๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Ahkamüs Sultaniye => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 10 Mart 2011, 14:47:40



Konu Başlığı: Savaşçıların kumandanlarına görevleri
Gönderen: Sümeyye üzerinde 10 Mart 2011, 14:47:40
D- SAVAŞÇILARIN KUMANDANLARINA KARŞI GÖREVLERİ


Ordu komutanının dördüncü görevi, bir nevi asker üzerindeki hakları sayılır. Komutanla bulunan savaşçıların iki görevi şun­lardır: a) Allah'a karşı vazifeleri, b) Baştaki komutanlarına karşı vazifeleri.

a) Allah'ın askerler üzerinde olan ve askerlerin yapması gere­ken hakları 4'dür.

aa) Ordular karşılaştığında düşmanla sabırla çarpışmak, ye­nilgiye uğramamak için düşman tarafın miktarı ne olursa olsun savaşmak. İslâm'ın ilk zamanında her müslümanm 10 müşrikle savaşmasını Allah emretmişti.

'Ey Peygamber, mü'minleri harbe teşvik et. Eğer içiniz­den sabr ü sebata mâlik 20 kişi bulunursa 200'e galebe ederler. Eğer sizden 100 kişi olursa kâfirlerden 1000 kişiyi yener. Çünkü onlar anlamazlar güruhudur." (K.K. 8: 65) bu-yurulmuştur. Bilâhare İslâmiyet kuvvet bulunca bu hükmü Allah Teâlâ hafifletti, her müslümanm iki düşmanla savaşmalarını emr etti, ve,

"Şimdi Allah sizden yükü hafifletti. Bildi ki sizde mu­hakkak bir zaaf vardır. O halde içinizden sabırlı 100 kişi olursa 200'ü yenerler, eğer sizden 1000 kişi varsa 2000'e ga­lebe çalarlar, Allah'ın izniyle. Allah sabr ü sebat edenlerle beraberdir." (K.K. 8: 66) buyurdu.

Şu iki durum dışında, bir müslümanm iki misline yenilmesi haram olmuştur. Ya bir harp oyunu veya istirahat edip tekrar sa­vaşa devam etmek için, yahut da arkadan gelen birliklerle birleşip tekrar hücum etmek için geri dönmek. Ayet-i kerîmede de,

'Tekrar muharebe için bir tarafa çekilenin, yahut diğer bir fırkaya ulaşıp mevkî tutanın hâli müstesna olmak üze­re, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse o, muhakkak ki Allah'ın gazabına uğramıştır..." (K. K. 8: 16) buyurulmuştur. Katılacak birlik yakın olsun, uzak olsun durum farksızdır. Hz. Ömer, Kadisiye muharebesinde, geri dönen, yenilen orduya "Ben her müslümanm destekçisiyim" demiştir. İki mislinden fazla düş­man olursa, sabretmeye, karşılarında durmaya da bir imkân ol­mazsa, bir harp oyunu olmadan, bir destekçi birliğe katılmadan da savaştan geri dönmek caizdir. İmam Şafiî'nin görüşü budur. Şafiî mezhebi âlimleri İki misli düşmana karşı çıkılamadığında geri dönüp kaçmalı mı, yoksa savaşıp ölmeli mi?" konusunda ihtilâf etmişlerdir. Bir gruba göre geri dönüp kaçmak, âyet-i kerîmenin hükmü icâbı doğru olmaz. Bir diğer gruba göre de harp oyunu ümidi, niyyeti veya bir topluluğun kendilerine katılma ümit ve arzusu ile geri dönmekte beis yoktur. Öldürülmektense böyle hareket edilir. Zira sabretmekten âciz olsalar da, bu niyyet ve arzudan âciz değillerdir. Ebû Hanîfe'ye göre de, böyle bir açıkla­maya lüzum yoktur. Sabredemez, âciz kalır, öldürülmekten kor­kutursa geri dönülüp çekilinebilir, der.

bb) Askerler, komutanın girişmiş olduğu savaşın Allah'ın dînine yardım, ona zıd olan dinlerin iptali için yapıldığını bilmeli­dir.

"O, Resulünü hidâyetle, hak dîn ile (sırf) o dîni her dine üstün kılmak için gönderendir. İsterse müşrikler hoş gör­mesin." (K. K. 9: 33) buyurulmuştur. İşte bu inanç Allah'ın emirle­rine uymayı, dînine yardımı, düşmana karşı zafere ulaşmayı, kar­şılaşılan güçlüklerin kolayca aşılmasını emreder. Böylece çok se­batlı, son derece kuvvetli olunur. Harb de ganimetlerden yarar­lanma harbi olmaz. Eğer bu niyyet varsa savaşanlar mücâhitler değil, müktesiler olurlar (maddî menfaat için savaşmış olurlar). Resulullah (s.a.v) Bedir esirlerini topladı. Bunlar 44 kişi kadar er­kektiler. Kureyş'in ileri gelenlerindendi. Haklarında ashab ile istişarede bulundu. Hz. Ömer dedi ki:

"Ya Resûlallah, Allah'ın düşmanlarını, küfrün önderlerini, sa­pıkların reislerini öldür. Şüphesiz ki onlar seni yalanladılar, ülke­lerinden çıkardılar." Ebû Bekir (r.a.) de:

"Onlar senin kabilenden, aile soyundandır. Onlardan vaz geç. Allah senin yüzünden onları Cehenneminden korusun." dedi.

