๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Ahkamüs Sultaniye => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 09 Mart 2011, 12:43:39



Konu Başlığı: Şartları değişik bölgeler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 09 Mart 2011, 12:43:39
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Şartları Değişik Bölgeler


A- BÖLGELERİN TASNİFİ VE BİRİNCİ DERECEDE ÖNEMLİ OLAN YASAK BÖLGE (HİCAZ ÜLKESİ)
 

İslâm ülkesi toprakları statü bakımından 3 kısma ayrılır.

a) Haram: Mescid-i Haram ve çevresi. (Tam yasak bölge),

b) Hicaz bölgesi,

c) Diğer İslâm ülkesi bölgeleri.

a) HARAM (MUHTEREM) BÖLGE: Mekke ve etrafını çevre­leyen yerlerdir. Allah Teâlâ da bu yeri Kur'an-ı Kerim'de iki isimle

anmış tır.

1- MEKKE ve 2- BEKKE.

1- MEKKE ismi ile andığı âyet-ikerîmede:

"O sizi Mekke'nin karnında onlara karşı sizi muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi on­lardan çekendi..." (K K. 48: 24) buyurmuştur. Mekke kelimesi, Arapların (Kemik iliğinin kemikten sorulup massedilmesi) sözün­deki Temekkede (Massetmek, noksanlaştırıp yok etme) kelime­sinden alınmıştır. Çünkü günahkâr olan oradan çıkarılır, uzak­laştırılır. Usmuî de şiirinde:

"Ey Mekke, günâhları öyle helak et ki, onun günâhı artık kal­masın. Fakat helak ederken de şiddetli ve üzücü olma." demiştir.

2- BEKKE: Âyet-i kerîmelerde Bekke ismi de geçmiştir. Bu husustaki âyet-i kerîme şöyledir;

"Şüphesiz âlemler için, çok feyizli ve hayırlı ve ayn-ı hidâyet olmak üzere konulan ilk ev (mabet) elbette Bek-ke'de olandır." (K. K. 3:96) buyurulmuştur. Usnıuî'ye göre Bek­ke demlisinin sebebi de: Orada insanların bâzısının, diğer bâzılarını kovmaları, def etmeleri, bunun sonucu olarak da izdihamın meydana gelişidir. Bu hususta da:

"Başkasıyla içki içen kimseyi, bir anda şiddet tuttu. Bu sebeb-le arkadaşımı uzaklaştırıverdim." şiirini okumuştur.

İnsanlar bu iki isimde ihtilâf etmişlerdir. Mücâhid'e göre: Her ikisi de aynı yere verilmiş birer isimdir. Çünkü Araplar telâffuz yakınlığı sebebiyle "Mim" harfini "Be" harfine değiştirerek konu­şurlar. "Dövmek gerektir" sözünün Arapçasmı söylerlerken "Lâzım" kelimesini "Lâzib" şeklinde telâffuz ederler. Bir diğer gu­ruba göre de: Her iki isim de iki ayrı şeye birer ad olarak verilmiş­tir, isimlerin değişikliği, isim verilen şeylerin de değişik oluşunu gerektirir. İsim verilen şeylerin ayrı olduğunu savunan bu görüş sahipleri de ikiye ayrılır. Birincilere göre: Mekke ismi, bir mıntı­kanın tamâmına verilen bir isimdir. Bekke ismi ise, Beytuîlah'm (Kabe'nin) ismidir. Bu görüşü savunanlar, İbrahim Nehâî, Yahya b. Ebî Eyyûb'dur. Zührî ve Zeyd b. Eslem'in savundukları ikinci görüşe göre: Mekke, muhterem olan (Yasak bölgenin) yerin tamâmının ismi; Bekke ise, Mescid-i İbrahim'dir.

Mus'ab b. Abdullahı z-Zübeyrî'nin anlattığına göre: Câhiliyet devrinde emniyetli olduğundan, halk için tehlikelerden kurtuluş yeri Mekke idi. Ebû Süfyân b. Harb b. Umeyye'nin İbn Hadrâmîye olan sözünü de şu şekilde şiir hâline getirmiştir.

"Ey Eba Matar, Kurtuluşa gel, Kureyş'ten özür dilemen sana yeterlidir.

Dâima azîz olan ülkeye inersen, ordu komutanının seni ara­masından, yakalamasından emîn olur, kurtulursun."

