Konu Başlığı: Muhtelif ölçü birimleri Gönderen: Sümeyye üzerinde 09 Mart 2011, 12:44:50 C- MUHTELİF ÖLÇÜ BİRİMLERİ Haraç; ölçüsü bilinen belli arazîlerden alman bir devlet hakkıdır. Haraç hususunda; a) Zira' (Kol) ile ölçülen ceribin, b) Dirhemin, c) Ölçeğin miktarını bilmek şarttır. a) CERİB: 10X10 kasbe karedir. 1 Kafiz: 10X1 kasbe karedir. 1 Aşir 1X1 kasbe karedir. 1 kasbe ise: 6 zira' (Kol) dır. 1 zira': 1 mîmâr arşınma tekabül eder ki bu da bugünkü, ölçü ile 75 cm kadardır. Buna göre, 1 Cerib: 60X60.... 3600 mîmâr arşın karesidir. (Şimdiki ölçü ile 1 Cerib 45X45 m= 2025 metre karedir.) 1 Kafiz: 60x6 arşm= 360 mîmâr arşm kare, (o da 45X4,5 m... 202,5 metre kare eder.) 1 Ceribin onda birine tekabül eder. Aşir ise, 6X6 arşın 36 mîmâr arşm kare (4,5X4,5 m= 20, 25 metre kare) dir ki 1 Kafizin l:10'udur. Zirain esas tâyini, her bölge ve kabile için ayrı ayrı yapılmıştır. (Burada son ölçülerle de karşılaştırılarak tek bir rakam verilmiştir.) Yusufiyye, Sevdaî, Küçük Hâşimî (Bilâîî), Büyük Hâşimî (Ziyâdiyye), Ömerî, Mizânî zira'ları gibidir. En küçük zira' da Zira-ı Kadıyye'dir. 1- Zira-ı Kadıyye'yi ilk koyan Kadı İbn Ebî Leylâ'dır. Halk arasında çokça kullanılmıştır. Sevdaî Zira'mdan 1 tam 1:3 parmak daha noksandır. Zira-ı Devr de denir. Ahkâm-ı Sultaniyye 289 2- Zira-ı Yusufî: Ebû Yusuf tarafından kabul edilmiştir. Medine hâkimleri kullanmıştır. Zira-ı Sevdâî'den 1: 3 parmak küçüktür. 3- Zira-ı Sevdaî: Zira-ı Devr (Zira-ı Kadıyye) den 1 tam 1: 3 parmak daha uzundur. İlk kabul eden Harun Reşîd'dir. Hizmetçisi Esved'in kol uzunluğuna göre takdir etmiştir. Ölçüyü baş ucuna asmış, insanlar da bu ölçü ile işlerini görmüşler, kumaşçılar, inşaatçılar, hep bunu kullanmışlar, Nil nehrinin ölçümünde yine bu Ölçü kullanılmıştır. 4- Küçük Hâşimî Zira'i: Buna Zira-ı Bilâlî de denir. Zira-ı Sevdâî'den 2 tam 2: 3 parmak daha uzun. Bunu ilk koyan, kullanan Bilâl b. Ebî Bürde'dir. Dedesi Ebû Musa'l-Eşarî'nin zirai olduğunu söyler. Ziyâdiyye Ziramdan 2: 15 parmak daha küçüktür. Basra ve Kûfe'liler bu ölçüyü kullanmıştır. 5- Büyük Hâşimî Zira'ı: Arazî ziraidir. İlk defa Hâşimi Zirai diye söyleyen Halîfe Mansur'dur. Zira-ı Sevdâîden 5 tam 2: 3 parmak daha uzundur. Sevdaî Zirai ile 1 tam 8: 10 zira' eder. Küçük Hâşimî Zirai büyüğünden 3 tam 4: 10 parmak küçüktür. Bu zira'a Zira-ı Ziyâdiyye de denir. Çünkü Ziyâd, Ehvaz kabilesinin köy ve şehir arazîsini bununla ölçmüştür. 