- Huşû

Adsense kodları


Huşû

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Rüveyha
Mon 20 October 2014, 06:09 pm GMT +0200
Kuşeyrî Risâlesi’nden
Ali Kaya | Mart 2013 | TASAVVUF KLASİKLERİ   


Huşû


Huşû hakkında Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz müminler kurtuluşa erdiler. Onlar namazlarını huşû içinde kılanlardır.” (Mü’minûn,1-2)

Huşû, Hakk’a saygı ile boyun eğmektir. Tevazu, Hakk’a gönül hoşluğu ile teslim olmak ve ilahî hükme itirazı terk etmektir. Huşû, kalbin bütün himmet ve düşüncesini toplayarak Cenab-ı Hakk’ın huzurunda hazır bir halde bulunmasıdır.

Huzeyfe r.a. demiştir ki: “Dininizden ilk kaybedeceğiniz şey huşûdur.” Sehl b. Abdullah Tüsterî demiştir ki: “Kalbi huşû içinde olana şeytan yaklaşamaz.” Kalbin huşûsu, gözleri gereksiz yere sağa sola bakmaktan alıkoymaktır. Hasan-ı Basrî demiştir ki: “Huşû, kalpten hiç ayrılmayan ilahî korkudur.”

Cüneyd-i Bağdadî’ye “Huşû nedir?” diye sorduklarında, “Kalplerin bütün gaybları (gizlilikleri ve sırları) bilen yüce Allah’a karşı zillet içinde bulunmasıdır.” demiştir. Alimler huşûnun yerinin kalp olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Âriflerden biri bir adamı gördü. Adam belini bükmüş, başını eğmiş, gözlerini yummuş bir vaziyette oturuyordu. Ârif, adama göğsünü işaret ederek, “Ey falanca, huşû buradadır, omuzlarda değildir.” dedi.

Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber s.a.v. namazda sakalıyla oynayan bir adamı gördüğünde, “Eğer bu adamın kalbi huşû içinde olsaydı, azaları da huşûlu (sakin ve huzur içinde) olurdu.” buyurdu. (Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usûl, 2/344; İbn Ebû Şeybe, Musannef, 2/190)

Namazda huşûnun şartı, namaz kılan kimsenin sağında ve solunda kimin namaz kıldığını bilmeyecek derecede kendini namaza vermesidir.

Huşûyu şöyle tarif etmek de mümkündür: Huşû, kalbin Hak Tealâ’yı müşahede etmesinden dolayı iç alemin edeple boyun eğmesidir. Huşû, Yüce Rabbi müşahede anında kalbin kendinden geçmesidir. Huşû, hakikat sultanı ortaya çıkınca kalbin eriyip boyun bükmesidir. Şöyle de denmiştir: Huşû, ilahî heybetin kalbi kaplamasının başlangıcıdır. Huşû, hakikatin aniden açılması esnasında kalbe gelen ürperti ve titremedir.

Fudayl b. İyaz demiştir ki: “Önceki büyükler, bir kimsenin dış görünüşündeki huşûnun iç alemindeki huşûdan daha fazla olmasını hoş bulmazlardı.”

Sohbetin Kısımları

Sohbet (yakınlık, arkadaşlık) ve beraberlik üç kısımdır: Senden hal ve yaşça yüksek olanlarla sohbet ve beraberlik. Bu aslında bir hizmettir. Hal ve yaşça senden aşağıda olanlarla sohbet ve beraberlik. Bu, kendisine uyulan kimsenin karşı tarafa şefkat ve rahmetle muamele etmesini, uyan kişiye de tabi olduğu kimseye karşı vefa ve hürmet göstermesini gerektirir.

Birbirine denk ve benzer halde olanların birbiriyle yaptığı sohbet ve beraberlik. Bu da, kardeşini nefsine tercih etme ve ona karşı güzel ahlâkla davranma esası üzere kurulu bir arkadaşlıktır.

Kim kendisinden yüksek derecede olan bir şeyhin sohbetine (terbiyesine) girerse ona düşen edep, kendisine itirazı terketmek, ondan gördüğü şeyleri güzel bir şekilde yorumlamak, onun hallerini iman ve teslimiyetle karşılamaktır. Arkadaşlarımızdan biri Mansur b. Halef-i Mağribî’ye, “Ebû Osman-ı Mağribî ile kaç sene arkadaşlık ettin?” diye sorulduğunda şöyle demiştir: “Ben onunla arkadaşlık etmedim, sadece kendisine hizmet ettim.”

Hal ve ilimde senden aşağıda olanlarla yakınlık ettiğinde, onun hallerinde gördüğün bir noksanı ve kusuru kendisine söylememen, onun yakınlık hakkına ihanet olur.

