- Operasyon İhtimali Rafta

Adsense kodları


Operasyon İhtimali Rafta

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Rüveyha
Tue 28 October 2014, 08:50 pm GMT +0200
Operasyon İhtimali Rafta

İbrahim Baran | Ekim 2013 | DÜNYA HALİ   

Suriye’de 2.5 yıldır devam eden katliam yüzbinlerce masumun hayatına mal oldu. Uluslararası kamuoyu tıpkı yıllar önce Bosna’da Sırpların gerçekleştirdiği katliama sessiz kaldığı gibi Suriye’de kendi halkını katleden Beşşar Esed’in zulümlerine de sessiz kalıyor. Cinayetlerin boyutu kimyasal silah kullanımına kadar ulaşınca ayağa kalkan dünyanın süper güçleri, kuşkusuz menfaatleri gereği bu tepkiyi gösteriyor. Şayet gerekçe katliamlar olsaydı bugüne kadar gösterilmesi gereken tepki, bugün verilen tepkiden çok daha fazla olmalıydı. Böylece Suriye’nin kimyasal silahlarının özellikle İsrail’e zarar verme potansiyeli taşıdığı için operasyon ihtimalinin gündeme geldiğini anlamış olduk.

Her şey Fransa’nın en büyük yayın organlarından biri olan La Figaro’da ortaya atılan bir iddia ile başladı. İddiaya göre CIA ajanları Şam’a doğru ilerliyordu ve Esed’i ablukaya almaya çalışıyorlardı. Türkiye’nin “önemli” yurt dışı muhabirleri bu iddiayı ciddiye almasa da operasyon söyleminin ciddi olduğu art arda gelen açıklamalarla tescillendi. Amerika, Fransa ve İngiltere’nin başını çektiği koalisyon, Türkiye’nin de desteğini alarak Şam yönetimine yönelik bir operasyona karar verdiklerini deklare ettiler. Rusya’da yapılacak olan G8 Zirvesi öncesi dünya tamamen bu iddiaya kilitlendi. Zirvenin de en önemli gündemi bu operasyon oldu. Rusya’nın, Türkiye ve Amerika arasında gerçekleştirdiği mekik diplomasisi ve Esed yönetiminin kimyasal silahları BM yetkililerine teslim etmesine yönelik çabaları sonuç verdi. Esed kimyasal silahları BM’ye teslim etmeyi kabul etti ve Amerika operasyondan “şimdilik” vazgeçtiğini açıkladı.

Hikâye oldukça romantik görünüyor. Bir yanda kimyasal silah kullanımına karşı olan demokrasi havarilerinin yüzlerini döndükleri ülke Amerika, bir yanda Suriye’nin kimyasal silah kullanmasını engelleyerek büyük bir faciayı engelleyen “barışın mümessili” Rusya, bir yanda da “dünya barışına katkı sağlamak amacıyla” ağabeylerinin sözünü dinleyen Suriye yönetimi… Hiç kimse 2.5 yıldan beri katledilen yüzbinlerce insandan, annesiz babasız kalan çocuklardan, can çekişen bebeklerden bahsetmiyor. Sanki kimyasal silahlar BM’ye teslim edilince Suriye’de kan duracak, Beşşar Esed halkından özür dileyecek ve serüvenine 2.5 yıl önce bıraktığı yerden devam edecek… Yani neymiş, bir şekilde İsrail’in güvenliği sağlanabilirse mesele yok, operasyon da yok!

Dünya devletleri “kimyasal silah tehdidi geçtiği için” Suriye konusunu gündeminden çıkarmış görünüyor. Operasyon ihtimalinin rafa kalkması katliamın sona erdiği anlamına gelmiyor. Beşşar Esed kendi halkını acımasızca katletmeye devam ediyor. İnsanlar hâlâ vahşi cinayetlere kurban gidiyor.

Operasyonun ne kadar çözüm olduğu da tartışılır. Neticede hava harekâtında mazlum-zalim ayırt edilmeyecek, gerekli görülen her yer bombalanacaktı. Burada asıl dikkat çekilmesi gereken konu hava harekâtı değil, dünyanın Esed yönetiminin gerçekleştirdiği katliamların hesabını sormaması. Dünyanın süper güçleri olan ülkelerin, yaşananların onda biri bile etmeyecek bazı olaylara karşı gösterdiği tepkinin binde birini Şam yönetimine göstermemesi manidar.
Dünyanın gürlediği halde bir damla yağmur indirmeyen bir bulut gibi konuştuğu, ancak katliamların sona ermesi için en ufak bir adım atmadığı bu coğrafyada, yine Türkiye olması gereken tepkiyi gösteriyor. Bir zamanlar eyaleti durumunda olan topraklarda, dinî, tarihî ve kültürel değerlerde buluştuğu kitlelere yönelik katliamlara tepki göstermesini eleştiren kitle ve kurumlara rağmen…

