Eslemnur
Sun 7 November 2010, 06:45 pm GMT +0200
Giriş
Din, insan hayatı için ne denli önemliyse, din eğitimi ve öğretimi de genel eğitim-öğretim içinde o derece önemli bir yere sahiptir.
Ailede gerçekleştirilen din eğitimi ve öğretiminin arzu edilen düzeyde yerine getirilmesi, ileriki yıllarda çocuğun sağlam ve tutarlı bir kişilik kazanmasına katkıda bulunacaktır. Aynı şekilde, yaygın ve örgün din eğitimi öğretiminin ideal şartlarda gerçekleşmesi, nitelikli din görevlisi ve eğitimcilerinin yetiştirilmesine de imkan tanıyacaktır. Ancak ifade edilmelidir ki, bugün ülkemizde din eğitimi ve öğretimi, birtakım problemlerle karşı karşıyadır.Bu konuda bazınoktaları kaydetmenin,araştırma problemini belirlemede yardımcı olacağı inancındayız.
Türkiye'de din eğitimi ve öğretiminin iki yolla yapıldığı söylenebilir. Birincisi, halk tarafından geleneksel olarak ailede başlatılarak sonradan din görevlilerinin katkısıyla camilerde ve resmî, gayr-ı resmî Kur'ân Kurslarında gerçekleştirilen "Yaygın Din Eğitimi ve Öğretimi"; İkincisi ise, Îmam-Hatip Liselerinde yürütülen "Örgün Din Eğitimi ve Öğretimi"dir. Bu kurumlara, yüksek öğrenim düzeyinde din eğitimi ve öğretimi veren İlahiyat Fakülteleri de eklenebilir; ancak bu kurumlar araştırma kapsamı dışındadır.
Türkiye'de din eğitimi ve öğretiminin problemleri iki noktada odaklanmaktadır: Aile ve Din Eğitimi ve Öğretimi Kurumları. Bu iki noktanın tahlili, problemlerin boyutlarını belirlemede yardımcı olacaktır.
Aileden kaynaklanan problem, ülkemizde ailelerin, çocuklarının din eğitimlerine karşı takındıkları farklı tavırlarda belirginleşmektedir.
Bir kısım aileler, çocuklarının din eğitimiyle ilgilenmelerinin gereğine inanmayan,dinin insan hayatı için "mutlaka gerekli" olmadığı görüşüne sahip ailelerdir. Bu aileler, din derslerinin seçmeli dersler arasında bulunduğu yıllarda, çocuklarına din dersleri verilmesini istemeyen kimseler olduğu gibi; günümüzde, din derslerinin çocuklar için zararlı olabileceğini veya çocuğun aklının karışabileceğini savunmakta, ya da din dersleri müfredatını, öğretmenleri ve din eğitimi kurumlarını sık sık eleştirme yoluna gitmektedirler. Dinin sadece bir "vicdan konusu" olduğuna inanan bu ailelerde yetişen çocuklar, din eğitimi adına hiçbir şey elde edemedikleri gibi, dinî prensipleri yaşama açısından da oldukça yetersiz olan anne babalarından, bu yönde de olumlu bir şekilde etkilenememektedirler. Dinî bilgi yönüyle yetersiz olan bu aileler, çocuklarına bazı hatalı telkinlerde de bulunabilmektedirler. Sözgelimi, bazı çevrelerde rastlandığı gibi Cenab-ı Hakk'ın "Allah Baba" şeklinde tanıtılması, Allah inancını hissetmek ve yaşamak gibi duyguların uyanışı arefesinde olan çocukların, yanlış yöne kanalize edilmesine sebep olmaktadır.Dolayısıyla bu tür ailelerde yetişen çocuklar, ilk çocukluk yıllarında kendilerine verilmesi gereken dinî bilgileri aileden alamamakta ve dinî duygularının gelişmesine imkan tanınmamakta, sonuçta dinî bilgi bakımından oldukça yetersiz bir durumda yetişmektedirler. Salt ahlâkî kuralların telkini ve toplumun değer yargılarının ise çocuğun bir Yüce Kudrete inanma ve bağlanma ihtiyacını gideremeyeceği ve çocukta vicdan duygusunun gelişmesine yardımcı olamayacağı da bir gerçektir. Öte yandan, ilkokuldaki "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" dersi ile karşılaşıncaya kadar dinî bilgi yönüyle eksik kalan çocukların, bu derslerden yeterince istifade edemedikleri de bilinen bir realitedir.