Mücâhid'in anlattığına göre: Mekke'nin isimleri arasında "Zahmet Annesi: Ümmü Zahm", "Sürgün Annesi: Ümmül-Ba-se" vardır. Zahmetler annesi denilmesinin sebebi, insanlar Beyti ziyarete geldiklerinde, izdihamlı kalabalık bir şekilde bir arada bulunmaları ve ziyarette güçlük çekmeleridir. Sürgün Annesi de­nilmesinin sebebi de, Mekke'de kötülük, sapıklık çıkaran şehir­den dışarı çıkarılır* bir neyi sürgün edilir. Hatta cezası ölüm de olabilir. Âyet-i kerîmede de:

"Dağlar didik didik parçalanmıştır." (K K 56: 5) buyurul-muştur ki, söküp atmak demektir.

Bâzan da "Sürgün annesi: Ümmü Nase" derken "Nun" harfi ile de söylendiği olur. Mânâsı yine aynı olup insanları sapıtanların tard edildiği yer demektir.

Mekke'nin aslı ve muhterem oluşu; Allah'ın Beytini muhte­rem yapışmdandır. Ayet-i kerîmede de işaret buyurduğu üzere evin temellerini atmayı, o yeri bütün köşe, bucaklardaki kulları için kıble yapışı sebebiyle ülkelerin annesi olmuştur.

"Bir de şehirlerin anası olan Mekke ile bütün çevresin­deki insanları azâb ile korkutmak için..."(K. K. 6: 92J âyet-i kerîmesinde de bu husus belirtilmiştir.

Cafer b. Muhammed'in babası Muhammed b. Ali'den anlattı­ğına göre: Beyt'i inşâ etmenin ve tavafta bulunmanın sebebi, Al­lah'ın, meleklerine şu şekilde hitap buyurmasıdır:

"Şüphesiz ben yer yüzünde bir halîfe yaratacağım de­mişti de, Melekler de, biz seni hamd ile tesbîh ve seni takdis edip dururken orada bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın? demişlerdil Allah (c.c) da, "Sizin bi-lemiyeceğinizi her halde ben bilirim." demişti." (K. K. 2: 30) Onlar da arşa sığınarak 7 defa tavaf ettiler. Rablerinin rızâsını is­tediler. Allah da onlardan razı oldu. Bunun üzerin Allah Teâlâ da onlara,

- Benim için yer yüzünde bir ev inşâ edin ve insan oğullarından günâh işleyenler, ona sığınsın, onun etrafında, sizin arş etrafında tavaf ettiğiniz gibi, tavaf etsinler, buyurdu.

Melekler de Allah rızâsı için Beyti: Kabe'yi yer yüzünde kur­dular. Böylece insanlık için yer yüzünde Kabe ilk yapılan ev oldu. Allah Teâlâ bu hususu âyette de açıklamıştır:

"Şüphesiz âlemler için, çok feyizli, ve ayn-ı hidâyet ol­mak üzere konulan ilk ev (ma'bed) elbette Mekke'de olan­dır." (K. K 3: 96) buyurmuştur.

Alimler, ibâdet için ilk yapılan binanın Kabe olduğunda aynı fikirdedirler. Ancak başka maksadlarla Kabe'den önce yapılan bina var mıdır? Sorusunda aralarında fikir ayrılıkları vardır. Ha­san b. Salih ve bir gurup kimselere göre: Kabe'den önce yer yüzün­de pek çok bina vardı. Mücâhid ve Katâde'ye göre: Kabe'den önce yeryüzünde bir bina yoktu. Ayet-i kerîmede geçen "Mübarek" te­riminde iki mânâ vardır. 1- Sevâb kasdı ile hareket edip, bol sevâb kazandırmasıdır. 2- Kabe'ye giren emîn olur, kötülük görmez, vahşî, kurt, ceylân da olsa hayâtı emniyyettedir. "Alemler için ayn-ı hidâyet olması..." hükmünde de, 1- İnsanları tevhide, birliğe götürür. 2- Hacc ve namazda doğruya ulaştırır, şeklinde iki türlü açıklama vardır.