ResûluUah (s.a.v) bir gece ortalık kararmadan Medine'ye yü­rüyerek geldiğinde, müslümanların bazıları Hz. Ömer'in bazıları da Hz. Ebû Bekir'in dediğini diyorlardı. Sonra Resûlullah (s.a.v) ashabının yanma gitti. Ve dediler ki;

"Bu iki şahıs hakkında sizlerin görüşü nedir? Onların durumu daha önce sanki iki öz kardeş durumu gibiydi. Nuh Peygamber dedi ki: "Ey Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse bırakma." (K. K. 71: 26). Ve Hz. Musa da: "Ey Rabbimiz, Sen onların mallarını yok et, kalblerini şiddetle sık ki..."(K. K. 10: 88), Hz. İsa da "Eğer kendilerine azab edersen, şüphe yok ki onlar senin kulla­rındır. Eğer onları yarhğarsan mutlak gâalib ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikat sensin sen." (K. K.5:118), Hz. İbrahim de: "Bundan sonra kim bana uyarsa işte o bendendir. Kim de bana karşı gelirse hakikat sen çok af­fedici ve çok rahimsin" (K. K. 14: 36) diye duada bulunmuş­lardır. Şüphesiz Allah, insanların bazılarının kalblerini taştan katı yaratmıştır. Bazılarının kalbini de sütten daha mülayim, yumuşak yaratmıştır. Sizlerden her kim fakirse ve kurtulmak istiyorsa ancak fidye ile kurtulur. Yoksa boy­nu uçurulur.[48] buyurdular. Resûlullah (s.a.v) her bir esirle 4000 dirheme fidyeleştiler. Esirler arasında Ebül-Yüsr'ün esir al­dığı Abbas b. Abdi'l-Muttalib de vardı. Abbas iri yarı, Ebu'l-Yüsr de ufacık, derli toplu bir zât idi. Resûlullah Ebu'l-Yüsr'e dedi ki:

- "Ey Ebu'l-Yüsr, Abbas'ı nasıl esir aldın?" Cevaben:

- "Ey Allah'ın Resulü, hiç görmediğim bir adam, onu esir alır­ken bana öyle yardım etti ki, şekli de şöyle idi" dedi. Peygamber (s.a.v) de,

- "Şüphesiz ki sana çok güzel bir melek yardım etmiş", Abbas'a da dediler ki,

"Şahsına, kardeşinin oğlu Akîyl b. Ebi Talib'e, Nevfel b. el-Ha-ris'e, arkadaşın Utbe b. Anır'e fidye ver." Abbas da cevaben,

- "Ya Resûlallah, ben müslüman olduydum. Fakat kabilen be­ni zorluyordu." Peygamber (s.a.v) de:

- "Müslüman olduğunu öğrendim. Bu gerçekse Allah da seni mükâfatlandırır. (Ama fidye vermekten kurtulamazsın)."[49]

Abbas şahsı için 100 Ukiye (12,8 kg) gümüş ve diğer akrabala­rının her biri için 40 Ukiye (5, 120 kg.) gümüş fidye vermiştir. Ab­bas hakkında şu âyet nazil oldu:

"Ey Peygamber, ellerindeki esirlere de ki: Eğer Allah'ın ezelî ilmine göre yüreklerinizde bir hayır varsa o, size siz-den alınandan daha hayırlısını verir ve sizi affeder. Allah çok affedici ve rahimdir." (K. K 8: 70)

Resûlullah (s.a.v) Bedir esirlerinden aldıklarını Medine'nin fakir muhacirlerinin ihtiyaçlarına tahsis etmişti. Allah Teâlâ, Peygamberinin (s.a.v) bu hareket tarzı hakkında şöyle buyurmuş­tur:

"Hiçbir Peygamberin yeryüzünde ağır basıp (katledip) zaferler kazanmcaya kadar esirler alması olmamıştır. Siz geçici dünyâ malını arzu ediyorsunuz. Halbuki Allah Teâla âhireti, âhîret sevabını kazanmanızı ister. Allah azizdir. Dostlarını düşmanları üzerine gâalib kılandır. Hakimdir, sizler hakkında istediği şeyi hikmetiyle bilendir." (K K. 8: 67) ve "Eğer Allah'ın geçmiş bir yazısı olmasaydı aldığınız fidye de size herhalde büyük bir azâb dokun dururdu." (K. K 8: 68) âyetleri nazil olmuştur.