Bazı aileler ise çocuklarına din eğitimi-öğretimi vermeleri gereğine inanmakta ancak din eğitimi konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıkları için bu konuyla ilgilenmemeyi yeğlemektedirler. Bu tür aileler, çocuklarının dinî eğitimlerini cami hocaları tarafından yaz aylarında gerçekleştirilen yaz kursları ya da ilkokuldaki "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi"dersine havale etmenin daha doğru olacağı inancındadırlar.Oysa yapılan araştırmalarda ortaya konulduğu üzere,"Din Kültürü e Ahlak Bilgisi"dersinin öğrenciler tarafından çeşitli yönlerden yetersiz bulunduğu ve hiçbir zaman ailede anne baba tarafından verilen din eğitimi ve öğretiminin yerini tutmadığı belirlenmiştir.[1] İlkokulda okutulan bu dersin ancak 4. sınıftan itibaren okutulmaya başlanması da yetersizliği arttırmaktadır.
Bir kısım ailelerde ise din eğitimi ve öğretimi geleneksel tarzda gerçekleştirilmektedir. Özellikle Anadolu'da "Geniş Aile" tipini oluşturan bu tür ailelerde din eğitimi ve öğretimi aile büyükleri ve anne-baba tarafından yaygın eğitim tarzıyla yerine getirilmektedir. Dolayısıyla, gerçekleştirilen din eğitimi öğretiminin belirli metodlar çerçevesinde yürütülmesi sözkonusu olmamaktadır. Bu nedenle bazen, izlenen hatalı eğitim sonucunda, ileride çocuğun inancını kaybetmesine, ibadetlerini terketmesine ve dine karşı antipati duymasına yol açabilecek birtakım yanlışlıklar yapılabilmektedir. Sözgelimi bu tür ailelerde, çocuktaki vicdan gelişimi Allah korkusuyla sağlanmak istenmekte ve çocuğu, istenmeyen davranışından vazgeçirmek için yine Allah korkusuna başvurulmaktadır. Sık sık "Allah seni taş yapar / Allah cehennemde yakar /Gözünü kör eder..." gibi tehditlerle sindirilmek istenen çocuk, Allah'ı "sadece cehennemi olan, çocukları taş yapan, cezalandıran bir varlık" olarak tasarlamakta ve Allah'ı daha sevemeden O'ndan büyük bir korkuyla korkmaya başlamaktadır. [2] Her ne kadar bu tür ailelerde dinî prensipleri yaşama oranının yüksek düzeyde olduğu tesbit edilmişse de, [3] çocuklarına verdikleri bilgilerin, geleneksel olarak tevarüs yoluyla edindikleri ve birtakım hurafelerin karıştırıldığı bilgiler olması, gerçekleştirilen din eğitimi ve öğretiminin yararlılık derecesini azaltmaktadır. Bu tür ailelerin, çocuklarını yaygın din eğitimi kurumlarına gönderdikleri, ancak yeterli denetim ve ilgi göstermedikleri de yapılan tesbitler arasındadır.[4] Ebeveyn ilgisizliği ve buna bağlı olarak denetim eksikliğinin ise birtakım problemlere kapı açacağı gözden uzak tutulmamalıdır. Neticede bu tür ailelerde yetişen çocukların pek çoğunun dinî uyanışına zemin hazırlandığı ancak dinî eğitim sürecinde birtakım hatalı telkinlerle ve yanlış bilgilerle bilgilendirildikleri söylenebilir.