"Orada apaçık âyetler, alâmetler, İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse emîn olur." (K. K 3: 97) buyurulan bu âyet-i kerîmede, İbrahim makamındaki alâmet, sert taş üzerindeki Hz. İbrahim'in ayak izlerinin belirtisidir. Hz. İbrahim'in makamı dışındaki alâmetler ise, korkanlar, korkudan kurtulur. Bakar bakmaz insanın büyük bir heybet içinde binayı görmesi, kuşların, bina üzerinden uçmayışı, orada suç işleyenin, haddi aşa­nın derhal cezalandırılması, Câhiliyyet devrinde Ashab-ı Fiyi (Ebrehe orduları) e olduğu gibi. Beytin azametinden ötürü câhiliyyet devri Araplarının kalbi derhal yumuşardı. Ehl-i Kitap veya her hangi bir dinle bağlı olmayan biri bir suç işler, adam öldü­rür, Kabe'ye sığınırsa, öldürdüğü şahsın kardeşi, katili Kabe'de yakalıyamaz. Orada katilden intikam alamaz. İşte bütün bunlar Allah'ın birer alâmetidir. Kullarının kalbine bunları iyice yerleş­tirmiştir.

İslâm'dan sonra emîn bir yer oluşuna dâir.

"Kim oraya girerse taarruzdan emîn olur."(K. K. 3: 97)

buyurulmuştur. Bu âyet-i kerîme hükmüne iki türlü mânâ verilir.

1- Yahya b. Ca'de'ye göre: Ateşten emîn olur.

2- Öldürülmekten emîn olur. Çünkü Allah Teâlâ, oraya gire­cek olanın ihramlı olmasını emretmiş, ihramlı durumu ihlâl etme­yi, bozmayı da yasaklamıştır. Resûlüllah (s.a.v) da, Fetih günü Mekke'ye girdiğinde şöyle buyurmuştur:

"Bana bîr ân helâl edildi ki: Benden öncekilere hiç helâl edilmediği gibi, benden sonrakilerine de helâl olmaz.'[144]

Burada Mekke'ye ihramlı girmenin şart olduğunu belirtmişler, ancak fetih günü böyle bir istisna olarak ihramsız girmeye izin ve­rildiğine işaret buyurmuşlardır.

"Ona bir yol bulabilenlerin, Beyti hacc ve ziyaret etme­si, Allah'ın insanlar üzerine bir hakkıdır." (K. K. 3: 97) âyet-i kerîmesi ile, namaz için Beytin kıble oluşundan sonra orayı ziyaretin farz olduğuna hükmedilmiştir. Çünkü kıble olan Kabe'ye dönüş 2'inci hicret yılında, Hacc farzı ise 6'ncı hicret yılın­da kesinleşmiştir. Kabe sayesinde Mekke üe alâkalı iki esaslı, bü­yük ibâdet emredilmiştir. Bunlar da namazda Kıbleye yönelmek, Hacc için Kabe'yi ziyaret. Mekke, muhteremliği ile diğer bölgeler­den ayrılmıştır.

Kabe'nin inşâsına gelince: Tufandan sonra Kabe'nin idarecile­ri, İbrahim ve İsmail (a.s) dir. Âyet-i kerimede de:

"Hani İbrahim o beytin temellerini İsmail Üe yükselti­yordu da ikisi de şöyle duâ etmişlerdi: Ey Rabbimiz, bizden şu hizmeti kabul buyur." Şüphesiz hakkıyla işiten, kemâliyle bilen sensin sen." (K. K. 2: 127) buyurulmuştur. Âyet-i kerimede her ikisinin binanın kabul olunmasını isteyişleri, inşaatıyla görevlendirilmiş olmalarıdır. Ululuğu sebebiyle de "Kabe" denmiştir. Ve Arapların "Kadın büyüdü" sözünde, göğüs­lerinin büyüdüğünü belirtmek için "Kabe" fiilini kullanırlar. Kabe kelimesi de büyümek, yücelmek mânâsına olan sözü geçen fiilden alınmıştır.

Hz. İbrahim'den sonra, Kabe Cürhüm ve Amalika kabileleri elinde yıkıhncaya kadar kalmıştır. Âmir b. Haris, bu durum için şu şiiri okumuştur.

"Safa ile Hacûn dağları arasından bir dost çıkmadı ve bir hikayeci Mekke'nin hâlini anlatıp dile getirmedi.

Evet, bizler, o şehrin yerlileriyiz. Fakat gecelerin durmadan geçişi, Yemenlilerin baskısı bizleri usandırdı."

