- Habeşistana hicret

Adsense kodları


Habeşistana hicret

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Hadice
Sat 15 January 2011, 09:13 pm GMT +0200
Habeşistana hicret


195. Mekke’de zulüm ve işkence tüm hızıyla sürüyordu. Her soy ve kabilede Müslüman olanlar vardı ama hayatları güvende değildi. Zira kendi aileleri içinde bile düşmanları vardı. Örneğin, Sa’îd ibn el-As, kendi oğlu Hâlid’i dövüp kafasını yarmıştı.243 Şehirde işlenmekte olan zulme bir çözüm bulamayan Resulullah (AS), ashabına şu tavsiyede bulundu: “Eğer istiyorsanız ve elinizden geliyorsa, gidip Habeşistan’a sığının. Zira orada, ülkesinde kimseye zulmedilmeyen bir kral hüküm sürmektedir; orası bir doğruluk ve hakikat ülkesidir; ALLAH işlerinizde bir kolaylık sağlayıncaya kadar orada kalınız.”244 İlk grup içinde, hanımlarıyla birlikte on kadar Müslüman vardı. Kuşkusuz ilk kafilede gidenlerin hoş karşılanmaları nedeniyle, onları başkaları izledi. İlk gidenler arasında Resulullah (AS)’ın damadı Osman’ın, ikincisinde ise Ca’fer et-Tayyâr’ın adı geçmektedir. Osman, eşi Rukiyye’yi (Resulullah’ın kızı), ulaşım aracı olarak bir eşek üzerinde beraberinde götürmüştür.245 Elimizde, Resulullah (AS)’ın Habeş kralı Necaşî’ye yazdığı ve Ca’fer ve beraberindekilere yakınlık göstermesini tavsiye ettiği bir mektubu bulunmaktadır. Ca’fer’in bu mektubu beraberinde götürdüğünü ve Resulullah (AS)’ın Necâşî’yi bizzat tanıdığını belirtmemiz gerekir. Bu konuya ilerde “Habeşistan’la İlişkiler” bölümünde tekrar değineceğiz.

196. Bir süre sonra, Resulullah (AS) Ka’be’de cemaatle namaz kıldırırken, Necm suresinin şu ayetlerine geldiğinde bir olay odu:

        “Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ’yı ve üçüncüleri olan Menât’ı?

        Acaba bunlar ulu tanrılar mıdır?

        Ve onların arabuluculuk yapıp şefaatte bulunmaları ümit edilebilir mi?

197. İslam tefsir bilginleri, genellikle bu son iki ayetin Muhammed (AS) tarafından okunan metinde bulunmadığını, ama Şeytan’ın araya girerek bunları sadece müşriklerce duyulacak biçimde okuduğunu ifade ederler. Şeytanî metnin Resulullah (AS)’ın okuduğu kısım içinde yer aldığı varsayılsa bile, açıklama bir sorun oluşturmaz.

198. Öyle görünüyor ki bu ayetler zaten biliniyordu ve rivayete göre halktan biri, son iki ayeti, metinde özel bir soru zarfı olmamakla birlikte, doğru biçimi olan soru kipinde değil de, şeytanî bir düşünce ile olumlu kipte okumuştu. Oradaki müşrikler Muhammed (AS)’ın kendi putları lehine bir ödün verdiği zannına kapıldılar. Buna öyle çok sevindiler ki, Muhammed (AS) o sırada kıldığı namazda secdeye vardığında, onlar da Ka’be karşısında secdeye kapandılar. Muhammed (AS) ne olup bittiğinden habersizdi ama bu yanlış anlamayı bir yumuşama dönemi izledi. Hatta olayın yankıları Habeşistan’a kadar ulaştı ve bazı muhacirlerin yurtlarına geri dönmesinde etkili oldu. Bu arada, var olduğu sanılan iyimserlik havası da kayboldu. Muhammed (AS) olayları büyük bir üzüntü ile öğrendi ve gelen yeni bir vahiy durumu düzelterek, iki anlama gelen ayetlerin yerini aldı:

        “Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ’yı?

        Ve üçüncüleri olan Menât’ı ?

        Demek erkek size, dişi O’na öyle mi ?

        Ne kadar adaletsizce bir bölüşme!

        Bunlar sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. ALLAH onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar! Oysa kendilerine Rableri katından bir yol gösterici gelmiştir.”246

199. “Ödün”ün bu şekilde hükümsüz hale gelmesi, Müslümanların Mekke’deki zaten eğreti olan durumunu daha da ağırlaştırdı. Dolayısıyla, aralarından büyük bir kitlenin yabancı ülkelere sığınmak üzere şehri terk etmeleri gerektiğine inanmaları bizi şaşırtmamalıdır. Birçok kaynağa başvuran Belâzurî’nin listesinde hicret edenlerin sayısı 130’a kadar çıkmaktadır.

200. Kureyşliler, büyük bir ihtimalle bu ikinci göç hareketinden sonra Necâşî’ye bir heyet göndererek Müslüman mültecilerin geri verilmelerini istediler.247 Ne var ki bu heyet eli boş dönmüştür.