Yukarıda bahsi edilen ailelere, diğer bir grubu da eklemek gerekecektir. Bu tür aileler ise, dinî bilgileri çocuğa kazandırmanın, bir anne-babalık görevi olduğu şuurunda olanlar ve bu düşünceyle çocuklarına dinî bilgiler verenlerdir. İster "geniş aile" ister "çekirdek aile" tipinde olsun, bu tür ailelerde çocukların dinî eğitimleri, genellikle bu konuda yeterli bilgisi olan dede-nine veya anne-baba tarafından yerine getirilmekte, zamanı gelincede diğer yaygın din eğitimi kurumlan aracılığıyla bu eğitim desteklenmektedir. Ancak bu tür ailelerde gerçekleştirilen din eğitimi-öğretimindeki problemin niteliği,diğerlerinden farklıdır. Bu tür ailelerce gerçekleştirilen din eğitimi-öğretiminde problem, gelişen ve değişen dünya şartlarında yürüttükleri din eğitimi-öğretiminde nasıl bir yol izleyecekleri, hangi metodları uygulayacakları konusunda yeterli kaynağa sahip olamayışları ve bunun sıkıntısını çekmeleridir. Çocukların din eğitimi-öğretimiyle ilgili metodik eserlerin bulunmayışı ya da yetersiz oluşu, bu tür aileler için problem teşkil etmekte ve zaman zaman bu istekleri çeşitli vesilelerle dile getirilmektedir.
Din eğitimi ve öğretiminin problemlerinden bir diğerinin de "Din Eğitimi ve Öğretimi Kurumları" olduğundan bahsetmiştik. Burada kasdedilen "Yaygın ve Örgün Din“Eğitimi" kurumlarıdır. Bu kurumlar da iki yönlü probleme sahiptirler. Birincisi bu kurumların kendi bünyesinden kaynaklanan problemlerdir. Şöyle ki, bu eğitim kurumlarının çoğunluğu, fizikî kapasite olarak yetersizdir. Bunun yanında öğrencilerin birçoğunun köyden gelmiş olması, bazısının ise ebeveynlerinin yurtdışında bulunması sebebiyle bu öğrenciler, ebeveyn ilgisi ve denetiminden uzakta, yatılı öğrenci durumunda öğrenimlerine devam etmektedirler. Bu ise, zaten var olan ergenlik öncesi (puberty) ve ergenlik çağı problemlerini daha da alevlendirmekte ve öğrenciyi birtakım disiplinsizliklere sürükleyebilmektedir.
Bu kurumların kendi bünyeleri dışından kaynaklanan problem ise,yukarıda ifade edildiği üzere, ebeveyn ilgisizliği ve ergenlik çağı sıkıntılarına bir de okul veya Kur'ân Kursu idareci ve öğretmenlerinin takındıkları tutum ve tavırlara reaksiyon olarak, bazı öğrencilerde görülen davranış bozukluğu ve ruhsal problemlerin, bu kurumlar hakkında baştan beri olumsuz düşünen kişilerce çarpıtılarak, topyekün din eğitimi ve öğretimi kurumlarına yönelik karalama faaliyetleridir. [5]
Gerçekte birkaç spesifik vak’a olarak ortaya çıkan bu olaylar örnek gösterilerek "din eğitimi ve öğretiminin ve ilgili kurumların gereksiz olduğu" gibi ifrat sayılabilecek yanlış sonuçlara ulaşılmaktadır. Kanaatimizce burada suç dinin ya da din eğitimi ve öğretiminin olmadığı gibi, halkın büyük teveccühleriyle kurulan ve yaşatılan bu eğitim kurumlarının da olmasa gerek. Belki suç, hatalı eğitim ve öğretimde bulunan istisnaî bazı görevlilerindir.
