Konu Başlığı: Arazîyi ihya ve sular çıkarma Gönderen: Sümeyye üzerinde 09 Mart 2011, 12:37:52 ON BEŞİNCİ BÖLÜM Arazîyi İhya Ve Sular Çıkarma A- ÖLÜ (İŞLENMEMİŞ) TOPRAĞI İŞLEME ŞARTLARI, IRAK TOPRAKLARININ DURUMU Bir kimse kullanılmayan, sahipsiz arazîyi işler, işe yarar hâle getirirse, halîfenin izni olsun veya olmasın o toprağın mülkiyetine sahip olur. Ebû Hanîfe'ye göre: Ancak sultanın izniyle arazîye mâlik olunur. Delîli de Resûlullah'm (s.a.v), "Sultanın, olumlu karşıladığı, temiz ve meşru gördüğü şey ancak bir kimsenin olabilir." hadîs-i şerifidir. Resûlullah (s.a.v) bir başka hadîs-i şeriflerinde, "Kim ölü toprağı işe yarar hâle getirir, ihya ederse, o arazî, onundur.'[157] buyurmuşlardır. Buna göre, Sultanın izni olmadan arazîyi işe yarar hâle getirmek ve o toprağa mâlik olmak mümkündür. Ölü arazîden maksad, Şafiî'ye göre: İmâr edilmemiş, etrafı çevrilmemiş, sınırlanmamış topraklardır. İsterse bu arazî işlenmiş arazîye bitişik olsun, farketmez. Ebû Hanîfe'ye göre: imâr edilmiş arazîden sonra, suyun gitmediği arazî ölü arâzîdir. Ebû Yusuf a göre: Ölü arazî, işlenmiş, toprakların en son ucuna durup yüksek sesle seslenen bir şahsın sesinin işitilmediği yerden itibaren başlayan topraklardır. Bu son iki tarife göre: İşlenmiş arazîye bitişik işlenmemiş arazî ölü arazî sayılmamaktadır. Amme malı olarak kabul edilmekte, herkesin eşit şekilde istifade edebileceği ileri sürülmektedir. Mâlik'e göre: İşlenmiş arazinin sahipleri komşu ölü arazîyi işe yarar hâle getirmeye uzaktakilere nisbetle rüçhan hakkına sahiptirler. İhya ve işe yarar hâle getirme işlemi de: O bölgedeki Örf ve âdete göre tâyin edilir. İhya için gerekli işlemler ne ise onları yapınca ihya maksadı anlaşılır. Çünkü Resûlullah da (s.a.v) hükmü genel buyurmuşlar, diğer hususların tâyinim örfe havale etmişlerdir. Meselâ arazîyi işe yarar hâle getirme, o yere oturmak için bir ev yapmakla oluyorsa, evi yapmakla İhya işi için niyyet edildiği anlaşılır. Sebebi de, o bölgede örfün ev yapmanın ihya maksadını ihtiva edişidir. Şayet ekin ekmek, ağaç dikmekle işe yarar arazî hâline getirmek isteniyorsa 3 şarta uyulur: 1- Arazînin etrafını çevreleyen toprak yığmak, taş veya ağaçlar dikmek suretiyle diğer topraklardan ayırmak. 2- Arazî sulanacaksa suyunu vermiş olmak, bataklıksa kurutmak, suların o yere gelişini Önlemek. Çünkü ancak bu işleri yapınca ziraat yapmak mümkündür. 3- Arazîyi sürmek; sürmekten maksad da orta şekilde toprağı kabartmak, yüksek yerleri tesviye, çukur yerleri doldurma işlemleridir. İşte sayılan bu 3 şart bulununca işe yarar hâle getirmek maksadı hasıl olmuş, yapan şahıs da o toprağın sahibi olmuş olur. Şafiî mezhebi hukukçularının bir kısmı arazîyi ekip düşmedikçe sahip olamaz demekle yanılmışlardır. Çünkü 3 şartı yerine getirmek ev yapmak gibidir. Nasıl eve ayrıca mülkiyet hususunda bir işlem yapmazsa burada da 3 şarttan başka bir şey yapmaz. Arazî bu şekilde işe yarar hâle getirilince, birisi ekip dikerse, ekip diken arazîye sahip olmuş olur. Arazî sahibi arazîyi satabilir. Fakat ekip diken satmak isterse durum ihtilaflıdır. Ebû Hanife'ye göre: Arazîyi sürmüşse satabilir, sürmemişse satamaz. Mâlik'e göre: Ekip diken her durumda arazîyi satabilir. Çünkü ziraatçi ekip dikmek suretiyle arazîyi işe yarar hâle getirmede ortak olmuş oluyor. Şafiî'ye göre: Ekip diken, bir durum hariç genel olarak arazîyi satamaz. O istisnaî hâl de şayet arazî üzerinde gözle görülür, belirli şeyler yapmış, dikmiş, ekin ekmiş ise bu türlü şeyleri satar, sürme işlemini, işçiliğini satamaz. Bir kimse Ölü arazînin etrafım çevrelerse o arazîyi