Türkiye, komşusunun evi yanarken sessiz kalmamayı, bir mazlumun ahını işittiğinde ona kol kanat germeyi şiar edinmiş bir milletin torunlarına yakışanı yapıyor. Birilerinin iddia ettiği gibi yalnızca Suriye’de, Mısır’da yaşananlarla da ilgilenmiyor. Dün Bosna’da, Çeçenistan’da yaşananlara tepki gösterdiği gibi bugün Doğu Türkistan’da, Arakan’da yaşananlara da tepki gösteriyor. İlke sahibi devlet olmanın gereği budur. Türkiye büyüdükçe, onu zor durumda bırakmak isteyen güçler daha fazla çaba gösterecekler. Bu büyümenin önüne geçmek, içte ve dışta direncini kırmak için var güçleriyle çalışacaklar. Bize düşen görev ise birlik beraberlik içinde daha fazla çalışıp tarihî sorumluluğumuzun gereğini eksiksiz bir şekilde yerine getirmek. Türkiye halkı birbirine düştükçe, ona hükmetmeyi gaye edinmiş devletler amaçlarına ulaşmış olacak. Bugün Suriye’de, Mısır’da  şahit olduğumuz katliamlara yarın yakınımızdaki bir başka coğrafyada şahit olabiliriz. O zaman daha dirayetli, daha dik bir duruş sergilemek için, bugün omuz omuza vermek zorundayız. Unutmamalıyız ki, biz güçlü olursak İslâm dünyası da güçlü olacaktır.

Merkel’le Yeniden

Almanya’da yapılan genel seçimlerin galibi Merkel’in partisi Hristiyan Demokratlar (CDU) oldu. Oyların %42’sini alan Hıristiyan demokratların tek başlarına hükümet kurabilecekleri konuşuluyor. Sosyal demokratların %26 oy aldığı seçimlerde Merkel’in iktidar ortağı Hür Demokratlar da %4,7’de kaldı. Almanya Şansölyesi Merkel çok iyi bir çalışma yaptıklarını ve tüm CDU’luların bunu kutlaması gerektiğini söyleyerek mutluluğunu dile getirdi. CDU Parlamento Grubu Başkanı Volker-Kauder da Alman halkının hükümeti kurmak için Merkel’e açık yetki verdiğini ve seçim sonuçlarının halkın yönetimde Merkel’i istediğini net bir şekilde ortaya koyduğunu ifade etti.

Almanya seçimlerinde 60’dan fazla Türk asıllı kişi aday oldu. Daha çok Yeşiller, Sol Parti ve SDP’nin gösterdiği Türk asıllı adaylardan Aydan Özoğuz, Ülker Radziwill, Metin Hakverdi, Cem Özdemir, Ekin Deligöz, Özcan Mutlu, Sevim Dağdelen ve Cemile Yusuf’un isimleri ön planda.

Almanya seçimleri, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinin sonuçları bakımından önemli. AB’de söz sahibi ülkelerin başında gelen Almanya’nın lehine ya da aleyhine kullanacağı oy, Türkiye’nin üyelikle alakalı akıbetini belirleyecek nitelikte. Merkel, geçmiş dönemde Türkiye’nin tam üyeliğine destek verdiğini ifade etmişti. Seçimlerden önce yaptığı açıklamalar da bu siyasetini değiştirmeyeceği yönünde. Parti içinden yükselen muhalif seslerin olduğu da biliniyor. Parti içi muhalefetin Merkel’in kararını ne yönde etkileyeceğini de önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Hatırlatmakta yarar var: Merkel’in Türkiye’nin AB sürecine destek olacağı yönündeki açıklamaları bizi aldatmasın. Almanya, dünyada var olan dengeleri düşünerek tamamen kendi çıkarları doğrultusunda bir dış politika izliyor. Yani Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği Almanya’nın işine gelirse destek söz konusu olacak. Ortadoğu’nun yükselen değeri Türkiye’yi gözardı etmek bu süreçte elbette Merkel’in işine gelmiyor. Bünyesinde barındırdığı yaklaşık 10 milyon Türk’ü de görmezden gelemiyor kuşkusuz. 1. Dünya Savaşı’ndaki müttefikimiz Almanya’nın, savaştan sonraki yıllarda izlediği Türkiye politikasını da unutmamak lazım.