Bu ifadelerden sonra denilebilir ki, bu araştırmada problem, gerek ailede, gerekse yaygın ve örgün din eğitimi kurumlarında gerçekleştirilen din eğitimi ve öğretiminde başarıyı teşvik ya da disiplini sağlamak amacıyla başvurulan mükâfat ve cezalardır.
Araştırmanın amacı ise, öncelikle din eğitimi ve öğretiminde mükâfat ve cezanın yerinin ne olduğunu, dinin temel kaynakları olan Kur'ân ve Sünnet'te disiplin, mükâfat ve ceza anlayışının ne şekilde yer aldığını; Batı ve İslâm eğitimcilerinin bu konudaki görüşlerini ortaya koymaktır. Bunun yanında gerçekleştirilen alan araştırması aracılığıyla, gerek ailede, gerekse yaygın ve örgün din eğitimi-öğretiminde gerçekleştirilen din eğitimi ve öğretiminde uygulanan metodları; bu esnada başvurulan mükâfat ve ceza türlerini belirlemek ve bunların çocuk ya da öğrenci üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerini tesbitetmek; böylece konuyla ilgilenenlere metodlar sunmaktır.
Araştırmanın önemine gelince; her ne kadar bu araştırma, anket uygulanan grup olarak İmam-Hatip Lisesi öğrencilerini seçmişse de, çocukluk yıllarını kapsayan ve yaygın din eğitimi kurumlarını da ihtiva eden soru sistemiyle, mükâfat ve ceza olayının, hem aile hem de yaygın ve örgün din eğitimi kurumlarında uygulanış şekillerini tesbite yönelmiştir. Bir öğrencinin mükâfat ve ceza alma oranının ve etki derecesinin, hangilerinin olumlu, hangilerinin olumsuz yönde etkili olduğunun belirlenmesi ve çevre, sınıf, cinsiyet.., gibi farklılıkların öğrenci üzerindeki yansımalarının, analitik ve istatistikî metodlarla incelenmesi, araştırmayı önemli kılmaktadır. Öte yandan araştırma, din eğitimi kurumlarına antipati duyan kişilerin ortaya attıkları "Kur'ân Kursları vb. kurumlardan mezun olanlar, bir daha bu yerlere gitmek istememektedirler" şeklindeki düşünce tarzını test edecek sorulara sahip olmakla, bu görüşün doğruluk derecesinin ne olduğunu istatistikî metodlar desteğiyle ortaya koyması yönüyle de önem arzetmektedir. Bu özelliklerinin yanı sıra, din eğitimi ve öğretiminde mükâfat ve ceza konusunun gerek teorik, gerekse tecrübî alan araştırmasıyla desteklenerek ele alınması ve anket verilerinin incelenmesinde istatistikî metodların kullanılmış olması ve özellikle, öğrencilerle birlikte öğretmenlere de anket uygulanarak konunun bütüncü bir yaklaşımla ele alınması, araştırmanın önemini artıran diğer niteliklerdir.
Araştırmanın sınırları: Bu araştırmada -Örneklem, [6] Bursa, Balıkesir, Erzurum ve Van İmam-Hatip Liselerinin lise II. ve lise IV. sınıflarından oluşturulan 1000 kişilik bir öğrenci grubu ile, yine aynı okullarda görev yapan 100 kişilik bir öğretmen grubudur. Bu itibarla araştırma, adı geçen illerin İmam-Hatip Lisesi, öğretmen ve öğrencilerinden oluşan 1100 kişilik öğretmen ve öğrenci görüşleriyle sınırlıdır.