Ebü’l-Hayr-ı Tinânî, Ca’fer b. Muhammed b. Nusayr’a şöyle yazmıştır: “Yanınızdaki dervişlerin cehaletinin günahı size aittir; çünkü siz onların edebini bırakıp kendinizle meşgul oldunuz, böylece onları cahil bıraktınız.”

Seninle aynı seviye olan kimselerle arkadaşlık yaptığında, sana düşen onun kusurlarına göz yumman, onda gördüğün kusurları mümkün olduğu sürece güzel bir şekilde yorumlayıp kendisini mazur görmendir. Gördüğün halleri bir şekilde iyiye yorumlayamadığın zaman, nefsine dönüp onu suçlamalı ve sürekli kendini kınamalısın.

Cüneyd-i Bağdadî k.s.

İlk dönemin zâhid sufîlerinden biri de Ebü’l-Kasım Cüneyd b. Muhammed-i Bağdadî’dir. Cüneyd-i Bağdadî, sufîlerin imamı ve efendisi olup “seyyidü’t- tâife” unvanıyla meşhurdur. Aslen Nihavendlidir, Bağdat’ta doğup yetişmiştir. Dayısı Serî-i Sakatî’nin, Haris-i Muhasibî ve Muhammed b. Ali Kassâb’ın yanında bulunup kendilerinden feyiz almıştır. Cüneyd-i Bağdadî, 297 (909) senesinde vefat etmiştir.

Cüneyd-i Bağdadî’ye, “Ârif kimdir?” diye sorulunca, “Sen susuyorken (keskin ferasetiyle) senin içindeki şeyleri söyleyen kimsedir.” cevabını vermiştir.

Cüneyd-i Bağdadî demiştir ki: “Biz tasavvuf terbiyesini kîl ü kâl ile (o şöyle dedi, bu böyle dedi şeklinde nakillerle) elde etmedik. Biz onu aç kalarak, dünyayı terk ederek, alıştığımız ve hoşa giden şeylerden alakayı keserek elde ettik.”

Ebu Ali-i Rûzbârî anlatır: Cüneyd-i Bağdadî’nin yanındaydım. Bir adam marifetten (kalbe doğan derin bilgi ve anlayıştan) bahsederek, “Allah Tealâ’nın marifetini elde edenler, iyilik ve ibadet türü amelleri terk edecekleri bir makama ulaşıyorlar.” dedi. Bunu işiten Cüneyd-i Bağdadî şöyle dedi: “Bu, kendilerinden amel etme sorumluluğunun düştüğünü söyleyen bir grubun sözüdür. Bu söz son derece tehlikelidir. Hırsızlık yapan ve zina eden kimsenin hali bunu söyleyenden daha iyidir. Gerçekten ârifler amellerini yüce Allah’tan almışlar ve o amellerle ömürlerini tamamlayıp O’na dönmüşlerdir. Eğer bin sene yaşasaydım, bir özrüm olmadıkça hayırlı amellerimden zerre kadar eksiltmezdim!”

Şu sözler de Cüneyd-i Bağdadî’ye ait: “Hz. Peygamber s.a.v.’in izini takip etmekten başka Allah’a giden bütün yollar kapalıdır.”

“Bir sadık kul bin sene Allah’a yönelse, sonra bir an O’ndan yüz çevirse, o andaki kaybettiği bin senede elde ettiğinden daha fazladır.”

“Kim Kur’an’ı (yeterince) ezberlemez, gerektiği kadar hadis öğrenmezse, bu terbiye yolunda ona uyulmaz. Çünkü bizim yolumuz Kitap ve Sünnet’le belirlenmiş esaslar üzerine kurulmuştur.”

“Bizim bu (marifet ve terbiye) ilmimiz, Hz. Peygamber s.a.v.’in hadisleriyle çepeçevre kuşatılmıştır.”

Ali el-Haddâd şöyle anlatmıştır: “Bir gün Kadı Şüreyh’in meclisindeydim. Akaid ve fıkıh konularında öyle güzel konuşuyordu ki hayran kaldım. Şaşkınlığımı görünce, ‘Bilir misin, bu bilgiler nereden?’ diye sordu. Ben de, ‘Kadı söyler, biz de öğreniriz..’ dedim. ‘Bu, Cüneyd-i Bağdadî’nin meclisinde bulunmamın bereketiyledir.’ dedi.”

Üstadım Ebu Ali Dekkâk rh.a. anlattı: Cüneyd-i Bağdadî’in elinde tesbih çektiğini gördüler. “Siz bu güzel halinize rağmen elinize tesbih mi alıyorsunuz?” dediler. O da: “Ben onunla (yaptığım zikirler sayesinde) Rabbime ulaştım, onu terk edemem.” dedi.