201. Ebû Bekir’in çektiği sıkıntı ve üzüntüler de az değildi. Oysa kendisi Mekke Şehir Devletinin Onlar Meclisi’nde veraset yoluyla üyelik hakkına sahipti; ayrıca iyiliksever çalışmaları, kendisine şehrin sınırlarını aşan bir saygınlık kazandırmıştı. Bir gün o da Mekke’den ayrılıp bir limandan gemiye binmek üzere Yemen’in yolunu tutmuştu. Günlerce süren bir yolculuktan sonra Kâra bölgesine vardı. Bu yörenin başkanı, Ebû Bekir’in de vatanını terketmeye zorlandığını öğrenince çok şaşırdı. Durumdan etkilenen başkan, dostunu koruma sorumluluğunu üstlenerek, onu Mekke’ye getirdi. Çünkü Kureyşlilerin askerî bir müttefiki olarak büyük bir nüfuza sahipti. Oraya vardıklarında, bundan böyle Ebû Bekir’in koruyucusu olduğunu herkesin önünde ilan etti. Bir süre sonra Mekkeliler, Kâra bölgesinin başkanı İbn Duğunne’den, koruduğu Ebû Bekir’in, komşularının kadın, çocuk ve kölelerini cezbetmesi gerekçesiyle, artık kapısı önünde yüksek sesle Kur’an okumamasını istediler. Ebû Bekir, İbn Duğunne’ye gönderdiği cevapta, onun korumasına ihtiyacı olmadığını, ALLAH’ın kendisi için yeterli olduğunu bildirdi.248 Ve Habeşistan’a gitmekten vazgeçip Mekke’de kaldı. Zira ciddi olaylar Resulullah (AS)’ın hayatını tehdit etmekteydi.

202. Olayları tarihsel sırası içinde tam olarak belirleyememekle birlikte, şunu belirtelim ki, Mekkeliler, dinlerinden döndürmek amacıyla yabancılara baskı yapmak için en namussuzca yöntemlere başvurmaktan hiç çekinmiyorlardı. Örneğin, El-’As ibn Vâ’il, Habbâb ibnu’l-Eret’e olan borcunu ödemeyi reddetmişti.249 İbn Hişâm da, Ebû Cehil’le ilgili olarak şöyle der:

        “Soylu ve kudret sahibi bir kimsenin İslam’ı kabul ettiğinden söz edildiğini duyunca gidip ona hakaret ve küfürler savurur ve şöyle derdi: “Senden çok daha iyi biri olan babanın dinini terk ediyorsun...” Eğer bu kişi bir tüccar ise ona da şöyle derdi: “Vallahi sana öyle bir şey yapacağız ki hiç müşterin kalmayacak ve servetin yok olup gidecek.” Eğer Müslüman olan kimse zayıf ve savunmasız biri ise onu döver, başkalarını da bunu yapmaya zorlardı.”250

203. Hadis bilgini İbn Hanbel tarafından nakledilen şu küçük olayla bu konuyu bitirelim: Mekke’de herkesin gözü önünde duran çok sayıda put vardı. Zaman zaman Muhammed (AS) ve genç yeğeni Ali, gecenin karanlığından yararlanarak bunları kırarlardı.251 El-Hakîm’e göre,252 söz konusu olay Medine’ye hicretinden bir gece önce meydana gelmişti. Yazar, müşriklerin bakırdan yapılmış ve Ka’be’nin damına demir vidalarla tutturulmuş “en büyük putundan” (Hubel ?) söz ederek, Ali’nin onu yere atıp hurda haline getirdiğini belirtir. Buna benzer bir başka olay da şudur: Ali ve Usâme bin Zeyd (Zeyd bin Hârise) paçavralar içindeki pislikleri getirip putların üzerine atarlardı. Ertesi gün durumu görüp öfkeden çılgına dönen putperestler “Bunu kim yaptı ?” diyerek putları temizler, sonra süt ve su ile yıkarlardı.253


243 Suheylî, I, 205.

244 İbn Hişâm, s. 209.

245 Bk. Ebû Ya’lâ ve Taberânî’den naklen, İbn Hâcer, Metâlibu ‘Aliye’, No 3943.

246 Necm, 53: 19-23; Bk. Suheylî, I, 229.

247 İbn Hişâm, s. 245-246; Ebû Nu’aym. s. 80 vd.

248 İbn Hişâm, s. 245-246. Veliyyullâh Dehlevî’ye göre (Huccetullahu’l-Bâliğa, Kahire baskısı, H. 1333, I, 101), bu başkanın adı Subey’a ibn Rufey’ idi. Duğunne, onun annesinin adıydı.

249 İbn Sa’d, III/I, s. 116; İbn Hişâm, s. 234-235.

250 İbn Hişâm, s. 207.

251 Müsned, No 644, 1301.

252 Müstedrek, III, 5.

253 Bk. İbn Râhûye, İbn Hacer’den naklen, Metâlib, No 4275.