Şunu da söylemeden geçmeyelim: Türkiye için AB’ye üye olmak, 10 yıl öncesindeki kadar önemli değil. Yüzünü Doğu’ya dönen bir Türkiye, AB üyesi bir Türkiye’ye kıyasla her zaman daha güçlü, daha pro-aktif bir ülke olacak. Ortak dinî ve kültürel mirasın sahipleri olan toplumların bir araya gelmesi, tarihin eski dönemlerinden kalan düşmanlığın devam ettiği toplumlarla bütünleşmekten daha makul görünüyor. Merhum Cemil Meriç üstada kulak vermenin vaktidir o halde: “Işık Doğu’dan yükselir!”

Kenya Kana Bulandı

Son dönemde patlama, cinayet, katliam ve kıyım haberleri hep “3. Dünya Ülkeleri” olarak nitelendirilen coğrafyalardan geliyor. Doğu’nun makus talihi midir bilinmez, 20. yy’da hep Doğu toplumları eziliyor, katlediliyor. Hangi amaçla, ne sebeple yapıldığı önemli değil. Mehmet Âkif’in “Hak namına haksızlık” diye tarif ettiği durumla karşı karşıyayız.
Kenya’nın başkenti Nairobi’de bir AVM’ye gerçekleştirilen bombalı saldırı sonucu onlarca masum insan hayatını kaybetti. Saldırıyı üstlenen Şebab örgütünün yaptığı “Somali’de öldürülen müslümanların kanı Kenya’nın hristiyanlarının kanından daha ucuz değil!” şeklindeki açıklama, olayın intikam almak için gerçekleştirildiğini gözler önüne seriyor. Şebab, “Kenya’yı daha önce ülkemizi işgal etmemesi ve müslüman katliamı yapmaması konusunda uyarmıştık. Onlara saldıracağımızı da belirtmiştik. Şimdi masaya oturmayı teklif etmesinler. Artık savaş zamanı!” diyerek olayların arkasının geleceğinin sinyallerini veriyor.

Müslümanların gerek özel hayatlarında gerekse toplumsal hayatta örnek alacakları yegâne şahsiyet rahmet peygamberi olan Efendimiz s.a.v.’dir. Onun hayatı bize her noktada referans olmalı. İslâm, savaşta düşmanlara nasıl karşılık verileceğini, savunmasız insanlara nasıl davranılacağını, savaş meydanında kalan sivillere nasıl muamele edilmesi gerektiğini hüküm altına almış, Efendimiz s.a.v.’in de uygulamalarıyla örneklemiştir. Kendinden aman dileyene merhamet etmeyi öğütleyen, nefsi için bir insanı öldürmeyi tüm insanlığı öldürmekle eş tutan bir Peygamber’in ümmetinin, İslâm’ın savaş hukukuna riayet etmemesi zihinlerde çelişkiler doğuruyor.

Topraklarına saldıran, çocuk, yaşlı, hasta, kadın demeden katleden bir topluluğa karşı duyulan öfkenin hangi boyutlarda olacağını kestirmek şüphesiz güç. Ancak Hz. Peygamber s.a.v.’in en yakın sahabilerinden biri olan amcası Hz. Hamza r.a.’ı katleden ve daha sonra İslâm’ı kabul eden Hz. Vahşi r.a.’a bile kucak açtığını hepimiz biliyoruz.

Nairobi’de veya dünyanın değişik bölgelerinde “Hak namına” öldürülen insanlar bugün olduğu gibi yarın da olacak. Müslümanlara düşen, insanlığa barış ve huzur getiren bir dini en güzel şekilde temsil etmek. Savaş meydanında savaş hukuku çerçevesinde yaşananları bu tartışmanın dışında tutuyoruz elbette. Altını çizmek istediğimiz nokta, İslâm’dan terör devşirmeye çalışan Batı’nın ekmeğine yağ sürmemek. İslâm dünyası İslâm’ın kaidelerine riayet ettiği müddetçe, muzaffer olacak. Yüzümüzü maziye çevirip bakmamız ve Allah’ın koyduğu kurallara uymamız yeterli…