Araştırmada, gerek ailede, gerekse yaygın ve örgün din eğitimi ve öğretiminde başvurulan mükâfat ve cezanın çeşitli yönden boyutları ve etkilerini belirlemek amacıyla en uygun örneklemi İmam-Hatip Lisesi öğrencilerinin oluşturacağı düşünülmüştür. Zira lise yılları, öğrencinin çocukluk çağlarını hatırlayabildiği yıllardır. Öte yandan Kur'ân Kursu vb. yaygın din eğitimi kurumlarıyla öğrencinin organik bir bağının bulunmaması, bu kurumlar hakkında yapacağı değerlendirmelerde objektiflik oranını artıracaktır. Bu sebeplerin yanında, İmam-Hatip Liseleri, örgün din eğitimi ve öğretimi kurumlarının en başta gelen temsilcileri durumundadır. Dolayısıyla, Îmam-Hatip Liseleri öğrecilerine uygulanacak bir anketin, hem çocukluk çağı, hem yaygın, hem de örgün din eğitimi ve öğretimi konusunda bilgi verebileceğini ifade etmek mümkündür.
Anket uygulanan şehirler ve sınıfların seçiliş sebeplerine gelince:
Bursa'nın seçilmesinde birçok faktör rol oynamıştır. Özellikle bir sanayi şehri olması yönüyle Bursa'ya Anadolu'dan büyük çaplı göçler olmakta ve kent her geçen gün hızlı bir şekilde büyümektedir. Yurt dışından da yoğun göç olaylarına sahne olan Bursa, demografik yönden oldukça kozmopolit bir yapıya sahiptir. Bunun yanında, ebeveyni yurtdışında bulunan birçok öğrencinin barındığı yurtlara ve gerek kent içi, gerekse köylerden gelen büyük bir öğrenci kitlesine sahip olması bakımından Bursa İmam-Hatip Lisesi'nin önemli bilgiler verebilecek bir kurum olduğu düşünülmüştür.
Balıkesir ise, yine batı bölgesinde yer alan, ancak sanayi şehirlerinde görülen yoğun göç ve kozmopolitliğin yaşanmadığı ve fazla bir nüfus kalabalığına sahip olmayan bir şehir olması ve Van iline karşılık olabileceği düşüncesiyle seçilmiştir.
Araştırmada, konunun çevresel ve sosyolojik boyutlarını tesbit amacıyla, Erzurum ve Van İmam-Hatip Liselerine de anket uygulanmıştır.
Erzurum, doğu bölgesinde, diğer illerden göçün az da olsa yaşandığı, kısmen kozmopolit bîr üniversite şehridir. Özellikle Kur'ân Kurslarına gönderilme ve hafızlık oranının yüksekliğiyle dikkat çeken bir il olmasına binaen, araştırma için değerli verilerin elde edilebileceği düşüncesiyle araştırma kapsamına alınmıştır.
Van ise doğu sınırımızda yer alan ve birçok yönden geri kalmış, özellikle köylerinde okuma-yazma oranının düşük olduğu bir şehirdir. Araştırıcının kendi memleketi olması, çevre ve bölgenin demografik yapısı ve okul hakkında detaylı bilgiye sahip olması da bu şehrin seçiliş sebepleri arasındadır.
Lise II. ve Lise IV. sınıfların seçilişlerinde ise şu amaçlar güdülmüştür: Bilindiği üzere Îmam-Hatip Liselerinde din eğitimi ve öğretimini ihtiva eden "Meslek Dersleri"nin okutulmasına, Lise I. sınıftan itibaren başlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, öğrencinin örgün din eğitimi ve öğretimiyle karşılaştığı devre Lise I. sınıftan itibaren başlamaktadır. Lise IV. sınıf ise, öğrencinin okulunu bitirip üniversiteye devam etme veya mesleğe atılma devresine geldiği, okulu ve öğretmenleri hakkında görüş beyan edebilecek seviyeye ulaşabildiği bir çağdır. Bu sebeplerden dolayı, araştırmanın ömeklemi Lise II ve Lise IV. sınıflarından oluşturulmuştur. Burada Lise II. sınıfın seçiliş sebebini kısaca açıklamakta fayda vardır.
