- AB Zihniyeti ve Kıbrıs

Adsense kodları


AB Zihniyeti ve Kıbrıs

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Mon 17 October 2011, 06:13 pm GMT +0200
Dünya Hali


Aralık 2006 96.SAYI


Halil AKGÜN
kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı.


AB Zihniyeti ve Kıbrıs


Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üye olmak için yaptığı müzakereler Aralık ayında önemli bir dönüm noktasından geçecek. Siz bu satırları okuduğunuzda, AB Parlamentosu Türkiye ile müzakerelerin devam edip etmemesi konusundaki kararını açıklamış olacak. Şu ana kadarki göstergeler, müzakerelerin askıya alınacağı yönünde. Temel sorun Kıbrıs meselesi. Bu konu yanında demokratik reformlar ikinci plana düşmüş durumda.

Kıbrıs sorunu neden çıkmaza girdi? Türkiye-AB ilişkilerini doğru tahlil edebilmek için bu noktanın iyi anlaşılması gerekiyor. Temel mesele, Kıbrıs’ın federasyonla yönetilen birleşik bir ada olmasından kaynaklanıyor. Türkiye, 1974’ten bu yana güttüğü Kıbrıs politikasında radikal bir değişiklik yaptı ve adadaki Türk ve Rum kesimlerinin birleşmesini önerdi. Buna göre Türklerin yaşadığı Kuzey Kıbrıs, Rumların yaşadığı Güney Kıbrıs ile birleşecek, bir federasyon yönetimi oluşturulacak ve iki topluluk ve onların hamisi olan Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginlik giderilmiş olacaktı.

Bunun için Türkiye, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın sunduğu planı kabul etti. 2004 yılında Kıbrıs’ta bir referandum yapıldı. Türk kesimi birleşmeye evet derken, Rum kesimi hayır dedi. Sonuçta ada bölünmüş olarak kaldı. Bütün bunlar yaşanırken Kıbrıs Rum kesimi, AB üyesi olan Yunanistan’ın siyasi baskı ve manevralarıyla AB’ye tam üye olarak alındı. Yunanistan doğu Avrupa ülkelerinin AB üyeliğini destekleyeceğini söyledi ama bunun için Rum kesiminin üyeliğini ön şart olarak koydu. Böylece Rum kesimi AB’ye girerken, adanın diğer parçası olan Kuzey Kıbrıs Türk kesimi açıkta kaldı.

Şimdi AB, Türkiye’nin Kıbrıs Rum kesimini resmen tanımasını ve Türkiye’nin hava ve deniz limanlarını Rum araçlarına açmasını istiyor. Çünkü Rum kesimi AB üyesi ve AB adayı olan Türkiye’nin AB’nin tam üyesi olan bir ülkeyi tanımamak gibi bir hakkı yok. Türkiye bu şartı yerine getirmezse müzakere süreci dondurulacak. Buna karşın Türkiye, limanlarını açacağını ama bunun için Kıbrıs Türk kesimi üzerindeki izolasyonların kaldırılmasını istiyor.

Görüleceği üzere sorun Türk tarafından değil, AB’nin tutarsız politikalarından ve Rum kesiminin hasmane tavrından kaynaklanıyor. AB politikacıları, Rum kesimini AB’ye Kabul ederek büyük bir hata yaptıklarını itiraf ediyorlar. Çünkü AB kurallarına göre, toprak tartışması olan bir ülkenin üye olarak kabul edilmemesi gerekiyor. Çünkü bu, o sorunun bir AB sorunu haline gelmesi anlamını taşıyor. AB bu hatayı yaptı ve şimdi faturayı Türkiye’ye ödetmek istiyor.

Şimdi bu sorun teknik mi siyasi mi? Diğer pek çok konuda olduğu gibi bu alanda da sorun siyasi. AB’nin Türkiye’yi oyalama taktikleri yeni gerekçelerle çıkıyor karşımıza. Kıbrıs gibi sorunların arkasına sığınan Avrupalı siyasiler, meselenin bir zihniyet ve kültür sorunu olduğunu söylemekten kaçınıyorlar. Türkiye’nin AB macerası bundan sonra da bu zihniyet engeline takılmaya devam edecek.

Amerikan Seçimleri


Amerikan ara seçimlerinde Demokratlar Cumhuriyetçiler karşısında büyük bir başarı elde etti. Bush yönetiminden yaka silken herkes şimdi bayram ediyor. Bush’un Irak ve Ortadoğu politikasının mimarı olan Rumsfeld’in görevden alınması da büyük yankılar yaptı. Kimileri bunu köklü bir politika değişikliğinin işaretleri olarak görüyor.

