Konu Başlığı: Zekâtın dağıtım usûlü Gönderen: Sümeyye üzerinde 09 Mart 2011, 12:55:03 G- ZEKÂTIN DAĞITIM USÛLÜ Zekât verilecek kimseler âyet-i kerimede şu şekilde tesbit edilmiştir. "Zekât ancak fakirler, miskinler, zekâtı toplamaya memur olanlar, kalbleri İslama ısınmış olanlar, köleler, borçlular, yolda iken muhtaç hâle düşenler içindir. Allah'dan, bu bir farizadır. Allah her şeyi hakkıyla bilici, her şeyde hikmetle hükmedicidir." (K. K. 9: 60) buyurulmuştur. Ayetin nüzulünden önce Peygamber (s.a.v) kendi rey ve ictihâdiyle zekâtı taksime başlamıştır. Bazı münafıklar da Peygamberi (s.a.v) ilzam (Tenkid) için, - Ölçülü âdil hareket et Ya Resûlallah, dediler. Peygamber (s.a.v) de, - Annen seni kaybetsin, ben ölçülü hareket etmezsem kim bana adaletle hareket ve muamelede bulunacak, kim âdil hareket edecek”[121] buyurdu. Bu hâdise üzerine yukarıdaki âyet-i kerîme gönderildi ve Peygamber (s.a.v) buyurdu ki, "Hakikat, Allah zekât malının en yakın melekleri ve Resulü (s.a.v) tarafından taksim edilmesine razı olmadı, zekât taksim işini bizzat kendisi yaptı." Bu duruma göre, hayvanların, mahsullerin, meyvelerin, ticâret mallarının, madenlerin, definelerin zekâtını ayet-i kerîmede geçen sekiz sınıfın sekizi de varsa ona göre sekize taksim etmek gerekir. Her hangi bir sınıf ihmal edilemez. Ebu Hani-fe'ye göre, sekiz sınıf da bulunsa hepsine birden taksim etme ve dağıtma vâcib değildir. Âyet-i kerîmede hepsinin müsavi zikredi-lişi, bazılarına özel olarak zekât vermeye engel olmaz. Zekât memuru zekâtı toplama işini bitirince, zekâtı, mevcut olan sekiz sınıfa eşit şekilde taksim eder. a) Sekizde bir sehmini fakirlere verir. Fakir: Hiçbir şeyi olmayandır. b) Sekizde bir sehmini miskinlere verir.Miskin: Bir miktar malı olan kimsedir. Fakirin hâli miskinden de aşağıdır. Ebû Hanîfe'ye göre de, miskin, fakirden aşağıdır. Çünkü yokluğun hareketsiz bıraktığı kimseye miskin denir. Bu iki sınıftan her birine, mevcut zekâttan mümkün olduğu kadar verilir ve fakirlikle miskinlik durumundan kurtarılırlar. En aşağı zenginlik seviyesine ulaştırılırlar. En aşağı zenginliğin ölçüsü de, şahsın durumuna göre değişir. Çarşılarda dolaşan birisi ise, bir dînar (Yaklaşık olarak 160 gr. gümüş) kıymetinde elinde parası olan biri ticâret yapabilir)[122]' Fakir veya miskine ilk hamlede bu kadar zekât verilir. Bir şahıs ki ancak daha fazla malla dilenmekten kurtulabiliyorsa, daha fazla zekât verilir. Şahıs, dericilik yapıyor, fakat elinde, parası yoksa icra-ı sanat edecek kadar kendine zekât verilir. Ebû Hanîfe, fakir ve miskine verilecek zekâtın en fazla miktarını, zekât kendilerine vâcib (Farz) olmaması için 200 dirhem gümüş veya bedeli, altın olarak 20 miskâl altın veya tutarı zekât verilir, der. c) Bir sehim de zekât memurlar (Amilleri) ma verilir. Bunlar iki sınıftır. Birincisi, zekâtı toplamaya görevlendirilenler. İkincisi, zekâtı taksim etmeye görevlendirilenler. Bunlara, hazîne emini (Mutemedi), memurları, orada çalışan müstahdemler vesaire de dâhildir. Allah, bu memurların mal sahihlerinden başka mal almamaları için zekâttan bir miktar hak tanımıştır. Kendilerine diğer sınıflardaki kadar zekât verilir. Hisseleri diğer sımflarınkinden fazla olursa fazlası alınır, diğer hisselere verilir. Sehimleri az olursa zekât malından az olan miktar iki şekilde tamamlanır. Ya zekât malından, yahut hazînenin diğer mallarından. d) Dördüncü sekizde bir sehim, kalbi henüz İslâm'a ısınmış olanlara verilir. Bunlar dört sınıf kimselerdir. 