- Mısır: Zulme Direnmeye Devam

Adsense kodları


Mısır: Zulme Direnmeye Devam

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Rüveyha
Tue 28 October 2014, 08:44 pm GMT +0200
Mısır: Zulme Direnmeye Devam


İbrahim Baran | Eylül 2013 | DÜNYA HALİ   



Tarihin en köklü medeniyetlerinden biri olan Mısır, bugünlerde tarihin en bedevî harekâtından birine sahne oluyor. Geçen ay da yazmıştık, binlerce masum, yalnızca yıllardır üzerlerine bir kabus gibi çöken dikta rejimine “yeter” dedikleri için acımasızca katlediliyor. Zulme boyun eğmemeyi, haksızlık karşısında susmamayı karakter haline getirmiş müslüman toplumların bugün karşı karşıya kaldığı durum maalesef bu. Bu acı tablo aslında dünyanın pek çok yerinde yıllardır yaşanıyor. İslâm toplumlarını himaye etmiş, kol kanat germiş, 600 yıl dünyayı adaletle yönetmiş bir haminin, bir devletin eksikliğini bugün bir kez daha yakinen, derinden hissediyoruz.

Mısır’da 1,5 yıl önce demokratik bir seçimle iktidara gelen yönetim, 30 yıllık rant hortumlarını bir bir kesiyordu. Hakkı, hukuku, adaleti gözeten bir siyasetle yönetmeyi planlamış ve bu doğrultuda adımlar atmaya başlamıştı. Diktatörlerin devletin gelirleri üzerinden kendi kasalarını doldurduklarını, kendileri zevk ve safa içerisinde yaşarken toplumu sefalete, fakirliğe mahrum ettiğine yalnızca bugün değil, insanlık tarihinin her dönemi şahitlik etti.

Mısır’da, Libya’da, Suriye’de, Cezayir, Fas ve Tunus’ta yüz yıldan beri bu sürecin kusursuz bir şekilde işlediğini söyleyebiliriz. Osmanlı’nın bölgeden çekilmesi sonrasında dünyayı egemenliği altına almayı amaç edinmiş güçler tarafından kurulan sistemler, sistemden ziyade sistemsizliği, kaosu, cinayetleri, yolsuzlukları beraberinde getirdi. Zaman zaman bu düzensizliğe başkaldırmak isteyenler de oldu. Ancak kısık bir şekilde çıkan bu sesler de bir bir susturuldu. Adalet isteyen cesur yürekler zindanlara, darağaçlarına mahkum edildi. Modern dönemin zalimleri, yüzyıllar önce yaşayan atalarını aratmayacak derecede büyük kıyımlara imza attılar.

Arap Baharı denilen olgu, bıçağın kemiğe dayandığı an ortaya çıktı. Tunus’ta, Yemen’de, Libya’da, Mısır’da ve Ortadoğu’nun diğer ülkelerinde dalga dalga yayılan bu süreç kimi ülkelerde başarılı oldu. Bütün despotların rüyalarına giren bu başarı, Suriye ve Mısır’da yaşanan insanlık dramları nedeniyle gölgelenmiş durumda. Koltuklarından, menfaatlerinden taviz vermek istemeyen zalimler, bunun için çocuk, kadın, yaşlı demeden öldürmeye devam ediyor.
Milletin iradesini temsil eden yönetimi gayri meşru bir şekilde alaşağı eden darbeci zihniyet bununla da yetinmiyor, iradesine darbe vuranları meşru yollarla protesto eden mazlumlara insanlık dışı muamele ediyor. Seçilmiş lider Muhammed Mursi’nin serbest bırakılmasını ve demokratik bir seçimle yeni bir hükümetin kurulmasını istemekten başka bir gayeleri olmayan mahzun kitleler bunun bedelini canlarıyla, kanlarıyla ödüyorlar. Ramazan’ın bitmesiyle birlikte harekete geçen zalimler zümresi gözünü kırpmadan, camide namaz kılarken, meydanlarda çadırlarını ateşe vererek, keskin nişancılarıyla vurarak öldürüyor.

Daha da vahimi 1,5 milyarlık koca İslâm coğrafyasından Türkiye hariç, neredeyse hiçbir ses çıkmaması. Adeviyye ve Nahda meydanlarında hayatlarının baharında sadece özgürlük isteyen binlerce insanın kurşun yağmuruna tutulmasına Arap coğrafyasından ses çıkmaması bir yana, darbecilere dört milyar dolar yardım yapması ayrı bir garabet. Yukarıda değindiğimiz koltuk ve rant sevdasının, “Bahar” esintilerinin kendi ülkelerine doğru harekete geçtiğinin hissedilmesinin paniği idi bu yardım belki de! Yıllardır sefa sürdükleri sistemsizlik ve kaos düzenini yitirme korkusuydu.

