinin olmadığına inandığı gün, ortada ülke diye bir şey kalmayacak.

    Kısa Kısa Dünya Turu


    Türkiye'deki yat sahipleri az vergi ödemek için başka ülkelerin bayraklarını taşıyorlar. Değeri milyonlarca doları bulan özel teknelerin çoğu yabacı ülkelere kayıtlı. Tercih edilen yabancı ülkelerin başında Amerika geliyor. Türkiye'de vergi kaçırmanın bin bir yolu var. Bir yenisini daha öğrenmiş olduk!

    ***

    19 Haziran Pazar günü, 2 milyona yakın gencin hayatında önemli bir gündü. ÖSS imtihanına giren öğrenciler aylarca çalıştılar, uykusuz kaldılar, dualar ettiler ve sonunda bir sıranın başına oturup, 3 saat boyunca ecel terleri döktüler. Bütün bu çabaya rağmen bu öğrencilerden sadece 100 bin kadarı üniversiteye girebilecek. Bu, 70 milyonluk bir Türkiye için büyük bir ayıp!..

    ***

    Saddam Hüseyin hâlâ Irak başkanı olduğunda ısrar ediyormuş. Savcılara “Siz beni ne sıfatla yargılıyorsunuz?” diye bağıran Saddam, hapishanede purosunu içmeye devam ediyor. Yani eski alışkanlıklarından vazgeçmiyor. Bir farkla: Artık çamaşırlarını kendisi yıkıyormuş. Hapishane hayatının bu kadarcık çilesi olsun, değil mi!

    ***

    Romanya'da bir rahibe, ruhuna şeytan girdiği gerekçesiyle çarmıha gerilip ölüme mahkum edildi. Olayla ilgili olarak tutuklanan Daniel adlı rahip, 20 yaşlarındaki rahibenin şeytan tarafından teslim alındığına inanıyormuş. Bunun için rahibeyi çarmıha germiş. Kızın düzelmediğini görünce de ölüme terk etmiş. Bu kadarına da pes doğrusu! Cehalet ve acımasızlık ortaya böyle trajik sonuçlar çıkartıyor...