Bu âyet-i kerîme üç türlü mânâlandırılmıştır. Birincisi: Mü-câhid'in görüşüne göre: Bedir ehli hakkında onlara azâb olunma­ması hususunda Allah'ın geçmiş bir hükmü olmasaydı, Bedir esir­lerinden aldığınız fidyeden ötürü size büyük bir azâb vardı, de­mektir. İkinci görüş İbn Abbas'mdır: Ganimetler konusunda onla­rın helalliği hakkında âyetler gelmemiş olsaydı, Bedir esirlerin­den ganimetleri acele almanız sonucu size büyük bir azâb doku­nurdu. Üçüncüsü İbn İshak'ın görüşüdür ki: Kişiyi cehaleti sonu­cu işlediği ameliyle muaheze etmiyeceği hususunda Allah'ın âyeti inmeseydi, almış olduğunuz fidyelerle büyük bir azâb size gelirdi, demektir. Resûlullah (s.a.v), bu âyetin inmesinden sonra:

- "Ey Ömer, bu âyetin gereğiyle Allah bize azâb etseydi senden başka kurtulanımız olmazdı." buyurdular.

cc) Emânetlere riâyet edip elde ettikleri ganimetleri getirip teslim etmek. Mücâhitlerin hiçbiri, ganimetler harbe iştirak edenler arasında taksim edilmeden hainliğe teşebbüs etmezler. Düşmandan temin edilen her ganimet malında bütün savaşçıla­rın hakkı vardır. Allah Teâlâ da:

"Bir Peygamber için emânete, ganimet malına hainlik etmek olur şey değildir. Kim böyle eder ganimetten bir şey gizlerse, kıyamet günü hainlik ettiği o şeyin günahını yük­lenerek gelir." (K. K. 3: 161) buyurmuştur. Bu âyet-i kerîmeye üç türlü mânâ verilir. İbn Abbas'a göre: Bir harp ganimetini Peygam-ber'in gizleyerek, ashabına hainlikte bulunması gibi bir iş olamaz. Hasan ve Katâde'ye göre: Harp ganimetlerinden bir kısmını hainlikle peygamberin, ashabından gizlemesi, ashabının da böyle hıyanette bulunmaları olur şey değildir. İbn İshak'a göre: Pey­gamberin (s.a.v), Allah'ın kendisine verdiği, gönderdiği ve ümme­tini korkutucu veya teşvik edici emirleri ümmetinden gizlemesi olmaz.

dd) Allah'ın haklarından olan dördüncüsü de askerlerin müş­riklerden yakın akrabalarına karşı meyletmemeleri, sevgi besle-memeleridir. Çünkü Allah'ın hakkı en lüzumlu Allah'ın dinine yardım da en önemli bir iştir. Allah Teâlâ da:

"Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşma­nınız olanları dostlar edinmeyin, sevgi göstermeyin. Çün­kü onlar size gelen hakka (Kur'ân'a) küfretmişlerdir," (K.

K. 60; 1) âyet-i kerîmesini göndermiştir. Bu âyet Hatib b. Ebi Bel-tia hakkında inmiştir. Şöyle ki: Peygamber (s.a.v), Mekkeliler üzerine harbe hazırlanırlarken Hatîb durumu bir mektup yaza­rak Mekkelilere bildirmek teşebbüsünde bulundu. Mekkelilere

yazdığı mektubu Abdu'I-Muttalib oğullarının kölesi Sara ile yol­ladı. Allah, durumu Resulüne (s.a.v) bildirdi. Derhal Ali ve Zü-beyr'i Sara'nm peşine gönderdi. Mektubu başında, saçlarının ara­sından çıkardılar. Hatîb'i çağırdılar. 'Yaptığın işin sorumluluğu­nu biliyor musun?"

Hatîb: - Ey Allah'ın Resulü, ben Allah'a, âhiret gününe, Resu­lüne inanırım. Küfür de etmedim, din de değiştirmedim. Fakat burada benim kimsem yok, aile fertlerimin hepsi Mekke'de. Duru­mu, kurtulmaları için onlara bildirdim.

 Ahkâm-ı Sultaniyye

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) onu affetti.

Komutanın askerler üzerindeki haklarına, uyma husu­sunda savaşçıların yapması gerekli şeyler ise dörttür.

a) Komutana, uyma, itaat, idaresi altına girme. Çünkü komu­tanın onlar üzerinde idareciliği tâyinle olmuştur. İtaat de idareci­liğinin bir sonucudur. Âyet-i kerimede,

'Ey îman edenler, Allah'a itaat edin, Peygambere ve siz­den olan emir sahiplerine de itaat edin." (K. K 4: 59) Duyurul­muştur. Âyet-i kerîmedeki emir sahipleri teriminde iki mânâ var­dır. İbn Abbas'a göre: Bunlar komutanlar, ümerâdır. Câbir b. Ab-dillah, Hasan ve Atâ'ya göre: Alimlerdir.