6- Zira'ı Ömeriyye: Hz. Ömer'in kullandığı Zira'dır. Bununla köy ve şehir topraklarını ölçmüştür. Mûsâ b. Talha'nm dediğine göre: "Hz. Ömer'in Ziraim gördüm. Onunla köy-şehir arazîsini ölçtü. Uzunluğu: 1 zira, 1 tutam (avuç) ve 1 dik parmaktır." Hakem b. Uyeyne'nin dediğine göre de: "Hz. Ömer en uzun, orta ve en kasa zira' (kol) ölçülerini topladı 3'e taksim etti. Sonuca 1 tutam, 1 dik parmak uzunluğu ilâve etti. İki ucunu iyice tesbit etti. Bunu Hu-zeyfe'ye, Osman b. Huneyf e gönderdi. Bununla köy ve şehir arazîsini ölçtüler. Hz. Ömer'den sonra bu zira' ile ilk Ölçü yapan Ömer b. Hubeyre'dir. 7- Zira-ı Mizâniyye: Zira-ı Sevdâî'ye nisbet edilince 2 tam 2: 3 zira ve 2: 3 parmak eden bir zira'dır. Bunu ilk kullanan Halîfe Me'mun'dur. İnsanlar bu Zira ile yol uzunluklarım, meskenleri, sokak ve caddeleri, nehir yataklarını, kuyuları ve derinlikleri ölçmüşlerdir. b) DİRHEME gelince: Ağırlığını bilmek gerekir. Ağırlığı İslâmiyette kararlaştırıldığına göre: 1 dirhem 6 dânik, 1 dânik: 0,801 gr.dır. (1 dirhem 4,801 gr.dır) Her 100 dirhemin ağırlığa da 7 miskâl (48,06 gr)dır. Dirhemin bu şekilde kararlaştırılış sebebinde ihtilâf vardır. Bir anlatışa göre: Dirhemler İranlılar zamanında mevcuttu. Ve üç ağırlığa göre, darb olunmuş, ortalıkta dolaşmıştır, l'ncisi, 1 miskâl ağırlığında olan dirhemler ki 20 kırat eder (4,008 gr.), 2'ncisi de: 12 kırat (12X0,2004 yani 2, 4048 gr.) ağırlığındaki dirhemler. 3'ncüsü de: 10 kırat (2.004 gr.) ağırlığındaki dirhemler. İşte zekâtta dirhem lâzım olunca Müslümanlar bu 3 türlü dirhem ağırlıklarını toplamış, Üçe taksimle orta bir dirhemi bulmuşlar ki bu da 14 kırat (2,805 gr.) eder. Böylece müslümanlıkta 1 dirhem sağlanmıştır. 10 dirhem de 7 miskâl (28,05 gr.) eder. Bunun, sonucu miskâlde de bir birlik sağlanmıştır. Diğer bir anlatışa göre de sebeb şudur: Hz. Ömer dirhemler arasında ihtilâfları görünce Buğlâ dirhemi (8 dânik.. 6,408 gr.), Taberî Dirhemi: 4 dânik (3, 204 gr.), Mağribî dirhemi: 3 dânik (2,403), Yemem Dirhemi: 1 dânik (0,801 gr.) Bu şekilde çok farklılığı önlemek için: "- En çok kullanılanlardan en fazla ağırlığı olan dirhemle en az ağırlığı olan dirhemi alıp ortasını bulunuz" demiştir. Bu emre uyarak Taberî dirhemi: 4 dânik ile Buğlâ Dirhemi: 8 dânik alınıp toplanmış, 12 dânikin ortası olan 6 dânik (4,806 gr.) bulunmuştur. Ve 1 dirhem kabul edilmiştir. 1 tam 3: 7 dirhem de 1 miskâl (6,8658 gr.) kabul edilmiştir. 1 miskâlden 3:10 mıskal çıkarsa tam bir dirhem olur. Buna göre: 1 dirhem: 7:10 miskaldir. Her 10 dirhem (48,06 gr.) 7 miskâl olmuş olur. Her 10 mıskal 14 tam 2: 7 dirhem eder. c) Madenî Paralar: Karışık olan gümüş, hâlis gümüş gibi olamaz, aynı hükme tâbi değildir. İranlılar işlerinin düzenini kaçırınca paralarını ,da bozmuşlar, müslümanlara da bu dînar ve dirhemden ibaret olan paraları bozuk şekliyle aynen gelmiştir. Muamelelerde hâlis para yerini tutmuş, müslümanlar kalitesini