Bir amacımız da Lise I'ler ile Lise IV'Ier arasında görüş veya durum farklılıklannı belirlemekti. Ancak araştırmamız öğretim yılının başında gerçekleştirildiğinden, tabiatıyla bir önceki yıl Lise I'i bitiren ve Lise IV'ye henüz başlayan öğrencilerin seçilmesi gerekliydi. Bu nedenle anket Lise II. sınıflara uygulanmıştır. Aradaki fark veya benzerliklere -sınıf faktöründe- yeri geldikçe değinilecektir.
Araştırmanın kaynaklarına gelince: Bu çalışma, daha önce aynı konuda yapılmış herhangi bir araştırmanın bulunmamasından dolayı, bir bakıma "ilk çalışma" özelliğini taşımaktadır. Bu nedenle, araştırmada birinci derecede kaynak, öğretmen ve öğrencilere uygulanan anketlerin sonuçlarıdır.
İkinci derecede kaynaklar ise, bu konuda daha önce yapılan çeşitli araştırmalardır. Bunlar, U.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Mustafa Öcal [7] ve Doç. Dr. İzzet Er [8] tarafından gerçekleştirilen İmam-Hatip Liselerinin problem ve beklentilerine yönelik çalışmalar ile M.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. M. Faruk Bayraktarın, Kur'ân Kurslarına yönelik çalışmasıdır.[9]
Bu tür ankete dayalı çalışmalar dışında, özellikle teorik kısmın oluşturulmasında, Kur'ân ve Sünnet'in yanı sıra, İslâm Hukukçuları ve eğitimcilerinin görüşlerini belirlemek amacıyla mümkün olabildiğince ilk kaynağına inmek suretiyle birtakım eserlere başvurulmuştur. [10] Batılı pedagogların görüşlerini tesbit amacıyla, çeşitli pedagoji tarihlerine ve ayrıca muhtelif psiko-pedagojik ve sosyo-pedagojik eserlere de başvurulmuş [11] bunlara metin içinde dipnotlarda, araştırmanın sonunda ise Bibliyografya'da yer verilmiştir.
Bu araştırmada seçilen araştırma modeli, "Tarama" (survey) modelidir. Araştırma problemi kısmında belirtilen konuların test edilmesi, var olan durumun olduğu gibi teshirini ve yorumlamayı gerektirdiğinden araştırmanın tarama modeli çerçevesinde yürütülmesi uygun bulunmuştur. Tarama modeliyle çalışılan araştırmalar, objelerin, olayların, varlıkların, grupların ve çeşitli alanların mevcut durumlarını, şartlarını ve özelliklerini gerçekteki görünüşleriyle tasvir etmek amacıyla yapılır. Bu araştırmalarda ilişkiler, inanışlar, görüşler, davranışlar ve gelişmekte olan yön ve eğilimler üzerinde durulur. Yine bu tür araştırmalar, mevcut olayların daha önceki olay ve şartlarla ilişkilerini de dikkate alarak durumlar arasındaki etkileşimi açıklamaya çalışır.[12] Amacımıza oldukça uygun düşen bu araştırma modelinin birçok türü vardır. Ancak tarama tipi araştırmalar, genellikle anket veya mülakat yoluyla yapılmaktadır. Anket tekniğinin en uygun yönü, geniş bir gruptan çok miktarda veriyi toplama imkanı vermesi ve herkese aynı şekilde sunularak standardın sağlanması, özellikle kapalı uçlu sorularda cevapların belli sınırlar içinde toplanabilmesidir. Bunların yanı sıra gizlilik garantisi daha inandırıcıdır.
Bu sebeplerden dolayı, araştırmamızda bilgi toplama aracı olarak anket tekniğinden faydalanılmış, ancak yeri geldiğinde mülakat ve gözlem metoduna da başvurarak, anketlerle belirlenemeyen hususların tesbitine çalışılmıştır.