1- Müslümanlara yardımının sağlanması durumunda olan-, lar. 2- Müslümanlardan zararını bertaraf etmek ve müslümaıalı-ğa ısındırılma durumunda olanlar. 3- İslâmiyete rağbetinin temini umulan kimseler. 4- Son olarak kendinin, kabilesinin ve kavminin Islama teşvikleri düşünülenler, işte bu 4 sınıftan birine mensup kimseler müslüman olunca, bir miktar zekât vermek caizdir. Bu kimseler müşrik olursa zekâttan mal verilmez. Bunun yerine ganimetten, harp arazîlerinden bir miktar verilebilir. e) Sekizde bir sehim âzâd olacak kölelere verilir. Şafiî ve Ebû Hanîfe'ye göre, yazılı anlaşma yapan kölelere anlaşma mik-tarınca, azadını sağhyacak kadar zekât verilir. İmam Malike göre, köle satın almak ve bunları âzâd etmede sarf olunur. f) Sekizde biri de borçlulara verilir. Bunlar iki sınıf kimselerdir. 1- Fakir olanların kendi aile ihtiyaçlarını karşılamak üzere meşru şekilde borçlanması ve fakirliği sebebiyle de bu borçlarını Ödeyememesidir. 2- Fakir veya zengin olan birisinin müslü-manlara hizmet için borçlanması. Sonra da bu borçlarını Ödeyememesidir. İşte bu kimselere borçları miktarınca zekât verilir, borçtan kurtarılır. g) Sekizde bir de Allah yolunda harbedenler içindir. Bunlar gazilerdir. Böylelerine harbte ihtiyaçları miktarı kadar zekât hisselerinden mal verilir. Eğer sımr bekçiliği yapıyorlarsa gidiş ve orada kalış ihtiyaçlarına yetecek kadar zekât verilir. Harbe gidenlere ise gidiş ve dönüş ihtiyaçlarını karşılayacak kadar verilir. h) Sekizde bir de yolda iken muhtaç hâle düşenler ki yolculuk esnasında yiyecek ve yol masrafları bulunmayanlardır. Yolculuktan kötü bir maksadla olmayan bu kimselere yolculuklarına yetecek kadar zekât malı verilir. Bu şahıs ister sefere yeni çıksın, isterse yolculuk ortasında olsun. Ebû Hanîfe'ye göre, yolculuğa yeni çıkacak veya henüz çıkmış olanlara verilmez. Yalnız yolculuk esnasında muhtaç olana verilir. İşte toplanılan zekât yukarıdaki şekilde sınıflara taksim edildikten sonra, bütün sınıflara âit müşterek şartlar 5'dir. 1- Fazla veya noksan olmaksızın ihtiyaçlarına uygun olarak verilir. Zekât alacak kimseler daha Önce bir miktar almışlarsa, bu mahsub edilir. Fazla alması haramdır. 2- Ancak zarurî ihtiyaçları kadar verilir. Aile fertleri dâhil edilir, başka ihtiyaçları varsa onlar da zekâtın dışındaki yollarla karşılanır. 3- Bazılarının ihtiyaçları tam karşılanmışsa, onlar zekât alacaklardan ayrı tutulur. Geri kalan zekât, ihtiyacı karşılanmamış olanlara verilir. Zekât, alacaklara hâlleri nisbetinde taksim edilir. 4- Bir ülkenin bütün muhtaç olanlarına zekât verilir, ihtiyaçları karşılanır. Artan zekât en yakın ülkenin fakirlerine verilmek üzere oraya gönderilir. 