Cürhüm ve Amalika'hlardan sonra, Kureyşliler çoğalınca, zil­letten sonra yükselince idareyi ele geçirdiler, peygamberliğin ara­larından fışkınp çıkması uğruna evi yeniden inşâ ettiler. İbrahim Peygamberden sonra, Kabe binasını ilk yenileyen Kureyş'li Ku-say b. Kilâb'dır. Çatısını da hurma lifleri ve başka şeylerle Örtmüş­tür. Bu konuda A'şa da şu şiiri okumuştur:

"Şam Rahibinin elbiseleri içinde ceddi Cürhüm oğullarından olan Kusay'm inşâ ettiği binâyayemin ettim.

Aramızda düşmanlık ateşleri büyüseydi, doğrudan doğruya bizlerden bir kısmı oklu kirpi sırtına düşüverirdi."

Kusay'dan sonra Kureyş'liler, Kabe'yi yeniden bina etmişler­dir. Peygamberimiz (s.a.v) o zaman 25 yaşlarındaydı. Binanın inşâ edilişini gördü. Kabe'nin kapıları küçüktü. Ebû Huzeyfe b. Muğiyre,

- Ey kabilem, Kabe'nin kapılarını yükseltin, girecekler rahat girsin. Bu durumda ancak istedikleriniz girebilecektir. Şayet iste­mediğiniz biri gelirse ona atışa başlarsınız, o da düşüverir, yara­larsınız, dedi.

Kureyşliler de onun dediği gibi kapıyı yükselttiler. Kureyşlile-rin, Kabe'yi yeniden bina etmelerinin sebebi: Kabe yıkılmış, te­mellerinden biraz yükseklikte duvar kalmıştı. Duvarları yükselt­mek istediler. Cidde taraflarında Rum tüccarlarına âit bir gemiyi deniz kayalara bindirmiş, kenara atmış. Bunun tahtalarını aldı­lar. Kabe'de bir yılan mevcuttu, insanlar korktuklarından yana­şamadılar. Yılan duvarın üstüne çıkü. O sırada bir kuş gelip yılanı kapıp kaçtı. Bu durum üzerine Kureyşliler,

- Allah'ın düşüncemizden memnun kaldığını ümîd ederiz, de­diler, Kabe'yi yıktılar. Geminin tahtalarını iskele yapıp duvarları ördüler. Bu bina Abdullah b. Zübeyr'in, Husayn b. Numeyr ve Şam askeriyle 64 hicrî yılında Yezîd b. Muâviye zamanında yapılan harbe kadar devam etti. Harp esnasında Şam ordusundan bir as­ker, ok ucunda Kabe'ye ateş attı. Esen şiddetli rüzgâr yüzünden alev her tarafı sardı, çatının ve duvarların örtülüre yandı duvarla­rı karardı, taşları da yanma sonucu çürüdü. Yezîd b. Muaviye öl­dükten sonra, Husayn b. Numeyr, Abdullah b. Zübeyr ve adamla­rıyla harp etmekten vazgeçti. Abdullah b. Zübeyr, Kabe'nin yıkılıp yeniden yapılması için teşebbüse geçti. Arkadaşlarıyla istişarede bulundu. Onlar da binanın yıkılıp yeniden yapılması fîkrindeydi-ler. O esnada Abdullah b. Abbas gelerek,

- Allah'ın evini yıkma, dedi. Abdullah b. Zübeyr de,

- Görmüyor musun? Güvercinler duvarları üzerine konmakta, taşları da çürümüş. Herhalde biriniz Beytullah'ı yapmadan, ken­dine bir ev yapmaya kalkışamaz. Dikkat edin, yarından tezi yok evin yıkıcısı ben olacağım. Resûlullah'tan (s.a.v) bana geldiğine göre:

"Şayet imkânım olsaydı, Kabe'yi Hz. İbrahim'in esası üzerine yeniden bina ederdim. Doğu ve Batısından birer kapı yapardım.”[145] buyurmuştur. Hadîs-i şerif üzerine Esved, İbn Zübeyr'e,

- Sen Kabe hususunda Hz. Âişe'den bir şey işittin mi? diye sor­muş. O da,

- Evet. O, bana Resûlullah'm kendisine şu hadîs-i şerifi söyle­diğini, haber verdi. "İmkân darlığı kavmimin Kabe'yi yeni­den inşâ etmesine engel oldu. Onlar küfürden yeni uzak­laşmış olmasalardı Kabe'yi yıkar, onu eski, Hz. İbrahim te­melleri üzerine inşâ ederdim." buyurmuştur.