Ebû Salih, Ebû Hureyre'den, O da Resûlullah (s.a.v.)'dan şu

hususu rivayet etmiştir:

"Kim bana itaat ederse, hakikat Allah'a itaat etmiştir. Kim komutanlarıma itaat etmişse bana itaat etmiştir. Kim bana karşı gelmişse hakikat Allah'a karşı gelmiştir, kim (tayin ettiğim) komutanıma karşı gelmişse bana karşı gel­miştir."[50]

bb) Askerler işlerinin, hâlini komutanlarına havale etmelidir­ler. İdarelerinde onu vekil bırakmalılar. Böylece görüş ve fikir ay­rılıkları olmaz, araları açılmaz, dirlikleri bozulmaz. Allah Teâlâ da bu hususta,

"Onlar emînlik ve korku haberi geldiği zaman onu yayı-vezirler. Halbuki bunu Peygamber'e ve onlardan emir sa­hiplerine döndürmüş olsalardı o haberi arayıp yayanlar bunu elbet onlardan öğrenirlerdi." (K. K. 4: 183) buyurmuş­tur.

İşlerin emir sahiplerine havalesi, ihtilâfın önlenmesi için ol­muştur. Doğru bir fikir, komutanın dikkat nazarından kaçmışsa

açıklanır ve müşavere edilir. Bu sebeple doğruya ulaşmak için müşaverede bulunma tavsiye edilmiştir.

cc) Komutanın emirlerini derhal yerine getirmek, yasakladığı, sakındırdığı şeylere de teşebbüs etmemek. Çünkü uyma ve sakın­ma itâatm bir gereğidir. Şayet komutanın emrettiğini yapmazlar, yasaklarından sakınmazlarsa, komutan muhalefet etmeleri sebe­biyle durumlarına göre aşırı gitmemek üzere onları cezalandırır. Âyet-i Kerîme'de de:

"Sen Allah'ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak dav-randm. Eğer katı yürekli olsaydın, onlar etrafından her­halde dağılıp gitmişlerdi bile."(K K. 3: 159).

Said b. el-Müseyyeb şöyle rivayet etmiştir. "Resûlullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Yolunuzun hayırlısı kolay olanıdır."[51]

dd) Komutanla askerleri, komutanın ganimetler taksim etme­si işinde ihtilâfa düşmemeli, komutanlarının ganimetleri arala­rında adaletle taksimine memnun olmalıdırlar. Ganimetlerin taksiminde şerefli ile daha az şerefliyi kuvvetli ile zayıfı Allah (cc) bir tutmuştur. Amr b. Şuayb babasından, o da ceddinden şunu nakletmiştir:

"İnsanlar Huneyn muharebesinde Peygamber'e (s.a.v) uydu­lar. Resûlullah'ı (s.a.v) bir ağacın yanma getirdiler ve bize harp ganimetlerimizi taksim et dediler. Resûlullah (s.a.v), elbiselerini üzerlerinden çıkararak yere serdiler. Ve "Ey insanlar, bilesiniz ki şu elbisem ganimettir, hemen size vermek isterim. Ve yine bilesi­niz ki Tihame mevkii ağaçları kadar harp ganimeti olsa hemen si­ze taksim ederim. Siz de beni cimri, korkak ve yalancı bulamazsı­nız." dedi. Sonra devesinin sırtındaki yükü indirdi. "Ey insanlar, Allah'a yemin ederim ki benim şahsıma ait bir mal yok. Ancak şu deve yükünün beşte biri vardır. Esasen beşte bir ganimetin dışın­dakiler size verilir. Harp ganimetinden yanınızda iğneden ipliğe ne varsa getiriniz. Zira ganimet malını ehlinden gizlemek, gizle­yene kıyamette meşakkat verir, ayıp ve fenadır." buyurdu.

Ensardan birisi bir yığın koyun yünü ile Peygamber e (s.a.v) geldi ve "Ey Allah'ın Resulü, soğuk havalarda kendimi ve devemi korumak için keçe yapmak üzere bu yün tomarlarını aldım."

Resûlullah buyurdular ki: "Şayet bana düşecek hisse o yünde ise sana bağışlanm. Ancak hissen kadarsa o zaman bana hiç lâzım olmaz."[52] O kişi eliyle çıkarıp Peygambere (s.a.v) yünleri verdi.[53]



[52] Neseî, hibe 1. Müsııed-i Ahmed 2/184.

[53] El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu’l-Hasan Habib, Bedir Yayınevi, 1/ 104-112.