biraz yükseltip İslâmî şekilde, dirhemler çıkarmışlar, karışık (Mağşuş) ile Hâlis parayı ayırt etme imkânı bulmuşlardır. Müslümanlıkta ilk İslâmî paranın kimin tarafından çıkartıldığında ihtilâf vardır. Said b. El-Müseyyeb'e göre: İlk İslâmî dirhemi çıkartan, Abdu'l-Melik b. Mervân'dır. O zamana kadar dinarlar Rumların, dirhemler İranlıların ve bir miktar da Himyerî'lerindi. Ebû Zenâd'ın dediğine göre de: Abdu'l-Melik b. Mervan, Haccâc'a Irak'ta dirhem bastırmasını emretmiştir. Haccâc da 74 hicrî yılında dirhem bastırmış, piyasaya çıkartmıştır. Medâinî'nin dediğine göre de: Haccâc 75 hicrî yılı sonlarına doğru dirhemi bastırmış, sonra Abdu'î-Melik 76 hicrî yılında bütün vilâyetlerde basılmasını emretmiştir. Söylenildiğine göre: Haccâc saf gümüş mâdeninden dirhem bastırmış ve üzerine de "Allahü Ehad, Allâhü's-Samed: Allah birdir, benzeri yoktur." (K K 112: 1-2) âyet-i kerîmelerini yazdırmıştır, bir mahzur da görmemiştir. Bu şekil Kur'an'dan bir âyet-i kerîmenin yazılması mekruhtur denilmiş. Yine de paraya böyle bir âyet-i kerîmenin yazılışında ihtilâf mevcuttur. Bir guruba göre İslâm Hukukçuları para üzerinde Kur'an'dan bir âyet-i kerîmenin bulunmasını mekruh saymışlardır. Çünkü parayı cünüb ve pis olanlar da taşıyacaktır. Bir diğer gurup İranlılar, dirhemin noksan oluşunu, kime âit olduğunun bilinmeyişini iyi karşılamadılar, bu sebeple Haccâc da müslü-man olanlara âit oluşunu göstermek için yukarıdaki âyetleri yazdırdı. İranlıların iyi karşılamayışı sanki üzerindeki âyettenmiş gibi, âyete mekruh denilmiştir. Haccâc'tan sonra: Yezîd b. Abdi'l-Melik zamanında, Ömer b. Hubeyre para işlerini yürüttü. Haccâc'ın dirhemlerinden daha büyük dirhemler bastırdı. Ömer b. Hubeyre'den sonra Halid b. Ab-dillahi'l-Kusrâ, Irak'a vali oldu, para bastırma işlerine baktı. Önceki dirhemlerden daha ağır dirhem bastırdı. Hâîid'den sonra Yusuf b. Ömer para bastırma işine baktı. Öncekilerden çok daha ağır paralar çıkardı. Bütün bu işlemlerin sonucu piyasadaki dirhemlere çıkaranların isimlerine bağlı olarak Hubeyriyye, Hâlidiyye, Yusufiyye denilmiştir. Emevîlerin en çok paraları da bunlardı. Abbasî Halîfesi Mansur, haraç vergisi olarak, Emevîlerin çıkardığı paralardan başka paraları kabul etmezdi. Yahya b. Nu'mani'l-Gaffarî'nin babasından anlattığına göre: İlk dirhemi bastıran 70 hicret yılında Abdullah b. Zübeyr'in emriyle kardeşi Mus'ab b. Zübeyr'dir. İranlıların parası gibi bastırmış bir tarafına "Bereket" bir tarafına da "Allah" lafzını yazdırmıştır. Haccâc bu parayı birkaç sene sonra değiştirmiş, bir tarafına "Bismillah" bir tarafına da "Haccâc" yazdırmıştır. Karışık olmayan hâlis dirhem ve dînar, Me'mun