Abdullah b. Zübeyr'in Kabe'nin yıkılması hususundaki fikri kesinleşti. Sabahleyin Ubeyd b. Amir'e gitti. Rivayete göre Ubeyd uykudaymış. Zübeyr ona,

- Resûlullah'ın (s.a.v) bu husustaki şu hadîs-İ şerifini işitme­din mi? "Yeryüzü kuşluk vaktinde uyuyan âlimlerin uyku­sundan dolayı Allah'a karşı feryâd eder, şikâyette bulu­nur." Abdullah b. Zübeyr Kabe'yi yıktı. İbn Abbas gelerek,

- Mademki Kabe'yi yıktın, insanları Kıbleye dönmeleri için ça­ğıramazsın. Kabe yıkılınca insanlar da,

- Kıblesiz nasıl namaz kılacağız? diye müracaatta bulunmuş­lardır. Câbir ve Zeyd,

-  Kabe'nin inşâat yerine, arsasına dönün, namaz kılın. İşte kıble orasıdır, dediler. İbn Zübeyr, Haceru'l-Esved'in örtülmesini emretti. İpekli bir hırka içine sarılıp olduğu yere kondu. İkrime,

- Haceru'l-Esved 1 zira veya daha fazla büyüklükte, ortasında gümüş gibi beyazlık bulunan bir taştı, der.

Kabe'nin süslerini, kıymetli mallarını, yıkma ânında Kabe'nin hazîneleri arasına koydular. İnşâata başlandığında Hatîm yönü, Hz. İbrahim'in temelleri çıkıncaya kadar kazıldı. İn­sanlar toplandı. İbn Zübeyr,

- Buranın İbrahim'in temeli olduğunu biliyor musunuz? diye sordu. Onlar da,

- Evet, dediler.

Bu cevap üzerine, binayı Hz. İbrahim'in temeli üzerine kurdu. Temelleri 6'şar zira' daha ilâveler yapılmış oldu. Bir diğer rivayete göre de 7 zira' genişlemiş oldu. Yer hizasında olmak üzere Doğu ve Batısında birer kapı yapmıştır. Birinden girilir, diğerinden çıkı­lır. Her kapının üstünü altın levhalarla yapmıştır. Anahtarları da altındandı.

Kabe'nin inşaatında Kureyşlilerden Ebü'1-Cehm b. Huzeyfe-ti'1-Adevî de hazır bulunmuştur. O şöyle demiştir:

-  Kabe inşaatında iki defa çalıştım. Birincisinde câhiliyyet devrinde çocukken, az bir güçle, diğerinde müslümanlıkta ihtiyar, fani bir şahsın gücü ve kuvvetiyle.

Zübeyr b. Bekkâr'ın anlattığına göre: Abdullah b. Zübeyr taş­lar arasında yeşil renkli bir taş buldu. Bir mezarın kapak taşı idi. O sırada Abdullah b. Safvan,

- Bu Allah'ın Resulü İsmail (a.s)m kabridir, dedi. Abdullah b. Zübeyr de taşın oynatılmasını yasakladı.

Abdullah b. Zübeyr'den Haccac'a kadar Kabe böyle kaldı. Haccâc, Abdullah b. Zübeyr'le savaştı. İbn Zübeyr'i sıkıştırdı.

Haccâc mancınıklarla Kabe tarafına taşlar yağdırdı. Harbi kaza­nana kadar bu işe devam ettirdi. Kabe de mancınıklarla atılan taş­larla yıkıldı. Abdul-Melik b. Mervan'ın emriyle Haccâc Kâbeyi ye­niden yaptı. Temellerinden taşları çıkartarak, Kureyşlilerin te­melleri üzerine kurdu. Bu güne kadar da bu temel üzerine kurul­muş şekliyle geldi. Abdu'l-Melik b. Mervân şöyle der:

- "Abdullah b. Zübeyr ile Kabe'nin inşâatı için savaş ettim. Maksadım, binayı Kureyşinki gibi yaptırmaktı."

Kabe'nin örtüsüne gelince: Ebû Hureye'nin Resûlüllah (s.a.v) den yapfağı rivayete göre:

"Beytuilahı ilk giydiren şahıs, Sa'du'1-Yemânî'dir." Bun­dan sonra Resûlüllah (s.a.vj Yemenden getirtilen örtü ile Kabe'yi örtmüştür. Sonra da sırasıyla Hz. Ömer ve Osman kendi zamanla­rında Kıbâtî (Mısır kumaşından yapılmış) örtü ile örtmüşlerdir. Daha sonra Yezîd b. Muâviye İran ipeklisiyle örtmüştür.