işlemede başkalarına nisbetle rüçhan hakkına sahiptir. Bir başkası etrafı çevrili fakat işlenmemiş olan bu arazîyi işe yarar hâle getirmişse, bu durumda arazîye sahip olmada üstün hakka işleyen sahiptir. Arazînin sahibi o olur, çevreleyenin bir hakkı yoktur. Arazîyi işlemeden, çevreleyen kimse satmak isterse, Şafiî mezhebinin zahirine göre: Uygun bir iş sayılmaz. Ama bir çok şafıî hukukçuları arazinin bu şekilde işlenmeden satılabileceğini doğru karşılamışlardır. Çünkü o araziyi çevirmekle arazi üzerinde Üstün durumu vardır, buna göre de satabilir. Böylece araziyi satsa, müşterinin elinde iken bir başkası, işlerse durum ne olacaktır? Şafiî'nin görüşünü benimseyenlerden Ebû Hüreyre'nin oğluna (İbn Ebî Hüreyre)'ye göre, müşteri arazinin bedelini, araziyi çevreleyen ve satan şahsa ödemek zorundadır. Çünkü araziyi teslim aldıktan sonra telef etmiştir. Diğerlerine göre, etrafı çevrili ölü araziyi satmak caizdir. Fakat satıştan sonra telef olursa, müşteri de ücreti ödemez. Çünkü araziyi müşterinin teslim aldığı kesin olarak belli değildir. Bir arazinin etrafı çevrilir, sulanır, fakat sürütmezse suyun aktığı o çevrili yere mâlik olunur. Suyun gitmediği yerlere mâlik olunmaz. İsterse ihya etme bakımından rüçhan hakkı olsun. Suyun akmış olduğu yeri satmak caizdir. Çevrili yer içinde bulunan, fakat su gitmemiş yeri satmak hususundaki görüşler, yukarıda etrafı çevrili ve başka işlem yapılmamış araziyi satmak gibidir. İşe yarar hâle getirilen arazîler öşür arazi sayılır. Haraç vergisi konulamaz. Velev ki arazi öşür veya haraç suyu ile sulansın. Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf a göre: İşe yarar, hâle getirilen arazi, öşür suyu ile sulanıyorsa öşür arazi, haraç suyu ile sulanıyorsa haraç arazidir. Muhammed b. Hasana göre: İhya edilen arazî müslü-man olmayan kimselerin açtığı, akıttığı bir ırmak kenarında ve onunla sulanıyorsa haraç arazi sayılır. İnsanlarca herhangi bir müdâhale olmamış, bir ırmak kenarında ve onunla sulanıyorsa (Dicle ve Fırat nehirleri gibi) öşür arazi sayılır. Iraklılar ve başkaları, Basra'nın Ölü topraklanyla çorak yerlerde işe yarar hale getirilen arazinin öşür olduğuna icmâ etmişlerdir. Fakat Muhammed b. Hasan'm görüşüne göre: Acaba Basra taraflarında, müslüman-ların Dicle üzerinden kanal açıp sular akıtıp suladığı arazinin hükmü nasıldır? Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre; acaba bu icmâ nasıl çözümlenebilir? Hanefi hukuçuları bu görüşler için illet aramakta iki guruba ayrılmışlardır. Bâzılarına göre: Basra Diclesini taşıran deniz suyunun kabarmasıdır. Deniz, med zamanı Basra toprağını sulamakta, cezr zamanı (çekilme hâlinde) araziyi terk etmektedir. Suların kabarmasına, taşmasına sebeb olan denizdir. Dicle ve Fırat değildir. Bu tür bir sebeb ve îzah tarzı fâsiddir. Çünkü med halinde denizden tatlı suyun gelmesi gerekir. Deniz suyu ile de tatlı su bağdaşmaz. Deniz suyu ile arazî sulanmaz. Basra arazisini sulayan Dicle ve Fırat sularıdır. Ebû Hanîfe'nin görüşünde olanlardan Talha b. Adem'e göre: Dicle ve Fırat suları Sevad arazisinin bir kesiminde bataklıklara girer, bu esnada kendilerinden yararlanılamaz. Sonra Basra Diclesi olan Şattularab'a geçer. Şattularab ise haraç suyu değildir. Bataklık suları haraç suları sayılmaz. Talha b. Adem'in bu açıklaması da ikna edici değil, fâsiddir. Zira Irak'taki bataklıklar İslâmiyetten önce meydana gelmiştir. Arazinin hükmü değişmiş, ölü arazi olmuştur. Suyun hükmüne îtibar edilmemiştir. Siyer sahibinin (İmam Muhammed'in) anlattığına göre: Bunun sebebi, Basra Diclesinİn suyu, yukarı Dicle ve Fırat