tarafından bastırılan Sikke-i Sultanî ile değiştirilebilir. Piyasada onun gibi geçerlidir. Gümüş parçaları ve kalıplara dökülmüş altınlar, sikke-i Sultanî ile değiştirilemez. Çünkü bunların sıhhati ancak izabe ve tasfiye ile teşvik edilebilir. Bu sebeple ancak alışverişte semen olarak kullanılır. Yeter ki câri olan paraların, saflığı isbat-lansm. Ağırlık ve büyüklüğün aynı, kıymetinin farktı oluşu para olarak kullanılışına mâni değildir. Haraç memuru kıymeti en yüksek olan paradan haraç vergisi alır. Zamanın idarecisi para basımında tamamen ayrı bir yol takib eder, halîfeden izin almazsa bu ona itaatsizliği ifâde eder. İdarecilerin dışında birisi para basarsa duruma bakılır. Önceden haraç vergisi olarak bu para alınmışsa, geçmiş muamele sayesinde müstehab olarak kabul edilir. Önceden hiçbir muamelede kullanılmamışsa bu para ile bir şey isteme, gabni gerektirir, para değersiz sayılır. Dirhem ve dinarın küçültülmüşlerini kullanmak uygun değildir. Çünkü karışıklığa, sağlam olan ve piyasada dolaşan dirhem ve dinardan şüphe etmeye, kıymet noksanlaşmasına yol açar. Hukukçular da bu para birimlerinin küsürlerinin kullanılmasını doğru saymazlar. Mâlik ve Medineli pek çok hukukçular, bu para birimlerinin kesilmiş parçalarının, küsürlerinin, değişik tipte olmalarını ve bunların kullanılmalarının mekruh oluşunu, yer yüzünde bozukluğa, karışıklığa sebeb oluşuna bağlarlar. Bunlar, Resûlüllah (s.a.v) in, insanlar arasında carî olan sikkenin kesirlerinin kullanılmasını yasakladığını delil gösterirler. Sikke: Demir madeninden yapılan, üzerine dirhem değeri yazılan madenî paradır. Bu sebeble de basılmış dirheme de sikke denir. Bu para nevini Emevî idarecileri iyi karşılamamışlar, ortadan tamamıyla kaldırmışlardır. Anlatıldığına göre: Mervân b. Hakem, İran dirhemleri bulunan birini yakalamış ve hemen elini kesmiştir. Mervân'ın o şahsa karşı bu hareketi sırf düşmanlığından ileri gelmektedir. Olayın başka türlü açıklaması yapılamaz. Vâkıdî'nin anlattığına göre: Eban b. Osman, Medine'de idareci iken, dirhem basan, piyasaya para süren birine 30 değnek sopa atmış, şehir dışına sürgün etmiştir. Bu davranış bize göre sahte para basan, zayıf akça çıkaran, yanlış iş yapan şahıslar içindir. Olay ve durum Vâkıdî'nin dediği gibi kabul edilirse, Eban b. Osman bu hareketi düşmanlıkla yapmamış, zayıf, hîleli para çıkarana hak ettiği cezayı vermiştir. Had cezasından aşağı olan bir ceza uygulamış, hîlesi sebebiyle de sürgün etmiştir. Mervân b. Ha-kem'in yaptığı ise zulümdür, yabancı paraya duyduğu düşmanlık sebebiyledir. Ebû Hanîfe ve Iraklı hukukçular, dirhem ve dinarın kesirlerinin de kullanılabileceğini