Muhârib b. .Oisar'm anlattığına göre: Kabe'yi ilk defa ipek örtü ile örten, Hâlid b. Ca'fer b. Kilab'dır. Eline Câhiliyyet devrinde Nemt kabilesi ipeklilerinden renkli bir ipekli geçmiş ve bunu Kabe üzerine asmıştır. Ondan sonra İbn Zübeyr ve Haccâc, ipekli­lerle Kabe'yi örtmüşlerdir.

Daha sonra Emevîler, bâzı yıllar Necranlılaria harplerinde el­de ettikleri ipeklerle Kabe örtüsünü yenilediler. Abbasîler zama­nında Halife Mütevekkil, Kabe örtüsünü gümüş ve diğer kıymetli ipliklerle işleterek süsledi, tazeledi. Duvarları üstüne altın koy­du. Böylece ipekli Örtü Abbasîler devrinde devam etti.

MESCİD-İ HARAM: Tavaf edecekler için ayrılan Kabe etra­fındaki boşluktur. Resûlülîah (s.a.v) ve Hz. Ebû Bekir zamanında bir duvarla Mescid-i Haram'm etrafı çevrilmemişti. Hz. Ömer, ziyaretçilerin çoğalması sebebiyle, Kabe etrafındaki evleri satın aldı, yıktı ve Mescid-i Haram'ı genişletti. Satmaktan kaçınanla­rın evlerinin bedelini ödedi, bağışlayanlarınkini karşılıksız istimlâk etti. Etrafını 1 adam boyundan biraz engin olmak üzere bir duvarla çevirdi. Duvarlar üzerine lâmbalar koydurdu. Böylece Hz. Ömer, Kabe'nin etrafını duvarla çeviren, Mescidi duvar içine alan ilk Halîfe oldu. Hz. Osman Halîfe olunca, yeniden istimlâke girişti. Civardaki evleri satın aldı, yıktırdı, mescidi genişletti. Ev sahiplerinden feryâd edenler, itirazda bulunanlar oldu. Bunun üzerine Hz. Osman,

- Herhalde Hz. Ömer'in yaptığı işi ben yaparken yumuşaklılı-ğrnı size biraz cüret ve cesaret verdi. Bu hepinizin kararlaştırdığı, razı olduğu bir iştir dedi. Evlerini vermekten kaçınanları hapset­tirdi. Bunlardan Abdullah b. Hâlid b. Esed satmaya razı olanları hapisten çıkardı. Hz. Osman, Mescidi genişletince, gölgelikler (Revaklar) yaptırdı. Mescidin etrafına ilk revak yaptıran Hz. Os­man'dır. Daha sonra Velîd b. Abdi'l-Melik, Mescidi genişletti. Taş ve mermerden sütunlar, direkler yaptırdı. Ondan sonra Halîfe Mansur ve Mehdî kendi zamanlarında mescidi daha da genişletti­ler, yeniden yaptırdılar. Bu şekliyle de zamanımıza kadar gelmiş­tir.

MEKKE'ye gelince: Burası bir konak yeri değildi. Cürhüm ve Amal ikalılardan sonra Kureyşliler, yüklerini ve eşyalarını Mekke'ye getirmişler, göçebelikten ayrılıp bu yere yerleşmişler, bir daha da çıkmamışlardır. Kabe'ye iyice yaklaşmışlar, istilâlara uğramaktan Kabe'ye sığınmışlardır. Bu şekilde hareket etmekle tehlikelerden korunacaklarını ummuşlar. Zamanla adedleri çoğa­lınca aralarından bir kabîle reisi çıkmış, işlerini yürütmüştür. Di­ğer Araplardan üstün, tecrübeli, görgülü kimseler olduklarını iddia etmişlerdir. Kabe'nin reisi kendileri olunca, gelmesi bekle­nen Peygamberin (s.a.v) ve onun dininin de kendi aralarından çı­kacağım savunmuşlardır. Bunun için de Kabe'ye hizmette büyük îtinâ göstermişlerdir.

Bu düşünceleri ilk savunan Kâ'b b. Lüeyy b. Gâlib'dir. Kureyş­liler her Cuma onun etrafında toplanırlardı. Araplar, Cum'aya daha önce "arûbe" derlerdi. Kâ'b bu güne "Cuma" demiştir. Kâ'b bu gün Araplara hutbeler okur, hitabede bulunurdu. Zübeyr b. Bekkâr'ın anlattığına göre: Kâ'b şöyle bir konuşmada bulunmuş­tur.