sularının şehirlerdeki etrafı muhkem kanallardan, geçerek gelen sulardır. Bugünkü bataklıklar, o zaman ekilebilen yerlerdi. Bir takım köyler, meskenler mevcuttu. Kubaz b. Firuz, İran hükümdarı olunca, nehrin kanalları önüne bir sed çekti. Bu işini mümkün olduğu kadar düşmanlarından gizledi. Şeddin Önünde biriken sular, nehrin yukarı tarafındaki toprakları bastı, evler ve tarlalar sular altında kaldı. Zamanla oğlu Nûşirevan İran hükümdan olunca, bir emirle yeni su yolları açtırarak birikmiş olan sulan tahliye ettirdi. Su altında kalan toprakların bir kısmı eski elverişli hâline döndü. Anlatılan bu olay hicrî 6. senede olmuştur. Bu senede Resulul-lah (s.a.v) Abdullah b. Huzâfeti's-Sehmî'yi İran'a elçi olarak göndermişti. O sırada İran hükümdarı Ebrûz idi. Dicle ve Fırat görülmemiş derecede artmıştı. Ebrûz büyük kanallar yapdırmış, nehir yatağı kenarına sedler çektirmeye çalışmıştı. Her gün 70 kadar sed çektirmiştir. Tonozlar yaptırmış, üzerine kapaklar kapatmış, yine de suyun kuvvetli akışına, zararlarına engel olamamıştır. Sonraları müslümanlar Irak taraflarına geldiğinde İranlılar iç savaşla meşgul oluyorlardı. Yapılan kanallar yanlıyor, yıkılıyordu. Yapımına ve tamirine çalışılmıyordu. Köylüler de nehrin sularının taşmasını önleyemiyorlardı. Böylece bataklıklar büyümüş, genişlemiştir. Muâviye idareyi ele alınca kölesi Abdullah b. Derrâci Irak'a haraç işlerini idare için tâyin etti. Bataklık topraklar işe yarar hale gelince 5.000.000 dirhem haraç almıştır. Velîd b. Abdil-Melik halife olunca Abdullah b. Derrâc'tan sonra Hasanu'n-Nebtî'yi haraç işleri için idareci tâyin etti. Hişam'm halifeliği zamanında batak arazinin çoğu ekilir hale getirilmiştir. O zamandan beri insanlar bataklıkları kurutmaya çalışmışsa da çöl ve batak olan yerleri ekilen yerlerden daha çoktur. İşte buraya kadar anlatılanlar, Ebû Hanîfe aslıâbmın açıkla-marıdır. Onların gösterdikleri sebebler özürlüdür. Sahabenin İcmâda bulunduğu husus, Basra arazisinin Ölü topraklarının işe yarar hale getirilenleri öşür arazidir. Bu yerleri ihyadan başka Öşrî hale getiren bir sebep yoktur. Ekmek suretiyle ve mesken için işe yarar hale getirilen arazinin sınırı, Şafiî'ye göre: Arazi için lâzım olan yo!, sınırları (hudut çizgileri) sulamak veya biriken suyunu akıtmak için gerekli su yollarıdır. Bunlar arazinin kapsamı içine girer. Ebû Hanîfe'ye göre: İşe yarar hale getirilen arazinin sınırı, kendisine su ulaşamı-yan yere kadar olan yerleri içine alır. Ebû Yusuf a göre: Yüksek sesle seslenildiğinde sesin işitildiği yere kadar olan arazî işlenilen arazînin şumûlü içine girer. Şayet bu iki görüş doğru olsaydı, îmâr edilmiş arazînin ve evlerin birbirine bitişmemesi gerekirdi. Halbuki Hz. Ömer zamanında sahabe Basra şehrini kurdular. Her sahabe kendi kabilesi için sınırlar, mahalleler yaptı. Şehrin ana caddelerini 60 zira' genişliğinde tuttular. Ara caddeleri 20 zira', sokakları da 7 zira' genişlikte tuttular. Ayrıca kabileleri ayıran sınırların ortasında, ölülerine mezar yapmak, hayvanlarını bağlamak için geniş alanlar bırakmışlardır. Evlerini biribirlerine bitiştirmemişlerdir. Bütün bunları yaparken hep birlikte aldıkları kararla ve nasla hareket etmişlerdir. Bu konudaki nas (dînî hüküm), Resulüllah (s.a.v)ın, "Bir yol boyunca insanlar ev yaparsa, yolu 7 zira' geniş tutsunlar”[158] hadîs-i şerifidir.[159] [157] Buharî, hars 15. Ebu Davud, İmâre 37. Tirmizî, ahkâm 38. vs. [158] Buharî, mezâlim 29. Ebu Davnd, akdiye 31. îbn Mace, ahkâm [159] El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu’l-Hasan Habib, Bedir Yayınevi, 1/ 331-336. |