Anketin hazırlanması safhasında konu ile ilgili literatür taranmış, araştırılacak konular belirlenmiş ve danışman gözetiminde sorular oluşturulmuştur. Konuyla ilgili uzmanların tenkidine sunulan anket metni, gerekli düzeltmelerden sonra son şeklini almış ve çeşitli yönlerden test edilmesi için bir önanket şeklinde öğrencilere sunulmuştur. Bu amaçla, 1989-1990 öğretim yılının sonlarında, Mayıs ayında Bursa İmam- Hatip Lisesinden 150 öğrenciye uygulanan önanket ile öğrenciler tarafından anlaşılmayan, eklenmesi veya çıkarılması tavsiye edilen sorular tesbit edilmiştir.[13]Yeniden gözden geçirilen anket metni son şeklini almadan önce, danışman ve konuyla ilgili öğretim üyesi ve uzmanların görüşlerine başvurulmuş ve gerekli işlemlerden sonra anketteki sorulara son şekli verilmiştir. Ankette yer alan sorulardan klasik sayılacak birkaçı hariç diğerlerinin tamamı araştırıcı tarafından geliştirilmiştir.
Anketin uygulanmasına gelince: Bastırılan anket metni, öğrenci ve öğretmenlere, 1990-1991 öğretim yılının başında, Ekim ve Kasım aylarında uygulanmıştır. Bu amaçla Bursa dışındaki Balıkesir, Erzurum ve Van illerine, araştırıcı tarafından bizzat gidilmiştir. Bu şehirlerde, İl Milli Eğitim Müdürlüklerinden gerekli izni aldıktan sonra İmam-Hatip Liselerinin ilgili sınıflarında, bizzat araştırıcı tarafından ve sınıfta öğretmenin bulunmadığı bir ortamda uygulanan anketlerde, öğrencilerin birbirlerini etkilememeleri için gereken hassasiyet gösterilmiştir. Anketlerdeki cevapların saklı kalacağı ifade edilerek, öğrencilerin sorulara doğru ve samimi, cevaplar vermeleri hususunda azami gayret sarfedilmiştir Bir ders saati içinde uygulanan anketler, ders bitiminde yine araştırıcı tarafından geriye toplanmıştır.
Öğrencilere toplam olarak 1114 anket formu dağıtılmış, bu sayı araştırıcı tarafından eksiksiz olarak geriye toplanmış, ancak gerek cevaplardaki eksiklik, gerekse tam sayfanın hiç doldurulmadan atlanmış olması gibi sebeplerle, 114 adet anket formu ayıklanmış, kalan 1000 adet anket metni değerlendirmeye alınmıştır.
Öğretmenlere ise toplam olarak 107 anket formu dağıtılmış, geriye toplanabilen 103 anket formundan üçü bazı sayfaların boş bırakılması sebebiyle değerlendirmeye alınmamış ve kalan 100 anket üzerinde çalışılmıştır. Araştırmada elde edilen verilerin analiz ve dökümü safhasında şu işlemler yapılmıştır: Elde edilen veriler, U.Ü. Rektörlüğü Bilgi İşlem Merkezi yetkililerinin yardımıyla bizzat tarafımızdan bilgisayara aktarılmış, anket formunda yer alan sorulardaki seçeneklerin frekans ve yüzdeleri tesbit edilmiş daha sonra standart ve konuların gerektirdiği değişkenlere göre ayrı ayrı tablolaştırma işlemi yapılmış ve sorular arasındaki bağıntıyı belirlemek amacıyla chi-kare testi uygulanmıştır. [14] Böylece, anket formunda yer alan sorular arasındaki anlamlılık derecesi, konuların niteliğine göre birkaç yönden test edilerek değerlendirmeye tâbi tutulmuştur. Bu şekilde değişkenler (çevre, sınıf, cinsiyet..) arasındaki ilişkinin anlamlılığı (manidar), chi-kare işlemiyle tesbit edilerek sonuçlar hem tablo halinde verilmiş, hem de yorumlarda dikkate alınmıştır.