“Darbe niçin yapıldı?” sorusunun cevabını bulmak zor olmasa gerek. Devrimin ardından yargılanıp hapis cezasına çarptırılan sâbık diktatörün suçlarından bir bir aklanması ve nihayetinde serbest bırakılması, darbe gerekçesi olarak ifade edilen tüm iddiaların safsata olduğunu gösteriyor. Halk iradesiyle seçilen ve halkın menfaatlerini gözetmekten başka hiçbir “kabahati” olmayan Muhammed Mursi hapisteyken, 8 ayrı yolsuzluk davasından yargılanan Mübarek’in salıverilmesi, Mısır yönetiminin demokrasiden ne anladığının da kanıtı değil mi?

Alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz s.a.v. “Müslüman müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnız bırakmaz, zulme teslim etmez…” buyururken, Mısır’da Suriye’de müslüman, müslümana zulmediyor, kanını döküyor, katliam yapıyor!

Dün Bosna’da, yıllardır Filistin’de, bugün Suriye ve Mısır’da zalimlere tepki gösteren tek ülke Türkiye. Tarihî sorumluluğunun gereği olarak, mezkur coğrafyalarda yüzyıllarca adaletle hüküm sürmüş, kardeşlik hukukunu inşa etmiş bir geleneğin mirasçısı olan Türkiye bugün de zulme sessiz kalmıyor. Türkiye’nin her fırsatta “kardeş topluluklar” kavramına vurgu yapması çözümün ne olduğuna ilişkin ipuçları da veriyor. Küresel güçlerin ve organizasyonların olan biten karşısında dalga geçercesine takındığı tavır, bu duruşun altını bir kez daha çiziyor.

Müslümanlığımızın ve dolayısıyla kardeşliğimizin gerekliliklerini yerine getirmezsek bu kıyımların ardı arkası kesilmeyecek. Şunu da unutmayalım: Dünya döndükçe Kabil’lerin sonu gelmeyecek ama Hz. Hamzaların, Hz. Ömerlerin de..

Suriye’de Şimdi de Kimyasal Silah


Aylardır bu satırları Suriye işgal ediyor. Gönül isterdi ki Suriye’de barış ve kardeşlik ortamından doğan güzel tabloları aktaralım. Ancak ülkede iki yıldan beri devam eden zulüm artık akıllara durgunluk verecek noktalara ulaştı. Kendi halkına düşmanının bile yap(a)mayacağı şekilde muamele eden Beşşar Esed yönetimi, Mısır’da şiddet devam ederken insan olan herkesin yüreğini dağlayacak türden bir zulme imza attı. Yıllar önce Halepçe’de Saddam Hüseyin tarafından gerçekleştirilen kimyasal silahlı saldırının aynısı geçtiğimiz günlerde Suriye’de yaşandı. Başkent Şam’da yüzlerce masum bebek kimyasal silah kullanılarak öldürüldü.

İnsan düşünüyor, bu kötülüğü masum bebeklere reva görenler nasıl bir vicdana sahip? Mübarek gün, gece gözetmeksizin sürekli kan döken bu topluluğu anlamak için şu ayete bakmak yeterli: “Biz insanı en güzel surette yarattık, sonra (inkârından dolayı) aşağının aşağısına indirdik.” İnsan gibi yaratılmışların en şereflisi olarak yerkürede dolaşan bir varlığın bu kadar alçalabilmesi mümkün mü? Maalesef evet! Yeryüzünde bozgunculuk yapmayı sıradanlaştıran kavimlerin nesilleri için yaşananlar yemek yemek, su içmek gibi bir şey! Her zalimin yaptığı vahşeti izah etmek için bazı gerekçeler sunduğunu tarih kitaplarından okuyoruz. Ancak Beşşar Esed’in kimyasal silah kullanarak öldürdüğü bebekler için nasıl bir gerekçe sunacağını çok merak ediyoruz!