- Bundan sonra... Dinleyin belleyin, anlayın. Biliniz ki, geceler geçip gidici, gündüzler azâb vericidir. Toprak bir beşiktir, dağlar kazıklarıdır. Gökyüzü bir binadır, yıldızlar da çıraları. Önde gi­denlerimiz, arkadan gidenler gibidir. Kadın ve erkekler çifttirler, birbiriyle hoşlananlar evlenirler. Ailelerinize, annelerinize acıyı­nız. Babalarınızı koruyunuz. Mallarınızı çoğaltınız. Helak olan­lardan, ölüp gidenlerden dönüp gelenler gördünüz mü? Gerçek ev işte şu önünüzdeki evdir. Şübhe ve tereddüdünüz olmasın. Sözle­rinizde şüpheler olmasın. Bu ev size muhterem yapıldı. Onu süsle-yiniz, büyültünüz, sımsıkı sarılınız. Yakında bu eve büyük haber gelecek, ondan bir büyük Kerîm Peygamber (s.a.v) çıkacak. Sonra şu şiiri okudu:

"Gündüzler ve geceler her gün bir yeni haber getirmekte. Ha­berin gündüz veya gece gelmesi bizim için aynı kıymettedir.

Bir kısım haberler, olaylar tekrar dönüp gelmekte. Misa­firlerin yatması da yeme ve içme de gizlenmesi de bizlere aittir.

Rüzgârlar ve verilen haberler ehlini aramakta, ona dönmekte, o rüzgâr ve haberlerde çözülmesi güç, uğrayacağı yer düşünülemi-yen, kestirilemiyen düğümler vardır.

Gaflet üzereyken Resul Muhammed (s.a.v) gelir. Bir takım ha­berler verir ki bu haberlerin habercisi en çok dürüst olan insan­dır." Bu şiirden sonra,

"Allah'a and ederim ki, eğer o gün bulunur da kulağım, gözüm, elim, ayağım olursa develer üstünde dolaşır her tarafa öğünürüm, iftihar ederim." dedi. Müteakiben şu şiiri de okudu:

"Kabilem hakka, doğruluğa girmeyi zül telâkki ederken, O Peygamberin (s.a.v) yüce dâvetine no'la şâhid olsam, yetişsem."

Bu hitap, Kâ'b b. Lüeyy'in zekâsından, ilhamlarından, aklî hayâllerinden, nefsî düşüncelerinden çıkmıştır.

Ondan sonra kabile reisliği Kusay b. Kilâb'e geçti. Mekke'de Dâru'n-Nedve (Danışma Meclisi, Ulular Meclisi) diye bir bina yaptırdı. Kureyşliler arasındaki ihtilâfları burada çözdü. Sonrala­rı bu bina Kureyşlilerin Danışma Meclisi oldu. Harp işleri, kabi­lenin önemli mes'eleleri burada görüşülür, konuşulur, karara bağlanırdı.

Kelbî'nin dediğine göre: Daru'n-Nedve, Mekke'de kurulan ilk binadır. Sonra insanlar evler yapmaya, yerleşmeye başladılar. İslâmın ortaya çıkmasının yaklaştığı her an, kuvvetleri, adetleri artıyordu. Araplar onlara itaat ettiler. Araplara reisliklerini kabul ettirdiler. Daha sonra Allah Teâlâ Resulünü (s.a.v) gönder­di. İkinci defa olarak da onun Peygamberliğini (s.a.v) Araplar kabû! ettiler, îmanda bulunanlar, doğru yola ulaştı, inâd eden de küfrü içinde kaldı.

Resûlüllah (s.a.v)'a eziyet edişleri fazlalaşınca, Resûîullah (s.a.v) hicret etti. Hicretten 8 yıl sonra da zaferle tekrar Mekkeliler üzerine döndü. İnsanlar Fetih senesi, Resûlüllah'm Mekke'ye gi­riş tarzı hakkında ihtilâf etmişlerdir. Acaba Mekke'ye zorla mı, yoksa sulh yolu ile mi girdi? Bu sorunun cevâbını iki şekilde veren­ler vardır.