5- İhtiyaç sahiplerinden bir kısmına bütün ihtiyaçlarına yetecek kadar zekât verilir. Artan zekât hiç verilmemişler varsa onlara verilir. İleriki yıllarda bunların durumu da yükseltilmeye çalışılır. Sekiz sınıf zekât alacaklardan, bazısı yoksa, eldeki zekât, olan sınıflara taksim edilir. Olmayan sınıfın zekâtı başka ülkelere nakledilmez. Allah yolunda savaşanlarınla hariç. Çünkü bu sınıfa mensub olanlar genellikle sınırlarda bulunurlar. Her mıntıkanın zekâtı müstakildir. Zekât alacak hiçbir şahıs ve sınıf bulunmazsa, başka mıntıkalara, ülkelere zekât nakledilir. İhtiyaç sahipleri, bulunmasına rağmen zekât başka yere nakledilirse, bir görüşe göre bu hareket uygun olmaz. Ebû Hanîfe mezhebine göre zekâtı nakletmek caizdir. Zekâtı kâfire vermek caiz değildir. Ebû Hanîfe, yalnız sadaka-ı fıtrin zımmîîere verilebileceğini belirtir. Anlaşmalı düşmanlara bu da verilmez. Zekât, Hâşim oğulları ile Abdu'l-Muttalib oğullarına verilmez. Efendisinin ölümünden sonra âzâd olacak kölelere, hür kocasından çocuğu olan cariyelere, köle sahibleri zekât veremez. Koca karısına zekât veremez ama kadın kocasına zekât verebilir. Ebû Hanîfe burada da karşı görüştedir. Bir kimse bakmakla mükellef olduğu çocuklarına, babalarına zekât veremez. Çünkü bu gibi kimseler bakmakla mükellef olan şahsın malı ile zengin sayılırlar, şayet bakacağı kimseler borçlu iseler, borçlu kimselere ayrılan zekât sehminden onlara zekât verilebilir. Bir kimse yukarıda sayılan akrabaları dışındakilere zekât verebilir. Yakın akrabalara zekât vermek uzaktakilere zekât vermekten üstündür. Aynı şekilde yakın komşuya zekât vermek uzaktaki kimselere zekât vermekden üstündür. Zekât verecek kimse, zekâtını vereceği yakın akrabasını zekât memurunun yanında hazır bulundurur, malının zekâtının ona verilmesini isterse, zekâtı başka mallara karışmamışsa, zekât memuru zekâtı o şahsa verir. Başka zekât mallarına karışmışsa veremez. Ama ileride zekat dağıtılırken bu şahsa öncelik tanır. Mal sahibi, zekâtının dağıtılması hususunda istekte bulunursa memur bu istekle bağlı değildir, istediği an dağıtır. Zekât memuru da mal sahibinden zekâtın taksimi ânında hazır olmasını isterse, mal sahibinin de taksim anında hazır bulunma mecburiyeti yoktur. Çünkü mükellefin, zekâtın dağıtılmasında etkisi yoktur. Verilen zekât, memurun elinde zayi olmuşsa mal sahibi zekât borcundan kurtulmuştur. Memurun yaptığı taksim işi muteberdir. Memurun, kendi yanında yok olan zekât mallarını ödemek mecburiyeti yoktur. Ancak kötü niyyetle mallan yok etmişse, ödettirilir. Zekât mal sahibinin elinde yok olmuşsa, bu zekât memurun eline ulaştığı kabul edilemez. Yeniden zekât vermesi îcâb eder. Mal sahibinin zekâta tabi malları, zekât verme imkânından önce yok olmuşsa zekât vermekten kurtulur. Ödeme imkânı varken telef olmuşsa, zekât borcundan kurtulamaz. Mal sahibi, zekâtla mükellef olmadan önce malının telef olduğunu iddia ederse sözleri muteberdir. Zekat memuru o kişinin durumundan şüphelenirse yemin teklif eder. Zekât memuru mal sahiplerinden rüşvet ve hediyeler alamaz. Peygamber (s.a.v) de şöyle buyurmuştur: "Memurların hediye almaları zulüm ve hıyanettir.