Olayla ilgili ortaya atılan bir iddia var ki yaşananlar kadar vahim. İddia şu: Yıllardır kimyasal silah ürettiği iddia edilen İran, hem sürecin başından beri desteklediği Suriye devletine yardım etmek hem de deneme yapmak üzere bu saldırıyı gerçekleştirdi! Eğer bu doğruysa yalnızca mezhep ortak paydasında buluşmak bile yüzlerce masumu acımadan katletmeye yetiyormuş demek ki!

Suriye’de rejim bugüne kadar Rusya, İran ve İsrail’in destekleriyle ayakta kalmayı başardı. Tavırlarına baktığımızda Avrupa’nın da içten içe desteklediğini görmek zor değil. Gemileri yakıp Suriye ile mücadele eden tek ülke yine Türkiye. Mazlum insanlara kol kanat germek için siyasî, stratejik ve ticarî her türlü riski göze alan Türkiye konuyu yakinen takip ediyor.

Yineleyelim, Beşşar Esed’in koltuğu sallanıyor. Ne tür katliam yaparsa yapsın, yaşananlar zalimin hem dünyada hem ahirette hesap vereceğini açık seçik gösteriyor bize. Zalim Esed’in sonunun ne olacağını dua ederek bekleyip, hep birlikte göreceğiz…

Hedefteki Ülke Lübnan mı?


Ortadoğu’da şiddet kazanın altı giderek alevleniyor. Gündem neredeyse tamamen Mısır ve Suriye oldu. Görünen o ki, bu ülkelerde yanan ateşin kıvılcımları civardaki ülkelere de sıçrayacak. Lübnan’da üst üste yaşanan patlamalar “Sıra Lübnan’a mı geldi?” sorusuyla muhatap ediyor bizi. Önce Beyrut’un güneyinde bulunan banliyöde meydana gelen patlamada 22 kişi hayatını kaybetti, 200’den fazla kişi yaralandı. Ardından Trablus’ta bulunan Takva ve Selam camilerinde meydana gelen patlamalar 27 kişinin hayatına, yüzlerce kişinin de yaralanmasına mal oldu.

Birinci patlamanın Hizbullah’ın kontrolünde bulunan bir Şiî bölgesinde olması, ikinci patlamanın da Sünnî camilerde Cuma namazı çıkışı gerçekleşmesi manidar. İslâm dünyasına yıllardır uygulanmaya çalışılan oyun yeniden hayata geçirilmeye çalışılıyor. “Böl, parçala ve yönet” siyaseti yeniden sahneleniyor. Farklı müslüman kesimleri birbirine düşman eden plan, bu coğrafyayı hedef alan güçlerin işini kolaylaştırıyor. Çünkü neredeyse hiç enerji harcamadan uzaktan kumanda edebilecekleri bir takım yönetimleri iktidara getirerek adeta birer gölge devletçikler oluşturuyorlar. Lübnan Başbakanı Mikati de bu gerçeğe dikkat çekiyor. Şiî ve Sünnî grupların tahrik edilerek sokaklara dökülmeye çalışıldığının, fitne ortamı oluşturulmak istendiğinin altını çizen Mikati, yıllar önce yaşanan ve 200 binden fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan iç savaşın yeniden çıkarılma tehlikesinin olduğunu dile getiriyor.
 
Bugün İslâm topraklarında yaşanan kıyımların, katliamların dışarıdan doğrudan gelen bir müdahale ile değil, halkların kendi aralarında gerçekleşmesi “böl, parçala ve yönet” politikasının kusursuz bir şekilde işlediğini ortaya koyuyor. Mezhepsel farklılıklar, toplumsal menfaatler aynı milletin parçası olan, kardeş olan kitleleri birbirine kırdırıyor.
Bu satırlarda sıkça dile getirdiğimiz bir hakikati yinelemekte fayda var. Oryantalistlerin Pax Ottomana (Osmanlı Barışı) olarak nitelendirdikleri kavram, uzun uzadıya anlattığımız problemlerin belki de tek çözümü. Osmanlı, idaresi altında bulunan toplumları din, dil, ırk, mezhep ayrımı gözetmeksizin tek bir kavram ekseninde yönetiyordu: Adalet! “Bir saatlik adalet seksen yıllık nafile ibadetten evlâdır.” hadis-i şerifini Divan’ın (bakanlar kurulunun) kapısına nakşeden bu devletin, tarih sahnesinden silinmiş olsa da günümüz dünyasına söyleyeceği çok şey var.