Hukukçuların üzerinde birleştikleri husus, Resûîüîiah (s.a.v) Mekke'ye girdiğinde ganimet almamış, çocuk v 3 kadınları esir ola­rak toplamamıştır. Ebû Hanîfe ve Mâiik'e gört:: Resulüllah (s.a.v) Mekke'ye zorla, kuvvet kullanarak girmiş, savaşçılara gani­metleri almayı, kadın ve çocukları esir etmeyi yasaklamıştır. Harp komutanının, Halîfenin, bir ülkeye silâh zoruyla girerken ganimetlerin, esirlerin alınması hususunda yasak koyma, yasak­lama yetkisi vardır. Şafiî'ye göre: Resûlüllah (s.a.v) Mekke'ye sulh yoluyla girmiştir. Ebû Süfyân ile sulh anlaşması yapmıştır. Sulh anlaşması şartı olarak da:

1- Kim kapısını kapatır, dışarı çıkmazsa emindir, ve canı kurtulmuştur.

2- Kim Kabe'nin örtüsüne sarılır, Kabe'ye sığınırsa yine kurtulmuştur.

3- Kim Ebû Süfyan'm evine girmişse yine kurtulmuş­tur[146]

Yalnız 6 kişi bu şartların dışında tutulmuştur. Onlar nerede olsalar öldürülecekti ki adları daha önce geçmiştir. Sulh anlaşma­sı sebebiyle de ganimet ve esir alınmamıştır. Halîfe veya komutan için, bir ülkeye silâh zoruyla girerken ganimetleri ve esirleri alma­ma hususunu yasaklama yetkisi yoktur. Çünkü bu, Allah'ın ve sa­vaşanların hakkıdır.

Mekke ve civarı ganimet olarak alınmayınca, öşür arazîsi ol­muştur. Şayet zirâatciUk yapılırsa, statüsü budur. Haraç vergisi koymak caiz değildir. Hukukçular Mekke evlerinin satılması ve kiralanması konusunda ihtilâf göstermişlerdir,,Ebû Hanîfe, Hacc mevsiminin dışında satışı yasaklar, kiraya müsâade eder. Hacc mevsiminde ise: Hem satışı hem de kirayı yasaklar. Delili ise, A'meş'in Mücâhid'den, Onun da Resûlüllah (s.a.v) den rivayet et­tiği:

'Mekke, haram (muhterem) yerdir. Evlerini satmak, ev­leri ücretle kiraya vermek helâl değildir'[147] buyurrnuşlardır.

Şafiî ise: Satışa da kiralamaya da müsâade etmiştir. Çünkü Resûlüllah, (s.a.v) İslâm'dan sonra, İslâm'dan önceki muameleler hususunda onlarla karara vardı, ganimet almadı. Bu hususta ara­larında ihtilâf da çıkmadı. Araplar, İslâm'dan önce evlerini, mülk­lerini satardılar. İslâm'dan sonra da aynı hâl devam etti.

Numunesi Daru'n-Nedve'dir. Mekke'de ilk yapılan bu bina Ku-say'dan sonra Abdu'd-Dâr b. Kusay'ın oldu. İslâmiyet zamanında Ikrime b. Amr b. Haşim b. Abdi'd-Dar b. Kusay'dan Muâviye satın aldı. Bu evi hükümet konağı yaptı. İşte satışı yapılan, herkesçe ta­nınıp bilinen bu evin satışını, sahabeden hiç kimse kötü karşıla­madı. Hz, Ömer ve Osman, Mescidi genişletirlerken civardaki ev­leri satın aldılar. İstimlâk ettiler, bedellerini ev sahiplerine verdi­ler. Şayet haram olsaydı, satın alınıp bedelini hazmeden ödemez­diler. Zamanımıza kadar da bu şekilde muameleler sürüp gelmiş­tir. İcmâ vâki olmuştur. Mücâhid'in rivayet ettiği hâdis-i şerif, mürseldir. Mânâsı da şu şekilde yorumlanır: Evler ganimet malı olmadığından satılmamasmı, kiraya verilmemesini ihtar içindir. Ganimet malı düşünülecek olursa, hemen satabilirler, düşüncele­rini gidermek içindir.[148]



[144] Buhari, ilim 37, 39. Ebu Davud, menâsık 89. Müsned-i Ahmed, 2/238.

[145] Müsned-i Ahmed, 6/136.

[146] Müslim, cihad 86. Ebu Davud, imâre 25. Müsned-i Ahmed, 2/292,

538. (

[147] Buharî, hacc 43, büyü 28. Tirmizî, hacc 1. vs.

[148] El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu’l-Hasan Habib, Bedir Yayınevi, 1/ 296-310.