Kapalı uçlu soruların tamamı bilgisayarda değerlendirilmiş, ancak "Farklı cavabınız varsa yazınız..." veya "Başka" ifadeleriyle başlayan açık uçlu sorular, tek tek gözden geçirilerek incelenmiş, bu şekilde taranan (1000 +100) 1100 anketteki açık uçlu sorulara öğretmen ve öğrencilerce verilen cevaplar, araştırıcıya zengin ve geniş bir materyal imkanı sağlamıştır.
Araştırmanın varsayımları: Bu araştırmada genel bir varsayım ve buna bağlı olarak birtakım tali varsayımlardan bahsedilebilir.
Genel varsayım: Din eğitimi ve öğretiminde mükâfat ve cezanın çocuk üzerindeki olumlu ya da olumsuz etkileri ve disiplini sağlamadaki rollerinin kompleks bir yapı arzettiğini tahmin ediyor, konunun yeterince açıklığa kavuşturulması için birkaç yönden tahlil edilmesini gerekli görüyoruz. Ayrıca bu araştırmada, aşağıdaki hususlar da tahminlerimiz arasındadır.
Ailede gerçekleştirilen din eğitimi ve öğretiminde, anne babanın çocuk için en etkili "örnek" olduğu bilinen bir gerçektir. Bu bağlamda,
Dinî prensipleri yerine getiren anne babaların, gerçekleştirdikleri din eğitimi ve öğretiminin çocuk üzerinde daha olumlu etki bırakacağı, bu konudaki gevşekliğin çocuklara da yansıyabileceği;
Ailelerin tahsil seviyelerinin genellikle düşük olduğu ve bunun gerçekleştirilen din eğitiminde metod, başvurulan mükâfat ve ceza konularında farklılaşmalara sebep olabileceği;
Ailelerin sosyo-ekonomik yapılarının da birtakım farklılıklara sebep olabileceği varsayılmıştır.
Çocukluk yıllarında, ailede, çocuğun psikolojik yapısına uygun bir tarzda verilen metodlu din eğitiminin, sonraki hayatına olumlu yönden katkıda bulunacağı da tahminlerimiz arasındadır.
Yaygın din eğitimi kurumlarının, halkın büyük yardımlarıyla kurulduğu gerçeğinden hareketle, bu kurumlara çocuklarını gönderen ailelerin oranının oldukça yüksek olduğu;
Halkın, çocuğunu din eğitimi ve öğretimi maksadıyla gönderdiği yaygın din eğitimi kurumlarından çok şeyler beklediği, adeta bu eğitimin sadece bu kurumlar tarafından verilmesiyle yeterli olacağını düşündükleri varsayılmıştır.
Bu arada, basın-yayın aracılığıyla kamuoyuna telkin edilmeye çalışılan "din eğitimi kurumlarının, burayı bitiren öğrenciler tarafından hiç sevilmediği ve bir daha gitmek istemedikleri" şeklindeki görüşün aksine, bu kurumlardan mezun olan öğrencilerin, bu kurumları değil, belki kendilerine karşı hatalı bir metod izleyen görevlileri tasvib etmediklerini tahmin etmekteyiz.
Ayrıca tüm eğitim-öğretim kurumlarında olduğu gibi, bu kurumlarda da ceza türlerine sıklıkla başvurulduğu, ancak bunun birtakım sebeplerinin olabilecağı varsayılmıştır.
Örgün din eğitimi kurumları olan İmam-Hatip Liselerinin birtakım problemlerinin bulunduğunu ve bu problemlerin öğrenciyi disiplinsizliğe iten sebepler arasında yer aldığı da tahminlerimiz arasındadır.
Bunun yanında, öğrencilerin, öncelikle öğretmenlerinin kişilik ve karekterlerinden olumlu veya olumsuz yönde, ancak önemli oranda etkilendiklerini tahmin etmekteyiz.