Bizce fazla acele etmemekte fayda var. Çünkü Demokratlar Irak ve Ortadoğu konusunda çok farklı şeyler söylemiyor. Demokratların arasında Irak’ın işgalini destekleyen pek çok senatör var. Şu ana kadar temayüz eden tek farklı yaklaşım, Irak’tan çekilme planının devreye sokulması. Bu plan zaten baştan beri vardı. Belki şimdi çekilme biraz daha çabuk olacak. Fakat geride nasıl bir Irak kalacak? Şimdi bunun üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Amerikan işgalinin açtığı derin yaraların sarılması kaç nesil sürecek? Irak’ın bölünmeyeceğinin bir garantisi var mı? Yüzbinlerce ölü ve yaralının hesabını kimse verecek mi?

Türkiye’nin Asayişi Yahut Teksas Sokakları


Gökteki yıldızlara bakarken önümüzdeki çukuru göremiyoruz. Şehirlerdeki temel asayiş sorunu hepimizin kapısına dayanmış durumda. Kap-kaççılık, hırsızlık, uyuşturucu, fuhuş, özel mülke saldırı ve zarar, devlet malına zarar verme, turistlere saldırı, yankesicilik, organ çalma derken, asayiş ve güvenlik neredeyse kontrolden çıkmış durumda. Polis, yeni çıkan kanunların ellerini kollarını bağladığını ileri sürüyor ve bir şey yapmıyor. Vatandaş güvenlik güçlerinden beklediği hizmeti görmüyor. Asayiş ve güvenlikle ilgili birimler profesyonelce iş yapmak yerine gözdağı vermeyi tercih ediyor. Biz AB, Kıbrıs, Irak, Papa, vs. ile uğraşırken sokaklarımızın giderek güvensiz hale geldiğini görmezlikten geliyoruz. Suç işlemeyi adeta özendiren popüler kültür ürünleri, duyarlılıklarımıza balta vuruyor. Ateş bacayı sarmadan harekete geçmek zorundayız. Halkın bilinçlenmesi, yetkililerin görevlerini ciddiye alması gerekiyor. Aksi halde şehirlerimizdeki görüntü bir zamanların “Teksas sokaklarını” aratmayacak.

Özgürlük Açığımız


Geçtiğimiz ay Kemalizm ideolojisini eleştiren bir üniversite profesörü hakkında soruşturma açıldı. Ve hoca açığa alındı; ders vermesi yasaklandı. Aynı hoca memuriyet kanunundan dolayı bulunduğu şehrin dışına da çıkamıyor. Resmi açıklama yapılmadığı için gerekçeyi bilmiyoruz ama bunu tahmin etmek zor değil: Atatürk’e ve ilkelerine hakaret. Oysa söz konusu hoca Atatürk’e ve onun manevi şahsiyetine saldırmıyor, Atatürk’ün düşüncelerini bir ideoloji haline getirip onun üzerinden siyaset yapanları eleştiriyor.

Bir yerel gazetenin hedef göstermesiyle başlayan bu hadise, Türkiye’de üniversitenin de nasıl bir özgürlük daralması yaşadığını gösteriyor. Bilimsel ve hür düşüncenin merkezi olması gereken eğitim kurumları, örnek bir tavır sergileyecek imkanlardan yoksun. Herkes açık ya da gizli korkuyor, korkutuluyor, sindiriliyor. Böyle bir ortamda bilim, düşünce, kültür üretilebilir mi? İfade özgürlüğü elinden alınmış bir üniversite, özgürlük bilincinin yerleştirilmesine katkıda bulunabilir mi? Umarız bu traji-komik durumdan bir an önce kurtuluruz.

Papanın Ziyareti

Katoliklerin ruhani lideri Papa 16. Benedikt 28-29 Kasımda Türkiye’yi ziyaret edecek. Bu satırların yazıldığı sırada Papa’nın gelişiyle ilgili hazırlıklar devam ediyor, spekülasyonlar da tüm hızıyla yayılıyordu. Papa’nın ziyaretini Müslüman-Hıristiyan diyaloğu açısından önemli bir adım olarak görenler de var; buna karşı olanlar da. Papa’nın kardinalken İslâm dünyası, Avrupa’da yaşayan müslümanlar ve Türkiye hakkındaki görüşleri biliniyor. Papa’nın görüşleri hasmane tutumlar içeriyor. Eğer Papa iddia edildiği gibi Türkiye’ye müslümanlarla değil de Ortodoks hıristiyanlarla diyalog kurmak için geliyorsa, bu ziyaret yarardan çok zarar getirecek. Papa İslâm ve müslümanlar hakkındaki görüşlerini değiştirmek ve daha yapıcı mesajlar vermek zorunda. Buna müslümanlardan çok Katolik kilisesinin ihtiyacı var. Papa bir ‘barış insanı’ olduğunu ispat etmek için önce müslümanlarla barış yapmalı. Papa’nın Türkiye ziyareti, aynı zamanda onun samimiyet imtihanı olacak.