belirtmişlerdir. Salih b. Hafs'm Ubey b. Ka'b'dan şu âyet-i kerîme hakkında: "Yahut mallarınızdan ne dilersek cmu yapmanızdan vaz geçmenizi.." (K. K. 11: 87) yaptığı rivayette Ubey b. Ka'b, dirhemlerin kesirleri demiştir. Şafiî mezhebine göre de: Dirhemin kesirlerini kullanmak ihtiyaçtan mütevellid ise mekruh sayılmaz. İhtiyaç olmadan tesbit edilen para biriminin kesirleri kullanılırsa mekruhtur. Çünkü mala ihtiyaç duyulmaksızın, parçalamak, kesirler hâline getirmek insanları aldatmadır. Ahmed b. Hanbel'e göre de: Üzerinde Allah'ın ismi varsa, dirhem ve dinarın kesirlerim, parçalarını, kullanmak mekruhtur. Allah'ın ismi yoksa kesirleri, parçaları kullanmak mekruh değildir. Sikkenin kesrinin kullanılmasının yasak olduğunu gösteren haber ise: Basra kadısı Muhammed b. Abdullahı'l-Ensârî, sikkenin parçalanmış olarak kesirlerinin kullanılmasını yasaklamıştır. Sebebi ise bütünden ayrılan parçaların resmî bir mâhiyet taşımayışı, sikkesiz oluşu, piyasada halkın zorluklarla karşılaşmasına yol açmış, zararlara sebeb olmuştur. Diğer bir kısım insanlar da sikkeyi parçalamak suretiyle süs ve ziynet eşyası ile kab yapımında kullanmışlardır. Bir başka görüşte de sikkenin kesirlerinin kullanılmasının yasaklanmasının sebebi: Dört halîfe zamanında ödünç para alma işinde, ödünç miktarına göre paradan bir miktar kesiliyordu. Kesik şekilde borç para isteyene istediği miktar para veriliyordu. Bu kesilen parçalar ile ödünç para isteyen şahsa ne tür bir sikke verdiğini ileride isbatla-ma imkânına sahip oluyordu. Bu şekilde para olarak kullanılan sikkenin, ödünç alıp vermede tam sikke ödünç verilmiş gibi gösterilip aslında noksan sikke verilmesine, borç ödenirken de tam sikke ödenmesine yol açıyordu. Bu aksaklığı gidermek için sikkenin kesrini kullanmak yasaklanmıştır. d) Keyl'e gelince: Haraç arazîden 1: 10'dan 1: 2'ye kadar haraç alınıyorsa, bir diğer ifâde ile alınan haraç Harac-ı Mukâseme (Arazî'den çıkan mahsûle bilirli bir nisbette vergi koyma) ise kaç kaiîz, ne kadar ölçek eder? Kâsım'm anlattığına göre: Şehir ve köy topraklarına, Osman b. Huneyf in vergi olarak vazedip de Hz. Ömer'in tasdik ettiği Ka-fîz, 1 Keyl'e dâniktir. Yahya b. Âdem'in anlattığına göre de: Mühürlenip kesinleşen Haccâc'm Kilesi (Key'i) dir ki ağırlığı 30 Rıtl (1 Rıtl 12 ukiye, 1 ukiye 40 dirhem, 1 dirhem 4,806 gr. hesabıyla): 69,2064 kg. olduğu söylenir. Haraç vergisi koymada memur, takdîr serbestisine sahipse o zaman, vazife mahallinde kullanılan kileyi (Keyl'i), o bölgenin haraç vergisine esas alır, onunla amel ve hareket eder.[143] [143] El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu’l-Hasan Habib, Bedir Yayınevi, 1/ 288-295. |