[123] Hediye ile rüşvet arasındaki fark: Rüşvet istenir ve alınır. Hediye ise, malın fazlasından mal sahibinin isteği ile harcanılandır. Memurun hiyâneti ortaya çıkarsa, onu tâyin eden halîfe veya yetkili şahıs, hıyaneti gerektirici hususa bakar. Mal sahiplerini sorguya çekmez. Zekâta hak kazanan ihtiyaç sahipleri dâvaya taraf olamaz. Ancak fevkalâde yetkili mahkemelerde şikâyetçi olabilir. Bu sebeple zekât alacaklar şahit olarak dinlenemez. Mal sahibi mükelleflerin zekât memuru aleyhindeki şahitlikleri (zekât kendilerinden alınırken şikâyeti gerektirici bir iş olmuşsa) dinlenmez. Mal sahibinin rızası yokken zekât memuru zekâta el kor ve bu esnada hıyanette bulunursa mal sahiplerinin şahitliği dinlenir. Mal sahipleri, zekâtlarını memura verdiklerini iddia ederler de memur da almadım derse, mal sahipleri iddialarını isbât için yemin ederler, bunun üzerine iddiaları kabul olur. Mükelleflerden bir kısmı, diğerleri için zekât verdikleri hususunda şahitlikte bulunurlarsa, o zaman zekât memuru zekâtı almadığı hususunda yemin eder, bunun üzerine beraat etmiş olur. Dâvanın dinlenmesinden sonra şahit ortaya çıkarsa artık dinlenmez. Dâva henüz bitmeden ortaya çıkmışsa, şahitliği dinlenir. Ve duruma göre memurun borçluluğuna hükmedilir. Şahitleri dinleyip hüküm verdikten sonra, zekâta hak kazanmış olan ihtiyaç sahipleri, zekât memurunun zekâtı dağıttığına dair şahitlikte bulunurlarsa, onların bu şahitliği artık dinlenemez. Çünkü muhtaçlar zekât almadıkları halde, belki zekât memuru onlara yalan söyletmiş olabilir. Zekât memuru, zekâtı aldığını ve sehim sahiplerine dağıttığını iddia ederse, sehip sahipleri inkâr da etseler, memurun dağıttığına dair sözleri muteberdir. Çünkü bizzat zekât memurunun kendisi sözüne güvenilir birisidir. Sehim sahiplerinin fakirlikleri aynen devam ediyorsa zekâtı almadıklarına dair söz ve iddiaları kabul edilir. Sehim sahiplerinden biri "Fakirim" derse bu sözü kabul edilir, "Borçluyum" derse kabul edilmez. Mal sahibi, zekât memurunun yanında zekâtının miktarını ikrar eder, fakat malının esas miktarını bildirmezse; memur, mükellefin ikrar ettiği kadar zekât alır. Zorla mükelleften malını ortaya getirmesini isteyemez. Memur zekât taksiminde hata eder, zekât almaya hakkı olmayan birisi de durumunu gizler ve zekât malına el korsa, aldığı zekâtı ödemez. Kölelerden, akrabalardan, kafirlerden durumunu saklamayan birisi zekâtı almışsa, aldıkları şeyi geriye Ödeme hususunda iki görüş vardır. Bu gibi yerlerde hata yapan mükellefse, köle, akraba, kâfir olanların almış olduğu zekâtı mal sahibi tazmin eder. Hata yapan, bu şahısların bizzat kendileri ise aldıkları zekâtı geri verme mecburiyeti yoktur. Zekâtı alamıyacak zengin kimse, hâlini gizlemişse ödemesi hususunda iki görüş vardır. Zekât memurunun borcun sükûtuna dair hükmü daha uygundur. Çünkü onun meşguliyeti çoktur, hata etmek de özürlüdür. Bu bakımdan hata memurdansa, haksız yere zekât alan, aldığı şeyi geri ödemek zorundadır. Yoksa borçlu sayılır. Hata şahıstansa zekât aldığı şeyi geri ödemez. Çünkü bir şahıs kendi durumunu tesbitte ve bilmede hata edemez.[124] [121] Buharı, fıten 6. Ebû Davud, taharet 123. İbn Mâce, fıten 12, 26. [122] Gümüşün bugün artık kıymeti çok düştüğünden nisap olarak alınması uygun olmaz. [123] Müsned-i Ahmed, 5/424. [124] El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu’l-Hasan Habib, Bedir Yayınevi, 1/ 233-240. |