Türkiye’de Öğretmen Olmak


24 Kasım Öğretmenler Günü, her zamanki rutin törenlerle toplandı. Milli Eğitim Bakanı ve bürokratları bir grup öğretmenle beraber Anıtkabir’i ziyaret etti. Okullarda “öğretmenim, canım benim” şiirleri okundu, şarkılar söylendi. Sonuçta yine bir şey değişmedi. Öğretmenlerin durumunu iyileştirmeye yönelik somut adımlar atılmadı. Yeni nesilleri emanet ettiğimiz öğretmenlerin sosyal ve ekonomik durumları hakkında elimizde sağlıklı veriler bile yok. Öğretmenler geçim kaygısıyla ikinci hatta üçüncü işlerde çalışıyorlar. Dershanelere gidiyor, hafta sonu kursları veriyorlar. Eğitimciler olarak kendilerini yenilemek, yetiştirmek gibi bir imkanları yok. Mesleki eğitim anlamında da kendilerini yenileyemiyor; öğrencilerine gereken vakti ayıramıyorlar. Öğretmen maaşları, Türkiye’deki en düşük maaş grubu içinde. Okulların maddi altyapı eksiklileri ayrı bir sorun. Bütün bunlar karşısında öğretmenler günü kutlamak, anlamsız bir seremonide ısrar etmekten başka bir şey değil.

İrtica mı Dediniz?


Gecen ay yayınlanan kapsamlı bir rapor, Türkiye’de “irtica tehdidi” diye bir şeyin olmadığını gösterdi. “Değişen Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset” başlıklı araştırmaya göre Türkiye toplumunun kahir ekseriyeti ülkemizde bir irtica tehdidinin olduğuna inanmıyor. Dahası dinî ve siyasi farklılıklar bir çatışma unsuru olarak görülmüyor.

Belli çevrelerin ve medyanın bütün kışkırtmalarına rağmen irtica tehdidi algısının artık işlevsiz hale gelmesi, ümit verici bir gelişmedir. Ekim ayının ilk haftalarını hatırlayın. O kampanyadan sonra insanların yeni bir irtica krizine yakalanacağını bekleyebilirdiniz. Ama bu olmadı. Arzu edilen etki oluşmadı. Bu araştırma da bu eğilimi destekliyor: Türkiye’nin ortalama insanı, irtica tehdidi konusunda artık eskisi kadar kolay manipüle edilemiyor. İnsanlar ‘irtica var’ diye çığırtkanlık yapanların maksadının üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğunu biliyorlar.

    Kısa Kısa Dünya Turu


    Lübnan’da Hıristiyan Sanayi Bakanı Pierre Cemayel bir suikastta öldürüldü. Cemayel’in cenaze töreni, Suriye aleyhtarı bir mitinge dönüştü. Hizbullah’ın hükümetten ayrılmasının hemen ardından gelen Cemayel suikastı, Lübnan’daki siyasi gerginliğin tırmanacağını gösteriyor. Suriye-Lübnan gerginliğini bir payanda olarak kullanmak isteyen ABD yönetimi bu fırsatı kaçırmayacaktır. Gerginliği arttırmak için yeni suikastlar gelebilir. Bölgedeki bütün aktörlerin çok dikkatli hareket etmesi gerekiyor.

    ***

    Irak’ta kan durmak bilmiyor. Günde ortalama 30 kişinin ölmesi artık sıradan bir hadise. 23 Kasım günü yapılan saldırılar sonucunda 200’ün üzerinde insan oldu. Bu kan, şiddet ve öldürme cinneti ne zaman duracak? Kimin düşman, kimin hedef olduğu belli değil. Direnişçi denen gruplar hiç acımadan birbirlerini havaya uçuruyorlar. Hem de kadın, yaşlı, çocuk ayrımı yapmadan. Medeniyetlerin beşiği olan Irak bu kanlı sahneleri daha ne kadar görecek? Amerikalıların özgürlük vaadi bu muydu?

    ***

    Alman devleti, Almanya’da yaşayan 32 bin müslümanı takibe aldığını açıkladı. Terör zanlısı yahut ‘tehlikeli’ olduğu varsayılan bu grubun içinde pek çok Türk cemaati mensubu da var. Alman yetkililer bunun bir ‘ulusal güvenlik’ meselesi olduğunu ileri sürüyorlar. ABD ve İngiltere’den sonra Almanya’nın da adeta müslüman avına çıkması endişe verici. Özgürlükleri kısıtlayan kanun ve kuralların güvenliği arttırdığı şu ana kadar vaki değil. Umarız Almanlar bu noktayı gözden kaçırmaz.

    ***

    Avrupa Havayolları Birliği’ne göre Türk Hava Yolları (THY), Avrupa’nın en hızlı büyüyen havayolu şirketi. Son bir yılda THY’nin yolcu sayısında yüzde 20 oranında artış olmuş. Böylece THY, Lufthansa, British Airways gibi Avrupa’nın büyük havayolu şirketlerinin önüne geçmiş durumda. Yurt içi ve dışına sıkça seyahat edenler THY’nin hizmet ve kalite farkını biliyorlar. Umarız bu başarı trendi devam eder.