KISA KISA

Geçtiğimiz haziran Türkiye, Gezi Parkı’nda yapılması planlanan Topçu Kışlası sebebiyle yeri değiştirilecek ağaçlar için yapılan “protesto”larla sarsıldı. Fakat bir protestodan ziyade ülkede karışıklık çıkarmaya yönelik olaylara muhatap olduk. 20 ağaç için ülkeye milyon dolarlık zarar veren kitle biraz düşünse, kimlerin ekmeğine yağ sürdüğünü belki anlardı. Meselenin ağaç olmadığını biliyorduk, eylemleri yapanlar da söyledi zaten. Milletimiz de durumu fark etti ve olaylar bir süre sonra son buldu. Üniversitelerin açılmasıyla yeni bir Gezi dalgasının yaşanacağı iddiası dolaşıyor ortalıkta. ODTÜ’de, Gazi Mahallesi’nde, Okmeydanı’nda yaşananlar bu iddiayı teyit ediyor. Futbol sahalarına kadar yayılmaya çalışılan eylemlerden bir netice çıkmayacağı da ortada. Fakat “Son bir hamle ile başarabilir miyiz?” düşüncesi kimi çevreleri sokaklara itiyor, kimi safdiller de alet oluyor. İnşallah başaramayacaklar. Herkesin birbirini dinlediği ve anladığı bir ülke ideali inşallah gerçekleşecek.

***

28 Şubat, milletin iradesinin elinden alındığı post-modern darbe olarak geçti kayıtlara. Bin yıl süreceği söyleniyordu ama 7 yıl sürdü. Bugünlerde ise 28 Şubat’la hesaplaşmalara şahit oluyoruz. Dönemin muktedir generalleri bugün yargı karşısında hesap veriyorlar. Yaşayanlar bilirler, uygulanan muamele asla kabul edilebilir değildi. Karartılan hayatlar, eğitim hakkı elinden alınan gençler, hiçbir suçu olmamasına rağmen hapse girenler ve daha nice keyfî uygulamalar düşünüldüğünde hesaplaşmakta geç bile kalındı denilebilir. Fakat 28 Şubat’ın etkilerinin tamamen silindiğini söyleyemeyiz. Toplumun bilinç altına yerleştirilen bazı zehirli fikirler bugün bile gün yüzüne çıkabiliyor. Başörtülü bir öğretmene tahammül edemeyenler ortalığı karıştırabiliyorlar. Ne olursa olsun, tarihteki hadiseler bize hep mazlumların kazandığını ispatlıyor. Bir gönül sultanının buyurduğu gibi “Mazlum olmalıyız, zalim değil.”

***

Cennetmekân II. Abdülhamit Han Osmanlı’nın en önemli padişahlarından biri. Tahta oturduğu dönem en iyi nasıl idare edilebilirse, merhum Sultan o şekilde idare etmiş, devletin borcunu 30 yılda neredeyse sıfırlamış, Osmanlı’yı tarih sahnesinden silmek için her yolu deneyen devletlerle amansız bir şekilde mücadele etmişti. Bazı vicdan yoksunları tarafından “Kızıl Sultan” olarak nitelendirmesine karşılık, Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle Ulu Hakan Abdülhamit Han, Türkiye’de uzun yıllar yadedilmese de son dönemde hayırla anılıyor. Sadece Türkiye’de de değil, Osmanlı’nın en önemli coğrafyalarından olan Balkanlar’da, Makedonya’da merhum Sultanın 171. doğum günü kutlandı. Sultan Abdülhamid Han’ın torunlarının konuşmalarıyla katıldığı kutlamalarda Büyük Hünkâr hayırla yadedildi. Evlad-ı Fatihan bu etkinlikle vefanın yalnızca bir semt adı olmadığını ispatlamış oldu.

***

İstanbul son yıllarda önemli müzelere ev sahipliği yapıyor. Geçmiş zamanların ruhu sinmiş eşyalar, bahsettiğimiz müzeler sayesinde tekrar göz önüne çıkıyor. Sergilenecek eşyalardan biri de tarihî halılar. Ayasofya Camii’nin arkasında açılan halı müzesinde, tarihi 1200’lü yıllara dayanan 200-250 adet halı sergilenecek. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, Selçuklu ve Osmanlı’dan intikal eden camilerdeki halı ve kilimleri yıpranma, kirlenme ve çalınmaya karşı topladıklarını söylüyor. Sultanahmet’te bir halı ve kilim müzesinin olduğunu, ancak bu müzenin yetersiz ve kullanışsız olması sebebiyle yeni bir müze açmaya karar verdiklerini ifade ediyor. Ayrıca bazı örnekleri bir kereden fazla sergileyemeyeceklerinin altını çiziyor. Mazi bize kimliğimizi hatırlatması bakımından önemli. Ancak kimliği ile bağlarını koparmayan toplumların geleceği inşa edebileceklerini artık daha iyi biliyoruz. Dileriz bu tür müze çalışmaları, mazimizi ve kimliğimizi hakkıyla anlamamıza vesile olur.