KISA KISA


Kamuoyunu meşgul eden Ergenekon davası nihayet neticelendi. Aralarında asker, gazeteci, siyasetçi, akademisyen ve yazarların bulunduğu onlarca kişi terör örgütü kurarak hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan yargılanıyorlardı. İlginç kararlara imza atıldı. Ergenekon’un terör örgütü olduğu kabul edildi, örgütün 2 numarası olarak bilinen Prof. Dr. Mehmet Haberal, yattığı süre göz önünde bulundurularak serbest bırakıldı. Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’a müebbet hapis verildi. Alınan kararlar Yargıtay’da bir kez daha görüşülecek. Cezalar kimine göre haklı kimine göre haksızlık. Her şey bir yana, Ergenekon davası Türkiye toplumuna şunu söyledi: Bundan sonra kimse darbeye teşebbüs edemeyecek. Niyazımız iyi bir anayasa ile darbelerin önünün kapanması…

***

1990’lı yılların en büyük zulümlerinden birine maruz kalan Bosna son yıllarda kendini iyiden iyiye toparlamaya başladı. Ülkenin yetiştirdiği yönetmenler, yazarlar uluslararası alanda önemli başarılara imza atıyorlar. Tabii aradan geçen yıllar yaşananları kolay unutturmuyor. Bunca çileyi çeken bir topluluğun empati yapması da hiç yaşamamışlara göre daha kolay. 19. Saraybosna Film Festivali kapsamında düzenlenen “İnsan Hakları Günü”nde Filistin sorununa yapılan vurgu adeta bir vefa örneğiydi. Yönetmenlerin Filistin sorununu tartıştığı toplantılarda, meselenin vehametini anlatan filmler de gösterildi.  Mimar Hayreddin tarafından gönüllerden gönüllere yol olsun diye yapılan Mostar köprüsünün yıkılışı dün gibi aklımızda. Mostar yeniden inşa edildi. Aslında Bosnalıların gönülleri hiç yıkılmadı ki yeniden inşa olunsun! Onlar gönüllerden gönüllere yol yapmayı şiar edinmiş bir neslin torunları. Böyle geniş yüreklere bugünün dünyasında her şeyden fazla ihtiyacı var.

***

Anadolu’nun İslâm’a açıldığı 1071 tarihi hepimizi heyecanlandırıyor. Alparslan’ın atını Malazgirt’e sürdüren duygu “İlâ-yı Kelimetullah”tan başka bir şey değildi. Bu maksatla seferlerin devamında müslüman kumandanlar Viyana’nın kapılarına kadar dayandılar. Bu yıl 26 Ağustos’ta düzenlenen kutlama etkinlikleri Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından organize edildi. Ağrı, Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır başta olmak üzere birçok ilden gencin katıldığı etkinlikte Malazgirt zaferi coşkuyla kutlandı. Katılımcı gençlerin 1071 tanesinin isminin Alparslan olması da etkinliğe ayrı bir hava kattı. Fatihlerin, Yavuzların bu topraklarda nakış nakış işlediği güzelliklerin temelini atan Sultan Alparslan, yalnızca Türkiye için değil, tüm İslam alemi için önemli bir şahsiyet. Ve hiç şüphe yok ki yarının gençlerinin onların hayatından öğrenecekleri çok şey var.

***

Hep söyleriz, tarih milletlerin ortak hafızasıdır. Tarihini bilmeyen hiçbir toplum geleceğini inşa edemez. Cumhuriyetin kurulduğu günden son yıllara kadar redd-i miras politikası yüzünden özellikle Osmanlı tarihi konusunda maalesef bilgiden mahrum bırakıldık. Yeni yeni sayıları artan tarih kitapları, tarih programları tarihi sevdirmeyi, merak uyandırmayı başardı. Aynı şeyi tiyatro için söyleyemiyoruz maalesef. Birçok yabancı yazarın eserinin sahnelendiği tiyatroda tarihimize ilişkin konuların işlendiğini pek görmedik. Devlet Tiyatroları 2013-2014 sezonunda 100’ü yeni 150’den fazla oyunda tarihimizle alakalı konuları sahneleyecek. Genel Müdür Mustafa Kurt’a göre tarihimizle daha fazla yüzleşmemiz ve iç içe olmamız gerekiyor. Devlet Tiyatrolarının tarihi ihmal ettiğini de belirtiyor Kurt. İnşallah bu yıl sergilenecek oyunlar izleyicinin tarihe olan merakının artmasına vesile olur. Tarihi ne kadar iyi bilirsek bugünü o kadar iyi analiz eder, geleceği de o kadar çabuk inşa ederiz.